Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ŞİRK TOPLUMUNDA ÜÇ KADIN YA DA (1 Kullanıcı)

ayşe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Şub 2006
Mesajlar
182
Tepki puanı
0
Puanları
0
ŞİRK TOPLUMUNDA ÜÇ KADIN YA DA
SADELİK, SABIR VE İFFET




Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını misal verdi. Hani o: "Rabbim, benim için nezdinde cennette bir ev yap! Firavun'dan ve onun amelinden beni kurtar ve o zalimler topluluğundan beni esenliğe çıkar" demişti. Ve iffetini sapasağlam koruyan İmran kızı Meryem'i de (misal verdi). Biz ona ruhumuzdan üflemiştik. O da Rabbinin kelimelerini de, kitaplarını da tasdik etmişti. Ve o, itaat edenlerdendi.


Şanı Yüce Rabbimiz, iyiyi ya da kötüyü seçme hakkına sahip olan insanları, fıtrat yani kendi ahlakı üzerine yaratması, O'nun bize karşı son derece merhametli olduğunu gösterirken bizim de bu ahlak üzerinde kalmak gibi ağır bir sorumluluk altında olduğumuzu gösterir. Yaratılan her varlığa lutfedilen ahlak, bilgi veya ideoloji gibi sonradan kazanılmış bir olgu olmadığından dolayı onun kusurlu olması, bozulmadığı sürece düzeltilmeye çalışılması, insan fıtratından bağımsız olarak ya da ondan daha güzel bir ahlak sistemi ortaya konulması veya henüz yaradılışı üzerinde hayat süren bir varlığa daha iyi ve daha doğru davranış sergilemesi için eğitilmeye çalışılması anlamsız ve saçma bir çabadır. Çünkü en mükemmel kıvamda ve surette yaratılan insan , kıvamını koruduğu sürece tevhid dairesi çerçevesinde hayatını sürdüren diğer varlıklar gibi yaradılış ahlakı üzerinde tutum takınacağından dolayı onun konuşması, yemesi, içmesi, düşünmesi, üzülmesi, sevinmesi, herhangi bir olay karşısında davranış sergilemesi kısaca hayatını sürdürmesi de ilk ahlak yani Allah'ın terbiyesi üzerinde olacaktır. İnsan bu tevhidî çizgisini ruh yönünden ergenlik çağına varıncaya veya ilk ahlakını kaybetmiş insan topluluklarına karışıp onlardan olumsuz yönden etkileninceye dek sürdürür. Eğer o, diğer varlıklar gibi iyiyi ve kötüyü seçme konusunda özgür bir iradeye sahip olmasaydı bir başka deyişle iyilik ve güzellik yani Allah'a yöneliş, onun varlığının zorunlu bir sonucu olsaydı bitki, hayvan veya diğer cansız varlıkların dünyasında varolan mükemmellik ve benzersiz estetik, insan yaşamının her evresinde ve her insan için gözlemlenebilir olacaktı. Lakin insan çocukluk evresini tamamlayıp iradesini ve seçme yetkisini eline alır almaz Allah tarafından kendisine üflenen ruh ile yeryüzünden alınmış çamurdan müteşekkil olan vücudu arasında amansız bir mücadelenin varolduğunu hissetmeye başlar. Çocukluk devresi boyunca insana hakim olan iyilik, güzellik, dürüstlük, saflık ve iffet ergenlik çağı başlar başlamaz bu hakimiyetlerini yitirip insanın iradesine mahkum olur. Bu andan itibaren insanın bütün davranışlarının kaynağı irade olduğundan dolayı, onun kalitesi ve Allah karşısındaki konumu iradenin nasıl kullanıldığına bağlıdır. İnsan bu evrede ya iradesini bütünüyle eline alarak yaratılış ahlakına aykırı bir şekilde kötülükle yoğrulmuş bir hayat sürdürür - esfeles safilin-, ya iradenin bir kısmını kullanıp bir kısmını Allah'a teslim ederek hayır ve şer arasında gidip gelen ve sonucu belli olmayan bir yaşam sürer ya da Allah tarafından kendisine teslim edilen iradenin büyük bir çoğunluğunu veya tümünü yine kendi seçimiyle Allah'a teslim ederek, hayatın her anında fıtrat çizgisi üzerinde hareket eder ve bu çizgi üzerinde yaşamını noktalar - Ahsen-i takvîm-.
Hz. Adem'in yaratılmasıyla başlayıp kıyamet gününe dek süregelecek olan emaneti omuzlamanın ve fıtrat üzerinde kalmanın ağırlığı ve güçlüğü, peygamber olsun, nebi olsun, İslam, hristiyan, Yahudi ya da müşrik bir toplumda doğan sıradan bir insan olsun bütün insanlık için aynıdır. Yani sıradan bir insanın hata yapma veya fıtrattan uzaklaşma olasılığı ile bir peygamberin, bir nebinin veya gelmiş geçmiş bütün dünya kadınlarından üstün olan Hz. Meryem'in hataya düşme olasılığı birbirine eşittir . Şu farkla ki Allah'ın bütün insanlara bahşettiği ilk ahlakı korumada sebat eden, Allah'ın mutlak bilgisi dahilinde ölene dek sebat edeceği bilinen bazı yüce insanlar Allah'ın seçimiyle peygamber olarak görevlendirilmiş ve bütün insanlığa örnek olarak sunulmuştur. Peygamberlerin İnsan olmaktan kaynaklanan iradeyi Allah'a teslim ettikten sonra peygamberlik vazifesini Allah'ın iradesi ve yardımıyla yapmayı seçmeleri bile onların hataya düşme olasılığını ortadan kaldırmaz. Çünkü örneklik ya da rehberlik aynı grupta olan ve aynı olumsuz şartlara maruz kalan varlıklar için söz konusu olabilir. Peygamberlerin ya da Hz. Meryem'in örnekliği, diğer insanlar gibi hata yapma imkanları olmasına rağmen hata yapmamalarında saklıdır. Bir başka deyişle Allah'ın insanlara melekler yerine peygamberleri örnek olarak göstermesi, peygamberlerin insan oldukları halde günaha sapmamalarından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Müşriklerden ileri gelenlerin Allah'ın elçisi olarak karşılarında kendileri gibi bir insan olan Hz. Peygamber (a.s)'i görünce " Bu sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hakim olmak istiyor. Eğer Allah -peygamber göndermek- isteseydi muhakkak ki melekler gönderirdi" demeleri veya bu iddiada kalmayıp daha da ileri giderek "Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı!" demeleri müşrikliğin ve kötülüğün aslında insan olmaktan kaynaklandığına inanmaları ve inandırmaları içindir. Oysa kötülük ve ahlaksızlık insan olmaktan değil, insana bahşedilen iradeyi yanlış kullanmaktan geçer. Gerçekte müşriklerin ve kafirlerin, karşılarında kendileri gibi insan olup onların inancını benimsemeyen ve kötülüğe bulaşmayan insanları görürken verdikleri tepki, suçlu olmalarının, günaha dalmalarının ve hataya düşmelerinin bir dışavurumudur. Lakin onlar, Hz. Adem'in yasak meyveden yedikten sonra Allah'tan af dilemesini, Kabil kardeşini öldürdüğü sırada Habil'in Allah'tan korktuğu için O'na el kaldırmamasını, müşrik babasına ve içinde yaşadığı toplumun baskısına rağmen tevhidi seçen Hz. İbrahim'in mücadelesini, bir hata karşısında Hz. Yunus'un pişmanlığını, Hz. Yusuf'un Züleyha'ya meyletmesini , Firavuna rağmen Allah'a yönelen Asiye'nin sabrını, korku ve tedirginliğe rağmen Firavun ve ordusuna karşı kardeşiyle birlikte mücadele eden Hz. Musa'nın azmini, mülküne rağmen Hz. Süleyman'ın şükrünü, erkek egemenliğinin en üst seviyede, Roma ahlaksızlığının had safhada olduğu yahudi toplumunda kendi iradesiyle iffetini koruyan Hz. Meryem'in saflığını anlamak istememişlerdi. Bu bağlamda onların örnek olarak insan yerine meleği görmek istemeleri sapkınlıklarını ve azgınlıklarını meşru bir zemine oturtmak istemelerinden kaynaklanmıştır. Buna benzer olarak müslümanların da "Hz. Adem şeytanın değil Allah'ın isteği doğrultusunda yasak meyveden yemiş, Habil halim-selim bir yaradılışa sahip olduğundan dolayı kardeşine el kaldırmamış, Hz. İbrahim Allah'ın seçiminden dolayı Nemrud'a karşı çıkma cesaretini göstermiş , Hz. Yusuf aslında Züleyha'ya meyletmemiş, Hz. Asiye'nin sabrı onun iradesinden ziyade Allah'ın iradesinden kaynaklanmış, Hz. Meryem Allah tarafından seçildiğinden dolayı iffetini korumuş , Hz. Hacer, peygamberlerin babası sayılan Hz. İbrahim'in eşi olduğu için kuru bir çölde terkedilmeye sabredebilmiş" gibi düşünceler sergilemeleri de aynı oranda mantıksızdır. Çünkü örneğin Hz. Nuh ve Hz. Lut'un hanımları peygamber eşleri olmalarına, Hz. Asiye ve Hz. Meryem'den toplumsal konumları bakımından daha elverişli koşullara sahip olmalarına rağmen, eşlerine ve Allah'a ihanet etmeleri, cehennem azabına müstehak olmaları bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koyması açısından yeterlidir. Hacer-i Esved , Müzahim kızı Asiye ve İmran Kızı Meryem'in örnekliğini bu şekilde somut bir zemine oturttuktan sonra günümüzün müslüman kadınlarına müşriklerin zulmüne rağmen sabırdan, şirkin ahlaksızlaştırdığı topluma rağmen iffetten söz edebiliriz.
Firavun eşi olmanın kazandırdığı zevk-sefayla, şöhretle, mal-mülkle, eğlenceyle, zenginlik, ihtişam ve gururla bir hayat sürdükten sonra bu hayatı verilecek tek bir kararla reddetmek, sonu ölüm olmasına rağmen bu kararda sebat kılmak, Hz. Peygamber'in (a.s) bazı hanımları dahil bir çok peygamberin hanımına nasip olmamıştır. Firavun'a rağmen Hz. Musa'yı seçmek o kadar kutsal ve takvalı bir seçimdir ki, Hz. Nuh ve Hz. Lut'un hanımları bu seçimle hüsrana uğrayıp mazeretleri geçersiz sayılmakta, Hz. Aişe ve Hz. Hafsa yine bu seçim aracılığıyla eleştirilmekte ve uyarılmaktadırlar. Hz. Peygamber'in (a.s) bazı eşleri şiddetle ikaz edilirken, Firavun gibi zalim, kendini tanrı ilan eden, Allah'a ve Peygamberi'ne karşı kibirlenen, bir toplumu tümden köleleştiren, insanlık tarihinde zulmüyle şöhret bulan bir kralın eşi olarak, Hz. Meryem'le beraber gelmiş geçmiş bütün dünya kadınlarına örnek olarak gösterilmekte ve onlardan üstün tutulmaktadır. Müzahim kızı Asiye bir kadının katlanabileceği sabrın son çizgisidir, hangi statüde ve durumda olursa olsun iman etmeyen bütün kadınların gerekçelerini alaşağı eden canlı bir örnektir. İmanlarını zor zamanlarda ya da zulüm altında koruyamayan, korumakta zorlanan müslüman kadınlar için bir teselli ve güç kaynağıdır. O gökyüzünden indirilmemiştir, peygamber de değildir, Allah da O'nu seçmemiştir. Allah'la da konuşmuş değildir. Zulmün şiddetine rağmen imanında sebat eden her müslüman kadının Rabbine yakarışı ne ise, O da o şekilde Allah'a yönelmiş "Rabbim benim için nezdinde cennette bir ev yap! Firavun'dan ve onun amelinden beni kurtar ve o zalimler topluluğundan beni esenliğe çıkar" şeklinde yakarışta bulunmuştu. Aynen bugün dünyanın dört bir tarafında ve ülkemizde zulümle, zorbalıkla, demokrasiyle, özgürlükle, haberleşme aracılığıyla iffetsizleştirilmeye, tesettürlerinden uzaklaştrılmaya, imansızlaştırılmaya çalışılan müslüman kadınların zalim ve müşriklere karşı sabrederek "Rabbimiz bizi müşriklerden ve onların amellerinden kurtar ve zalimler topluluğundan bizi esenliğe çıkar" şeklinde yalvarmaları gibi. Allah, Müzahim Kızı Asiye'nin duasını kabul etti. Sabrını artırarak, Firavun'un zulmüne karşı direnme gücü verdi ve O'nu kendi katına alarak esneliğe çıkardı. Hz. Asiye, Firavun'un şiddetli işkenceleri sonucunda öldürülmüş ve duası kabul edilmişti. Eğer bu vakıaya, günümüz pragmatist mantığıyla yaklaşırsak insanın "bu ne biçim esenliğe çıkarmak!" diyesi gelebilir. Hani şirk toplumlarının modern hayatında, hak ve hukukun mükemmelleşmeye doğru gittiği (!) bir ortamda esenliğe çıkmak demek müslüman kadının dinini rahat yaşayabilmesi, dilediği gibi eğitim görmesi, istediği yere girip çıkması veya maddi olarak arzuladığı konuma gelebilmesi demek olabilir. Ama biz şu anda bir örnekten bahsediyoruz. Eğer bu örnek, Allah'ın özellikle müslüman kadınlara gösterdiği bir örnekse, o mükemmel olmalıdır ki, onu hayatına yansıtmaya çalışan bir insan en fazla onun gibi olabilir, ona eşit olabilir fakat ondan üstün olamaz. Bir insanın gösterdiği örnekten değil de Allah'ın gösterdiği bir örnekten bahsediyorsak, o örneğin kendi sahasındaki üstünlüğü kıyamete kadar ortaya çıkacak olan bütün örneklerin üstünlüğünden az olmamalı. Örneğe benzemeye çalışan insanların Allah katındaki değeri de, o örneğe ne kadar yaklaştıklarıyla doğru orantılı olmalı. Buradaki örneklik, sadece Hz. Asiye'nin Firavun'u bırakıp Allah'a iman etmesi değildir, sadece dünyadaki refahı Allah için reddedip yokluğa sabretmesi de değildir, sadece çocuklarının babası olan bir eşi Allah yolunda terketmek de değildir, sadece Allah yolunda ölümü göze almak da değildir. Evet bütün bunlar örneğin mükemmel cüzleridir ama bu cüzlerin her biri tek başına birbirlerinden bağımsız olarak ele alındığında Allah'ın vurgulamak istediği örnek hakkıyla ortaya konulamaz. Çünkü bahsedilen örnek tek bir olay değil birbirini izleyen olaylar bütünüdür. Müzahim Kızı Asiye ilkin, yıllardır tanrılık iddiasında bulunan bir insana karşı çıkarak Allah'a iman etmiş, ardından yıllarca beraber olduğu kocasını Allah için terketmiş, sonra yıllarca refah içinde geçirdiği bir hayatı reddedererek yokluğu kabullenmiş, Firavun gibi bir zorbanın işkencelerini göğüslemiş, çocuklarından uzaklaşmış en sonunda da hayatı tümden reddederek ölümü seçmiştir. Tanrı olduğunu iddia eden bir hükümdarın eşi olduğu halde Allah'a iman üzerinde ölene dek sebat etmek. Bu örneğe günümüz maddi şartlarında erişmek zor olsa da şartlar elverişli olduğu takdirde onun gibi olabilmek imkansız değildir, çünkü örnek ona benzemek ya da onun gibi olunmak için gösterilir. Allah'ın olumlu anlamda herhangi bir konuda bir insanı örnek göstermesi, O'nun vurguladığı örnekten ve ona benzemeye çalışan insanlardan hoşnut olmasını ifade eder. Bu bağlamda günümüz müslüman kadınları, imanları ile genel olarak dünya hayatı arasında zorunlu olarak bir seçime tabi tutulurken Allah'ın hoşnutluğunu gözönünde bulunduruyorlarsa Müzahim Kızı Asiye onlar için canlı bir örnektir. Çünkü O, imanı uğruna öyle bir seçim yapmıştır ki, Allah kendisinden sonra gelen müslüman kadınların dikkatlerini O'na yöneltmiş ve O'nun gibi olunabileceğini bildirmiştir. Elbette her seçimde imanı tercih etmenin sonu ölüm olmayabilir fakat kimse de seçim sonucunda kısa zamanda ya da bu dünyada pragmatist manada esenliğe çıkmayı beklemesin. Kimbilir bu manada ve günümüz şartlarında esenliğe çıktığını söyleyip aynı zamanda Allah'ın hoşnutluğunu kazandığına ve bu yolla Hz. Asiye'yi örnek aldığına inanan müslüman kadınlar olabilir. Belki de bu kadınlar vardır ama ortaya çıkmamıştır. Allah Zeynep binti Ali'yi de esenliğe çıkarmıştı. Öldürülmeden esenliğe çıkmanın ne manaya geldiğini anlamak açısından Hz. Zeyneb, zulüm altında, müslüman erkeklerin yokolduğu ya da erkeklerin kadınlaştığı bir ortamda imanlarını, iffetlerini ve başörtülerini korumaya çalışan müslüman kadınlar için güzel bir örnek olsa gerek!.
Bir hükümdar eşi, kraliçe veya günümüz diliyle söylersek firt lady olmak, imana bir halel getirmiyor ve Allah katındaki takvaî üstünlük dünya hayatındaki üstünlükten etkilenmiyorsa, iman olmadığı sürece peygamber eşi olmanın üstünlüğünden ya da takva sahibi olunduğu takdirde siyah bir köle olmanın aşağılayıcı durumundan da söz edilemez. Her ortam ve zamanda Allah katında değer ifade eden olgu, imanla birlikte salih amel olduğuna göre, sıradan bir cariye olan Hacer'in, hac farizası ile beraber her müslümanın hayatına nasıl girdiğine ve Allah'ın O'nu nasıl andığına bir bakalım.
Evet tarihte bir de Hacer anamız vardır, eşine ve Allah'a olan mutlak itaatindeki garipliğiyle, garip müslümanların yüreğini dağlar. Henüz kundakta olan çocuğuyla beraber, kupkuru bir çölde yalnız başına bırakılmasına rağmen, en ufak bir itaatsizlikte bulunmuyor sadece yalnız başına bırakılma emrinin kocası olan bir insandan mı yoksa Allah'ın Peygamber'inden mi kaynaklandığını öğrenmek için Hz. İbrahim'in ardına düşüyor ve "Ey İbrahim! Hiçbir insanın ve eşyanın bulunmadığı bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Bunu sana Allah mı emretti?" şeklinde bir soru yöneltiyor. Hz. İbrahim "evet" deyince "Öyleyse bizi helak etmez" diyerek çocuğuna yöneliyor ve O'ndan uzaklaşıyor . İtaatsizlik yapma şöyle dursun tek derdi çocuğunun susuzluğunu ve açlığını gidermek olan bir Hacer-i Esved vardır karşımızda, yüzyıllar sonra bile kıyamete dek, attığı her adımın izini süren müslümanlara hayatta kalma mücadelesini öğreten capcanlı bir örnek niteliğindedir. Bir avuç hurma ve içinde su bulunan bir kaptan başka su yok, yiyecek yok, barınacak bir yer yok, insan yok, kızgın güneşin altında koşulacak yerden başka hiç bir şey yok. Hacerin koşmaktan başka yapabileceği hiç bir şey yok, Allah'ın işaretlerinden habersiz, zemzemden habersiz, Allah'ın yardımından habersiz bir şekilde. O da yapabildiğini yapıyor ve koşuyor. "İbrahim beni buraya bıraktıysa bana yardım edecek mutlaka birisini bulurum, Allah mutlaka yardımını gönderecektir, Allah mutlaka İsmail'in susuzluğunu giderecektir" gibi bir düşünce içerisinde olsa da su bulamamanın ihtimali vardır Hacer'de. Yoksa Hacer'den hakkıyla bahsetmek anlamsızlaşır, Hacer'in işaretleri, Allah'ın işaretleri olan Safa ve Merve anlamını yitirir. Burada mutlaklık söz konusu değildir. Hz. İbrahim "Allah'ın emridir" diyor, O "tamam" diyor ve su aramaya koyuluyor. Hacer prova yapmıyor, "Her halükarda Allah bana suyu verecek yine de ben koşayım" zihniyetiyle değil bu gün Afrika'daki kadınlar, hangi niyet, ümit, endişe ve korku içinde su aramaya koyuluyorlarsa O da bu duygularla su arıyor. Allah Hacer'in bu sadeliğini ödüllendiriyor ve O'nun işaretlerini kendi işaretleri olarak kabul ederek, müslümanların bu işaretler arasında gidip gelmelerine rıza gösteriyor hatta emrediyor. Mutlak sadelik Hacer'de somutlaşıyor, koşmaktan yiyecek bir şey yok, koşmaktan başka içecek bir şey yok, koşmaktan başka barınacak bir yer yok. Anamız da yemek için, içmek için barınmak için koşuyor çaresizce. Prova değil, yapmacık değil, "ben peygamber eşiyim Allah yardımını gönderecek" edası içinde değil! Telaş, ümit, endişe, heyecan, çocuğunu kaybetme korkusu ve ümit içinde ama Allah'a ve Peygamberi'ne isyan etmeden... Bir peygamber eşi olmanın duygusu içinde değil, bir insanın, bir kadının, bir ananın, susuzluktan ölmek üzere olan bir çocuğun imanlı anası olmanın duyguları ne ise O da bu duygularla yoğrulmuş bir yürek ile su arıyor. Hz. Hacer, bir kadının katlanabileceği sadeliğin en uç noktasıdır. O kuru bir çölde koşmaktan ve susuzluktan ölmek üzere olan bir çocuktan başka bir şeye sahip olmamasına rağmen eşine ve Allah'a itaat edenlerdendi. Su ya da hiçbirşey bulamamanın olasılığına inanmak, hem kadın hem bir köle olan Hacer'i Hz. Hacer Anamız'a dönüştürüyor ve isminin alemlerde nam salmasını sağlıyor. Allah ihsan sahibi kullarını işte böyle ödüllendiriyor. Hz. Hacer, Allah'ın seçtiği, O'nun yetiştirdiği, gökyüzünden indirdiği bir kadın değildir, bir melek de değildir. Allah'ın gelecek neslin müslüman kadınlarına sadeliği aşılamak için görevlendirdiği bir elçi de değildir. "Peygamber eşi işte böyle olur" dediği bir kadın da değildir. O, her kadın gibi, kadın duyguları içerisinde yaşam süren bir kadındı. Ama O da Hz. Meryem gibi, Hz. Asiye gibi bir seçim yapmış ve Allah bu seçiminde O'nu yalnız bırakmamıştır.Şüphesiz bu gün bir kadın için altın, gümüş, süslü kıyafetler, çeşitli yiyecekler ve görkemli evler ne ise bir kadın olan Hz. Hacer için de o değerdeydi ama O bunların yokluğuna Allah için katlanmıştı, Allah için sabretmişti. İbadet veya amel Allah için yapıldığı zaman bambaşka bir boyuta bürünmekte ve insan aklı bu ameli mantıklı bir zemine oturtmakta zorlanmaktadır. Çünkü gaybe iman, mantık çerçevesinde anlaşılabilecek bir inanç türü değildir. Hz. Hacer normal hayatta sabredemeyeceği bir çok duruma Allah için katlanmaktadır. Örneğin susuzluktan kıvranan ve ölmek üzere olan çocuğu için canla başla su aramaya koyulurken, Hz. İbrahim'in gördüğü rüya karşısında Hz. İsmail'in Allah için kurban edilmesine karşı çıkmamakta, Allah'ın bu emri karşısında tereddüt göstermemektedir. Cariyelikten Peygamber zevceliğine yükselmek O'nun sadelik karşısındaki tavrında bir değişiklik yapmazken, kuru bir çölde susuzluktan ölmesine izin vermediği çocuğunu en iyi çağda ve zamanda Allah için kurban edilmesine mutmain bir kalp ile razı olmaktadır.
Yokluk karşısında sabretmek erdem olduğu gibi varlık karşısında şükretmek de erdemdendir lakin yokluğa Allah için katlanırken varlığı arzulamamak daha büyük bir erdemdir. Elbette Hz. Hacer sıradan bir kadın değildir, O tevhid dinini yeniden kuran bir peygamberin eşidir. Belki çoğuna helal ve normal olan bazı ameller, davranışlar veya istekler O'nun için anormaldir. Bir peygamber eşinin dünya refahını istemesi ve sıradan kadınlar gibi davranması, Allah katında bir kötü bir davranıştır ama pekala onlar eşlerini terkederek dünyaya yönelebilirler veya istedikleri takdirde hayasızlığa meyledebilirlerdi. Aynen Rabbimiz'in buyurduğu gibi "Ey Peygamber Hanımları! Siz diğer kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takvalı kimseler iseniz, edalı ve yumuşak söylemeyin." Ayetin muhatabı Rasulullah'ın (a.s) eşleri olsa da sözü çekicilik ve edalı olarak söylemek hiç bir müslüman kadına yakışmaz ve hiç bir müslüman kadın için caiz değildir. Ayet, Hz. Peygamber eşlerinden birinin işleyeceği bir kötülük ile herhangi bir müslüman kadının kötü amelinin aynı değerde olmadığını bu bağlamda O'nun eşlerinin, O'na ve dolaylı olarak Allah'a saygı göstermeleri açısından daha dikkatli olmaları gerektiğini vurgulamaktadır . Buna benzer "Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim." ayetinde olduğu gibi yine müminlerin anneleri dünya hayatı konusunda uyarılmaktadırlar. Bu uyarı her ne kadar onlara yöneltilmiş olsa da, ayetin genel olarak muhatabı yine müslüman kadınlardır. Şu farkla ki; müslüman kadınların dünya hayatıyla uyarılmaları, mü'minlerin anneleri gibi olmaları gerektiğinden veya Hz. Hacer ve Hz. Hadice'nin yaşadığı ve katlandığı sıkıntılara ve yoksulluğa katlanmalarını istediğinden dolayı değildir. Veya onların dünya hayatını istemeleri takdirde eşlerinden ayrılmalarına cevaz verilmesi için de değildir. Burada söz konusu olan sıradan bir müslüman kadın gibi hayat sürmektense peygamber eşlerini cüzi de olsa kendine örnek edinen ve bu vesile ile Allah'a daha çok yaklaşmak isteyen müslüman kadınların Allah'ın hoşnutluğunu daha fazla kazanacakları ve istedikleri takdirde o yüce insanlara benzeyebilecekleridir.
Allah'a ve Peygamberi'ne koşulsuz ve her ortamda itaat ettiği bilinen Hz. Hacer'e benzerliğiyle dikkat çeken ve yine tevhid dininde önemli bir konuma sahip olan Hz. Hadice anamızın en önemli özelliği peygamber hanımı olması değildi. Bilakis, kendi iradesi ve tercihini Allah'a ve Peygamberi'ne teslim ederek ortaya koyduğu itaatkar kişiliğiydi. Bu kişiliğin değeri, diğer müslüman kadınlardan farklı olarak Rasulullah'ın (a.s) eşi olmasından dolayı Allah nezdinde iki kat daha fazladır. Bu değere ulaşmak matematiksel açıdan zor olsa da, Hz. Hadice'nin kişiliğini yakalamak imkan dahilindedir. Çünkü üstünlük, sadece ve sadece bir insanın kendi fıtratından uzaklaşmasıyla ters orantılı, fıtratına yaklaşmasıyla doğru orantılıdır. Konunun başında açıkladığımız gibi bu fıtrat, Allah'ın yaradılış ahlakı yani onun insanı yaratırken kendisine bahşettiği ve çocukluk çağı sona erinceye dek kişiliğine hakim olduğu ilahî terbiyedir. İnşallah bu konuyu, gelmiş geçmiş bütün kadınlara üstün tutulan, iffetiyle sembolleşen ve ilk andan itibaren Allah'ın terbiyesi üzerinde sebat eden İmran Kızı Meryem bölümünde ele alacağız.


Selam olsun her koşul ve zamanda imanı tercih eden müslüman kadınlara ve onların örneklerine.
 

_hakikat_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Ara 2008
Mesajlar
8
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Yokluk karşısında sabretmek erdem olduğu gibi varlık karşısında şükretmek de erdemdendir lakin yokluğa Allah için katlanırken varlığı arzulamamak daha büyük bir erdemdir. Elbette Hz. Hacer sıradan bir kadın değildir, O tevhid dinini yeniden kuran bir peygamberin eşidir. Belki çoğuna helal ve normal olan bazı ameller, davranışlar veya istekler O'nun için anormaldir. Bir peygamber eşinin dünya refahını istemesi ve sıradan kadınlar gibi davranması, Allah katında bir kötü bir davranıştır ama pekala onlar eşlerini terkederek dünyaya yönelebilirler veya istedikleri takdirde hayasızlığa meyledebilirlerdi.
 

#fani_dünya#

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Kas 2008
Mesajlar
419
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
"Ey Peygamber Hanımları! Siz diğer kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takvalı kimseler iseniz, edalı ve yumuşak söylemeyin."

"Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim."


keşke her mümine bacımız Haceri,Meryemi,Asiye 'yi örnek alsa bu cennetlik Anneleri örnek alan hangi mümine kadın cennetten Allahın rızasından uzak kalabilir ki..?

Allah ve resulü razı olsun kardeşim müthiş bir paylaşımdı..

inşAllah bacılarımız be ablalarımız faydalanırlar bu tür paylaşımlardan..

Allah'a emanet olunuz..

"Dinini Düzeltenin Allah'ta Dünyasını Düzeltir."
(hadisi şerif)


vesselam...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt