Simgeler ve Kavramlar
Pek televizyon seyretmem. Tarih, Edebiyat, Toplumbilimi ilgili sunumlar olursa belki… Geçenlerde 'örtü' meselesi ile ilgili bir sunuma (program) denk geldim. Başörtüsünün, toplumsal bir sorun haline getirilmesini gülünç (trajikomik) bulmama rağmen; oturup, dakikalarca sunumu izledim. Ta ki, boynunda 'Hırvat mahsulü kravatı' ile arz-ı endam eyleyen, karşıt görüşlü bir muhteremin “Başörtüsü siyasi bir simgedir.” diyerek başladığı konuşmasına, hızını alamayarak bir de gericilik yaftası yapıştırdığını duyuncaya kadar…
Efendim, 'kravat' (boyunbağı) sözcüğü Hırvat dinden gelir. Bildiğiniz gibi dilimizde Türklüğü çağrıştıran, 'türkü' (Aslı 'türkî'dir.) diye bir sözcük vardır. Türkü, Türk işi (usulü) anlamına gelir. Hırvat dilinde de benzer bir durum söz konusudur. Yani kravat sözcüğünü kullandığımız zaman da Hırvat işi (usulü) anlamını ifade etmiş oluruz.
Hırvatlar için bir gelenek, diğer milletler için ise olsa olsa bir alışkanlık olan kravat (boyunbağı) takma uygulamasının nereden çıktığına gelince; eski çağlarda kocasını ya da oğlunu savaşa gönderen Hırvat kadınları boyunlarına onların giysilerinden bir parça çaput (bez) bağlarlarmış. Kocaları ya da oğulları dönene kadar da bunları çıkarmazlarmış. Uygulamanın amacına gelince; gidenleri unutmayıp, hep hatırlamakmış. Bu boyunbağları yas alameti olarak kullanılırmış anlayacağınız.
Günümüzde medeni olmanın temel simgelerinden biri olarak kabul edilen boyunbağlarının, Hırvat diyarından çıkarak diğer ülkelerde de yaygınlaşmaya başlaması sırasında, uygulamada farklılıklar göze çarpmıştır. Mesela Fransızlar -önceleri- boyunbağlarını yemek yerken el, ağız silmek için kullanmışlardır.
Âlemin medenisi olduklarını iddia eden Fransızlardan söz açılmışken, bir zamanlar bırakın evlerini, saraylarında bile helâ (tuvalet) olmadığını, dışkılarını torbalara (poşet) koyup, evlerinin penceresinden sokaklara attıklarını; yolda yürürken b.ka basmamak için yüksek ökçeli ayakkabılar giydiklerini, dahası yıkanmadıkları için kötü koktuklarını ve sırf bu yüzden parfümü icat ettiklerini… ben yazmamış olayım. Sizler de okumamış olun. Bütün bunların daha birkaç asır öncesinin Paris’inde yaşandığını ifade edip, durup dururken küçük dilinizi yutmanıza da sebep olmayayım.
Geçen yılın verilerine (istatistik) göre, bir yıl içinde nüfusunun üçte birinden fazlasının suç işlediği sabit olan Paris nere; aynı sürede nüfusunun binde altısı suç işleyen Diyarbakır nere? Hangisi daha medeni? Paris manyağı yerli gezginlere (tourist) sesleniyorum. Gidip Diyarbakır’ı da bir ziyaret edin cancağızlar. Akkoyunlu, Karakoyunlu, Selçuklu eserlerini görün. Simgesi 'çift başlı Selçuklu kartalı' olan Diyarbakır Belediyesi’nin önünde bir resim çektirin. Yok, içerdeki kemirgeni görüp de canımız sıkılmasın diyorsanız; o zaman az daha gidip Silvan’a uğrayın. Artuklu Türk Beyliği zamanında İlgazi oğlu Timurtaş Bey tarafından yaptırılan ve dünya üzerindeki taş köprülerin en geniş kemerlisi olan Malabadi Köprüsü üzerinde arz-ı endam eyleyin. Soru eki '-mi'yi atarak “Çay içer’sin?” diyen, Diyarbakır’ın yerli ahalisi ile sohbet edin. Çünkü oraları da bizim, o insanlar da bizden!
Garip akımının öncüsü Orhan Veli Kanık Bey’in harika anlatımı ile ifâde edecek olursak, bu ülke çekmedi hiçbir şeyden; kavram kargasından çektiğini… Misal, çağdaşlık nedir? Çağdaşlık, aynı çağda yaşayan varlıkları anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Tıpkı adaş, karındaş (kardaş, kardeş), vatandaş vb. sözcüklerin anlamlarında olduğu gibi… Çağdaşlık, zaman mefhumudur anlayacağınız. Medeniyet (uygarlık) ise apayrı bir anlam taşır. Bu anlam insanlara dolayısı ile milletlere gurur, şeref ve saygınlık kazandırır. Bu arada Paris’ten köpek maması, dantelli külot almakla medeni (uygar) olunmayacağını da bilmelisiniz.
Kaynağını binlerce yıllık tarihimizden alarak bugünlere gelmiş kavramları, simgeleri canımızın istediği gibi yorumlayamayız. Bu noktada sizlere Türkçemizin en güzel anlatımlarından bir olan “Dilin kemiği yoktur.” sözünü anıtlaştıracak bir soru yöneltmek istiyorum. Hırvat kadınlarının gözyaşlarını sildikleri boyunbağları uygarlık simgesi oluyor da; Yemen’de dedesini, Çanakkale’de babasını, Sakarya’da kocasını, Kıbrıs’ta oğlunu, dahası Aliboğazı’nda torununu kaybetmiş Türk kadınlarının başbağları niye gericilik (irtica) sayılıyor? Ayyıldızlı bayraklar, toprağı vatan yapmak için omuzlarda şehitliğin yolunu tutarken; geride kalan ıslak yazmaların, bindallıların, tülbentlerin, yaşmakların suçu “Vatan sağolsun!” demek mi yoksa? Yok, öyle değil diyorsanız, o zaman bırakın kavramların içini doldurmayı da; biraz kendinizle ilgilenin cancağızlar. Zira boş kafayla olmuyor bu işler!
Aziz Dolu Atabey
azizdolu.blogcu.com
Pek televizyon seyretmem. Tarih, Edebiyat, Toplumbilimi ilgili sunumlar olursa belki… Geçenlerde 'örtü' meselesi ile ilgili bir sunuma (program) denk geldim. Başörtüsünün, toplumsal bir sorun haline getirilmesini gülünç (trajikomik) bulmama rağmen; oturup, dakikalarca sunumu izledim. Ta ki, boynunda 'Hırvat mahsulü kravatı' ile arz-ı endam eyleyen, karşıt görüşlü bir muhteremin “Başörtüsü siyasi bir simgedir.” diyerek başladığı konuşmasına, hızını alamayarak bir de gericilik yaftası yapıştırdığını duyuncaya kadar…
Efendim, 'kravat' (boyunbağı) sözcüğü Hırvat dinden gelir. Bildiğiniz gibi dilimizde Türklüğü çağrıştıran, 'türkü' (Aslı 'türkî'dir.) diye bir sözcük vardır. Türkü, Türk işi (usulü) anlamına gelir. Hırvat dilinde de benzer bir durum söz konusudur. Yani kravat sözcüğünü kullandığımız zaman da Hırvat işi (usulü) anlamını ifade etmiş oluruz.
Hırvatlar için bir gelenek, diğer milletler için ise olsa olsa bir alışkanlık olan kravat (boyunbağı) takma uygulamasının nereden çıktığına gelince; eski çağlarda kocasını ya da oğlunu savaşa gönderen Hırvat kadınları boyunlarına onların giysilerinden bir parça çaput (bez) bağlarlarmış. Kocaları ya da oğulları dönene kadar da bunları çıkarmazlarmış. Uygulamanın amacına gelince; gidenleri unutmayıp, hep hatırlamakmış. Bu boyunbağları yas alameti olarak kullanılırmış anlayacağınız.
Günümüzde medeni olmanın temel simgelerinden biri olarak kabul edilen boyunbağlarının, Hırvat diyarından çıkarak diğer ülkelerde de yaygınlaşmaya başlaması sırasında, uygulamada farklılıklar göze çarpmıştır. Mesela Fransızlar -önceleri- boyunbağlarını yemek yerken el, ağız silmek için kullanmışlardır.
Âlemin medenisi olduklarını iddia eden Fransızlardan söz açılmışken, bir zamanlar bırakın evlerini, saraylarında bile helâ (tuvalet) olmadığını, dışkılarını torbalara (poşet) koyup, evlerinin penceresinden sokaklara attıklarını; yolda yürürken b.ka basmamak için yüksek ökçeli ayakkabılar giydiklerini, dahası yıkanmadıkları için kötü koktuklarını ve sırf bu yüzden parfümü icat ettiklerini… ben yazmamış olayım. Sizler de okumamış olun. Bütün bunların daha birkaç asır öncesinin Paris’inde yaşandığını ifade edip, durup dururken küçük dilinizi yutmanıza da sebep olmayayım.
Geçen yılın verilerine (istatistik) göre, bir yıl içinde nüfusunun üçte birinden fazlasının suç işlediği sabit olan Paris nere; aynı sürede nüfusunun binde altısı suç işleyen Diyarbakır nere? Hangisi daha medeni? Paris manyağı yerli gezginlere (tourist) sesleniyorum. Gidip Diyarbakır’ı da bir ziyaret edin cancağızlar. Akkoyunlu, Karakoyunlu, Selçuklu eserlerini görün. Simgesi 'çift başlı Selçuklu kartalı' olan Diyarbakır Belediyesi’nin önünde bir resim çektirin. Yok, içerdeki kemirgeni görüp de canımız sıkılmasın diyorsanız; o zaman az daha gidip Silvan’a uğrayın. Artuklu Türk Beyliği zamanında İlgazi oğlu Timurtaş Bey tarafından yaptırılan ve dünya üzerindeki taş köprülerin en geniş kemerlisi olan Malabadi Köprüsü üzerinde arz-ı endam eyleyin. Soru eki '-mi'yi atarak “Çay içer’sin?” diyen, Diyarbakır’ın yerli ahalisi ile sohbet edin. Çünkü oraları da bizim, o insanlar da bizden!
Garip akımının öncüsü Orhan Veli Kanık Bey’in harika anlatımı ile ifâde edecek olursak, bu ülke çekmedi hiçbir şeyden; kavram kargasından çektiğini… Misal, çağdaşlık nedir? Çağdaşlık, aynı çağda yaşayan varlıkları anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Tıpkı adaş, karındaş (kardaş, kardeş), vatandaş vb. sözcüklerin anlamlarında olduğu gibi… Çağdaşlık, zaman mefhumudur anlayacağınız. Medeniyet (uygarlık) ise apayrı bir anlam taşır. Bu anlam insanlara dolayısı ile milletlere gurur, şeref ve saygınlık kazandırır. Bu arada Paris’ten köpek maması, dantelli külot almakla medeni (uygar) olunmayacağını da bilmelisiniz.
Kaynağını binlerce yıllık tarihimizden alarak bugünlere gelmiş kavramları, simgeleri canımızın istediği gibi yorumlayamayız. Bu noktada sizlere Türkçemizin en güzel anlatımlarından bir olan “Dilin kemiği yoktur.” sözünü anıtlaştıracak bir soru yöneltmek istiyorum. Hırvat kadınlarının gözyaşlarını sildikleri boyunbağları uygarlık simgesi oluyor da; Yemen’de dedesini, Çanakkale’de babasını, Sakarya’da kocasını, Kıbrıs’ta oğlunu, dahası Aliboğazı’nda torununu kaybetmiş Türk kadınlarının başbağları niye gericilik (irtica) sayılıyor? Ayyıldızlı bayraklar, toprağı vatan yapmak için omuzlarda şehitliğin yolunu tutarken; geride kalan ıslak yazmaların, bindallıların, tülbentlerin, yaşmakların suçu “Vatan sağolsun!” demek mi yoksa? Yok, öyle değil diyorsanız, o zaman bırakın kavramların içini doldurmayı da; biraz kendinizle ilgilenin cancağızlar. Zira boş kafayla olmuyor bu işler!
Aziz Dolu Atabey
azizdolu.blogcu.com