istikbal
Kayıtlı Kullanıcı
“Şöyle dedi: Ey Rabbim, bana zindan onların yapmaya zorladıkları şeylerden daha yeğdir. Eğer sen onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum." (Yusuf, 33)
İşte senin Rabbinin hiç değişmez sünneti önceden ne idiyse sonrasında da odur; hiçbir kimse Gerçek Düzen'in sesini yükseltemedi, sokaklarda açık açık söyleyemedi ve insanları o Gerçek Düzen'e çağırmadı ki hemen bir eziyete uğratılmasın. Fakat kesin sonuç yine müttakilerin, kesin fetih yine sabredenlerin olmuştur:
"İnsanların öyleleri vardır ki Allah'ın hoşnutluklarını kazanmak için kendini yok sayar (feda eder)." (Bakara, 208)
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'a dinin bir ucunda kulluk eder; kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir. O kişi hem dünyada hem âhirette ziyana uğramıştır. İşte bu durum ziyana uğramanın ta kendisidir." (Hacc, 11)
"İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah'a inandık' derler; fakat Allah uğrunda bir eziyet (in ucu) görüldüğü zaman, Allah'ın azabını insanların işkencesine yeğlerler. Oysa ki Rabbinden bir fetih gelirse hemen şöyle diyecekler: 'Doğrusu biz de sizinle beraberdik.' Acaba Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?" (Ankebut, 10)
Heves alınacak şeyleri bölüm bölüm sunan Allah'ı teşbih eylerim, ne bir azar var ne de kınama: Bir gurup cennete giderken, diğer bir gurup cehenneme.
Bu âyetlerin tamamını tek tek okudum. Beni öyle bir düşünceye ilettiler, gönlümde öyle kavramları çağrıştırdılar ki, bir bölümünü diğer bölümün karşıtı olarak düşündüğüm zaman ancak o kavramları algıladım. Âyetlerden hatırımda kalan özeti vaazlara aktardım. Orada bulunup dinleyenlerden orada bulunamıyanlara aktarılması imkânını buldum. Böylece tarihin karanlık sayfalan açığa çıktı. O tarihin aydınlatıcı bölümlerinde dört büyük İslâm mezhebi imamlarına: Ebu Hanife Numan b. Sabit'e, Malik b. Enes'e, Muhammed b. İdris eş-Şâfii'ye ve nihayet Ahmed b. Hanbel eş-Şeybâni'ye (Allah hepsinden razı olsun) işaretlerde bulundum. Bunlar öyle zatlardır ki, dini algılayabilirle yolunu halka hazır lokma haline getirmişler, tarikat stillerini yaşayanlarına asfalt yol gibi dümdüz yapmışlardır. O imamlar halk arasında, dünya için güneş neyse öyle olmuştur. Fakat güneşin esenliği yine bedenler içindir. Bunlarla birlikte hiçbir imam, Gerçek Düzen uğrunda birçok ağır baskılara uğramaktan kurtulamamışlar, ama bu baskılar, hiç kuşkusuz onlar için gülistanlık olmuştur.
Kadılık makamı iki kez Ebu Hanife'ye teklif edildi. Fakat o çok iyi biliyordu ki o siyasi ortamda kadılık makamının özerkliği, gerek valilerin girişimleri ve gerekse halifelerin kişisel görüşleriyle tehdit ediliyordu. Oysaki o günkü siyasi ortamda, genel-geçer kurala göre kadılık makamı hiçbir korkutmanın aşağı düşüremiyeceği ve hiçbir aşırı tezahüratın kararlarda etkili olamıyacağı bir konumdaydı. Ayrıca Ebu Hanife'nin devlet konusunda farklı bir anlayışı vardı. Bu nedenle kadılık makamını istemedi. Ebu Cafer görev almasına baskı yaparken, Ebu Hanife almamak konusunda ısrar etti. Halife tavır koyacağına andiçti. Ebu Hanife de almamakta and içti. Durum korkutma ve zorla baskıya dönüştüyse de bu iki sert tutum, demirden daha güçlü bir sertliğe sahip İmama bir etki yapamadı. Nihayet imam topuklarının üstünden kanlar fışkırıncaya kadar yüz sopadan daha fazla bir darbe aldı. Fakat o kararlıydı, hâlâ yumuşayamıyordu. En sonunda hapishaneye atılarak oracıkta vefat etti. Diğer bir söylentiye göre oradan tekrar çıkartıldı. Evinde göz hapsine alındı. Ancak ne fetva verebiliyordu, ne de kimsenin O'nun yanında toplanmasına izin veriliyordu. Oysa ki O, imam olarak ilk konumundaydı. Annesi yanına gelerek onu azarlamış ve şöyle demiş:
— Ey Nu'man! Senin ilmin dayak yemekten ve hapse atılmaktan başka neye yaradı! Sana bu durumda en elverişli olan ilmi bırakmandır! Numan şu cevabı vermiş:
— Ey anneciğim! Şayet dünyanın lüks hayatını isteseydim dayak yemeyecektim. Fakat ben yalnız Allah'ın rızasını ve ilmin korunmasını diğerinden iyi gördüm.
İmam Mâlik'e de zorlanan kişinin talâk durumu soruldu. Oysa o, soranın ne amaçla sorduğunu iyi biliyordu. Soranın maksadı biy'at yemininin durumunu sormak içindi. Vali halkı böyle bir yemine zorluyordu. Halk cehennem azabını andıran acı işkencelerden kurtulabilmek için yeminden başka çıkış yolu bulamıyordu. İmam şöyle dedi:
— Zorla yapılan boşama (talâk) geçerli olmaz.Vali imamın bu fetvasına çok içerledi. O'nu yanına çağırtırken bu kararlılığından vazgeçirmek için çok uğraştıysa da sonuçsuz kalacağını o da anlayınca kırbaç cezası verdi ve yüz değnek olmasını emretti. Onu kendine doğru öyle sert bir.biçimde çekti ki omuzu yerinden oynadı. Sonra da İmam haliyle, sokaklarda dolaştırıldı. Bütün işkencelere rağmen O şöyle diyordu:
— Zorla boşama geçerli olmaz!
İmam Şafii (r.a) de Yemen'de Talibiler ayaklanmasına katılmak suçuyla, ayrıca Reşid Hükümetine ve İmamlık makamına karşı ayaklanmanın elebaşısı olmak suçuyla yargılandı. Bu nedenle San'a ilinden, elleri kelepçeli ve demir zincirlere vurulmuş olarak Bağdat'a getirildi. İşkence âletleri olan kılıç ve idam yastığı önünde bulunduğu halde Halife Reşid'in huzuruna çıkartıldı. Kendisinden önce dokuz kişi kılıçtan geçirilirken imam onuncusu olacaktı. Bütün bu işkencelere rağmen kararlılığından hiç ödün vermedi, tutumunda hiçbir yumuşama olmadı. Korku denen şey aklının köşesinden bile geçmedi. Halifenin hayranlığını ve kendisine yakın kişilerden sayılmasını kazanacak kadar Gerçek Düzeni kendi nefsinde uygulamış, ilim ve erdemliliği kendi dürüstlüğüyle dürüstlüğe kavuşmuştu.
Öte yandan Mu'tasım, İmam Ahmed b. Hanbel tarafından kendi halifelik görüşüne ve o siyasi dönemdeki ekolüne uygunluk arzeden bir açıklama yapmasıyla zafer elde etmek girişiminde bulundu. Oysaki İmam, ikisi dışında duyduğu bütün sözleri reddederek, yalnız Allah Teâlâ'nın Kitab'ı ve Re-sûlü'nün sünneti yanında çok ziyadesiyle yer alan kişi olarak hiçbir değişiklik yapmıyor ve hiç zikzak çizmiyordu. Halife O'nu bayıltıncaya kadar kırbaçladı ve kimseyle bağlantı kuramayacak ve kimsenin de onunla bağlantı kuramıyacağı biçimde evinde göz hapsine aldı. Fakat Allah Teâlâ bu işkenceli hayattan O'nu kurtardı. Halifeyle olan didişmesi sadece şöyle söyleyenin dediği düzeydeydi:
"Kaya boynuzlayan gibi belki yumuşatır diye bir gün,
O'na etmiyor etki, fakat yarıldı boynuzu dağ keçisinin."
İşte bundan önceleri ve daha sonraları, ta ki Allah Teâlâ'nın yeri ve üzerindekileri öteki dünyaya götürünceye kadar, ne geçmiş zamanlarda ve ne de gelecekte Allah Teâlâ'nın hiç değişmeyen sünneti değişmedi ve değişmeyecektir.
"Elbette biz sizleri, içinizden mücahid olanları ve sabredenleri belgeleriyle bilip sizin yaşadığınız olayları da sınavdan geçirinceye kadar sizleri sınayacağız da sınayacağız." (Muhammed, 21)
Hey Allah'ım! Eğer senin hoşnutlukların uğrunda ve senin yolunda sınavdan geçmeler varsa hoş gelmişler, safalar getirmişler. Azarlama, hoşnutluğunu kazamncaya kadar senin hakkındır. Senin bizlere küskünlüğün tamamen ortadan kalkacağı ana kadar hiçbir belâya aldırmıyoruz. Ondan sonra Ya Rabbi, senin esenliğin bizim en geniş mutluluk pınarımız olacaktır. Zira bundan önce nasıl idiyse bundan sonra da emir Allah'ın olacaktır.
Sizler ey mücahidler! Ey bugün nasılsa yarın da aynı biçimde Hakka davet için yoğun çaba veren sizler! Dünden bu tarafa gelen mesaj şudur:
"Onlar Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Sen de yalnız onların hidayetine tutun." (En'am, 90)
Yazar:Şehit Hasan EL BENNA
İşte senin Rabbinin hiç değişmez sünneti önceden ne idiyse sonrasında da odur; hiçbir kimse Gerçek Düzen'in sesini yükseltemedi, sokaklarda açık açık söyleyemedi ve insanları o Gerçek Düzen'e çağırmadı ki hemen bir eziyete uğratılmasın. Fakat kesin sonuç yine müttakilerin, kesin fetih yine sabredenlerin olmuştur:
"İnsanların öyleleri vardır ki Allah'ın hoşnutluklarını kazanmak için kendini yok sayar (feda eder)." (Bakara, 208)
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'a dinin bir ucunda kulluk eder; kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir. O kişi hem dünyada hem âhirette ziyana uğramıştır. İşte bu durum ziyana uğramanın ta kendisidir." (Hacc, 11)
"İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah'a inandık' derler; fakat Allah uğrunda bir eziyet (in ucu) görüldüğü zaman, Allah'ın azabını insanların işkencesine yeğlerler. Oysa ki Rabbinden bir fetih gelirse hemen şöyle diyecekler: 'Doğrusu biz de sizinle beraberdik.' Acaba Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?" (Ankebut, 10)
Heves alınacak şeyleri bölüm bölüm sunan Allah'ı teşbih eylerim, ne bir azar var ne de kınama: Bir gurup cennete giderken, diğer bir gurup cehenneme.
Bu âyetlerin tamamını tek tek okudum. Beni öyle bir düşünceye ilettiler, gönlümde öyle kavramları çağrıştırdılar ki, bir bölümünü diğer bölümün karşıtı olarak düşündüğüm zaman ancak o kavramları algıladım. Âyetlerden hatırımda kalan özeti vaazlara aktardım. Orada bulunup dinleyenlerden orada bulunamıyanlara aktarılması imkânını buldum. Böylece tarihin karanlık sayfalan açığa çıktı. O tarihin aydınlatıcı bölümlerinde dört büyük İslâm mezhebi imamlarına: Ebu Hanife Numan b. Sabit'e, Malik b. Enes'e, Muhammed b. İdris eş-Şâfii'ye ve nihayet Ahmed b. Hanbel eş-Şeybâni'ye (Allah hepsinden razı olsun) işaretlerde bulundum. Bunlar öyle zatlardır ki, dini algılayabilirle yolunu halka hazır lokma haline getirmişler, tarikat stillerini yaşayanlarına asfalt yol gibi dümdüz yapmışlardır. O imamlar halk arasında, dünya için güneş neyse öyle olmuştur. Fakat güneşin esenliği yine bedenler içindir. Bunlarla birlikte hiçbir imam, Gerçek Düzen uğrunda birçok ağır baskılara uğramaktan kurtulamamışlar, ama bu baskılar, hiç kuşkusuz onlar için gülistanlık olmuştur.
Kadılık makamı iki kez Ebu Hanife'ye teklif edildi. Fakat o çok iyi biliyordu ki o siyasi ortamda kadılık makamının özerkliği, gerek valilerin girişimleri ve gerekse halifelerin kişisel görüşleriyle tehdit ediliyordu. Oysaki o günkü siyasi ortamda, genel-geçer kurala göre kadılık makamı hiçbir korkutmanın aşağı düşüremiyeceği ve hiçbir aşırı tezahüratın kararlarda etkili olamıyacağı bir konumdaydı. Ayrıca Ebu Hanife'nin devlet konusunda farklı bir anlayışı vardı. Bu nedenle kadılık makamını istemedi. Ebu Cafer görev almasına baskı yaparken, Ebu Hanife almamak konusunda ısrar etti. Halife tavır koyacağına andiçti. Ebu Hanife de almamakta and içti. Durum korkutma ve zorla baskıya dönüştüyse de bu iki sert tutum, demirden daha güçlü bir sertliğe sahip İmama bir etki yapamadı. Nihayet imam topuklarının üstünden kanlar fışkırıncaya kadar yüz sopadan daha fazla bir darbe aldı. Fakat o kararlıydı, hâlâ yumuşayamıyordu. En sonunda hapishaneye atılarak oracıkta vefat etti. Diğer bir söylentiye göre oradan tekrar çıkartıldı. Evinde göz hapsine alındı. Ancak ne fetva verebiliyordu, ne de kimsenin O'nun yanında toplanmasına izin veriliyordu. Oysa ki O, imam olarak ilk konumundaydı. Annesi yanına gelerek onu azarlamış ve şöyle demiş:
— Ey Nu'man! Senin ilmin dayak yemekten ve hapse atılmaktan başka neye yaradı! Sana bu durumda en elverişli olan ilmi bırakmandır! Numan şu cevabı vermiş:
— Ey anneciğim! Şayet dünyanın lüks hayatını isteseydim dayak yemeyecektim. Fakat ben yalnız Allah'ın rızasını ve ilmin korunmasını diğerinden iyi gördüm.
İmam Mâlik'e de zorlanan kişinin talâk durumu soruldu. Oysa o, soranın ne amaçla sorduğunu iyi biliyordu. Soranın maksadı biy'at yemininin durumunu sormak içindi. Vali halkı böyle bir yemine zorluyordu. Halk cehennem azabını andıran acı işkencelerden kurtulabilmek için yeminden başka çıkış yolu bulamıyordu. İmam şöyle dedi:
— Zorla yapılan boşama (talâk) geçerli olmaz.Vali imamın bu fetvasına çok içerledi. O'nu yanına çağırtırken bu kararlılığından vazgeçirmek için çok uğraştıysa da sonuçsuz kalacağını o da anlayınca kırbaç cezası verdi ve yüz değnek olmasını emretti. Onu kendine doğru öyle sert bir.biçimde çekti ki omuzu yerinden oynadı. Sonra da İmam haliyle, sokaklarda dolaştırıldı. Bütün işkencelere rağmen O şöyle diyordu:
— Zorla boşama geçerli olmaz!
İmam Şafii (r.a) de Yemen'de Talibiler ayaklanmasına katılmak suçuyla, ayrıca Reşid Hükümetine ve İmamlık makamına karşı ayaklanmanın elebaşısı olmak suçuyla yargılandı. Bu nedenle San'a ilinden, elleri kelepçeli ve demir zincirlere vurulmuş olarak Bağdat'a getirildi. İşkence âletleri olan kılıç ve idam yastığı önünde bulunduğu halde Halife Reşid'in huzuruna çıkartıldı. Kendisinden önce dokuz kişi kılıçtan geçirilirken imam onuncusu olacaktı. Bütün bu işkencelere rağmen kararlılığından hiç ödün vermedi, tutumunda hiçbir yumuşama olmadı. Korku denen şey aklının köşesinden bile geçmedi. Halifenin hayranlığını ve kendisine yakın kişilerden sayılmasını kazanacak kadar Gerçek Düzeni kendi nefsinde uygulamış, ilim ve erdemliliği kendi dürüstlüğüyle dürüstlüğe kavuşmuştu.
Öte yandan Mu'tasım, İmam Ahmed b. Hanbel tarafından kendi halifelik görüşüne ve o siyasi dönemdeki ekolüne uygunluk arzeden bir açıklama yapmasıyla zafer elde etmek girişiminde bulundu. Oysaki İmam, ikisi dışında duyduğu bütün sözleri reddederek, yalnız Allah Teâlâ'nın Kitab'ı ve Re-sûlü'nün sünneti yanında çok ziyadesiyle yer alan kişi olarak hiçbir değişiklik yapmıyor ve hiç zikzak çizmiyordu. Halife O'nu bayıltıncaya kadar kırbaçladı ve kimseyle bağlantı kuramayacak ve kimsenin de onunla bağlantı kuramıyacağı biçimde evinde göz hapsine aldı. Fakat Allah Teâlâ bu işkenceli hayattan O'nu kurtardı. Halifeyle olan didişmesi sadece şöyle söyleyenin dediği düzeydeydi:
"Kaya boynuzlayan gibi belki yumuşatır diye bir gün,
O'na etmiyor etki, fakat yarıldı boynuzu dağ keçisinin."
İşte bundan önceleri ve daha sonraları, ta ki Allah Teâlâ'nın yeri ve üzerindekileri öteki dünyaya götürünceye kadar, ne geçmiş zamanlarda ve ne de gelecekte Allah Teâlâ'nın hiç değişmeyen sünneti değişmedi ve değişmeyecektir.
"Elbette biz sizleri, içinizden mücahid olanları ve sabredenleri belgeleriyle bilip sizin yaşadığınız olayları da sınavdan geçirinceye kadar sizleri sınayacağız da sınayacağız." (Muhammed, 21)
Hey Allah'ım! Eğer senin hoşnutlukların uğrunda ve senin yolunda sınavdan geçmeler varsa hoş gelmişler, safalar getirmişler. Azarlama, hoşnutluğunu kazamncaya kadar senin hakkındır. Senin bizlere küskünlüğün tamamen ortadan kalkacağı ana kadar hiçbir belâya aldırmıyoruz. Ondan sonra Ya Rabbi, senin esenliğin bizim en geniş mutluluk pınarımız olacaktır. Zira bundan önce nasıl idiyse bundan sonra da emir Allah'ın olacaktır.
Sizler ey mücahidler! Ey bugün nasılsa yarın da aynı biçimde Hakka davet için yoğun çaba veren sizler! Dünden bu tarafa gelen mesaj şudur:
"Onlar Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Sen de yalnız onların hidayetine tutun." (En'am, 90)
Yazar:Şehit Hasan EL BENNA