cemaldurra
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 16 Nis 2008
- Mesajlar
- 1,142
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 66
Selamun Aleyküm,
Ehl-i sünnet ile Şii'ler arasında iki büyük ayrılık vardır:
1 - Ehl-i sünnet âlimlerine göre, dört halîfenin de hilâfetleri haktır, doğrudur. Çünkü, gaybdan haber veren hadis-i şeriflerden birisinde, (Benden sonra hilâfet otuz senedir) buyuruldu. Yâni tam, kâmil hilâfet otuz senedir. Bu otuz sene Hz. Alinin hilâfeti ile tamam oldu. Bu hadis-i şerif, dört halîfenin de haklı olarak halîfe olduklarını göstermektedir ve halîfelik sıraları da haklıdır. Ehl-i sünnet olmıyanlardan bir kısmı, üç halîfenin haksız olarak halîfe olduklarını söyliyorlar. Hilâfeti, güç kullanarak, zorla aldıklarını zannediyorlar. Yalnız, Hz. Ali haklı olarak halîfe olmuştu, diyorlar. Hz. Alinin diğer üç halîfe zamanında ses çıkarmaması, onlara itaat etmesi, ortalığı idare etmek, fitne çıkarmamak içindi diyorlar. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmının, birbirleriyle yalandan ahbâblık ettiklerini, ikiyüzlü olduklarını sanıyorlar. Geçinmek için birbirlerine dost göründüklerine inanıyorlar.
Çünkü, bunların söylediğine göre, Hz. Alinin halîfe olmasını istiyenler, üç halîfenin adamları ile istemiyerek arkadaşlık etmiş ve olduğu gibi görünmemişlerdir. Onlar da, Hz. Aliyi sevmedikleri hâlde, güleryüz göstermişler, düşmanlıklarını gizlemiş, dost olarak görünmüşlerdir. Bunların söylediğine göre, Eshâb-ı kirâmın hepsi ikiyüzlü ve yalancı olmaktadır. İçlerinde olanın aksini göstermişlerdir. Bunlara göre, Muhammed aleyhisselâmın Ümmetinin en kötüleri, Eshâb-ı kirâm olmaktadır. Sohbetlerin, toplantıların en kötüsü de, Resûlullahın sohbeti olmaktadır. Çünkü, bu kötü huylar, onlara, Onun sohbetinden, Onun nasihatlarından gelmiş oluyor.
Dünyanın en kötü zamanı Eshâb-ı kirâmın zamanı olmaktadır. Çünkü: ikiyüzlülük, düşmanlık, birbirini çekememek, kin tutmak ile yaşamış oluyorlar. Hâlbuki, Kur'an-ı kerimde, Feth sûresinin son âyetinin meâl-i âlîsi, (Onlar birbirlerine karşı çok merhametlidirler)dir. Böyle kötü inanışlardan Allahü teâlâya sığınırız. Bu ümmetin önde gelenleri, en üstünleri böyle kötü huylu olurlarsa, sonra gelenlerde hiç iyilik bulunabilir mi? Acaba, Resûlullahın sohbetinin üstünlüğünü ve ümmetin iyiliğini bildiren âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri işitmemişler mi? Yoksa bunlara inanmıyorlar mı? Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bizlere Eshâb-ı kirâm ulaştırdı. Eshâb-ı kirâm kötülenirse, onların bizlere bildirdiği din de kötülenmiş olur. Allahü teâlâ, böyle bozuk sözlerden, çirkin inanışlardan bizleri korusun! Böyle sözlerle, islâmiyeti yıkmaya uğraştıkları anlaşılıyor. Resûlullahın Ehl-i beytini sevmek maskesi altında, islâmiyeti bozmaya çalışıyorlar.
Resûlullahın islâmiyetini yok etmek gayesinde oldukları anlaşılmaktadır. Allahü teâlâ, yurdumuzdaki müslümanları aldanmaktan korusun! Keşke, Hz. Aliyi sevenlere saygı gösterselerdi. Onları münâfık, ikiyüzlü bilmeselerdi. Hz. Aliyi sevenler ile ona karşı olanların birbirleriyle yalandan arkadaşlık ettikleri, otuz sene birbirlerini aldattıkları söylenirse, bunların hangisinde iyilik kalır? Bunların hangisinin sözüne güvenilebilir? Hz. Ebû Hüreyreye söğüyorlar, onu kötülüyorlar. Onu kötülemekle, islâmiyetin emirlerinin, yasaklarının yarısını kötülemiş, çürütmüş olduklarını anlıyamıyorlar. Çünkü, müctehid olan derin âlimler buyuruyorlar ki, islâmiyetin emirleri ve yasakları üçbin hadis-i şeriften çıkarılmıştır. Yâni ahkâm-ı şer'ıyyeden üçbini, hadis-i şeriflerden anlaşılmıştır. Bu hadis-i şeriflerden binbeşyüz dânesini Hz. Ebû Hüreyre haber vermiştir. Bunun için, onu kötülemek, ahkâm-ı şer'ıyyenin yarısını çürütmek, kıymetten düşürmek olur. İmâm-ı Buhârî buyuruyor ki, İslâm âlimlerinden sekizyüzden fazla kimse, Hz. Ebû Hüreyreden hadis-i şerif alıp bildirmiştir. Bunlardan çoğu Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbiîn-i izâmdan idi. Meselâ Abdüllah ibni Abbâs ve Abdüllah ibni Ömer ve Câbir bin Abdüllah ve Enes bin Mâlik hazretleri, Hz. Ebû Hüreyreden hadis-i şerif nakletmişlerdir. Hz. Ebû Hüreyreyi kötüliyen bir hadis-i şerif söyliyorlar ve bunu Hz. Ali haber verdi diyorlar. Bu sözleri uydurmadır. Bu sözün iftirâ olduğunu derin âlimler meydana çıkarmıştır.
Resûlullah efendimizin Ebû Hüreyrenin ilminin, zekâsının artması için duâ buyurduğunu bildiren hadis-i şerif âlimler arasında meşhûrdur ve Buhârî-yi şerifte (kitâbül ilm) kısmında yazılıdır. Şöyle ki: Ebû Hüreyre buyuruyor ki, Resûlullah efendimizin yanında oturuyorduk. Buyurdu ki, (İçinizden hanginiz elbisesini çıkarıp yere yayar? Bazı şeyler söyliyeceğim. Sonra elbisesini toplayıp, katlasın, sözlerimi hiç unutmaz). Paltomu çıkarıp yaydım. Resûlullah efendimiz dilediğini söyledi. Paltomu giydim. Göğsümü kapadım. Bundan sonra, işittiğim hiç bir şeyi unutmadım. Hz. Ebû Hüreyre gibi bir din büyüğünü, Hz. Aliye düşman sanarak o mübârek zâtı söğüp kötülemek ne kadar insâfsızlıktır. Bu taşkınlıklar, hep aşırı sevmekten ileri gelmektedir. Nerede ise îmanları gidecek. Eğer onların zannettiği gibi Hz. Alinin üç halîfeye istemiyerek itaat ettiğini, iki yüzlü olarak geçindiğini düşünsek bile, onun iki halîfeyi öven sözleri her tarafa yayılmış bulunmaktadır. Bu sözlerine ne diyecekler? Meselâ, Hz. Alinin halîfe iken ve memleket idaresi elinde iken, üç halîfenin haklı ve doğru olarak halîfe olduklarını bildirdiğini bütün kitaplar yazmaktadır. Buna ne cevap verecekler? Çünkü ikiyüzlülük, nihâyet kendi hakkı bildiği hilâfeti istememek ve üç halîfenin haksız olarak halîfe olduklarını söylememektir. Üç halîfenin hilâfetlerinin doğru olduğunu söylemek ve Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömerin müslümanların en üstünü olduklarını bildirmek, hiç de ikiyüzlülük olmayıp, bir hakîkati ortaya koymaktır. Bundan başka, üç halîfenin ve daha birçok Sahâbînin üstünlüklerini bildiren ve dünyanın her tarafına yayılmış olan sahih ve sağlam hadis-i şerifler vardır. Eshâb-ı kirâmdan birçoğunun Cennete gideceği, hadis-i şeriflerde ismleri ile müjdelenmiştir.
Bu hadis-i şeriflere ne diyecekler? Çünkü, Resûlullahın ikiyüzlülük yapacağını söylemek hiç câiz değildir. Her Peygamberin, her hakîkati olduğu gibi bildirmesi lâzımdır. Eshâb-ı kirâmı öven âyet-i kerimelere acaba ne diyecekler? Âyet-i kerimelerde ikiyüzlülük hiç düşünülemez. Allahü teâlâ, insâf versin! Aklı olan herkes bilir ki, ikiyüzlülük çok kötü bir huydur. Hâinliktir. Allahın arslanı olan Hz. Alide bu kötülüğün bulunacağını söylemek, çok yersizdir. İnsanlık îcâbı bir iki sâ'at veya bir iki gün böyle olacağı düşünülse bile, Allahın arslanının tâm otuz sene, hep bu kötü huyla yaşadığını söylemek, çok çirkin bir iftirâdır. Küçük günaha devam etmenin büyük günah olduğu bildirilmiştir.
Hâinlerin, münâfıkların alâmeti olan bu kötü sıfata senelerce devam edenin hâli acaba neye varır. Bu sözlerinin kötülüğünü keşke anlasalardı da, Hz. Aliyi kötü duruma düşürmemek için, iki halîfenin üstünlüğünü inkârdan vazgeçseler idi, ne iyi olurdu. Münâfıkların alâmeti olan ikiyüzlülüğün kötülüğünü anlasalardı, Hz. Aliyi böylece lekelemek belâsından kurtulurlardı. İki belâdan hafîfini kabûl ederek, ikincisinden kurtulmuş olurlardı. Şunu da söyliyelim ki, iki halîfenin daha üstün olduğuna inanmaları, hiç de belâ değildir. Yâni Hz. Aliyi küçültmez. Hz. Alinin halîfeliğe hakkı olduğunu ortadan kaldırmaz. Onun, halîfeliğe hakkı ve vilâyet derecesinin yüksekliği ve hidâyat, irşâd mertebesinin kuvveti, yine olduğu gibi kalır. Hâlbuki, birinci olarak halîfe olmak hakkı idi, bu hakkını elinden alanlara istemiyerek dost göründü demek, o büyük imamı küçültmek, kötülemek olur. Çünkü, ikiyüzlülük, münâfıkların alâmetidir ve yalancıların, aldatıcıların huyudur.
2 - Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, Resûlullahın Eshâb-ı kirâmı arasındaki döğüşmeler, çekişmeler, iyi düşüncelerle, faydalı sebeplerle meydana gelmiştir. Onların hiçbiri nefslerine uymamış, inat ile birşey yapmamışlardır. Çünkü, Eshâb-ı kirâmın nefsleri, Resûlullahın sohbetinde tertemiz olmuştu. Kalblerinde birbirleri için düşmanlık ve kin ve inat kalmamıştı. Herbiri islâm âlimlerinin hepsinden daha yüksek birer müctehid olmuştu. Her müctehidin kendi ictihâdına göre iş yapması vâcibdir. Bazı işlerde müctehidlerin ictihâdları, yâni hak olarak, doğru olarak gördükleri, birbirlerine elbette uymaz. İctihâdları uymayınca, işleri de elbette birbirine uymaz, çatışır. Çünkü, herbirinin kendi ictihâdına göre hareket etmesi doğru olur. İşte bundan dolayı, Eshâb-ı kirâmın işlerinin birbiriyle çatışması, hak için, doğruyu meydana çıkarmak için çalışmalarından hâsıl olmuştur. Bu çalışmaları, birbirlerine uymaları demektir. Ayrılıkları, çatışmaları, nefs-i emmârenin arzularını yerine getirmek için değildir. Bazı kimseler, Hz. Ali ile harp edenlere kâfir diyor. Onlara çirkin şeyler söyliyor, kötülüyorlar. Hâlbuki, Eshâb-ı kirâm, ictihâd edilmesi lâzım olan işlerin birkaçında Resûlullah efendimizden de ayrıldılar ve Resûlullahın bulduğuna, bildirdiğine uygun söylemediler. Bunların hakkı, doğruyu, Resûlullahın bildirdiğinden başka bulmalarını ne Allahü teâlâ ve ne de Onun Resûlü kötülemedi. Kendilerine acı birşey bile söylenmedi. Vahy inmekte iken, hiçbiri bu yüzden suçlu görülmedi. Böyle olunca, Hz. Alînin ictihâdına uymıyan ictihâd sahiplerine, nasıl olur da kâfir denilebilir? İctihâdları Hz. Alînin ictihâdına uymıyanlar, niçin kötülenebilir? Hz. Ali ile harp edenler, onların dillerine doladıkları birkaç kişi değildi. İslâm büyüklerinden binlerle kimse idi.
Eshâb-ı kirâmın büyüklerine, hattâ Cennet ile müjdelenmiş olanlarına, kâfir demek ve onlara çirkin şeyler söylemek kolay bir iş değildir. Ağızlarından çıkanın kötülüğünü keşke anlasalardı. İslâm dîninin yarısına yakın bilgilerini bunlar bildirmiştir. Bunlar kötülenirse, dînin yarısına güven kalmaz. Bunlar nasıl kötü olabilir ki, islâm âlimlerinden hiçbiri bunlardan birinin bildirdiği haberi red etmemiştir. Hz. Ali de, bunlardan işittiğini haber vermektedir. Kur'an-ı kerimden sonra yeryüzündeki en doğru kitabın (Sahih-i Buhârî) kitabı olduğunu şî'îler de biliyor ve söylüyor. Bu fakir [yâni imam-ı Rabbânî], şî'î âlimlerinin büyüklerinden olan Ahmed Tebtîden işittim ki, (Kur'an-ı kerimden sonra yeryüzündeki kitapların en doğrusu, Buhârî kitabıdır) diyordu. Bu kitapta, Hz. Ali ile birlikte olanların bildirdiği haberler bulunduğu gibi, karşı taraftakilerin bildirdiği haberler de vardır. Haber verenin, iki taraftan birinde bulunması, haberin kıymetini azaltmamış ve arttırmamıştır. Hz. Alînin bildirdiği haberi yazdığı gibi, Hz. Muaviyenin bildirdiği haberi de kitabına yazmıştır. Eğer Hz. Muaviyede ve onun bildirdiği hadis-i şerifte bir şüphesi olsa idi, onun bildirdiği haberi kitabına elbette sokmazdı. Bunun gibi, bütün hadis âlimleri de, iki taraftan gelen hadisler arasında hiç fark görmemiş, Hz. Ali ile harp etmeyi kusur ve leke saymamıştır.
İctihâdlar birbirine uymadığı zaman, hep Hz. Alînin ictihâdının doğru olması, ona uymıyanların yanlış olması lâzım gelmez. Evet bu muhârebelerde Hz. Alînin ictihâdı doğru idi. Tâbiînin âlimlerinin ve mezhep imamlarımızın, birbirine uymıyan ictihâdlar arasında Hz. Alînin ictihâdına uymıyan ictihâdları seçtikleri ve Hz. Alînin ictihâdını kabûl etmedikleri çok olmuştur. Eğer Hz. Alînin ictihâdının her zaman doğru olması lâzım gelseydi, ona uymıyan ictihâd kabûl edilmezdi. Kâdı Şüreyh, Tâbiînin büyüklerinden idi ve müctehid idi. Hz. Alînin ictihâdı ile hükm etmedi ve oğlu imam-ı Hasenin şâhitliğini kabûl etmedi. Oğlun babaya şâhit olmasını kabûl etmem dedi. Bütün müctehidler de, kâdı Şüreyhin sözüne uymakta ve oğlun babaya şâhit olmasını kabûl etmemektedir. Daha nice yerlerde, Hz. Alînin ictihâdına uymıyan ictihâdlara göre hareket edilmektedir. Din kitaplarını okuyan insâflı kimseler, sözümüzün haklı olduğunu anlarlar. Bunun için, misâl vermekle sözü uzatmıyalım. Görülüyor ki, Hz. Alînin ictihâdına uymıyan ictihâdda bulunmak ve onun ictihâdına uymamak suç değildir. Ona uymıyanların kötü olması, kötülenmesi lâzım gelmez.
Hz. Âişe, Resûlullahın sevgilisi idi. Resûlullah vefât edinceye kadar Onu çok sever ve üstün tutardı. Resûlullah, ölünceye kadar, onun odasında yaşadı ve onun kucağında can verdi ve onun güzel kokulu odasında defnedildi. Böyle şerefli olmaktan başka, çok âlim ve müctehid idi. Resûlullah, dînin yarısının bildirilmesini ona bırakmışlardı. Eshâb-ı kirâm, yapacakları bir şeyde şaşırdıkları, sıkıştıkları zaman, ona koşarlar, istediklerini öğrenirler, müşkillerini çözerlerdi. Hz. Emîre uymadı diye, böyle şerefli Sıddîkaya, böyle müctehideye dil uzatmak, çok çirkin iftirâlarda bulunmak, bir müslümanın yapacağı şey değildir. Resûlullaha îman eden kimseden çok uzaktır. Hz. Ali Resûlullahın dâmâdı ise, Hz. Âişe de, zevce-i mütahherasıdır ve sevgilisidir ve kıymetli hayat arkadaşıdır. Bundan birkaç sene evvel bu fakir [yâni imam-ı Rabbânî], her hafta fakirlere yemek verince, sevabını, (Ehl-i abâ)nın ruhlarına niyet ederdim. Yâni Resûlullah efendimiz ile birlikte, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasen ve Hz. Hüseynin ruhlarına da gönderirdim. Bir gece rü'yâda, Resûlullah efendimize selâm verdim. Bana iltifât buyurmadı. Başka tarafa baktı ve (Ben yemeyi Âişenin evinde yirdim. Bana yiyecek gönderenler, onun evine gönderirlerdi) buyurdu. Uyandım. Bana iltifât buyurmamalarına sebep, yemek sevabını, Hz. Âişeye de göndermediğim için olduğunu anladım. Ondan sonraki yemeklerin sevabını, Hz. Âişeye de, hattâ ezvâc-ı mütahherâtın hepsine de gönderdim. Çünkü, bunların hepsi de, Ehl-i beyttir. Böylece, Ehl-i beytin hepsinden yardım ve şefaat beklemekle şereflendim.
Allah'a emanet olun...
Ehl-i sünnet ile Şii'ler arasında iki büyük ayrılık vardır:
1 - Ehl-i sünnet âlimlerine göre, dört halîfenin de hilâfetleri haktır, doğrudur. Çünkü, gaybdan haber veren hadis-i şeriflerden birisinde, (Benden sonra hilâfet otuz senedir) buyuruldu. Yâni tam, kâmil hilâfet otuz senedir. Bu otuz sene Hz. Alinin hilâfeti ile tamam oldu. Bu hadis-i şerif, dört halîfenin de haklı olarak halîfe olduklarını göstermektedir ve halîfelik sıraları da haklıdır. Ehl-i sünnet olmıyanlardan bir kısmı, üç halîfenin haksız olarak halîfe olduklarını söyliyorlar. Hilâfeti, güç kullanarak, zorla aldıklarını zannediyorlar. Yalnız, Hz. Ali haklı olarak halîfe olmuştu, diyorlar. Hz. Alinin diğer üç halîfe zamanında ses çıkarmaması, onlara itaat etmesi, ortalığı idare etmek, fitne çıkarmamak içindi diyorlar. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmının, birbirleriyle yalandan ahbâblık ettiklerini, ikiyüzlü olduklarını sanıyorlar. Geçinmek için birbirlerine dost göründüklerine inanıyorlar.
Çünkü, bunların söylediğine göre, Hz. Alinin halîfe olmasını istiyenler, üç halîfenin adamları ile istemiyerek arkadaşlık etmiş ve olduğu gibi görünmemişlerdir. Onlar da, Hz. Aliyi sevmedikleri hâlde, güleryüz göstermişler, düşmanlıklarını gizlemiş, dost olarak görünmüşlerdir. Bunların söylediğine göre, Eshâb-ı kirâmın hepsi ikiyüzlü ve yalancı olmaktadır. İçlerinde olanın aksini göstermişlerdir. Bunlara göre, Muhammed aleyhisselâmın Ümmetinin en kötüleri, Eshâb-ı kirâm olmaktadır. Sohbetlerin, toplantıların en kötüsü de, Resûlullahın sohbeti olmaktadır. Çünkü, bu kötü huylar, onlara, Onun sohbetinden, Onun nasihatlarından gelmiş oluyor.
Dünyanın en kötü zamanı Eshâb-ı kirâmın zamanı olmaktadır. Çünkü: ikiyüzlülük, düşmanlık, birbirini çekememek, kin tutmak ile yaşamış oluyorlar. Hâlbuki, Kur'an-ı kerimde, Feth sûresinin son âyetinin meâl-i âlîsi, (Onlar birbirlerine karşı çok merhametlidirler)dir. Böyle kötü inanışlardan Allahü teâlâya sığınırız. Bu ümmetin önde gelenleri, en üstünleri böyle kötü huylu olurlarsa, sonra gelenlerde hiç iyilik bulunabilir mi? Acaba, Resûlullahın sohbetinin üstünlüğünü ve ümmetin iyiliğini bildiren âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri işitmemişler mi? Yoksa bunlara inanmıyorlar mı? Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bizlere Eshâb-ı kirâm ulaştırdı. Eshâb-ı kirâm kötülenirse, onların bizlere bildirdiği din de kötülenmiş olur. Allahü teâlâ, böyle bozuk sözlerden, çirkin inanışlardan bizleri korusun! Böyle sözlerle, islâmiyeti yıkmaya uğraştıkları anlaşılıyor. Resûlullahın Ehl-i beytini sevmek maskesi altında, islâmiyeti bozmaya çalışıyorlar.
Resûlullahın islâmiyetini yok etmek gayesinde oldukları anlaşılmaktadır. Allahü teâlâ, yurdumuzdaki müslümanları aldanmaktan korusun! Keşke, Hz. Aliyi sevenlere saygı gösterselerdi. Onları münâfık, ikiyüzlü bilmeselerdi. Hz. Aliyi sevenler ile ona karşı olanların birbirleriyle yalandan arkadaşlık ettikleri, otuz sene birbirlerini aldattıkları söylenirse, bunların hangisinde iyilik kalır? Bunların hangisinin sözüne güvenilebilir? Hz. Ebû Hüreyreye söğüyorlar, onu kötülüyorlar. Onu kötülemekle, islâmiyetin emirlerinin, yasaklarının yarısını kötülemiş, çürütmüş olduklarını anlıyamıyorlar. Çünkü, müctehid olan derin âlimler buyuruyorlar ki, islâmiyetin emirleri ve yasakları üçbin hadis-i şeriften çıkarılmıştır. Yâni ahkâm-ı şer'ıyyeden üçbini, hadis-i şeriflerden anlaşılmıştır. Bu hadis-i şeriflerden binbeşyüz dânesini Hz. Ebû Hüreyre haber vermiştir. Bunun için, onu kötülemek, ahkâm-ı şer'ıyyenin yarısını çürütmek, kıymetten düşürmek olur. İmâm-ı Buhârî buyuruyor ki, İslâm âlimlerinden sekizyüzden fazla kimse, Hz. Ebû Hüreyreden hadis-i şerif alıp bildirmiştir. Bunlardan çoğu Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbiîn-i izâmdan idi. Meselâ Abdüllah ibni Abbâs ve Abdüllah ibni Ömer ve Câbir bin Abdüllah ve Enes bin Mâlik hazretleri, Hz. Ebû Hüreyreden hadis-i şerif nakletmişlerdir. Hz. Ebû Hüreyreyi kötüliyen bir hadis-i şerif söyliyorlar ve bunu Hz. Ali haber verdi diyorlar. Bu sözleri uydurmadır. Bu sözün iftirâ olduğunu derin âlimler meydana çıkarmıştır.
Resûlullah efendimizin Ebû Hüreyrenin ilminin, zekâsının artması için duâ buyurduğunu bildiren hadis-i şerif âlimler arasında meşhûrdur ve Buhârî-yi şerifte (kitâbül ilm) kısmında yazılıdır. Şöyle ki: Ebû Hüreyre buyuruyor ki, Resûlullah efendimizin yanında oturuyorduk. Buyurdu ki, (İçinizden hanginiz elbisesini çıkarıp yere yayar? Bazı şeyler söyliyeceğim. Sonra elbisesini toplayıp, katlasın, sözlerimi hiç unutmaz). Paltomu çıkarıp yaydım. Resûlullah efendimiz dilediğini söyledi. Paltomu giydim. Göğsümü kapadım. Bundan sonra, işittiğim hiç bir şeyi unutmadım. Hz. Ebû Hüreyre gibi bir din büyüğünü, Hz. Aliye düşman sanarak o mübârek zâtı söğüp kötülemek ne kadar insâfsızlıktır. Bu taşkınlıklar, hep aşırı sevmekten ileri gelmektedir. Nerede ise îmanları gidecek. Eğer onların zannettiği gibi Hz. Alinin üç halîfeye istemiyerek itaat ettiğini, iki yüzlü olarak geçindiğini düşünsek bile, onun iki halîfeyi öven sözleri her tarafa yayılmış bulunmaktadır. Bu sözlerine ne diyecekler? Meselâ, Hz. Alinin halîfe iken ve memleket idaresi elinde iken, üç halîfenin haklı ve doğru olarak halîfe olduklarını bildirdiğini bütün kitaplar yazmaktadır. Buna ne cevap verecekler? Çünkü ikiyüzlülük, nihâyet kendi hakkı bildiği hilâfeti istememek ve üç halîfenin haksız olarak halîfe olduklarını söylememektir. Üç halîfenin hilâfetlerinin doğru olduğunu söylemek ve Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömerin müslümanların en üstünü olduklarını bildirmek, hiç de ikiyüzlülük olmayıp, bir hakîkati ortaya koymaktır. Bundan başka, üç halîfenin ve daha birçok Sahâbînin üstünlüklerini bildiren ve dünyanın her tarafına yayılmış olan sahih ve sağlam hadis-i şerifler vardır. Eshâb-ı kirâmdan birçoğunun Cennete gideceği, hadis-i şeriflerde ismleri ile müjdelenmiştir.
Bu hadis-i şeriflere ne diyecekler? Çünkü, Resûlullahın ikiyüzlülük yapacağını söylemek hiç câiz değildir. Her Peygamberin, her hakîkati olduğu gibi bildirmesi lâzımdır. Eshâb-ı kirâmı öven âyet-i kerimelere acaba ne diyecekler? Âyet-i kerimelerde ikiyüzlülük hiç düşünülemez. Allahü teâlâ, insâf versin! Aklı olan herkes bilir ki, ikiyüzlülük çok kötü bir huydur. Hâinliktir. Allahın arslanı olan Hz. Alide bu kötülüğün bulunacağını söylemek, çok yersizdir. İnsanlık îcâbı bir iki sâ'at veya bir iki gün böyle olacağı düşünülse bile, Allahın arslanının tâm otuz sene, hep bu kötü huyla yaşadığını söylemek, çok çirkin bir iftirâdır. Küçük günaha devam etmenin büyük günah olduğu bildirilmiştir.
Hâinlerin, münâfıkların alâmeti olan bu kötü sıfata senelerce devam edenin hâli acaba neye varır. Bu sözlerinin kötülüğünü keşke anlasalardı da, Hz. Aliyi kötü duruma düşürmemek için, iki halîfenin üstünlüğünü inkârdan vazgeçseler idi, ne iyi olurdu. Münâfıkların alâmeti olan ikiyüzlülüğün kötülüğünü anlasalardı, Hz. Aliyi böylece lekelemek belâsından kurtulurlardı. İki belâdan hafîfini kabûl ederek, ikincisinden kurtulmuş olurlardı. Şunu da söyliyelim ki, iki halîfenin daha üstün olduğuna inanmaları, hiç de belâ değildir. Yâni Hz. Aliyi küçültmez. Hz. Alinin halîfeliğe hakkı olduğunu ortadan kaldırmaz. Onun, halîfeliğe hakkı ve vilâyet derecesinin yüksekliği ve hidâyat, irşâd mertebesinin kuvveti, yine olduğu gibi kalır. Hâlbuki, birinci olarak halîfe olmak hakkı idi, bu hakkını elinden alanlara istemiyerek dost göründü demek, o büyük imamı küçültmek, kötülemek olur. Çünkü, ikiyüzlülük, münâfıkların alâmetidir ve yalancıların, aldatıcıların huyudur.
2 - Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, Resûlullahın Eshâb-ı kirâmı arasındaki döğüşmeler, çekişmeler, iyi düşüncelerle, faydalı sebeplerle meydana gelmiştir. Onların hiçbiri nefslerine uymamış, inat ile birşey yapmamışlardır. Çünkü, Eshâb-ı kirâmın nefsleri, Resûlullahın sohbetinde tertemiz olmuştu. Kalblerinde birbirleri için düşmanlık ve kin ve inat kalmamıştı. Herbiri islâm âlimlerinin hepsinden daha yüksek birer müctehid olmuştu. Her müctehidin kendi ictihâdına göre iş yapması vâcibdir. Bazı işlerde müctehidlerin ictihâdları, yâni hak olarak, doğru olarak gördükleri, birbirlerine elbette uymaz. İctihâdları uymayınca, işleri de elbette birbirine uymaz, çatışır. Çünkü, herbirinin kendi ictihâdına göre hareket etmesi doğru olur. İşte bundan dolayı, Eshâb-ı kirâmın işlerinin birbiriyle çatışması, hak için, doğruyu meydana çıkarmak için çalışmalarından hâsıl olmuştur. Bu çalışmaları, birbirlerine uymaları demektir. Ayrılıkları, çatışmaları, nefs-i emmârenin arzularını yerine getirmek için değildir. Bazı kimseler, Hz. Ali ile harp edenlere kâfir diyor. Onlara çirkin şeyler söyliyor, kötülüyorlar. Hâlbuki, Eshâb-ı kirâm, ictihâd edilmesi lâzım olan işlerin birkaçında Resûlullah efendimizden de ayrıldılar ve Resûlullahın bulduğuna, bildirdiğine uygun söylemediler. Bunların hakkı, doğruyu, Resûlullahın bildirdiğinden başka bulmalarını ne Allahü teâlâ ve ne de Onun Resûlü kötülemedi. Kendilerine acı birşey bile söylenmedi. Vahy inmekte iken, hiçbiri bu yüzden suçlu görülmedi. Böyle olunca, Hz. Alînin ictihâdına uymıyan ictihâd sahiplerine, nasıl olur da kâfir denilebilir? İctihâdları Hz. Alînin ictihâdına uymıyanlar, niçin kötülenebilir? Hz. Ali ile harp edenler, onların dillerine doladıkları birkaç kişi değildi. İslâm büyüklerinden binlerle kimse idi.
Eshâb-ı kirâmın büyüklerine, hattâ Cennet ile müjdelenmiş olanlarına, kâfir demek ve onlara çirkin şeyler söylemek kolay bir iş değildir. Ağızlarından çıkanın kötülüğünü keşke anlasalardı. İslâm dîninin yarısına yakın bilgilerini bunlar bildirmiştir. Bunlar kötülenirse, dînin yarısına güven kalmaz. Bunlar nasıl kötü olabilir ki, islâm âlimlerinden hiçbiri bunlardan birinin bildirdiği haberi red etmemiştir. Hz. Ali de, bunlardan işittiğini haber vermektedir. Kur'an-ı kerimden sonra yeryüzündeki en doğru kitabın (Sahih-i Buhârî) kitabı olduğunu şî'îler de biliyor ve söylüyor. Bu fakir [yâni imam-ı Rabbânî], şî'î âlimlerinin büyüklerinden olan Ahmed Tebtîden işittim ki, (Kur'an-ı kerimden sonra yeryüzündeki kitapların en doğrusu, Buhârî kitabıdır) diyordu. Bu kitapta, Hz. Ali ile birlikte olanların bildirdiği haberler bulunduğu gibi, karşı taraftakilerin bildirdiği haberler de vardır. Haber verenin, iki taraftan birinde bulunması, haberin kıymetini azaltmamış ve arttırmamıştır. Hz. Alînin bildirdiği haberi yazdığı gibi, Hz. Muaviyenin bildirdiği haberi de kitabına yazmıştır. Eğer Hz. Muaviyede ve onun bildirdiği hadis-i şerifte bir şüphesi olsa idi, onun bildirdiği haberi kitabına elbette sokmazdı. Bunun gibi, bütün hadis âlimleri de, iki taraftan gelen hadisler arasında hiç fark görmemiş, Hz. Ali ile harp etmeyi kusur ve leke saymamıştır.
İctihâdlar birbirine uymadığı zaman, hep Hz. Alînin ictihâdının doğru olması, ona uymıyanların yanlış olması lâzım gelmez. Evet bu muhârebelerde Hz. Alînin ictihâdı doğru idi. Tâbiînin âlimlerinin ve mezhep imamlarımızın, birbirine uymıyan ictihâdlar arasında Hz. Alînin ictihâdına uymıyan ictihâdları seçtikleri ve Hz. Alînin ictihâdını kabûl etmedikleri çok olmuştur. Eğer Hz. Alînin ictihâdının her zaman doğru olması lâzım gelseydi, ona uymıyan ictihâd kabûl edilmezdi. Kâdı Şüreyh, Tâbiînin büyüklerinden idi ve müctehid idi. Hz. Alînin ictihâdı ile hükm etmedi ve oğlu imam-ı Hasenin şâhitliğini kabûl etmedi. Oğlun babaya şâhit olmasını kabûl etmem dedi. Bütün müctehidler de, kâdı Şüreyhin sözüne uymakta ve oğlun babaya şâhit olmasını kabûl etmemektedir. Daha nice yerlerde, Hz. Alînin ictihâdına uymıyan ictihâdlara göre hareket edilmektedir. Din kitaplarını okuyan insâflı kimseler, sözümüzün haklı olduğunu anlarlar. Bunun için, misâl vermekle sözü uzatmıyalım. Görülüyor ki, Hz. Alînin ictihâdına uymıyan ictihâdda bulunmak ve onun ictihâdına uymamak suç değildir. Ona uymıyanların kötü olması, kötülenmesi lâzım gelmez.
Hz. Âişe, Resûlullahın sevgilisi idi. Resûlullah vefât edinceye kadar Onu çok sever ve üstün tutardı. Resûlullah, ölünceye kadar, onun odasında yaşadı ve onun kucağında can verdi ve onun güzel kokulu odasında defnedildi. Böyle şerefli olmaktan başka, çok âlim ve müctehid idi. Resûlullah, dînin yarısının bildirilmesini ona bırakmışlardı. Eshâb-ı kirâm, yapacakları bir şeyde şaşırdıkları, sıkıştıkları zaman, ona koşarlar, istediklerini öğrenirler, müşkillerini çözerlerdi. Hz. Emîre uymadı diye, böyle şerefli Sıddîkaya, böyle müctehideye dil uzatmak, çok çirkin iftirâlarda bulunmak, bir müslümanın yapacağı şey değildir. Resûlullaha îman eden kimseden çok uzaktır. Hz. Ali Resûlullahın dâmâdı ise, Hz. Âişe de, zevce-i mütahherasıdır ve sevgilisidir ve kıymetli hayat arkadaşıdır. Bundan birkaç sene evvel bu fakir [yâni imam-ı Rabbânî], her hafta fakirlere yemek verince, sevabını, (Ehl-i abâ)nın ruhlarına niyet ederdim. Yâni Resûlullah efendimiz ile birlikte, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasen ve Hz. Hüseynin ruhlarına da gönderirdim. Bir gece rü'yâda, Resûlullah efendimize selâm verdim. Bana iltifât buyurmadı. Başka tarafa baktı ve (Ben yemeyi Âişenin evinde yirdim. Bana yiyecek gönderenler, onun evine gönderirlerdi) buyurdu. Uyandım. Bana iltifât buyurmamalarına sebep, yemek sevabını, Hz. Âişeye de göndermediğim için olduğunu anladım. Ondan sonraki yemeklerin sevabını, Hz. Âişeye de, hattâ ezvâc-ı mütahherâtın hepsine de gönderdim. Çünkü, bunların hepsi de, Ehl-i beyttir. Böylece, Ehl-i beytin hepsinden yardım ve şefaat beklemekle şereflendim.
Allah'a emanet olun...