nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Kendilerini feda ederek ümmete önemli bir fikir ve ilim mirası bırakan insanları unutmamamız, onlar bedenen aramızdan çekilmiş olsalar da bizim düşünceleriyle onların yaşamalarını sağlamaya çalışmamız gerekir.
"Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehit edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehit olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır." (Ahzab, 33/23)
Seyyid Kutub’un şehadetinin yıldönümünde bu yıl yine ondan söz etmek istiyoruz. Çünkü kendilerini feda ederek ümmete önemli bir fikir ve ilim mirası bırakan insanları unutmamamız, onlar bedenen aramızdan çekilmiş olsalar da bizim düşünceleriyle onların yaşamalarını sağlamaya çalışmamız gerekir.
1906'da Mısır'ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan'dan Mısır'a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlâkıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı.
İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesi’nin orta ve lise kısmında tahsilini yaptı. Daha sonra Dâru'l-Ulûm Fakültesi'ni bitirdi. 1933'te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde "Yeni Fikir" adlı bir dergi çıkardı. 1941'de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif Vekâleti tarafından Amerika'ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler’le ilişki içine girmişti. 1945'te Amerika'dan döndükten bir süre sonra da, tamamen bu cemaate katıldı.
1954'te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishanede ağır işkencelere maruz kalması sonucu mide ve bağırsak kanaması geçirdi. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır'a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub'un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır'dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu.
1965'te Yoldaki İşaretler adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç-dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60'a dayanmıştı. Cellatlar bu kez hem kendisine hem de gözlerinin önünde kız kardeşlerine ve yeğenlerine ağır işkenceler yaptılar. Yeğenlerinden biri işkence yüzünden hayatını kaybetti. İşkenceler yoluyla onu davasından vazgeçiremeyen caniler bu kez kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Ama o yine davasından vazgeçmedi.
Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş'la birlikte idama mahkûm edildi. İdam kararı 29 Ağustos 1966'da infaz edildi.
Seyyid Kutub'un eserlerinin özü kelime-i tevhidin yeniden ashabın anladığı gibi anlaşılmasını sağlamaktır. Onun düşüncelerinin özeti kabul edilen ve şehit edilmesinde gerekçe olarak kullanılan Yoldaki İşaretler adlı kitabında kelime-i tevhidin anlamı, etkisi ve sonuçları üzerinde durulmaktadır.
İslâm dininin evrenselliği ve kıyamet gününe kadar devam edeceği gerçeğini, dolayısıyla ilk nesille bugünün neslinin anlayışında bir farklılık olmaması gerektiğini dile getirdikten sonra sahabenin İslâmi anlayışı ile bizim İslâmi anlayışımız arasındaki mevcut farklılıkların sebeplerini şöyle sıralamaktadır:
Birinci olarak: İlk Kur'an neslinin (sahabe-i kiramın) beslendiği yegâne kaynak Kur'an-ı Kerim ve Rasûlullah (s.a.s.)'ın Kur'an'ın tefsiri niteliğindeki söz, fiil ve takrirleri idi. Zira Hz. Aişe validemiz de: "O'nun ahlâkı Kur'an idi" buyuruyor. (Nesai)
İkinci olarak: Sahabe-i kiram, Kur'an ve hadisleri bilgilerini artırmak, kültür dağarcıklarını geliştirmek, Kur'an tilavetinden müzikal bir zevk almak ya da dünyevi bir çıkar sağlamak amacıyla okumuyorlardı. Onlar Kur'an'ı, sadece öğrendiklerini yaşamak, hayatlarında uygulamak için öğreniyorlardı.
Üçüncü olarak: Sahabiler İslâm'a girmekle cahiliyenin, küfrün tüm örf ve adetlerini, dünya görüşünü, İslâm öncesi hayatın değerlerini arkalarında bırakıyorlardı. Kişi İslâm'a girdiği andan itibaren hayatında yepyeni bir sayfa açıldığının bilincindeydi ve ona göre hareket ediyordu. Kelime-i şehadet, tüm şirk ve cehaletten soyutluyordu onları."
Seyyid Kutub bu bilgilerle kelime-i şehadetle insanın, bir yaşantıdan (küfürden), diğer bir yaşantıya (İslâm'a) nasıl geçtiğini ve bu kelimeyi söyleyenin nasıl bir yükümlülük altına girdiğini belirtmeye çalışmıştır.
Yüce Allah’tan kendisine rahmet ve mağfiret diliyoruz. Allah mekânını cennet, bizleri de ona komşu eylesin. (Ahmet Varol / Vakit)
"Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehit edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehit olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır." (Ahzab, 33/23)
Seyyid Kutub’un şehadetinin yıldönümünde bu yıl yine ondan söz etmek istiyoruz. Çünkü kendilerini feda ederek ümmete önemli bir fikir ve ilim mirası bırakan insanları unutmamamız, onlar bedenen aramızdan çekilmiş olsalar da bizim düşünceleriyle onların yaşamalarını sağlamaya çalışmamız gerekir.
1906'da Mısır'ın Asyut kasabasında doğan Seyyid Kutub aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan'dan Mısır'a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlâkıyla ünlüydü. Anne ve babası da çok dindar ve takva sahibi insanlardı.
İlk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, el-Ezher Üniversitesi’nin orta ve lise kısmında tahsilini yaptı. Daha sonra Dâru'l-Ulûm Fakültesi'ni bitirdi. 1933'te aynı fakültede edebiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. O dönemde "Yeni Fikir" adlı bir dergi çıkardı. 1941'de sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif Vekâleti tarafından Amerika'ya gönderildi. Yine aynı dönemlerde Müslüman Kardeşler’le ilişki içine girmişti. 1945'te Amerika'dan döndükten bir süre sonra da, tamamen bu cemaate katıldı.
1954'te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishanede ağır işkencelere maruz kalması sonucu mide ve bağırsak kanaması geçirdi. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır'a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub'un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır'dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu.
1965'te Yoldaki İşaretler adlı eserinden dolayı tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç-dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60'a dayanmıştı. Cellatlar bu kez hem kendisine hem de gözlerinin önünde kız kardeşlerine ve yeğenlerine ağır işkenceler yaptılar. Yeğenlerinden biri işkence yüzünden hayatını kaybetti. İşkenceler yoluyla onu davasından vazgeçiremeyen caniler bu kez kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Ama o yine davasından vazgeçmedi.
Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş'la birlikte idama mahkûm edildi. İdam kararı 29 Ağustos 1966'da infaz edildi.
Seyyid Kutub'un eserlerinin özü kelime-i tevhidin yeniden ashabın anladığı gibi anlaşılmasını sağlamaktır. Onun düşüncelerinin özeti kabul edilen ve şehit edilmesinde gerekçe olarak kullanılan Yoldaki İşaretler adlı kitabında kelime-i tevhidin anlamı, etkisi ve sonuçları üzerinde durulmaktadır.
İslâm dininin evrenselliği ve kıyamet gününe kadar devam edeceği gerçeğini, dolayısıyla ilk nesille bugünün neslinin anlayışında bir farklılık olmaması gerektiğini dile getirdikten sonra sahabenin İslâmi anlayışı ile bizim İslâmi anlayışımız arasındaki mevcut farklılıkların sebeplerini şöyle sıralamaktadır:
Birinci olarak: İlk Kur'an neslinin (sahabe-i kiramın) beslendiği yegâne kaynak Kur'an-ı Kerim ve Rasûlullah (s.a.s.)'ın Kur'an'ın tefsiri niteliğindeki söz, fiil ve takrirleri idi. Zira Hz. Aişe validemiz de: "O'nun ahlâkı Kur'an idi" buyuruyor. (Nesai)
İkinci olarak: Sahabe-i kiram, Kur'an ve hadisleri bilgilerini artırmak, kültür dağarcıklarını geliştirmek, Kur'an tilavetinden müzikal bir zevk almak ya da dünyevi bir çıkar sağlamak amacıyla okumuyorlardı. Onlar Kur'an'ı, sadece öğrendiklerini yaşamak, hayatlarında uygulamak için öğreniyorlardı.
Üçüncü olarak: Sahabiler İslâm'a girmekle cahiliyenin, küfrün tüm örf ve adetlerini, dünya görüşünü, İslâm öncesi hayatın değerlerini arkalarında bırakıyorlardı. Kişi İslâm'a girdiği andan itibaren hayatında yepyeni bir sayfa açıldığının bilincindeydi ve ona göre hareket ediyordu. Kelime-i şehadet, tüm şirk ve cehaletten soyutluyordu onları."
Seyyid Kutub bu bilgilerle kelime-i şehadetle insanın, bir yaşantıdan (küfürden), diğer bir yaşantıya (İslâm'a) nasıl geçtiğini ve bu kelimeyi söyleyenin nasıl bir yükümlülük altına girdiğini belirtmeye çalışmıştır.
Yüce Allah’tan kendisine rahmet ve mağfiret diliyoruz. Allah mekânını cennet, bizleri de ona komşu eylesin. (Ahmet Varol / Vakit)