Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Öncelikle şunu söyleyeyim ki, insandaki bütün organlar, ona verilen bütün hisler, duygular, güç, kuvvet ve bütün imkânlar hep Allah'ın ihsanıdır. Ben insana, önce kendisine bu kadar nimet veren Allah'ı unutturuyorum. Bütün bu nimetlerin Allah'tan olduğunun farkında olmayan insan, ne Rabbine teşekkür ediyor, ne de O'na olan minnet borcunu ödüyor.
Şeytan en verimli
devrini yaşıyor
İnsanın en büyük düşmanı olan şeytan gerek Asrı Saadet dönemini, gerekse tabiîn ve tebei tabiîn dönemini görmüş, İslâm'ın sancaktarlığını yapan devletlere şahit olmuştur. İnsan doğrusu merak ediyor; acaba şeytan o devirlerde neler hissediyordu, şimdi günümüzde dünyanın ahvaliyle alâkalı olarak neler düşünüyor? Gelin beraberce hayalimizi zorlayalım ve bu konuda şeytanın bize neler anlatabileceğini tasavvur edelim.
İşte sizlere şeytanla yapılan hayalî bir konuşma…
Adamın biri ıssız bir yolda ilerlerken şeytanla karşılaştı. Şeytanı gayet neşeli görünce:
"Bakıyorum da neşen yerinde." dedi. Şeytan:
"Nasıl neşeli olmayayım! Şu sıralar en verimli devrimi yaşıyorum." diye cevap verdi. Adam:
"Ne demek istediğini pek anlayamadım." Şeytan:
"Anlamayacak bir şey yok. Ben asırlardır, "âhir zaman" hayaliyle yaşayıp bu günleri bekledim. Şimdi işlerim gayet tıkırında, keyfime de diyecek yok."
"Önceden keyfin yerinde değil miydi?"
"Nasıl olabilirdi ki? Hele "Asrı Saadet" dönemi yok mu? Benim için kabus doluydu, işlerim çok kesattı. Neler çektiğimi bir ben bilirim. O dönem benim için tam bir "Asrı Sefalet"ti. Her gün ölüp ölüp diriliyordum. Sahabei kiramdan kimi görsem, nefesim daralır, dizlerimin takati kesilirdi. Hele Hz. Ömer yok muydu? Ondaki heybet, ondaki celâdet ödümü patlatırdı. Onu görünce korkudan yolumu değiştirir saklanacak delik arardım."
"Ya sahabe-ikiramdan sonra?"
"Onlardan sonra da pek öyle rahat yüzü gördüm sayılmaz. Onların ardından tabiîn geldi. Sahabei kiramı görmüş, onların sohbetlerinde bulunup ilim meclislerine katılmış bu insanlardan da pek fayda görmedim. Onlar da âhirete göçünce tebei tabiîn geldi. O devirde pek çok müctehid ve âlim vardı. Zühd ve takva sahipleri revaçtaydı ve ulemânın sözü itibar görüyordu. İnsanlar kanaatkâr, âhirete meyilliydiler. Dünyaya, makam ve mevkiye fazla düşkünlükleri yoktu. Söyler misin, böyle bir toplumu ben nasıl kandırayım? İnsanlara günah işleteyim diye iflahım kesilirdi. Senin anlayacağın şeytanlık çok zor meslekti o zamanlar…
"Ama tebe-i tabiînden sonra rahatlamışsındır herhâlde?"
"Yok canım ne gezer... Onlardan sonra da her asırda bir kutup, bir müceddid, nice Allah dostları veliler geldiler. Bana çalışma alanı mı bıraktılar? Şahı Nakşibendî gitti, İmam Rabbânî geldi. Abdülkadir Geylânî gitti, Seyyid Ahmed erRifâî geldi, yani rahat yüzü göstermediler bana… O vakit insanlara her ne kadar tek tük günah işletsem de, günahların ardından pişman olup hemen tevbe ediyorlar ve bütün çabamı boşa çıkarıyorlardı."
"O zamanlar İslâm'ın yayılmasında, ulemânın olduğu kadar idarecilerin de etkisi büyüktü değil mi?"
"Evet, gerçekten öyle. Zaten esas belimi büken de buydu. Araplardan sonra Türkler devlet olarak bu dini yaymak için az mı çalıştılar?! İslâm âlemi, Haçlı ordularına karşı önce Selçuklular, sonra da Osmanlılar tarafından az mı korunup kollandı?!"
Şeytanın ümitlerinin
tükendiği zaman
"Desene ümitlerini yok ettiler."
"Doğrusunu istersen, Selçuklu devletinin çöküşüyle biraz ümitlendim ve rahat
edeceğimi sandım, ama nerede!.. Selçuklu çöktü de ne oldu? Ardından gümbür gümbür Osmanlı geldi ve bayrağı teslim aldı. Ahh, bu Osmanlı yok mu?! Onun yükseliş dönemleri, benim çöküş dönemlerim oldu. Onların kazandığı her zafer benim için bir hezimetti. Ben insanlara İslâm'ı unutturmaya çalışırken, onlar gittikleri her yere İslâm'ı götürüyorlar, camiler, medreseler, hanlar hamamlar inşa ediyorlardı. Malûm bunlar hep İslâm'ın motifleridir. Bir de fethettikleri topraklardaki âdil yönetimleriyle o topraklarda yaşayan insanların gönüllerini de fethediyorlardı. Böylece halk fevc fevc Müslüman oluyor, ben ise eridikçe eriyor, âdeta bitip tükeniyordum. Yani o dönemlerde de sıkıntılarım hep devam etti. Şöyle ağız tadıyla istediğim gibi bir icraat yapamadım."
"O hâlde "altın devrimi yaşıyorum." dediğin dönem, herhâlde Osmanlı devletinin çöküşünden sonra başladı?"
"Evet, aynen öyle oldu. Osmanlı ne zaman çöktü, işte o zaman benim yükseliş dönemim başladı ve çok büyük bir şahlanış yaşadım. Artık o kâbus dolu günler geride kaldı. Şimdi ise, altın devrimi yaşıyorum. Çok mutluyum çook!.."
Şeytan Aleyhillâne keyiften dört köşeydi, âdeta mutluluk sarhoşu olmuştu. Arsızca "Gün benim, devran benim!" diye nâra attı. Tabiî şeytanın bunları keyifle anlatması, adamın canını çok sıkmıştı. Demek asırlardır kahrolan şeytan bugün çok mutluydu. Şöyle bir düşündü: Gerçekten de bugün şeytana uymayan, onun tuzağına düşmeyen kimse hemen hemen yok gibiydi. Merakla sordu:
"Yahu milyarlarca insanı nasıl yoldan çıkarabiliyorsun? Yani anlayamadığım, bunu hangi kuvvetle yapıyorsun?" Şeytan bir kahkaha patlattıktan sonra cevap verdi:
"Bunu bendeki bir kuvvetle değil, Allah'ın insanlara verdiği kuvvetle yapıyorum!"
"Peki, bu nasıl oluyor?"
"Öncelikle şunu söyleyeyim ki, insandaki bütün organlar, ona verilen bütün hisler, duygular, güç, kuvvet ve bütün imkânlar hep Allah'ın ihsanıdır. Ben insana, önce kendisine bu kadar nimet veren Allah'ı unutturuyorum. Bütün bu nimetlerin Allah'tan olduğunun farkında olmayan insan, ne Rabbine teşekkür ediyor, ne de O'na olan minnet borcunu ödüyor. İşte bundan sonrası çok kolay… İnsanoğluna vesvese veriyor, oyunlar tezgâhlıyor, tuzaklar kuruyorum. Kısaca ne lâzımsa yapıyorum. Şayet bana uyarsa, Allah'ın kendisine lütfettiği bu nimetleri benim istediğim yerde kullanan insan, zaten Rabbine isyan etmiş oluyor. İşte olay bu kadar basit."
"Demek sen Allah'ı biliyorsun öyle mi?"
Şeytan acı acı gülerek cevap verdi:
"Öyle bir lâf söyledin ki, beni şaşırttın. Sen de bilirsin ki, ben Allah'ın emrini kırdım ve isyan ettim. Hiç bilinmeyen bir Zat'a isyan edilir mi? O'nu bilmeyen mi var?! Ama ben şu insanoğluna şaşarım ki, Allah bu kadar nimetler vermiş, elçiler göndermiş, kitaplar inzal etmiş, cenneti vaat etmişken Allah'ın emirlerine uymuyor da, benim verdiğim kuru bir vesveseye uyuyor. Hâlbuki ben onlara ne elçi yolladım, ne kitap gönderdim, ne de cenneti vaat ettim. Buna rağmen insanoğlu Allah'ı değil de, beni dinleyip isyan içinde ömür sürüyor. Şimdi sen söyle! Bunlar cehennemi haketmiyorlar mı?!"
Şeytanı
aratmayan şeytanlar
"İşgal dedin de aklıma geldi. Amerika'nın varlığı seni hiç rahatsız ediyor mu?"
"Hiç öyle şey olur mu? Ben ondan öylesine memnunum ki, bunu kelimelerle anlatamam. Ama bir ara ondan rahatsız olmuştum. Ona "büyük şeytan" denilince kıskanmış ve buna çok kızmıştım. Çünkü benden başka "büyük şeytan" mı vardı? Fakat zaman geçtikçe bu kızgınlığım geçti, hatta yerini hayranlığa bıraktı desem yalan olmaz. Millet ona boşuna "büyük şeytan" demiyor. Hakkını yememek lâzım, hakikatten de çok büyük şeytanlıklar yapıyor. Yani şimdi sen söyle: Kuruntuyla, vesveseyle dünyayı bu hâle getirmek mümkün mü canım?! Ha diyeceksin ki, "Onların gönlüne sen vesvese vermiyor musun?" Elbette veriyorum; ama benim yaptığım sadece kuru bir vesvese. Yoksa ben birtakım entrikalar çevirerek, dünya devletlerini peşime takıp, her yeri kan gölüne nasıl çevireyim? Doğrusu, böylesine bir işgali ve böylesine bir zulmü ben beceremem. Allah seni inandırsın, böyle bir zulmü ben, Haccac zamanında bile görmedim. Yani gerçekten Amerika büyük şeytan…"
"İyi de Amerika tüm bunları tek başına yapmıyor ki?"
"Tabiî bu kadar işi tek başına yapması mümkün değil; fakat onun da benim gibi dünyanın her yerinde aveneleri var. Onlar sayesinde randımanı artırıyor. Onun aveneleri de az şeytanlık yapmıyorlar hani. Hem bunlar modern şeytanlar canım, bizim gibi klâsik yöntemlerle çalışmıyorlar. Ee ne de olsa zaman değişti, teknoloji gelişti, şeytanî faaliyetler de şekil değiştirdi tabiî ki.
"Yani "Onlar şeytanlığı benden daha iyi yapıyorlar." mı demek istiyorsun?"
"Yok, canım o kadar da değil. Ayrıca onlar da benim adamım sayılırlar. Fakat şunu da itiraf etmeden geçemeyeceğim. Ben Müslümanların âhiretini cehenneme çevirmeye çalışıyorum. Buna bazen muvaffak oluyorum, bazen olamıyorum. Ama bu Amerika ile aveneleri var ya, acayip adamlar. Baksana işi âhirete de bırakmayıp, Müslümanların dünyasını cehenneme çevirmeyi nasıl da başardılar?! Onlara helâl olsun!
"Ey mel'un! Sen ve adamların Müslümanların kan ve gözyaşları üzerine saltanat kurmuşsunuz, hiç mi vicdanınız sızlamıyor?"
"Eee ne yapalım? Müslümanlar nasıl olsa âhirette ebedî bir saltanatın sahibi olacaklar.
Ama ben ve avenelerim öyle mi? Âhirette zaten ebedî bir azap bizi bekliyor. Hiç olmazsa, şu üç günlük dünyada ne saltanat sürebilirsek, onu kâr biliyoruz. Eh bunu da bize çok görmeyin artık…
Adam istiaze ederek ağzında dua ile oradan ayrıldı: "Yâ Rabbi! İnsan ve cin şeytanlarından Sana sığınıyoruz. Şerlerinden bizleri emin eyle!..."
Fî emanillah!
ŞEYTANIN SİLAHLARI
Adam, şeytanın bu anlattıklarına hem hak veriyor hem de hayret ediyordu. Yahu bu şeytan resmen kendisine bir hoca gibi vaaz ediyordu. Birden toparladı, öyle ya bu şeytan meleklere de şu kadar sene hocalık etmemiş miydi? Onun bilmediği mi vardı. Fakat ilmiyle amel etmediği için şeytan olmaktan kurtulamamıştı. Adam tekrar sordu:
"İnsanları kandırmak için hangi silahları kullanırsın?"
"Bunları saymaya vakit mi yeter? Fakat en çok kullandıklarımı söyleyeyim: "Dünya sevgisi, kibir, şehvet, öfke, hırs, tûli emel, haset ve riya." Tabiî bunları adamına göre kullanır, herkesin nabzına göre şerbet veririm. Birine aldanmazsa, diğerini sunarım. Âdemoğlunu kendime bağlayıncaya, onu ardıma takıp isyana düşürünceye kadar peşini bırakmam."
"Peki, yardımcıların kimler?"
"Bunları da saysam uzun gider, ama ben sana şu kadarını söyleyeyim. Bu günkü bazı hocalar, âlimler, özellikle de bazı ilâhiyat profesörleri işimi çok hafiflettiler. Din adına konuşup, insanların inançlarını itikatlarını öyle tahrip ediyorlar ki, onlara hayran oluyorum."
"Peki, hangi sebeple "Altın çağımı yaşıyorum." diyorsun?"
"Baksana bu ümmet ne hâlde! Dünya karmakarışık, Müslümanlar darmadağınık. Dünyanın her yerinde ezilenler, horlananlar, sömürülenler Müslümanlar! Bu bana yetmez mi?"
"Evet, maalesef bu gün İslâm âlemi darmadağınık. Dünya Müslümanları perişan. İşin daha da kötüsü, İslâm âleminin bu asırdaki dağınıklığını ve ezilmişliğini gören bazı Müslümanlar, özellikle de kendi tarihini pek bilmeyen yeni nesil, Müslümanları ilk tarihlerden beri hep ikinci sınıf, hep ezilmiş, hep sömürülmüş zannediyor. Hâlbuki Müslümanlar sadece bir asırdan beri böyle, yoksa ondan önce böyle miydi? Evvelce Müslümanların ne kadar güçlü ve kudretli olduğunu tarih haykırıyor!
"Aman oraları karıştırıp milleti ayıktırma! Gerçi millette de bunu görecek feraset nerede? Ayrıca ben vesveseyle, imanı zayıf olan Müslümanları komplekse sokup, Müslüman olmayan milletlere hayranlık duygusunu körüklüyorum. Böylece gayrimüslimi takdir edip, kendi din kardeşini hakir görmeye başlıyor. Bu tuzağa düşen biri artık benim adamımdır. Onun bulunduğu bir ortamda zaten bana iş düşmez.
"Seni mel'un! Demek bu da senin oyunun. Kendi dinini ve şanlı tarihini bilmeyen bu milleti geçmişine düşman edip, Batıya hayran eden sensin demek?"
"Elbette benim. Onlar da gerek İslâm tarihini, gerek millî tarihlerini iyi öğrenip, şuurlu
Müslüman olsunlar da benim elimde oyuncak olmasınlar. Yoksa Müslümanların bu dağınıklık ve perişanlığının aşağı yukarı bir asırdır böyle olduğunu, ondan öncesinde Müslümanların gücünü ve kuvvetini, devletlerarasında denge unsuru olup, dünyaya adalet dağıttığını dünya biliyor. O zamanlar neler çektiğimi, en karanlık günlerimi yaşadığımı anlattım ya. Bir daha o günlere dönmek istemiyorum. Zaten en büyük korkum, Müslümanların, geçmişe bakarak ibret almaları ve İslâm âleminin toparlanıp birleşmesi ve beraber hareket etmesi… İşte o zaman bu işgaller, bu zulümler mümkün değil devam etmez. Bu da benim saltanatımın sonu demektir. O zaman altın devrim biter. Keyfini süremeden bu saltanat elimden çıkarsa, kahrolurum.
Şeytan en verimli
devrini yaşıyor
İnsanın en büyük düşmanı olan şeytan gerek Asrı Saadet dönemini, gerekse tabiîn ve tebei tabiîn dönemini görmüş, İslâm'ın sancaktarlığını yapan devletlere şahit olmuştur. İnsan doğrusu merak ediyor; acaba şeytan o devirlerde neler hissediyordu, şimdi günümüzde dünyanın ahvaliyle alâkalı olarak neler düşünüyor? Gelin beraberce hayalimizi zorlayalım ve bu konuda şeytanın bize neler anlatabileceğini tasavvur edelim.
İşte sizlere şeytanla yapılan hayalî bir konuşma…
Adamın biri ıssız bir yolda ilerlerken şeytanla karşılaştı. Şeytanı gayet neşeli görünce:
"Bakıyorum da neşen yerinde." dedi. Şeytan:
"Nasıl neşeli olmayayım! Şu sıralar en verimli devrimi yaşıyorum." diye cevap verdi. Adam:
"Ne demek istediğini pek anlayamadım." Şeytan:
"Anlamayacak bir şey yok. Ben asırlardır, "âhir zaman" hayaliyle yaşayıp bu günleri bekledim. Şimdi işlerim gayet tıkırında, keyfime de diyecek yok."
"Önceden keyfin yerinde değil miydi?"
"Nasıl olabilirdi ki? Hele "Asrı Saadet" dönemi yok mu? Benim için kabus doluydu, işlerim çok kesattı. Neler çektiğimi bir ben bilirim. O dönem benim için tam bir "Asrı Sefalet"ti. Her gün ölüp ölüp diriliyordum. Sahabei kiramdan kimi görsem, nefesim daralır, dizlerimin takati kesilirdi. Hele Hz. Ömer yok muydu? Ondaki heybet, ondaki celâdet ödümü patlatırdı. Onu görünce korkudan yolumu değiştirir saklanacak delik arardım."
"Ya sahabe-ikiramdan sonra?"
"Onlardan sonra da pek öyle rahat yüzü gördüm sayılmaz. Onların ardından tabiîn geldi. Sahabei kiramı görmüş, onların sohbetlerinde bulunup ilim meclislerine katılmış bu insanlardan da pek fayda görmedim. Onlar da âhirete göçünce tebei tabiîn geldi. O devirde pek çok müctehid ve âlim vardı. Zühd ve takva sahipleri revaçtaydı ve ulemânın sözü itibar görüyordu. İnsanlar kanaatkâr, âhirete meyilliydiler. Dünyaya, makam ve mevkiye fazla düşkünlükleri yoktu. Söyler misin, böyle bir toplumu ben nasıl kandırayım? İnsanlara günah işleteyim diye iflahım kesilirdi. Senin anlayacağın şeytanlık çok zor meslekti o zamanlar…
"Ama tebe-i tabiînden sonra rahatlamışsındır herhâlde?"
"Yok canım ne gezer... Onlardan sonra da her asırda bir kutup, bir müceddid, nice Allah dostları veliler geldiler. Bana çalışma alanı mı bıraktılar? Şahı Nakşibendî gitti, İmam Rabbânî geldi. Abdülkadir Geylânî gitti, Seyyid Ahmed erRifâî geldi, yani rahat yüzü göstermediler bana… O vakit insanlara her ne kadar tek tük günah işletsem de, günahların ardından pişman olup hemen tevbe ediyorlar ve bütün çabamı boşa çıkarıyorlardı."
"O zamanlar İslâm'ın yayılmasında, ulemânın olduğu kadar idarecilerin de etkisi büyüktü değil mi?"
"Evet, gerçekten öyle. Zaten esas belimi büken de buydu. Araplardan sonra Türkler devlet olarak bu dini yaymak için az mı çalıştılar?! İslâm âlemi, Haçlı ordularına karşı önce Selçuklular, sonra da Osmanlılar tarafından az mı korunup kollandı?!"
Şeytanın ümitlerinin
tükendiği zaman
"Desene ümitlerini yok ettiler."
"Doğrusunu istersen, Selçuklu devletinin çöküşüyle biraz ümitlendim ve rahat
edeceğimi sandım, ama nerede!.. Selçuklu çöktü de ne oldu? Ardından gümbür gümbür Osmanlı geldi ve bayrağı teslim aldı. Ahh, bu Osmanlı yok mu?! Onun yükseliş dönemleri, benim çöküş dönemlerim oldu. Onların kazandığı her zafer benim için bir hezimetti. Ben insanlara İslâm'ı unutturmaya çalışırken, onlar gittikleri her yere İslâm'ı götürüyorlar, camiler, medreseler, hanlar hamamlar inşa ediyorlardı. Malûm bunlar hep İslâm'ın motifleridir. Bir de fethettikleri topraklardaki âdil yönetimleriyle o topraklarda yaşayan insanların gönüllerini de fethediyorlardı. Böylece halk fevc fevc Müslüman oluyor, ben ise eridikçe eriyor, âdeta bitip tükeniyordum. Yani o dönemlerde de sıkıntılarım hep devam etti. Şöyle ağız tadıyla istediğim gibi bir icraat yapamadım."
"O hâlde "altın devrimi yaşıyorum." dediğin dönem, herhâlde Osmanlı devletinin çöküşünden sonra başladı?"
"Evet, aynen öyle oldu. Osmanlı ne zaman çöktü, işte o zaman benim yükseliş dönemim başladı ve çok büyük bir şahlanış yaşadım. Artık o kâbus dolu günler geride kaldı. Şimdi ise, altın devrimi yaşıyorum. Çok mutluyum çook!.."
Şeytan Aleyhillâne keyiften dört köşeydi, âdeta mutluluk sarhoşu olmuştu. Arsızca "Gün benim, devran benim!" diye nâra attı. Tabiî şeytanın bunları keyifle anlatması, adamın canını çok sıkmıştı. Demek asırlardır kahrolan şeytan bugün çok mutluydu. Şöyle bir düşündü: Gerçekten de bugün şeytana uymayan, onun tuzağına düşmeyen kimse hemen hemen yok gibiydi. Merakla sordu:
"Yahu milyarlarca insanı nasıl yoldan çıkarabiliyorsun? Yani anlayamadığım, bunu hangi kuvvetle yapıyorsun?" Şeytan bir kahkaha patlattıktan sonra cevap verdi:
"Bunu bendeki bir kuvvetle değil, Allah'ın insanlara verdiği kuvvetle yapıyorum!"
"Peki, bu nasıl oluyor?"
"Öncelikle şunu söyleyeyim ki, insandaki bütün organlar, ona verilen bütün hisler, duygular, güç, kuvvet ve bütün imkânlar hep Allah'ın ihsanıdır. Ben insana, önce kendisine bu kadar nimet veren Allah'ı unutturuyorum. Bütün bu nimetlerin Allah'tan olduğunun farkında olmayan insan, ne Rabbine teşekkür ediyor, ne de O'na olan minnet borcunu ödüyor. İşte bundan sonrası çok kolay… İnsanoğluna vesvese veriyor, oyunlar tezgâhlıyor, tuzaklar kuruyorum. Kısaca ne lâzımsa yapıyorum. Şayet bana uyarsa, Allah'ın kendisine lütfettiği bu nimetleri benim istediğim yerde kullanan insan, zaten Rabbine isyan etmiş oluyor. İşte olay bu kadar basit."
"Demek sen Allah'ı biliyorsun öyle mi?"
Şeytan acı acı gülerek cevap verdi:
"Öyle bir lâf söyledin ki, beni şaşırttın. Sen de bilirsin ki, ben Allah'ın emrini kırdım ve isyan ettim. Hiç bilinmeyen bir Zat'a isyan edilir mi? O'nu bilmeyen mi var?! Ama ben şu insanoğluna şaşarım ki, Allah bu kadar nimetler vermiş, elçiler göndermiş, kitaplar inzal etmiş, cenneti vaat etmişken Allah'ın emirlerine uymuyor da, benim verdiğim kuru bir vesveseye uyuyor. Hâlbuki ben onlara ne elçi yolladım, ne kitap gönderdim, ne de cenneti vaat ettim. Buna rağmen insanoğlu Allah'ı değil de, beni dinleyip isyan içinde ömür sürüyor. Şimdi sen söyle! Bunlar cehennemi haketmiyorlar mı?!"
Şeytanı
aratmayan şeytanlar
"İşgal dedin de aklıma geldi. Amerika'nın varlığı seni hiç rahatsız ediyor mu?"
"Hiç öyle şey olur mu? Ben ondan öylesine memnunum ki, bunu kelimelerle anlatamam. Ama bir ara ondan rahatsız olmuştum. Ona "büyük şeytan" denilince kıskanmış ve buna çok kızmıştım. Çünkü benden başka "büyük şeytan" mı vardı? Fakat zaman geçtikçe bu kızgınlığım geçti, hatta yerini hayranlığa bıraktı desem yalan olmaz. Millet ona boşuna "büyük şeytan" demiyor. Hakkını yememek lâzım, hakikatten de çok büyük şeytanlıklar yapıyor. Yani şimdi sen söyle: Kuruntuyla, vesveseyle dünyayı bu hâle getirmek mümkün mü canım?! Ha diyeceksin ki, "Onların gönlüne sen vesvese vermiyor musun?" Elbette veriyorum; ama benim yaptığım sadece kuru bir vesvese. Yoksa ben birtakım entrikalar çevirerek, dünya devletlerini peşime takıp, her yeri kan gölüne nasıl çevireyim? Doğrusu, böylesine bir işgali ve böylesine bir zulmü ben beceremem. Allah seni inandırsın, böyle bir zulmü ben, Haccac zamanında bile görmedim. Yani gerçekten Amerika büyük şeytan…"
"İyi de Amerika tüm bunları tek başına yapmıyor ki?"
"Tabiî bu kadar işi tek başına yapması mümkün değil; fakat onun da benim gibi dünyanın her yerinde aveneleri var. Onlar sayesinde randımanı artırıyor. Onun aveneleri de az şeytanlık yapmıyorlar hani. Hem bunlar modern şeytanlar canım, bizim gibi klâsik yöntemlerle çalışmıyorlar. Ee ne de olsa zaman değişti, teknoloji gelişti, şeytanî faaliyetler de şekil değiştirdi tabiî ki.
"Yani "Onlar şeytanlığı benden daha iyi yapıyorlar." mı demek istiyorsun?"
"Yok, canım o kadar da değil. Ayrıca onlar da benim adamım sayılırlar. Fakat şunu da itiraf etmeden geçemeyeceğim. Ben Müslümanların âhiretini cehenneme çevirmeye çalışıyorum. Buna bazen muvaffak oluyorum, bazen olamıyorum. Ama bu Amerika ile aveneleri var ya, acayip adamlar. Baksana işi âhirete de bırakmayıp, Müslümanların dünyasını cehenneme çevirmeyi nasıl da başardılar?! Onlara helâl olsun!
"Ey mel'un! Sen ve adamların Müslümanların kan ve gözyaşları üzerine saltanat kurmuşsunuz, hiç mi vicdanınız sızlamıyor?"
"Eee ne yapalım? Müslümanlar nasıl olsa âhirette ebedî bir saltanatın sahibi olacaklar.
Ama ben ve avenelerim öyle mi? Âhirette zaten ebedî bir azap bizi bekliyor. Hiç olmazsa, şu üç günlük dünyada ne saltanat sürebilirsek, onu kâr biliyoruz. Eh bunu da bize çok görmeyin artık…
Adam istiaze ederek ağzında dua ile oradan ayrıldı: "Yâ Rabbi! İnsan ve cin şeytanlarından Sana sığınıyoruz. Şerlerinden bizleri emin eyle!..."
Fî emanillah!
ŞEYTANIN SİLAHLARI
Adam, şeytanın bu anlattıklarına hem hak veriyor hem de hayret ediyordu. Yahu bu şeytan resmen kendisine bir hoca gibi vaaz ediyordu. Birden toparladı, öyle ya bu şeytan meleklere de şu kadar sene hocalık etmemiş miydi? Onun bilmediği mi vardı. Fakat ilmiyle amel etmediği için şeytan olmaktan kurtulamamıştı. Adam tekrar sordu:
"İnsanları kandırmak için hangi silahları kullanırsın?"
"Bunları saymaya vakit mi yeter? Fakat en çok kullandıklarımı söyleyeyim: "Dünya sevgisi, kibir, şehvet, öfke, hırs, tûli emel, haset ve riya." Tabiî bunları adamına göre kullanır, herkesin nabzına göre şerbet veririm. Birine aldanmazsa, diğerini sunarım. Âdemoğlunu kendime bağlayıncaya, onu ardıma takıp isyana düşürünceye kadar peşini bırakmam."
"Peki, yardımcıların kimler?"
"Bunları da saysam uzun gider, ama ben sana şu kadarını söyleyeyim. Bu günkü bazı hocalar, âlimler, özellikle de bazı ilâhiyat profesörleri işimi çok hafiflettiler. Din adına konuşup, insanların inançlarını itikatlarını öyle tahrip ediyorlar ki, onlara hayran oluyorum."
"Peki, hangi sebeple "Altın çağımı yaşıyorum." diyorsun?"
"Baksana bu ümmet ne hâlde! Dünya karmakarışık, Müslümanlar darmadağınık. Dünyanın her yerinde ezilenler, horlananlar, sömürülenler Müslümanlar! Bu bana yetmez mi?"
"Evet, maalesef bu gün İslâm âlemi darmadağınık. Dünya Müslümanları perişan. İşin daha da kötüsü, İslâm âleminin bu asırdaki dağınıklığını ve ezilmişliğini gören bazı Müslümanlar, özellikle de kendi tarihini pek bilmeyen yeni nesil, Müslümanları ilk tarihlerden beri hep ikinci sınıf, hep ezilmiş, hep sömürülmüş zannediyor. Hâlbuki Müslümanlar sadece bir asırdan beri böyle, yoksa ondan önce böyle miydi? Evvelce Müslümanların ne kadar güçlü ve kudretli olduğunu tarih haykırıyor!
"Aman oraları karıştırıp milleti ayıktırma! Gerçi millette de bunu görecek feraset nerede? Ayrıca ben vesveseyle, imanı zayıf olan Müslümanları komplekse sokup, Müslüman olmayan milletlere hayranlık duygusunu körüklüyorum. Böylece gayrimüslimi takdir edip, kendi din kardeşini hakir görmeye başlıyor. Bu tuzağa düşen biri artık benim adamımdır. Onun bulunduğu bir ortamda zaten bana iş düşmez.
"Seni mel'un! Demek bu da senin oyunun. Kendi dinini ve şanlı tarihini bilmeyen bu milleti geçmişine düşman edip, Batıya hayran eden sensin demek?"
"Elbette benim. Onlar da gerek İslâm tarihini, gerek millî tarihlerini iyi öğrenip, şuurlu
Müslüman olsunlar da benim elimde oyuncak olmasınlar. Yoksa Müslümanların bu dağınıklık ve perişanlığının aşağı yukarı bir asırdır böyle olduğunu, ondan öncesinde Müslümanların gücünü ve kuvvetini, devletlerarasında denge unsuru olup, dünyaya adalet dağıttığını dünya biliyor. O zamanlar neler çektiğimi, en karanlık günlerimi yaşadığımı anlattım ya. Bir daha o günlere dönmek istemiyorum. Zaten en büyük korkum, Müslümanların, geçmişe bakarak ibret almaları ve İslâm âleminin toparlanıp birleşmesi ve beraber hareket etmesi… İşte o zaman bu işgaller, bu zulümler mümkün değil devam etmez. Bu da benim saltanatımın sonu demektir. O zaman altın devrim biter. Keyfini süremeden bu saltanat elimden çıkarsa, kahrolurum.