1- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytanın üç türlü vesvese vasıtası vardır:
a) Sürme
b) Dudak Boyası
c ) Enfiye
(Şeytanın sürmesi, insanların gözlerini bürüyen gaflet uykusu; Şeytanın boyası demek, yalan söylemektir. Yalan söyleyen kimse şeytanın tuzağına düşmüştür; Şeytanın enfiyesi demek burada meca¬zi olarak burun dikliği ve burun büyüklüğü anlamında kullanılmış benlik havasına kapılma manasına kullanılmıştır.”) [283]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytanın yular ve kemen¬di vardır. Kement ve yular: Allah'ın nimetini günah ve isyanda kullanmak, Allah'ın nimeti ile gurura kapılmak, kullarını üstünlük tas¬lamak. Allah'ın kullarını hakir gördüğü gibi, Allah Taala'nın zatından gayrisinin havasına kapılmak
3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytan (İblis ), karargahını su üzerine kurar, sonra askerlerini her tarafa yayar. Bu askerlerin şeytana mevkii en yakın olanı fitne ve fesadı büyük olanlarıdır.
Bundan sonra etrafa gönderdiği askerlerinden bazıları gelerek ey reis, ben şu şu... Kötülüklerin yapılmasını sağladım, der. Şeytan ona: Sen bir şey yapmış değilsin, der. Bir başkası gelir ve ben aralıksız olarak yaptığım fitne ve fesat sonucu kişi ile ehlini yani karı ile kocasının arasını bozdum. Tabii ki çocuklar da dağılmış ol¬dular” der. Bu yapılanlardan Şeytan çok memnun kalır ve sen çok önemli işler başardın, der. Ve ona bir rütbe daha vererek kendisine yaklaştırır
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gençlik deliliğin bir türlüsüdür. Kadın Şeytanın ipidir
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir gün Şeytan görünerek namazımı bozmak için üzerime yüklendi. Allah (c.c.) bana imkan vererek onu şiddetle def ettim. Bundan sonra onu tutup mescidin bir direğine balamayı ve sabahtan hepinizin onu görmesini istedim. Ama bu sırada aklıma Süleyman Peygamberin şu duası geldi; Ey Kabbim, bana, benden sonra kimseye nasip olmayacak bir salahiyet ve kuvvet ver. Bunun üzerine Cenabı Hak onu benden ebediyen uzaklaştırdı
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytan, namaz kılanların kendisine ibadet etmesinden ümidini kesmiştir. Fakat, elinde kalan en müessir silahı: Namaz ehlini birbirine düşürerek fitne ve fasat çıkarmaktır
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Muhakkak ki, Şeytan insanoğlunun kanının dolaştığı bütün damarlarında dolaşır"
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yeni dünyaya gelen çocu¬ğun feryat etmesi, onu şeytanın sıkmasındandır.”
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gerçekten Şeytanın insanoğlunun kalbine attığı vesvese ve hatırlatmaları vardır. Meleğin de keza hatırlatmaları vardır.
Şeytanın vesvesesi: İman ederseniz, namaz kılarsanız ne çıkar? Gibi şer ve kötü işleri telkin ve hakkı tekzibe dayanır. Melek ise in¬sana hayrı telkin ve hakkı tasdiki ifham eder. Her kim, kalbimde me¬leğin telkinini bulursa bunu Allah'tan bilsin ve Allah'a hamdetsin. Ötekini bulan da bunu şeytandan bilsin ve şeytandan Allah'a sığınsın Sonra Resulullah şunları okudu: Şeytan sizi farü zaruretle korkutur ve fuhşiyatı emreder.” [291]
Ey Saadet yolunun yılmaz yolcusu!.. İbâdet yolunda he¬define varmak üzere ilerlerken önünü kesecek olan üçüncü engel de lânetlik şeytandır. Bu pürüzü de temizleyebilmen için onunla aman tanımaz bir savaşa girişerek onu tepeleme¬ye bakacaksın. İki sebep yüzünden lânetlik Şeytanla savaşa girişmen gerekiyor. Şimdi bu sebepler üstünde duralım:
1- Şeytan, insanoğlunun kendisini sapıklığa sürüklemek sevdasına düşen en amansız düşmanıdır. Öyle bir düşmandır ki hiç bir vakit barış yapmağa yanaşmaz. Küfür silâhını insan üzerine yöneltmiş kesintisiz savaşını devam ettirmekte¬dir. Bu süresiz savaşma onu helake sürükleyene kadar devam eder, başını helake soktuğu zaman rahat bir nefes alır ve sa¬vaşına ara verir.
Açıkça görülüyor ki mü'min uzlaşmaz düşmam olan lânetlik şeytana asla emniyet etmemeli, bir an olsun gaflet uyku¬suna dalmaktan sakınmalıdır. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Ey Âdemoğulları!.. Size;“Sakın şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır.”diye emretmedim mi?” [292]
“Şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman tanı¬yın.” [293]
Bu âyetlerde açık seçik gözler önüne serilmektedir ki şey¬tan, kulun en amansız düşmanıdır. O yüzden de ondan şiddet¬le sakınması gerekir,
Soru: Şeytanla nasıl savaş edebilir, onu nasıl tepeleye¬bilirim?
Cevap: Bu konuda başlıca iki ayrı görüş vardır. Birinci görüşe göre Şeytanın kurduğu tuzaklardan ancak Allah'a sı¬ğınarak kurtulunabilir. Çünkü şeytan, Ulu Allah'ın kullarına musallat ettiği dişli bir köpektir, Onu defetmeye çalıştıkça kudurmuşçasına daha fazla saldırır. Ama sahibine başvurulursa köpeğini susturur. Böylece de insan azgın köpeğin saldırı¬sından kurtulmuş olur.
İkinci görüşe gelince şeytanla amansız bir savaşa giriş¬mek gerekir; açıktan kendisiyle savaşarak onu baştan saymalıdır.
Bence en doğru yol, adı geçen her iki görüşün de göster¬diği yolları birleştirmektir. Yani lânetlik şeytandan hem Al¬lah'a sığınmak, hem de onun akıl almaz tuzak ve hilelerine karşı savaş açmaktır. Eğer mü'min hem Allah'a sığınıp hem de savaştığı halde onu başından savamıyorsa bilmelidir ki sa¬hibi olan Ulu Allah sırf kendisini denemek için şeytanı üzerine musallat etmektedir. Böyle kritik durumlarda sabırlı olmaya çalışmalı ve var gücümüzle karşı koymalıyız. Nitekim bazı zamanlar Ulu Allah kâfirleri mü'minler üzerine saldırtmaktadır. İstese kâfirlerin elinden bu güç ve imkânlarını alamaz mı? Alır, fakat almıyor. Gayesi mü'minleri imtihana çekmek ve onlara cihad ve şehidliğin doyulmaz zevkini tattır¬maktır. Bizim güç ve kuvvetimizi, cesaret ve metanetimizi ortaya dökmektir. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Böylece Allah'ın ezeldeki ilmini açıklaması içinizden sehidler edinmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.” [294]
“Yoksa siz, Allah İçinizden savaşanlarla savaşmıyanla¬rı; hak yolda sebat edenlerle etmiyenleri ayırdetmeden Cennet'e girivereceğinizi mi sandınız!.” [295]
“Şeytan insanın kalbine yerleşmiş durmadan ona kötü duygu ve düşünceler telkin eder. Melek de insanın kalbine konmuş ona aydınlık Allah yolunu telkin eder.”
Ayrıca Ulu Allah insan varlığında öylesine bir hususiyet yarattı ki, onu daima kötülüklere sürüklemek ister. Bunun adına Nefsin havası denir. Böylece insanoğluna yön vermek isteyen çağırıcılar üçe çıkmış oluyor: İlhamcı melek, vesveseci şeytan ve nefsin havası.
Buraya kadar vermiş olduğumuz izahlar iîe kalbimize do¬ğan çeşitli duygu ve düşüncelerin kök ve kaynağını, nereden beslendiklerini ortaya koymuş olduk. Şöyle bir soru kafaları kurcalıyabilir. Kalbe doğan duygu ve düşünceler nedir? He¬men cevap vererek söyliyelim ki, bunlar öylesine tesir edici kuvvetlerdir ki insanoğlunu bazı kusurları yapıp yapmamağa sürüklerler ve insanoğluna aynı zamanda ıstırap kaynağı olurlar. Meydana gelişleri ve beslenme kaynaklan görünürde yukarda adı geçen çağırıcılar aracılığı ile gerçekleşir. Fakat gerçekte çağırıcılar sadece bir sebep durumunda olmaktan öte gitmemekte, yanlız Ulu Allah'ın bilgisi altında O'nun sınırsız kuvvet ve kudretiyle oluşmaktadırlar. Evet, duygu ye düşünceleri gönlümüze doğuran kudreti sınırsız olan Allah'tır. Bu düşünceleri dört madde halinde dile getirebiliriz.
1- Allah'ın doğrudan doğruya insanın kalbinde doğurdu¬ğu duygu ve düşünceler.
2- Nefsin havasına yani sonu gelmez arzu ve istekleri¬ne uygun olarak Allah'ın kalbde meydana getirdiği duygu ve düşünceler. Bu çeşit duygu ve düşüncelerden doğacak sorum¬luluk nefse aittir.
3- İlhamcı Melek'in çağrısı sonunda Allah'ın kalbde ya¬rattığı duygu ve düşünceler. Bu nevi duygu ve düşüncelere ilham denir.
4- Vesveseci şeytan'ın çağrısı sonunda Allah'ın kalbde doğurduğu duygu ve düşünceler. Şeytanın bu çağrısına vesvese (kötü duygu ve düşünceler) adı verilir. Bu kötü duy¬gu ve düşüncelerin gönülde doğmasının sebebi şeytandır. O yüzden de bunların neticesinden başta şeytan, sonra da sahi¬bi sorumludur.
Ey mü'min, şunu iyi bil ki, Ulu Allah tarafından doğru¬dan doğruya kalbe doğurulan duygu ve düşünceler bazan ku¬la bir izzet ve ikram olsun diye iyilik hususunda, bazan da imtihan etmek gayesiyle kötülük hususunda olabilir.
İçimize doğan bir duygu veya düşünce işlediğimiz bir günahın peşi sıra geliyorsa Allah'tandır. İşlediğimiz günahın sebep olduğu bir uğursuzluk olarak kalbimize doğmuştur. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Hayır! Gerçek öyle değil. Onların işledikleri günahlar yığıla yığıla gönüllerini pas bağlatmıştır.” [296]
Açıkça görülüyor ki işlediğimiz günahlar gönüllerimizin kirlenmesine ve pas bağlamasına sebep olur.
Eğer içimize doğan duygu ve düşünce işlediğimiz bir günah sonucu değilse umumiyetle şeytandan gelir. Bizi kötülük işlemeğe davet etmektedir.
İçimize doğan duygu ve düşünce, Allah'ın anılmasından hoşlanmıyorsa onu şeytan telkin ediyor demektir. [297]
Şeytanın Tuzakları
Şeytan, insanoğlunun hedefine varmak üzere koyulduğu doğru yolda önünü kesmek için can atan baş düşmanlarından biridir. Başlıca yedi türlü taktik ve tuzakla insanı doğru yoldan sapıtmaya çalışır.
1- İbadetten alıkoymak. Şeytan ilkin mü'mini ibadeti terk ettirmeye, Allah yolundan ayırmaya gayret eder. Eğer
kişi, “benim ibadet etmeğe ihtiyacım var, sonsuz hayatım için bu gelip geçici dünyada kendini kurtaracak olan azığı hazırlamalıyım” diyerek şeytanın aşılamak istediği kötü duy¬gu ve düşünceleri reddederse, şeytan bu tuzağında başarıya ulaşamaz. Mü'min de böylece ilk tehlikeyi atlatmış olur.
2- Oyalamak. Kurduğu birinci tuzakta başarı elde edemeyen lânetlik şeytan bu defa mü'niine şu zehirli fikirleri aşılamaya bakar:
Acelesi yok, daha henüz ömrün çok. Nasıl olsa ibâdete çok vakit bulacaksın. Biraz da dünyadan nasibini almaya
bak. Sonra tövbe eder; tam mânasıyle Hak yola koyulursun.
Mü'min bu zehirli telkinlere asla kanmamak, bütün basîretiyle onu susturmalıdır.
Ecelimin ne zaman geleceği elimde olan bir şey değil¬dir. Bugünün işini yarına bırakırsam yarının işini ne zaman yapacağım. Çünkü her “günün vaktini dolduracak, zamanını alacak bir işi bulunur diyerek de şeytana karşı çıkmalıdır. Böyle hareket ederse bu tuzağı da atlatmaya muvaffak olur.
3- Aceleciliğe sürüklemek. Şeytanın üçüncü tuzağı kulu giriştiği her iyi işte acele etmeye sürüklemektir. “Acele et; acele et” der. “Hemen bu hayırlı işi bitir, sonra bir ikincisine başlarsın.” Şeytanın bu çirkin tuzağının farkına varan uyanık mü'min, onu asla yutmıyacak ve bu tehlikeyi de atlatmasını bilecektir. “Eksiksiz olarak neticeye vardırılan az iş, kusurlu olarak yarıda bırakılmaya mahkûm olan çok işten hayırlıdır.” diyerek ayak diretecektir.
4- Gösterişe saptırmak. Şeytan uyanık mü'minin yuka¬rıda verdiği cevaptan başka bir kurnazlığa başvurarak faydalanmaya kalkışır. Riyaya bulamak! “Çok güzel ve eksiksiz ibadet ediyorsun.” der. “Herkes bu dürüst ibadetini görse de seni örnek alsa, ne iyi olur.” Lânetlik şeytanın gayesi kulu riya bataklığına sokmaktır. Fakat uyanık mü'minin buna karşı da cevabı sert ve susturucu olacaktır. “Ulu Allah'ın gördüğü yetmez mi? İnsanların görmesiyle ne kazanırım? Hayır, ol¬maz. Kimse beni Örnek almasın. Ben sırf Allah için kendimi ibadete veriyorum.” Ama hiç şeytan durur mu?
5- Kendini beğenmişlik taslatmak. Lânetlik Şeytanın ku¬la karşı kurduğu beşinci tuzak onu işlediği amellerden ötürü kendini beğenmeye zorlamaktır.
6- Gizliliğe davet. Burada şeytan en büyük kozlarındar birini oynamaktadır. Bilhassa mü'min şeytanın bu tuzağın-düşmemeğe bakmalıdır.
7- İbadetin lüzumsuzluğuna inandırmak, işte şeytan, bü¬tün kozlarım tek tek kullandıktan ve başarıya ulaşamadıktan sonra son olarak bir daha şansını deneyecek ve açıktan açığa mü'mini ibadet etmemeğe teşvik edecektir. “İbadete ne lüzum var?” diyerek aldatmacasına son bir hamleyle devam edecektir. Dahası var. “Niye ibadet edeceksin, buna ihtiyaç var mı? Diyecek. “Eğer sen gerçekten iyi bir kul olarak yaratıldı isen ibadeti boşlamakla bir şey kaybetmiyeceksin. Yok, kötü bir kul olarak yaratıldı isen ibadetinin zâten sana bir faydası olmaz
Şeytan İle Nefsin, Duygu ve Düşüncelerimiz Üzerine olan Etkileri
İlham Melek'inin vasıtasıyla gönülde doğan duygu ve dü¬şünceler sadece hayır ve iyilik üzerinedir. Çünkü O, doğru yol gösterici ve bu yol hakkın öğüt çekici yolu olarak tayin e-dilmiştir. Vazifesidir bu onun.
Vesveseci Şeytan'ın doğmasına sebep olduğu duygu ve düşünceler mutlak kötülük üzerinedir. Fakat bazan da tuzak kurmak için iyiliğe de davet edebilir. Kanmamak gerek.
Nefsin Havası'nın doğmasına sebep olduğu duygu ve dü şünceler de kötülük işletmek içindir. Fakat nefis de bazan bir taktik ve kurnazlık olarak iyiliğe davet edebilir.
Gönlümüze doğan çeşitli duygu ve düşüncelerin kaynağını, nereden beslendiklerini ortaya dökmüş bulunuyoruz. Burları böylece açıklığa kavuşturduktan sonra şimdi de şu üç hu¬susu bilmek gerekir:
a) Duygu ve düşüncenin hayır mı, şer mi olduğu:
b) Eğer, şer ise bunların Allah'tan bir imtihan için mi, yoksa şeytandan veya nefsin havasından mı geldiği ve aralarındaki farkın ortaya dökülmesi;
c) Eğer kalbe doğan duygu ve düşünce iyi ise buna Al¬lah'ın mı, ilhama Melek'in mi, yoksa Vesveseci Şeytan ile nefsin havası'nın mı sebep olduğunun bilinmesi.
Duygu ve düşüncelerimiz üzerinde şeytanın da nefsin de ayrı ayrı tesirleri vardır. Yine ilim adamlarımız diyor ki: İçi¬nize doğan bir duygu ve düşüncenin Allah'tan mı, şeytandan mı yok nefsin arzu ve isteklerinden mi ileri geldiğini kavraya¬bilmek için üç yola başvurmak gerekir:
1- İçimize doğan duygu ve düşünce kesin olarak bir değişikliğe uğramıyor, aynı durumunu muhafaza ediyorsa Allah'tan veya nefsin havasından geliyor demektir. Eğer bir değişikliğe uğruyorsa şeytandandır. Ermişlerden bazıları diyor ki:
“Nefsin havası yırtıcı bir kaplana benzer. Saldırıya geçtiği vakit yaralamadıkça veya öldürmedikçe vazgeçmez. Yahut haricî mezhebine tutkun bir kimseye benzer. İnancı uğ¬runa savaş verir; gerekirse başını ortaya koyar, fakat o bâtıl inancından caymaz.”
Şeytan azgın bir kurda benzer. Bir yandan kovalarsanız, bir yandan dolaşıp yine gelir üstünüze saldırır.
İşte insanoğlunun nefis denen sinsi düşmanı bu derece korkunç ve tehlikeli. Öyle ise ona karşı durabilmesi için aklı başında olan bir kimsenin şiddetli tedbirler alması gerek. Uyanık olması gerek. Onun çirkin arzularına boyun eğmemesi gerek. Hidayet sadece Allah'tandır
Hikâye
Şeytan, günlerden bir gün köşkün bahçesinde bir kazığa bağlı olan koçun bağını gevşetmiş. Koç, sağa sola çeke çekiştire kazığı yerden sökmüş ve sürükleyerek köşkün içine girmiş. Giriş salonunda bulunan büyük endam aynasına bakınca, ken¬di hayalini görmüş ve başka bir koç sanmış. Gerilemiş, gerile¬miş olanca gücüyle bir kafa vurarak koskoca aynayı parça par¬ça ederek kırmış. Gürültüye evin hanımı yetişmiş ve baba-dedesinden yadigâr ve antika aynanın koç tarafından kırıldığını an¬layınca, hemen bir kasap çağırtarak koçu kestirmiş. Akşam, evin beyi gelmiş ve evlât gibi elinde büyüttüğü sevgili koçunun hanımı tarafından kestirildiğini öğrenince, karısına Öyle bir tokat aşketmiş ki, kadıncağız hemen oracıkta düşmüş ve ölmüş. Hanımın kardeşleri, ablalarının enişteleri tarafından bir tokat darbesiyle öldürüldüğünü öğrenince, tabancalarını ateşlemişler ve onlar da eniştelerini öldürmüşler. Öldürülen enişte beyin kardeşleri de intikam kaygusuna düşmüşler ve onlar da elbirliği ile ağabeylerini öldürenleri öldürmüşler. Neticede, daha bir gün öncesine kadar birbirlerine hısım-akraba ve canciğer olan aynı dinden, aynı milletten ve hattâ aynı aileden bu zavallı kişilerin kimisi kabre gitmiş, kimisi de zindanı boylamış.
Bütün bunlar olup bittikten sonra, şeytan saf ve masum bir ifade ile boynunu bükerek:
“Bunlara ne oldu bir türlü anlayamadım? Demiş. Hem, benim ne suçum var? Ben, yalnız koçun kazığını gevşettim o kadar
“Şeytanın üç türlü vesvese vasıtası vardır:
a) Sürme
b) Dudak Boyası
c ) Enfiye
(Şeytanın sürmesi, insanların gözlerini bürüyen gaflet uykusu; Şeytanın boyası demek, yalan söylemektir. Yalan söyleyen kimse şeytanın tuzağına düşmüştür; Şeytanın enfiyesi demek burada meca¬zi olarak burun dikliği ve burun büyüklüğü anlamında kullanılmış benlik havasına kapılma manasına kullanılmıştır.”) [283]
2- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytanın yular ve kemen¬di vardır. Kement ve yular: Allah'ın nimetini günah ve isyanda kullanmak, Allah'ın nimeti ile gurura kapılmak, kullarını üstünlük tas¬lamak. Allah'ın kullarını hakir gördüğü gibi, Allah Taala'nın zatından gayrisinin havasına kapılmak
3- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytan (İblis ), karargahını su üzerine kurar, sonra askerlerini her tarafa yayar. Bu askerlerin şeytana mevkii en yakın olanı fitne ve fesadı büyük olanlarıdır.
Bundan sonra etrafa gönderdiği askerlerinden bazıları gelerek ey reis, ben şu şu... Kötülüklerin yapılmasını sağladım, der. Şeytan ona: Sen bir şey yapmış değilsin, der. Bir başkası gelir ve ben aralıksız olarak yaptığım fitne ve fesat sonucu kişi ile ehlini yani karı ile kocasının arasını bozdum. Tabii ki çocuklar da dağılmış ol¬dular” der. Bu yapılanlardan Şeytan çok memnun kalır ve sen çok önemli işler başardın, der. Ve ona bir rütbe daha vererek kendisine yaklaştırır
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gençlik deliliğin bir türlüsüdür. Kadın Şeytanın ipidir
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Bir gün Şeytan görünerek namazımı bozmak için üzerime yüklendi. Allah (c.c.) bana imkan vererek onu şiddetle def ettim. Bundan sonra onu tutup mescidin bir direğine balamayı ve sabahtan hepinizin onu görmesini istedim. Ama bu sırada aklıma Süleyman Peygamberin şu duası geldi; Ey Kabbim, bana, benden sonra kimseye nasip olmayacak bir salahiyet ve kuvvet ver. Bunun üzerine Cenabı Hak onu benden ebediyen uzaklaştırdı
6- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şeytan, namaz kılanların kendisine ibadet etmesinden ümidini kesmiştir. Fakat, elinde kalan en müessir silahı: Namaz ehlini birbirine düşürerek fitne ve fasat çıkarmaktır
7- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Muhakkak ki, Şeytan insanoğlunun kanının dolaştığı bütün damarlarında dolaşır"
8- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yeni dünyaya gelen çocu¬ğun feryat etmesi, onu şeytanın sıkmasındandır.”
9- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Gerçekten Şeytanın insanoğlunun kalbine attığı vesvese ve hatırlatmaları vardır. Meleğin de keza hatırlatmaları vardır.
Şeytanın vesvesesi: İman ederseniz, namaz kılarsanız ne çıkar? Gibi şer ve kötü işleri telkin ve hakkı tekzibe dayanır. Melek ise in¬sana hayrı telkin ve hakkı tasdiki ifham eder. Her kim, kalbimde me¬leğin telkinini bulursa bunu Allah'tan bilsin ve Allah'a hamdetsin. Ötekini bulan da bunu şeytandan bilsin ve şeytandan Allah'a sığınsın Sonra Resulullah şunları okudu: Şeytan sizi farü zaruretle korkutur ve fuhşiyatı emreder.” [291]
Ey Saadet yolunun yılmaz yolcusu!.. İbâdet yolunda he¬define varmak üzere ilerlerken önünü kesecek olan üçüncü engel de lânetlik şeytandır. Bu pürüzü de temizleyebilmen için onunla aman tanımaz bir savaşa girişerek onu tepeleme¬ye bakacaksın. İki sebep yüzünden lânetlik Şeytanla savaşa girişmen gerekiyor. Şimdi bu sebepler üstünde duralım:
1- Şeytan, insanoğlunun kendisini sapıklığa sürüklemek sevdasına düşen en amansız düşmanıdır. Öyle bir düşmandır ki hiç bir vakit barış yapmağa yanaşmaz. Küfür silâhını insan üzerine yöneltmiş kesintisiz savaşını devam ettirmekte¬dir. Bu süresiz savaşma onu helake sürükleyene kadar devam eder, başını helake soktuğu zaman rahat bir nefes alır ve sa¬vaşına ara verir.
Açıkça görülüyor ki mü'min uzlaşmaz düşmam olan lânetlik şeytana asla emniyet etmemeli, bir an olsun gaflet uyku¬suna dalmaktan sakınmalıdır. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Ey Âdemoğulları!.. Size;“Sakın şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır.”diye emretmedim mi?” [292]
“Şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman tanı¬yın.” [293]
Bu âyetlerde açık seçik gözler önüne serilmektedir ki şey¬tan, kulun en amansız düşmanıdır. O yüzden de ondan şiddet¬le sakınması gerekir,
Soru: Şeytanla nasıl savaş edebilir, onu nasıl tepeleye¬bilirim?
Cevap: Bu konuda başlıca iki ayrı görüş vardır. Birinci görüşe göre Şeytanın kurduğu tuzaklardan ancak Allah'a sı¬ğınarak kurtulunabilir. Çünkü şeytan, Ulu Allah'ın kullarına musallat ettiği dişli bir köpektir, Onu defetmeye çalıştıkça kudurmuşçasına daha fazla saldırır. Ama sahibine başvurulursa köpeğini susturur. Böylece de insan azgın köpeğin saldırı¬sından kurtulmuş olur.
İkinci görüşe gelince şeytanla amansız bir savaşa giriş¬mek gerekir; açıktan kendisiyle savaşarak onu baştan saymalıdır.
Bence en doğru yol, adı geçen her iki görüşün de göster¬diği yolları birleştirmektir. Yani lânetlik şeytandan hem Al¬lah'a sığınmak, hem de onun akıl almaz tuzak ve hilelerine karşı savaş açmaktır. Eğer mü'min hem Allah'a sığınıp hem de savaştığı halde onu başından savamıyorsa bilmelidir ki sa¬hibi olan Ulu Allah sırf kendisini denemek için şeytanı üzerine musallat etmektedir. Böyle kritik durumlarda sabırlı olmaya çalışmalı ve var gücümüzle karşı koymalıyız. Nitekim bazı zamanlar Ulu Allah kâfirleri mü'minler üzerine saldırtmaktadır. İstese kâfirlerin elinden bu güç ve imkânlarını alamaz mı? Alır, fakat almıyor. Gayesi mü'minleri imtihana çekmek ve onlara cihad ve şehidliğin doyulmaz zevkini tattır¬maktır. Bizim güç ve kuvvetimizi, cesaret ve metanetimizi ortaya dökmektir. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Böylece Allah'ın ezeldeki ilmini açıklaması içinizden sehidler edinmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez.” [294]
“Yoksa siz, Allah İçinizden savaşanlarla savaşmıyanla¬rı; hak yolda sebat edenlerle etmiyenleri ayırdetmeden Cennet'e girivereceğinizi mi sandınız!.” [295]
“Şeytan insanın kalbine yerleşmiş durmadan ona kötü duygu ve düşünceler telkin eder. Melek de insanın kalbine konmuş ona aydınlık Allah yolunu telkin eder.”
Ayrıca Ulu Allah insan varlığında öylesine bir hususiyet yarattı ki, onu daima kötülüklere sürüklemek ister. Bunun adına Nefsin havası denir. Böylece insanoğluna yön vermek isteyen çağırıcılar üçe çıkmış oluyor: İlhamcı melek, vesveseci şeytan ve nefsin havası.
Buraya kadar vermiş olduğumuz izahlar iîe kalbimize do¬ğan çeşitli duygu ve düşüncelerin kök ve kaynağını, nereden beslendiklerini ortaya koymuş olduk. Şöyle bir soru kafaları kurcalıyabilir. Kalbe doğan duygu ve düşünceler nedir? He¬men cevap vererek söyliyelim ki, bunlar öylesine tesir edici kuvvetlerdir ki insanoğlunu bazı kusurları yapıp yapmamağa sürüklerler ve insanoğluna aynı zamanda ıstırap kaynağı olurlar. Meydana gelişleri ve beslenme kaynaklan görünürde yukarda adı geçen çağırıcılar aracılığı ile gerçekleşir. Fakat gerçekte çağırıcılar sadece bir sebep durumunda olmaktan öte gitmemekte, yanlız Ulu Allah'ın bilgisi altında O'nun sınırsız kuvvet ve kudretiyle oluşmaktadırlar. Evet, duygu ye düşünceleri gönlümüze doğuran kudreti sınırsız olan Allah'tır. Bu düşünceleri dört madde halinde dile getirebiliriz.
1- Allah'ın doğrudan doğruya insanın kalbinde doğurdu¬ğu duygu ve düşünceler.
2- Nefsin havasına yani sonu gelmez arzu ve istekleri¬ne uygun olarak Allah'ın kalbde meydana getirdiği duygu ve düşünceler. Bu çeşit duygu ve düşüncelerden doğacak sorum¬luluk nefse aittir.
3- İlhamcı Melek'in çağrısı sonunda Allah'ın kalbde ya¬rattığı duygu ve düşünceler. Bu nevi duygu ve düşüncelere ilham denir.
4- Vesveseci şeytan'ın çağrısı sonunda Allah'ın kalbde doğurduğu duygu ve düşünceler. Şeytanın bu çağrısına vesvese (kötü duygu ve düşünceler) adı verilir. Bu kötü duy¬gu ve düşüncelerin gönülde doğmasının sebebi şeytandır. O yüzden de bunların neticesinden başta şeytan, sonra da sahi¬bi sorumludur.
Ey mü'min, şunu iyi bil ki, Ulu Allah tarafından doğru¬dan doğruya kalbe doğurulan duygu ve düşünceler bazan ku¬la bir izzet ve ikram olsun diye iyilik hususunda, bazan da imtihan etmek gayesiyle kötülük hususunda olabilir.
İçimize doğan bir duygu veya düşünce işlediğimiz bir günahın peşi sıra geliyorsa Allah'tandır. İşlediğimiz günahın sebep olduğu bir uğursuzluk olarak kalbimize doğmuştur. Ulu Allah buyuruyor ki:
“Hayır! Gerçek öyle değil. Onların işledikleri günahlar yığıla yığıla gönüllerini pas bağlatmıştır.” [296]
Açıkça görülüyor ki işlediğimiz günahlar gönüllerimizin kirlenmesine ve pas bağlamasına sebep olur.
Eğer içimize doğan duygu ve düşünce işlediğimiz bir günah sonucu değilse umumiyetle şeytandan gelir. Bizi kötülük işlemeğe davet etmektedir.
İçimize doğan duygu ve düşünce, Allah'ın anılmasından hoşlanmıyorsa onu şeytan telkin ediyor demektir. [297]
Şeytanın Tuzakları
Şeytan, insanoğlunun hedefine varmak üzere koyulduğu doğru yolda önünü kesmek için can atan baş düşmanlarından biridir. Başlıca yedi türlü taktik ve tuzakla insanı doğru yoldan sapıtmaya çalışır.
1- İbadetten alıkoymak. Şeytan ilkin mü'mini ibadeti terk ettirmeye, Allah yolundan ayırmaya gayret eder. Eğer
kişi, “benim ibadet etmeğe ihtiyacım var, sonsuz hayatım için bu gelip geçici dünyada kendini kurtaracak olan azığı hazırlamalıyım” diyerek şeytanın aşılamak istediği kötü duy¬gu ve düşünceleri reddederse, şeytan bu tuzağında başarıya ulaşamaz. Mü'min de böylece ilk tehlikeyi atlatmış olur.
2- Oyalamak. Kurduğu birinci tuzakta başarı elde edemeyen lânetlik şeytan bu defa mü'niine şu zehirli fikirleri aşılamaya bakar:
Acelesi yok, daha henüz ömrün çok. Nasıl olsa ibâdete çok vakit bulacaksın. Biraz da dünyadan nasibini almaya
bak. Sonra tövbe eder; tam mânasıyle Hak yola koyulursun.
Mü'min bu zehirli telkinlere asla kanmamak, bütün basîretiyle onu susturmalıdır.
Ecelimin ne zaman geleceği elimde olan bir şey değil¬dir. Bugünün işini yarına bırakırsam yarının işini ne zaman yapacağım. Çünkü her “günün vaktini dolduracak, zamanını alacak bir işi bulunur diyerek de şeytana karşı çıkmalıdır. Böyle hareket ederse bu tuzağı da atlatmaya muvaffak olur.
3- Aceleciliğe sürüklemek. Şeytanın üçüncü tuzağı kulu giriştiği her iyi işte acele etmeye sürüklemektir. “Acele et; acele et” der. “Hemen bu hayırlı işi bitir, sonra bir ikincisine başlarsın.” Şeytanın bu çirkin tuzağının farkına varan uyanık mü'min, onu asla yutmıyacak ve bu tehlikeyi de atlatmasını bilecektir. “Eksiksiz olarak neticeye vardırılan az iş, kusurlu olarak yarıda bırakılmaya mahkûm olan çok işten hayırlıdır.” diyerek ayak diretecektir.
4- Gösterişe saptırmak. Şeytan uyanık mü'minin yuka¬rıda verdiği cevaptan başka bir kurnazlığa başvurarak faydalanmaya kalkışır. Riyaya bulamak! “Çok güzel ve eksiksiz ibadet ediyorsun.” der. “Herkes bu dürüst ibadetini görse de seni örnek alsa, ne iyi olur.” Lânetlik şeytanın gayesi kulu riya bataklığına sokmaktır. Fakat uyanık mü'minin buna karşı da cevabı sert ve susturucu olacaktır. “Ulu Allah'ın gördüğü yetmez mi? İnsanların görmesiyle ne kazanırım? Hayır, ol¬maz. Kimse beni Örnek almasın. Ben sırf Allah için kendimi ibadete veriyorum.” Ama hiç şeytan durur mu?
5- Kendini beğenmişlik taslatmak. Lânetlik Şeytanın ku¬la karşı kurduğu beşinci tuzak onu işlediği amellerden ötürü kendini beğenmeye zorlamaktır.
6- Gizliliğe davet. Burada şeytan en büyük kozlarındar birini oynamaktadır. Bilhassa mü'min şeytanın bu tuzağın-düşmemeğe bakmalıdır.
7- İbadetin lüzumsuzluğuna inandırmak, işte şeytan, bü¬tün kozlarım tek tek kullandıktan ve başarıya ulaşamadıktan sonra son olarak bir daha şansını deneyecek ve açıktan açığa mü'mini ibadet etmemeğe teşvik edecektir. “İbadete ne lüzum var?” diyerek aldatmacasına son bir hamleyle devam edecektir. Dahası var. “Niye ibadet edeceksin, buna ihtiyaç var mı? Diyecek. “Eğer sen gerçekten iyi bir kul olarak yaratıldı isen ibadeti boşlamakla bir şey kaybetmiyeceksin. Yok, kötü bir kul olarak yaratıldı isen ibadetinin zâten sana bir faydası olmaz
Şeytan İle Nefsin, Duygu ve Düşüncelerimiz Üzerine olan Etkileri
İlham Melek'inin vasıtasıyla gönülde doğan duygu ve dü¬şünceler sadece hayır ve iyilik üzerinedir. Çünkü O, doğru yol gösterici ve bu yol hakkın öğüt çekici yolu olarak tayin e-dilmiştir. Vazifesidir bu onun.
Vesveseci Şeytan'ın doğmasına sebep olduğu duygu ve düşünceler mutlak kötülük üzerinedir. Fakat bazan da tuzak kurmak için iyiliğe de davet edebilir. Kanmamak gerek.
Nefsin Havası'nın doğmasına sebep olduğu duygu ve dü şünceler de kötülük işletmek içindir. Fakat nefis de bazan bir taktik ve kurnazlık olarak iyiliğe davet edebilir.
Gönlümüze doğan çeşitli duygu ve düşüncelerin kaynağını, nereden beslendiklerini ortaya dökmüş bulunuyoruz. Burları böylece açıklığa kavuşturduktan sonra şimdi de şu üç hu¬susu bilmek gerekir:
a) Duygu ve düşüncenin hayır mı, şer mi olduğu:
b) Eğer, şer ise bunların Allah'tan bir imtihan için mi, yoksa şeytandan veya nefsin havasından mı geldiği ve aralarındaki farkın ortaya dökülmesi;
c) Eğer kalbe doğan duygu ve düşünce iyi ise buna Al¬lah'ın mı, ilhama Melek'in mi, yoksa Vesveseci Şeytan ile nefsin havası'nın mı sebep olduğunun bilinmesi.
Duygu ve düşüncelerimiz üzerinde şeytanın da nefsin de ayrı ayrı tesirleri vardır. Yine ilim adamlarımız diyor ki: İçi¬nize doğan bir duygu ve düşüncenin Allah'tan mı, şeytandan mı yok nefsin arzu ve isteklerinden mi ileri geldiğini kavraya¬bilmek için üç yola başvurmak gerekir:
1- İçimize doğan duygu ve düşünce kesin olarak bir değişikliğe uğramıyor, aynı durumunu muhafaza ediyorsa Allah'tan veya nefsin havasından geliyor demektir. Eğer bir değişikliğe uğruyorsa şeytandandır. Ermişlerden bazıları diyor ki:
“Nefsin havası yırtıcı bir kaplana benzer. Saldırıya geçtiği vakit yaralamadıkça veya öldürmedikçe vazgeçmez. Yahut haricî mezhebine tutkun bir kimseye benzer. İnancı uğ¬runa savaş verir; gerekirse başını ortaya koyar, fakat o bâtıl inancından caymaz.”
Şeytan azgın bir kurda benzer. Bir yandan kovalarsanız, bir yandan dolaşıp yine gelir üstünüze saldırır.
İşte insanoğlunun nefis denen sinsi düşmanı bu derece korkunç ve tehlikeli. Öyle ise ona karşı durabilmesi için aklı başında olan bir kimsenin şiddetli tedbirler alması gerek. Uyanık olması gerek. Onun çirkin arzularına boyun eğmemesi gerek. Hidayet sadece Allah'tandır
Hikâye
Şeytan, günlerden bir gün köşkün bahçesinde bir kazığa bağlı olan koçun bağını gevşetmiş. Koç, sağa sola çeke çekiştire kazığı yerden sökmüş ve sürükleyerek köşkün içine girmiş. Giriş salonunda bulunan büyük endam aynasına bakınca, ken¬di hayalini görmüş ve başka bir koç sanmış. Gerilemiş, gerile¬miş olanca gücüyle bir kafa vurarak koskoca aynayı parça par¬ça ederek kırmış. Gürültüye evin hanımı yetişmiş ve baba-dedesinden yadigâr ve antika aynanın koç tarafından kırıldığını an¬layınca, hemen bir kasap çağırtarak koçu kestirmiş. Akşam, evin beyi gelmiş ve evlât gibi elinde büyüttüğü sevgili koçunun hanımı tarafından kestirildiğini öğrenince, karısına Öyle bir tokat aşketmiş ki, kadıncağız hemen oracıkta düşmüş ve ölmüş. Hanımın kardeşleri, ablalarının enişteleri tarafından bir tokat darbesiyle öldürüldüğünü öğrenince, tabancalarını ateşlemişler ve onlar da eniştelerini öldürmüşler. Öldürülen enişte beyin kardeşleri de intikam kaygusuna düşmüşler ve onlar da elbirliği ile ağabeylerini öldürenleri öldürmüşler. Neticede, daha bir gün öncesine kadar birbirlerine hısım-akraba ve canciğer olan aynı dinden, aynı milletten ve hattâ aynı aileden bu zavallı kişilerin kimisi kabre gitmiş, kimisi de zindanı boylamış.
Bütün bunlar olup bittikten sonra, şeytan saf ve masum bir ifade ile boynunu bükerek:
“Bunlara ne oldu bir türlü anlayamadım? Demiş. Hem, benim ne suçum var? Ben, yalnız koçun kazığını gevşettim o kadar