Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sevgi/hoşgörü kadar bu’z/kin de mukaddestir (1 Kullanıcı)

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Sevgi ve nefret, hoşgörü ve kin, hubb ve bu’z, bir bünyede aynı konuda aynı anda cemolmayan derunî iki zıt haldir.
Biraz daha açarsak; din ve iman konusunda hubb (iki be ile) ve bu’z aynı anda aynı gönülde bulunmaz, bulunamaz.
İmanın söz konusu olduğu yerde ne derece hubb/sevgi mukaddesse, inkarın, küfrün söz konusu olduğu yerde de bu’z/kin de aynı ölçüde, hatta daha da fazla mukaddestir, kutsaldır.
Birbiriyle çelişik gibi görünse de her iki hal de mümin olmanın bir gereğidir.
Yani, imanın vazgeçilmezi olan hubb/sevgi kadar, yine aynı imanın bir başka vazgeçilmezi bu’z/kindir.
Bu, birbirinden tamamen farklı iki halin bağlandığı ölçü ise tektir; “Lillah/Allah için” olmak.
Yani, sevgide esas olan “lillah” (Allah için) ölçüsü, kaydı, önşartı, bu’z/kin için de aynen olmalıdır, bulunmalıdır ki, hak olsun, karşılığında sevap olsun.
Bünyesinde “lillah/Allah için” kaydı bulunmayan ne sevgi ve de kin ‘rızâ–yı ilahi’ye uygun değildir.
Ebu Zer–i Gifarî hazretleri (ra), Resulullah’ın (as) söyle buyurduğu haber vermiştir: “Amellerin en üstünü, Allah için sevmek, Allah için kin tutmaktır.”
Her Müslüman için değişmez kural olan bir Muhammedî ölçüyü ortaya koyan bu hadis–i şerifi muhtelif sahabiler rivayet etmişlerdir.
Hazret–i Ebu Zer’in (ra) rivayeti daha geniş malumat vermektedir. Şöyle buyurur Ebu Zer hazretleri; Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi ve “Allah katında hangi amel daha sevimlidir, bilir misiniz?” buyurdu. “Namaz”dir, “zekat”tir, “cihad”dir diyenler oldu. Resulullah (s.a.) ise; “Allah katında en sevimli amel, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, kin tutmaktır” buyurdu.”
Abdullah ibni Abbas’tan (ra) gelen rivayette ise, Hz. Peygamber (as) meseleyi daha netleştirir; “İmanın en güçlü belirtisi/tezahuru, Allah için dostluk, Allah için sevmek, Allah için kin tutmaktır.”
Mümini diğerlerinden ayırt eden en önemli ölçü işte budur.
Dostluğu ve düşmanlığı “Allah için” kaydıyla yapmak.
Sevdiğini Allah için sevmeyen, sevmediğine de yine aynı niyetle kin tutmayanın hareket noktası iman değildir.
“Herkesin memnun olduğu insan münafıktır” prensibinden yola çıkarsak şuraya varırız.
Her müminin mutlaka Allah için edindiği dostları olacağı gibi, yine yanı sebepten düşmanları da olacaktır.
Bir yerde bu niyetten dolayı dostluk varsa, o dostluk ölçülerine uymayanlar peşinen düşman olacaklar demektir.
Değişmez ölçüyü bir daha tekrar edersek, bu duruşta mutlaka “Allah için” kaydı gerekir.
Münkere ilk tepki el ile olmalıdır.
Bu mümkün olmazsa dil ile müdahale gerekir.
İlk ikisi mümkün değilse üçüncü yol ise kalben tepkidir, bu’zdur, kin tutmaktır.
Ama bu üçüncü şık en cılız imanın tercih edeceği yoldur.
Muhammedî ölçü budur.
“Sizden biri bir münkeri görürse onu eliyle maruf hale getirsin…” şeklinde başlayan hadis–i şerif meşhurdur.
Münker marufun zıddıdır.
Maruf; hak ve hakikattır.
Maruf; Allah’ın yapın dediği şeylerdir.
Maruf; yapılması Allah’ın hoşnut ve rızasını kazandıran herşeydir.
Münker de bunların dışında kalanlardır.
Allah’ı sevdiğini iddia edenin, aynı anda Allah’ı sevenleri de sevmesi gerekir.
Gerekir ki, sevgisinde samimi olduğu anlaşılsın.
Aynı şekle, Allah’ı sevdiğini iddia edenin Allah’a düşmanlık yapanlara düşmanlık yapması gerekir ki, Allah sevgisinde samimi olabilsin.
Özellikle son yıllarda organize bazı çalışmaların Müslüman’ı bu imanî ölçüden uzaklaştırdığını üzülerek müşahede ediyoruz.
Allah’a ve O’nun Nebi’sine düşmanlığı prensip haline getirenlere Müslümanların sevgisini sağlamaya çalışanların hiçbir haklı mazeretleri olamaz.
Yukarıda geçen hadis–i şerifleri en iyi anlayan ve hayatına en samimi uygulayanların başında gelenlerden büyük veli Hz. Mevlana’yı; “mümin–kafir fark etmez, o herkese hoşgörüyle yaklaşmıştır” şeklinde tarife kalkışmak ona yapılacak en büyük bühtandır, iftiradır.
Ne Hz. Mevlana, ne de bir başkası, bu Muhammedî ölçünün dışına çıkması asla mümkün değildir.
Çıktığı an bu değişmez ölçünün sahibiyle çelişkiye düşer ki, Hz. Muhammed’le (as) çelişenden veli/Allah dostu şöyle dursun sıradan bir mümin bile olmaz.

(alıntı)
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Resulullah (s.a.) ise; “Allah katında en sevimli amel, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, kin tutmaktır” buyurdu.”
 

gülnisa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2008
Mesajlar
11,851
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
50
S.a Evet Cok Guzel Bir Paylaşim Allah Razi Olsun Dua Ile Kalin
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
“Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size gelene küfretmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı peygamberi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp–çıkarmışlardır. Eğer siz, benim yolumda cihad etmek ve benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlemekte olduklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp–sapmış olur.
Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin küfre sapmanızı içten arzu etmişlerdir” (Mümtehine, 60/1–2)
Konunun anlaşılması bakımından, öncelikle bu ayetin nüzulune neden olan hadise hakkında ayrıntılı bilgi vermek uygun olacaktır. İbn Abbas, Mücahid, Katade, Urve bin Zübeyr de dahil olmak üzere, tüm müfessirler bu ayetlerin, Hatib bin Ebi Belta’nın gönderdiği mektubun yakalanması üzerine nazil olduğu hususunda görüş birliği içindedirler.
Bu hadise şu şekilde cereyan etmiştir:
Kureyşliler Hudeybiye Antlaşması’nı çiğnedikleri zaman, Hz. Peygamber (s.a) Mekke’ye saldırı için hazırlıklar yapmaya başladı. Ancak Mekke’ye saldırı yapılacağı hususu birkaç sahabe dışında hiç kimseye bildirilmemişti. Bu sıralarda Beni Abdu–l–Muttalib’in azad ettiği bir cariye Mekke’den, Medine’ye gelir.
Daha önceleri şarkıcılık yapan bu cariye, Medine’ye geldiğinde mali yönden sıkıntıya düşmüş ve bu nedenle Hz. Peygamber’e (s.a) kendisine yardım etmesi için başvurmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber de (s.a) Abdulmuttalib oğullarına onun ihtiyaçlarını karşılamalarını söylemiştir.
Bu kadın Mekke’ye geri döneceği zaman, Hatib bin Ebi Belta kendisi ile görüşür ve Mekke’nin ileri gelenlerine iletmesi için, ona gizli bir mektup verir.
Kadın Medine’den ayrıldıktan sonra, Cenab–ı Allah bu olayı Rasûl’üne bildirir. Hz. Peygamber de (s.a) hemen Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Mikdat bin Esved’i kadını takip etmeleri için görevlendirerek, onlara şöyle emreder:
“Hemen yola çıkın. Medine’den 22 mil uzaklıkta Mekke yolunda bir kadın göreceksiniz. O’nda Hatib’in müşriklere yazdığı bir mektup bulunuyor. Mektubu kadından alın. Mektubu verirse kadını serbest bırakın, vermezse öldürün!” Hz. Peygamber’in (s.a.) emri üzerine yola çıkıp kadını söylenilen mevkide bulur ve ondan mektubu isterler. Kadının kendisinde mektup olmadığını söylemesi üzerine onu ararlar, ama mektubu yine de bulamazlar. Ancak kadını mektubu vermediği takdirde soyup öyle aramak zorunda kalacaklarını söyleyerek tehdit edince, kadın kurtuluşun olmadığını anlar ve mektubu saçlarının arasından çıkararak onlara verir.
Onlar da mektubu alarak, Hz. Peygamber’e (s.a.) götürürler. Hz. Peygamber (s.a) mektubu açıp okuduğunda, Mekke’ye yapılacak olan saldırı hazırlıklarının, Kureyşlilere bildirildiğini görür.
Hz. Peygamber, Hatib’e bu davranışının nedenini sorduğunda o şöyle cevap vermiştir: “Ya Rasulallah! hakkımda hemen karar verme. Ben kafir ya da mürted olduğumdan veya İslâm’dan sonra küfre sempati beslediğim için böyle davranmış değilim. Asıl sebep, ailemin hâlâ Mekke’de ikamet ediyor olmasıdır. Bildiğiniz gibi ben, Kureyş kabilelerinden birine de mensup değilim. Bazı Kureyşlilerin dostluğu nedeniyle Mekke’de yaşıyordum. Diğer Muhacir kardeşlerimin aileleri de Mekke’dedir ama ailelerine sahip çıkacak akrabaları da vardır.
Oysa benim ailemi sahiplenecek bir kabilem yok orada. Dolayısıyla ben bu mektubu, onlara bir iyilik yaparsam, onlar da kendilerini bana borçlu hissederek aileme dokunmazlar düşüncesiyle yazdım.”
Hz. Peygamber (s.a) Hz. Hatib’in sözlerini dinledikten sonra, “Hatip sizlere doğru söylüyor” demiştir. Yani O, İslâm’dan inhiraf ettiği için veya küfre yardımcı olmak gayesiyle böyle davranmamıştır. Hz. Ömer ise hemen ayağa kalkarak, “Ya Rasulallah! İzin ver de, Allah’a, Rasul’e ve Müslümanlara ihanet eden şu münafığın kellesini uçurayım” der.
Fakat Hz. Peygamber (s.a) “Bu şahıs, Bedir Savaşı’na katılanlardandır. Allah’ın Bedir Savaşı’na katılanlara, o vaziyeti görüp, “Ben sizi affettim” demediğini kim biliyor?” diye cevap verir.
Bu sözleri duyan Hz. Ömer ağlayarak, “Allah ve Rasulü daha iyi bilir” demiştir.
Bu ayetler her ne kadar Hz. Hatib’in hadisesi üzerine nazil olmuşsa da burada sadece bu olayı yorumlamakla yetinilmemiş, ayrıca müminlere ebedi bir ders de verilmiştir.
Küfür ile İslâm’ın birbirlerine karşı savaş ettikleri bir dönemde, bir mümin, sırf iman ettikleri için müminlere karşı savaşan bir kafir ile –sebep ne olursa olsun– İslâm’a zarar verecek bir işe girişemez. Böyle bir davranış imanla çelişir; dolayısıyla, kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için, niyeti kötü olmasa bile, bir müminin böyle davranması doğru değildir. Kim böyle bir girişimde bulunursa yoldan çıkmıştır.
Kur’an’da geçen dua metinli ayetlerden bir de şöyledir:
“Rabbeneğfir lenâ ve li ihvâninel leziyne sebekûnâ bil iymâni velâ tec’al fiy kulûbinâ ğillen lilleziyne âmenû, Rabbenâ inneke raûfür rahıym”
“Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin!”(Haşr, 59/10).
“Kalblerimizde inananlara kaştı bir kin bırakma.”
Bu ayetten de çok rahat anlamamız mümkündür ki müminin kalbinde mümin kardeşine karşı, ğill/kin, nefret, düşmanlık asla saklanamaz.
Bugün içinde bulunduğumuz “herc ü merç” halinde durum biraz karışık değil mi?
Yüce Allah’ın kesin olarak yasaklamasın rağmen “kin ve nefret” Müslüman’a reva görülürken, sevgi ve hoşgörü gayr–i Müslim’e layık görülüyor.
Dahası, yapılanlar gayr–i Müslimleri memnun etmek için yapılıyor.

Yeni Mesaj gazetesinden
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
“Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size gelene küfretmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı peygamberi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp–çıkarmışlardır. Eğer siz, benim yolumda cihad etmek ve benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlemekte olduklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp–sapmış olur.
Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin küfre sapmanızı içten arzu etmişlerdir” (Mümtehine, 60/1–2)
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Ebu Ümeyye eş-Şa'bani anlatıyor: "Ey Ebu Sa'lebe dedim, şu ayet hakkında ne dersin?" (Mealen): "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar vermez.." (Maide 105).

Bana şu cevabı verdi:

"Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a sormuştum. Demişti ki:

"Ma'rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir hevâ, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin(selefi dinlemeden) kendi reylerini beğendiklerini müşahade edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. zira (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir."

Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizi, Tefsir, Maide, (3060); İbnu Mace, Fiten 21, (4014).
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt