Ağlamaktan başka bir şey bilmiyor. Ağlıyor, uyuyor, tatlı tatlı esniyor, uykusunda meleklere gülümsüyor ve yağmur sonrası toprak sanki, mis gibi kokuyor.
<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->
Hiçbir şey bilmeyen, belki sevildiğini bilmeyen, esasında belki sevmeyi bilmeyen bir-iki aylık torununu sevdi adam. ‘Ben seviyorum ya, şükür sevdirene, sevmeyi nasip edene' dedi, uykusundaki torununu seyrederken.
...
Toprağı sevdi, seviyordu.
Toprağı sevdikçe sevmeyi seviyordu.
Elleriyle yoğuruyordu toprağı, tırnaklarıyla, teriyle. Gecesi gündüzüyle, ömrüyle yoğuruyordu.
Toprağı sevdikçe göğü seviyordu. Havayı, suyu, yağmuru, karı, güneşi seviyordu. Yeşili, sarıyı, maviyi; rengi seviyordu. Hamuru, tekneyi, ekmeği; nimeti seviyordu.
Elleri topraktaydı, toprak ellerindeydi. Elleri topraktı, toprak elleriydi. Annesinin dizine kapanır, torununu kucaklar gibiydi. Toprağı sevdikçe insanı seviyordu.
Yağmuru, karı, güneşi ve gölgeyi, yari gözler gibi gözlüyor, bekler gibi bekliyordu.
Toprağı sevdikçe Halik'ını biliyor, Halik'ını seviyordu.
Hasat zamanı yaklaşırken, toprak sürgün verdiğinde, boy atan sarı başaklar uzun ikindilerde rüzgarda salınırken, terini silerken, testiyi ağzına dayarken ‘toprak da beni seviyor' derdi. ‘ Veriyorum, veriyor.'
Fakat bir gün gök vakitsiz kararır, şimşekler, iri damlalar, deli dolular... biçmeye ne kalmışken şunun şurasında, başaklar yanar kararır, başaklar büker boynunu, toprağa yatar. Biter, her şey biter. Toprak toprak... neredesin?
Ah ne kadar acizdi, aniden kararan gökler, vakitsiz yağmurlar altında. Tohumları toprağa bırakıp da yağmur diye dua dua göklere bakarken ne kadar acizdi. Toprak olup toprakla, öyle derin, öyle sessiz beklerken ne kadar acizdi. Tek damla indirmeyen, sessiz, habersiz bulutlar altında ne kadar acizdi, acizdik. Aciziz.
Sularımız bir gün çekilirse kim verir suyu?
Toprağı bildikçe acizliğini biliyordu. Acizliğini seviyor, acizliğine sığınıyordu: ‘Rabbim, sahibim!'
...
Denizi sevdi, seviyordu.
İşte yine evine dönüyordu. Motoru susturmuş; zayıf, yorgun kollarına ses vermeden küreklere sarılmıştı. Yeni yeni doğan güneş altında masmavi deniz usul usul salınıyordu. Dinmiş, sakinleşmişti. Dün geceki hali neydi öyle? Kararmış gökler, şimşekler, gök gürültüleri altında gökle inatlaşırcasına deniz de kanatlanmıştı.
Denizi seviyordu. Böyle durgun, nazlı nazlı salınırken, verir verir de, evine kendisini elleri kolları dolu yollarken de; şaha kalkmış, verdiklerini almış, ömründen kaç ömür almış haliyle de.
Denizi biliyordu. Denizi bildikçe acizliğini biliyordu. Gök kararır, sular kararır, deli dalgalar boyunu aşar, sular verdiklerini alırdı. Neler neler verdiği, kaç ömür verdiği sular adeta düşmanı olurdu. Böyle zamanlarda bir ömür yetmezdi de, ömrüne ömür ekler, sulara salıverirdi. Her şey biter, sulara gömülürken bir duayla, bir aminle kalakalır, acizliğine sığınırdı. Bir, sahibiyle kalakalırdı. Sahibiyle dolardı, taşardı kabına sığmayan dalgalar misali...
Denizi bildikçe sahibini biliyordu. Denizin, göğün, nimetin, canın sahibini biliyordu. Vereni biliyordu ki alan da başkası değildi. Her şeyin sahibi karşısında hiçbir şeye sahip olmamaklığını biliyordu.
Denizi seviyordu. Deniz de seviyor mu bilmiyordu. Bilmek de istemiyordu. Sevmek yetiyordu. Çünkü o denizi sevdikçe Rabbi'ni seviyordu.
...
Sevdi ol Nebi'yi. Sevdi de evlatlar verdi ki, her biri bir dünyaya bedeldi. Evler, ocaklar, topraklar, dostlar verdi. Nebi torunu vefalı bir eş verdi. Ahırları, ağılları, ambarları dolar taşardı. İbadetini taşıyacak güçlü, sağlıklı elleri, ayakları vardı. Nimeti veren şükrünü de vermişti. Rüya gibi bir ömür vermişti.
Rüya gibi kısa sürdü. Esasen ne kadar uzun olsa da, rüyalar hep kısa sürerdi. Evler gitti, ocaklar söndü. O verdi, O aldı. Ahırlar, ağıllar, ambarlar boşaldı. Evlatlar bir günde gittiler ki, her birinin sevgisi bir dünyaya bedeldi. Bereket fışkıran, sürgünler veren topraklar gitti. Dostlar birer birer çekildi. Nihayet dertler, illetler müptela oldu, elleri-ayakları kurudu. Şehrini dar ettiler de, vardı bir çöplüğe kuruldu.
İnsan elleri ayaklarıyla mı insan?
Toprakla oynar, yollar aşarken mi insan?
Yoksa insanda bir insan mı vardı ellerinden, ayaklarından; ettiklerinden, eylediklerinden öte?
‘Sen verdin sen aldın.
‘Beni sevdin; evler, ocaklar, çocuklar, dostlar verdin.
‘Beni sevdin, hepsini aldın.
‘Beni bir kendinle bıraktın. Kalbimle, insanlığımla bıraktın.
‘Seninle kaldım, seninle doldum.
‘İmtihanım nimet şimdi, çilem nimet. Sabrım kanat, şükrüm kanat; uçuyorum. Sanmasınlar kurudum, bir taş, bir kaya gibi kaskatı, cansız, hissiz kalakaldım.
‘Can nedir, nerededir?
‘Canı kaybettim, cananı buldum, cana erdim.
‘En büyük nimeti, beni sevdiğini bildim.
‘Çünkü seni sevdiğimi bildim.
‘Sen, seni seveni sevmez misin?
‘Verirken de alırken de sevmez misin?'
Ve Eyyub a.s. canı buldu yeniden, cana erdi yeniden doğmak üzre kaybolan güneş gibi.
...
Seven, esasen sevilendi.
Sevildi ki sevebildi.
Herkes kendi kalbiyle yol aldı, kalakaldı.