Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sessiz olun müslümanlar uyuyor !!! (1 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
41575_182737067359_1864762_n.jpg



Sessiz olun müslümanlar uyuyor !!!
SESSİZ OLUN MÜSLÜMANLAR UYUYOR SESSİZLİK HER ŞEYİN SORUNUDA BU DEĞİLMİ ZATEN SESSİZ OLUN MÜSLÜMANLAR FİLİSTİNDE YAŞANAN İNSANLIK DIŞI DIRAMIN IRAKTA YAPILAN TECAVÜZLERİN AFGANİSTANDA YETİM KALAN ÇOCUKLARIN KEŞMİRDE MAĞDUR OLAN BİNLERCE AİLELERİN YEMENDE ACIMAZSIZCA ÖLDÜRÜLEN SİVİLLERİN.. VE DAHA YÜZLERCE SAYABİLECEK ÖRNEKLER BUNLARDAN HİÇBİRİNDE BİZ SORUMLU DEĞİLİZ YARIN ALLAH BUNLARI BİZE SORMAYACAK RAHAT UYUYALIM MÜSLÜMANLAR HADİSİ ŞERİFTE BUYURULDUKİ:

Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin.
Elinizle düzeltemiyorsanız dilinizle düzeltin.
Dilinizle de düzeltemiyorsanız içinizden buğz edin.
Sonuncusu bu imanın en zayıf noktasıdır
(Hadis - i Şerif)

SESSİZ OLUN MÜSLÜMANLAR UYUYOR !!!
belki söyleyeceklerim biraz ağır olacak ama...
israilin küçücük nüfusuyla hitler katliamından çıkıp çölün ortasına geldiği günün üzerinden çok fazla vakit geçmedi. bugün onlar çölün ortasında topraksız tarım yapıp, tohumsuz ürünleriyle dünyayı kendilerine bağımlı kılıyorlar. 1970'li yıllarda saddamın nükleer reaktörünü yerle bir ettiklerinde ise, reaktörün ayrıntılı krokisini ve dahi tüm bilgilerini yüklü bir miktar para verdiklerini o projede yer alan bilim adamından alıyorlar. x Irak amerika saddamın heykelini devirdiği gün sevinçten yeri göğü inletmişti.
Afganistan lideri giyimine gösterdiği özende 1 nurama.
Peki bu afganistanı, filistini, ırakı cehenneme çeviren insanlar bilimde bu kadar ileri gitmişken, japonya eğitime %90 bütçe ayırıp teknoloji devi olmuşken biz müslümanlar ne yapıyoruz? israil avuç kadar insanıyla istihbarat teknolojisinde, savaş tekniklerinde ve malzemelerinde bu kadar ileri teknolojiye sahipken filistin neden taşlarla saldırıyor hala. Bizim müslüman olarak uyuduğumuz nokta eğitim değildir de nedir? Allah cc gidin kılıçla kalkanla savaşın demiyor ki sadece. Kalemle yapılan savaş eğitimle yapılan savaş kaç göğüs göğüse yapılan savaşa eşittir hiç düşünüyor muyuz? Allah cc mükemmel bir vücut yaratıyor, sadece bir hücresinde olan biteni görmek insanı hayret içinde bırakıyor, gelin görün ki bu muhteşem yapıyı çözüp üzerine makaleler hatta kitaplar yazan da beğenmediğimiz amerikanlar, ingilizler, almanlar, fransızlar ve diğer müslüman olmayan milletler oluyor. Bugün baktım anatomi kitaplarına, snell, sobotta, netter.... bir tane de müslüman elinden çıkan bir kitap olsun. Allah helak ettiği bütün kavimleri hak ettikleri için helak etti. Kimse'ye Allah zulüm etmeyeceğini kitabında bizzat. Yine Allah diyor ki "ben bir hazineydim bilinmeyi istedim" la ilahe illallah deyince Allah'ı bilmiş oluyoruz. Allah'ı bilene Allah yardım eder. Allah'ı bilmek içinse onun yarattıklarını bilmekte büyük fayda var kanımca. Yarattıklarını bilenler bugün göremediğimiz bir tanrının var olduğuna inanmaya zorluyor bizi derken yani tahkiki imana doğru giderken biz taklidi imanda kalıyorsak eğer başımıza gelen herşeyi hak ediyoruz demektir. Bunun dışında taşıma su ile değirmen dönmez diyen atalarımıza rahmet okuyarak ve salt dua değil gayret lazım felsefesini de düstur edinerek cehaletimiz süresince filistin hep taş atacak ırakta kadınlar hep tecavüze uğrayacak afganistan da hep perişan kalacak hatta günün birinde biz de bunları toplu halde yaşayacağız diyebilirim.

Susma!
Sustukca sıra sana gelecek! dizeleri tanıdık geliyor artık kulağa ve sonra ,
Peki simdi niye sustuk diye de sorar oluyor insan, acaba diyor ;
Sıramız gecti de biz mi farkında degiliz
Sanırım artık biz zulmendenleriz !
Fakat bunun yanı sıra ;
Farkına vardıktan kendimizi düzeltip gayret ettikten sonra Allahu Alem...
bu konu gerçekten düşündürücü.
bugün hocam bir vesile ile şu hadisi şerifi ahatırlattı:
"Efendimiz (a.s), bir hasır üzerinde uyumuş, hz. Ömer geldiğinde O'nun yüzündeki hasır izini görünce ağlamış ve "Ya Resulallah, kisra sarayında yumuşak döşeğinde uyurken sen bu hasırın üstünde mi yatıyorsun?" demiş. Efendimiz ise "Ya Ömer istemez misin ki dünya onların, ahiret bizim olsun" buyurmuş.
Tabi ki ben biz elimiz koulumuz bağlı oturalım, hiçilerlemeyelim de onlar bize istediklerini yapsınlar demiyorum. Ama şunu da düşünmüyor değilim: Üstad Bediüzzaman hazretleri 2. harb-i umumi ile ilgili, biz müslümanların Rabbe karşı olan vazfelerimizde yaptığımız noksanlıklar sonucunda Cenab-ı Hakkın da bizi onlara eşdeğer gelecek sıkıntılarla imtihan ettiğini söylüyor. Yani demem o ki; biz hep yangelip yattığımız için belki de Allah, bizim bu günahlarımızın kefareti olarak bizi musibetlerle bu dünyadayken temizliyor ki Efendimizin dediği gibi ahiret bizim olsun.
(Eğer düşüncemde bir yanlışlık varsa lütfen beni uyarın. Belki doğru ifadeler kullanamamışımdır.)
Eğitime izin mi veriliyor sanki. Eğitime önem gösterenlerin başlarında Filistin'de de gelir. Ben şehitlerin hayatlarını okurken onların ilim tahsillerine hayran kalmıştım. Ve Ahmet Yasin'in öğrencilerinin elinden silahı aldığını önce ellerine kalem verdiğini bir hocadan duymuştum. Ama vatanları işgal altındayken, kendilerini eğitime adayacak bu insanlar ölüme gidiyorlardı.
Ayrıca kocaman bir boykot var orada.
Şuanda müslümanların en başta yapmaları gereken mal ile cihattır. Herkes Filistin'e gidip savaşmak ister. Ama onların istedikleri insan değil, silah,tüfektir!..

Ve sessiz olmalısınız ey Müslümanlar !..
Uykudan uyanmak için Mescid-i Aksa'nın yıkılmasını mı bekliyeceğiz !
Ya da yine böyle bir Gazze katliamına tanıklık mı etmek gerekir oradaki yaşantıyı anlamk için. Halbuki hergün savaş, hergün ölüm var orada.. En büyük sorun, en büyük sorumluluk bizim oradaki kardeşlerimiz ve Mescid'i Aksa !! Sizin de dediğiniz gibi ses biz olmalyız, ama biz yani Filistinli kardeşlerimizin kardeş olarak gördükleri hala sessiz kaldığımız için durum böyle devam ediyor. Silah ve mühümmata gelince, defalarca boykot çağrısında bulunuldu, ama Allah aşkına Türkiye'de bir araştırma yapılsa hepimiz biliyoruz ki en çok satan mallar yine Filistine değil israile silah kazandıracak markalar çıkacak. Kendi çevrem de bile var, onlara söylediğimde beni alaya alanlar, "ama ne yapalm hepsi zaten onların" diyener bile oldu. Onlar direnişin mükafatını alacaklardır. Ama bence biz daha kötü bir haldeyiz çünkü biz de suskunluğumuzun cezasını göreceğiz diye düşünüyorum. çok fazla siyasi meselelere girmek istemem ama mesela biz güya Amerikanın, amerika da bizim müttefiğimiz. nedense sadece amerikanın yardıma ihtiyacı olduğunda hemen biz müttefikliğe soyunuyoruz, ama Kıbrıs kuşatmasında amerika, bize yardım etmek şöyle dursun bizi suçlu göstermiş. Neyse ya ben yine de umutluyum. Şüpheiz Allah kimseye zulmetmez. Zalimin cezasını unutmaz ama erteler, çünkü onun cezası o kadar büyüktür ki dünyaya sığmaz ve ahirete bırakılır. mü'minin çektiği ezanın mükafatı da dünyaya sığmadığından o da ahirete bırakılır.
Alıntı.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hesapları yaklaştı; ama insanlar hâlâ gaflette, aldırmıyorlar.
Enbiyâ Sûresi, 21:1
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bir şok verircesine, hayatımızın gerçekleriyle bizi yüz yüze getiren Kur’ân ifadelerinden birini de bu âyette buluyoruz.

Âyet topyekûn bir hesaptan söz ediyor. Ve bu hesabın pek yakın olduğunu ve yaklaşmaya devam ettiğini bildiriyor.

Fakat insanlığın haline, kendi halimize bakıyoruz:

Umursayan yok.

Herkes gaflette, vurdumduymazlık içinde. Nereden gelip nereye gittiğini kimse düşünmüyor. Yarın ne olacağını bilen yok, ama bunu düşünen de yok.
 

ahmet_99

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
1,767
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Bir şok verircesine, hayatımızın gerçekleriyle bizi yüz yüze getiren Kur’ân ifadelerinden birini de bu âyette buluyoruz.

Âyet topyekûn bir hesaptan söz ediyor. Ve bu hesabın pek yakın olduğunu ve yaklaşmaya devam ettiğini bildiriyor.

Fakat insanlığın haline, kendi halimize bakıyoruz:

Umursayan yok.

Herkes gaflette, vurdumduymazlık içinde. Nereden gelip nereye gittiğini kimse düşünmüyor. Yarın ne olacağını bilen yok, ama bunu düşünen de yok.

Çok güzel demişsiniz.. Aslında müslümanlar olarak, Yaradana inananlar olarak o kadar temel bir noktada gaflete düşüyoruz ki.. Gündelik dünyevi meselelere o kadar kaptırıyoruz ki kendimizi, sanki hiç ölmeyecekmişizcesine.. Bir sınavdan geçmeyince sanki dünyanın sonu geliyor, ya da maaşına zam gelmeyince.. Derdi veren nasıl Rabbimse, çaresinin de onda olduğunu unutup, Yaradan'dan değil de yaradılandan medet umuyoruz.. Fakat biz yüzümüzü Rabbimize tam manasıyla dönebilmeyi bir başarabilsek (bu cümlemi önce tabii ki kendime söylemekteyim).. Şu forumda onca güzel paylaşım okudum şu zamana kadar, lakin bir tanesi var, bende yeri ayrıdır ve şu anlattıklarımı tam özetlemektedir...
[h=2]Bir sıkıntın olduğu zaman Rabb'ine dönüp “benim büyük bir sıkıntım var” deme.. Sıkıntına dönüp “benim büyük bir Rabb'im var” de..![/h]
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Sabahlara kadar namaz kılarak ayağı şişen Peygamberin, gözleri şişene kadar uyuyan ümmetiyiz...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
İslam aleminin modernite karşısında en temelde yitirdiği belki de özgüveniydi. Kendi temel kaynağına yabancılaşmış Müslüman düşünürün kurtuluşu Batılı düşünürde aradığında şahid oluyoruz. Kuran’la hisseden, Kuran’la akleden, Kuran’la yaşayan düşünür modeli yok gözlerimizin önünde. Bugün Kuran, ahkam ayetleri modern yaşama uyuyor mu uymuyor mu konusunun tartışılmasından öte bir anlam ifade etmiyor Müslüman düşünürün gözünde.
Foucaultyen söylemsel etiğe uymamak haram. Heidegger’e referans vermemek cehalet göstergesi. Bugünkü kokuşmuş modernlik bile Kuran’la değil de, Batılı filozofun kaygıları ekseninde yerle bir ediliyor, ah şu akıl tutulması... Sanki bu düşünürün meselesi, kaygısı Kurani bir değerler örgüsünde şekillenmiş gibi, hiç okunmamış Kuran, örneğin Wittgensteincı dil oyunları söylemiyle savunuluyor. Eğer bugün orta yaşlarındaki Müslüman entelektüel mesaisinin –Allah’ın payı olan- beşte birini Kelamullah’a adasaydı belki de Kuran’da buram buram fışkıran hayat çağa taptaze bir nefes sunacaktı. Fakat, ne yazık ki, kendi yaşam kaynağına en derininde güven duyan bir Müslüman düşünür bulamıyoruz bugün.
II.
Beklemek hakkımız mı böyle bir entelektüeli? Yani Kuran’ın ufku 12. yüzyılda kristalleşmiş bir dünya görüşüne hapsedilmişken, ve yeni yepyeni argümanlar ve tezler ‘sapkınlık’ olarak etiketlenirken, çağdaş Müslüman düşünürün Kuran’la yaşamasını Kuran’la düşünmesini beklemek hakkımız mı, bizzat biz Müslümanlar antik döneme ait bir billur kadehten vazgeçemezken? Ve çağın değerler sistemi Kuran düşünürünü temele, en temele inmeye zorlarken yıkılacak şeylerin bedelini ödemeye hazır mı Müslüman bilinç? Ve hakkı ararken, henüz yoldayken yanlışlar yapması mukadder düşünürün hep doğruyu bulmasını beklemek ve en ufak sapkınlıkta onu küfürle suçlamak hakkımız mı? Ve böyle bir tutum takınmak, belki de en başta ulaşmak istediğimiz noktayı ulaşılmaz kılmıyor mu? Bizzat bizim hataya tahammülsüzlüğümüz –ki bin yıllık bir şaraptan daha güzel bir geleneği yitirmekten korkuyoruz- yaşamamız gereken bu zorunlu süreci imkansız kılmıyor mu? Lütfen Müslüman düşünürün, vicdanının temizliğini zaten bildiğimiz müminin, sapıtmasına izin verelim, hem de sonuna kadar... Zira, vicdanı, aklı ve irfanı hür kaldığında, ya o ya da yetiştirdikleri, eninde sonunda hakka varacak. Eninde sonunda Kuran’ın 21. yüzyıla nüzulünün keyfiyetini kavrayacak. Öyleyse bir söz verelim: Diyelim ki: ‘Benim İslam’dan anladığım budur. Ama hakikat kökten farklı olabilir. Ve ben kendi –henüz- sorgulanmamış imanımı kökten değiştirmeye hazır olmasam da bunları tartışalım.’ Ve yine diyelim ki: ‘Selefe hak ettiği saygıyı sonuna kadar duymakla beraber, ve onların 21. yüzyıla söyleyeceklerini göz ardı etmemekle beraber, yepyeni bir bakış gerekebilir elbette.’ Ve yine diyelim ki: ‘Aslında Kuran sadece 7. asra değil, 21. asra da nüzul etti. Fakat ben henüz bu çağa nüzulün mantığını ve dilini kavramış değilim. O dile varırsam ve o mantığı yakalarsam, işte o zaman 21. asrın Kuran’la nasıl hayatlanabileceğini göreceğim.’

III.
Ne var ki, bugüne kadar, Kuran’ı çağa taşıma derdinde her akım, tam tersi bir sonuca götürdü bizi. Ahkam ayetleri tarihseldi. Kıssalar salt yapıntıydı, Nasrettin Hoca fıkraları gibi, kıssaya değil hisseye bakmalıydık. Doğadan bahseden ayetlerse besbelli 7. asrın mantığına hitap ediyordu. Amaç ahlaklı bir toplumdu, o kadar. İnsanın diyesi geliyor: aslında iki tanrı var, fakat anlaşmışlar insanlık ahlaklı olsun diye tevhid doktrinini göndermişler. Sanılıyor ki, Kuran’ın içeriği boşaltıldığında, Kuran’ın mantığı parça parça edilip 21. asır kafasına yamandığında herkes Müslüman olacak. Gülüp geçerler azizim, gülüp geçerler. Şöyle tahkir ederek bakar, sonra geçip giderler. Halbuki yapılması gereken çok basitti: Kitabını ilahiyatçılara havale etmemeliydin. Hepsi bu. Çağdaş düşünceye ayırdığın mesainin dörtte birini Kuran’a ayıracaktın hepsi bu. Kuran’ın bu çağa da nüzul ettiğine imanla –ki başta zorlanacaktın- vahyi didik didik edecektin, hepsi bu. Ama sen o samimi bağlılığı gösterince Allah kalbine ilhamını gönderecekti, hepsi bu.

Nerde?... Bir yaz tatilinde sular seller gibi öğrenilecek Kuran Arapçası’na dahi tenezzül etmiyoruz. Hal böyle olunca da Kuran kalbimize nüzul etmiyor.
IV.
İyi bir mealle de olsa Kuran’a muhatap olmayı, Allah’la konuşmaya başlamayı göze alabilmeliydin. İmam Şafii böyle diyor ama Kuran ne diyor? Kuran böyle derken zırcahil olmayan Kuran’ı da sular seller gibi bilen İmam Şafii neden böyle diyor? Ve İmam Şafii’nin dediği vahyin gereği mi, değilse bu çağda da geçerli mi, değilse bugün ne gerekli? Kuran’a muhatap olmayı göze alabilmeliydin, İmam Şafii’yi yitirmek pahasına... Şöyle diyeyim: Kuran’a muhatap olmayı göze alabilmeliydin, Kuran’a imanını yitirmek pahasına... Ve aynı Derrida’yı okuduğun ciddiyette okumalıydın Kuran’ı, anlamadığım bu ayetin muhakkak bir mantığı vardır diye. Ve sana gerekli olan ilham zaten hafakanlarına gelecekti. Karşılaştıracaktın mealleri ve artık meal kifayet etmeyecekti. Yavaş yavaş Kuran Arapçasına dalacaktın. Kelimeler öğrenecektin önce, Kuran’ın temel kavramlarını... Piyasada vardı böyle kitaplar nasıl olsa. Ve kelimeler arası ilişkiler dikkatini çekecekti, ve elbette kök anlamları. İki haftada sarfın temelleri bitecekti. Ve hamrın, aklı örttüğü için hamr, ve humurun o özel zineti örttüğü için humur olduğunu görecektin. Ve bazı bazı, ayetlerin içinde bulunduğu bağlamı yakalayacaktın. Ve sana önceleri mantıksız gelen ayetteki hükmün bu bağlamda nasıl da cuk oturduğunu hayretle seyredecektin. ‘O müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün’ ayeti metin içindeki bağlam yakalandığında adaletin ta kendisi olacaktı. Zira ana sözleşmeyi bozmamış dost müşrikler gözünün önünde canlanacaktı. Zahirle mecaz arasındaki oyun dikkatini çekecekti. ‘Kendi yurtlarında dizüstü çöktüler, hiç gani olmamış gibi’ derken sadece Hud kavminin bir sayhada gerçekleşen helakini değil, on dokuzuncu yüzyıl İslam coğrafyasının Avrupa’ya boyun eğişini de orada okuyacaktın. Bazen vahyin gerçekten nüzul ettiğini görecektin. Bazen de çağa ne kadar uzak olduğunu vehmedecekin. Ama direnecektin sonuna kadar. ‘Bu rabbimin kelamı!’ diye dayatacaktın. Kestirip atacaktın ve hafakanlar saracaktı soluksuz bırakarak. Her şeyi bırakacağın gün vahiy açacaktı sana kendini ve gülüp geçecektin, ne kolaymış diye. Kıssaların canlı olduğunu görecektin: Hud toplumu basbayağı militarist, Meydense elbette kapitalist. Ve Salih’in toplumu doğaya hükmeden toplum, baksana kontrol dışı doğal bir unsuru hemen iğdiş ediyorlar. Ve çağrışımlar, argümanlar birbirini kovalayacaktı. Ve bir şeyler yakalarken asla anlamı kendi yakaladıklarınla sınırlamayacaktın. Yeminlerin meallerdeki anlamlarının ne kadar sığ olduğunu ve kendi etimolojilerine bakıldığında ve yeminle yemin edilen söz arasındaki ilişkilere bakınca karşındaki edebi güzellik gözlerini kamaştıracaktı. İnsanın kendini kötülemesi (nefs-i levvame) elbette ki kıyamet gününün en büyük deliliydi. Hesap günü yoksa bendeki bu kendimi-levmetme nereden gelebilirdi ki? Ve Mürselat’taki yeminde arka arkaya vahyin ve elçilerin nitelendirilişi öyle bir canlanacaktı ki beyninde ‘Bu kadar olur! Diyecektin. Ahkam ayetlerini bütünlüğü içinde ve anlattıkları kadar anlatmadıkları ve ima ettikleri ve izin verdikleri içinde değerlendirdiğinde bu hükümlerin akl-ı selimin mecbur kıldığı hükümler olduğunu görecektin. Doğa ayetleriyse... Şöyle diyeyim: Bu bahsettiğim yolculuğu zaten yapmış Bediüzzaman, Kuran’ın doğa ayetlerinin bu çağa ne anlattığını gözler önüne yeterince sermedi mi?

V.
Yavaş yavaş yaşayan bir Kuran’a dönecektin. Hikmet dolu bir hitap olacaktın. Ve okumuş olduğun bütün bir çürümüş tefekkürat yığını nurlanacaktı beyninde Kuran’ın vahyiyle. Yapmadın, ama yapabilirsin. Cesaret etmedin, ama kaybedecek bir şeyin kalmadı. Zira, kalbin mümin olsa da, şu anda kafan tam olarak bir Modern asrın Batılı düşünürü gibi işliyor, daha fazlası değil. Sapıtmaktan korktun, ama sapıtmayı göze almadan korkunla yüzleşmeden kimseye yararın olmayacak. ‘Sonuçta korkudan arkanı dönüp geriye bakmadan kaçacak olsan bile Musa nasıl asasını serbest bıraktıysa, sen de aklını serbest bırakmalısın Allah’la konuşurken!’

‘Sapere aude!’ demişti Kant. Cüret et! Kuran’a muhatap olmaya cüret et! Aklını esir almış büyük düşünürleri Kuran’la buluşturmaya cüret et! Sadece mesainin beşte biri... Ganimetin beşte biri Allah’ındır. Allah’ın sana bahşettiği bu entelektüel birikiminin beşte birini Allah’a ayır. O zaman göreceksin: Üstat tanıdığın düşünceler senin şakıdığın şarkıya koşacak. Onlara hayat vereceksin. Şöyle diyeyim, Heidegger gibi: Otantik olacaksın! Onlar sende mana bulacak, sen onlarda değil. Zira Kuran’ın mantığında kendini bulacaksın. İşte ancak o zaman arzun yerine gelecek, gerçek bir entelektüel olacaksın: ‘ontolojik kanıt’ın sembolü İbrahim gibi... Toplumunu hakikat ve adalet kıstasıyla hayra çağıran bir entelektüel. İşte o zaman gerçekten değerin olacak fikirler pazarında. Yeter ki cüret et!

ALINTII
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ben böyle bakıp durmıyacaktım, dili bağlı,

İslâm´ı uyandırmak için haykıracaktım.

Gür hisli, gür îmanlı beyinler, coşar ancak,

Ben zâten uzun boylu düşünmekten uzaktım!

Haykır! Kime, lâkin? Hani sahipleri yurdun?

Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;

Feryâdımı artık boğarak, na´şını, tuttum,

Bin parça edip şi´rime gömdü...
m de bıraktım;

Seller gibi vâdiyi enînim saracakken,

Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.

Yoktur elemimden şu sağır kubbede biraz;

İnler "Safahât"ındaki hüsran bile sessiz!
(Mehmet Akif Ersoy)...Ölüm Yıldönümü Anısına.....
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
not: Sultan III. Murat Han bir sabah namazını kaçırmış.
Üzüntüsünden Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan'ı yazmış.

"Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dill-u dillerince(1) tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Semâvâtın kapuların açarlar.
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
Seherde kalkana hülle(2) biçerler.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
Yedi iklim(3) benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.(4)
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan"



Sultan III. Murat
III. Murat’ın babası, Kanunî Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim’dir.
Annesi ise Nur Banu Sultan’dır. 5 Cemaziyülevvel(5) 953 / 4 Temmuz 1546
tarihinde Manisa’nın Bozdağ Yaylağı’nda dünyaya gelen Şehzade Murat,
966 / 1558 tarihinde Akşehir Sancak Beyliği’ne, 1562 yılında ise Manisa
Sancak Beyliği’ne getirilmiştir.

Padişahlığına kadar Manisa Sancak Beyliği’nde sancakbeyi olarak görevini sürdüren
III. Murat, on ikinci padişah olarak 15 Aralık 1574’te cihanşümul Osmanlı payitahtına
çıkarak saltanatını ilân eder. (III.Murat Han, Pir Hasan Hüsameddin Uşşaki (ksa)'yı Padişah
olunca Uşak'tan İstanbul'a davet edip kendisine bir dergah açmıştır.) 21 sene tahtta kalan
III. Murat, 16 Ocak 1595'de 49 yaşında iken vefat etti. Ayasofya Camii hazîresine (mezarların
bulunduğu mekân) gömüldü. Keremi sonsuz, bâki olan Rabbimiz, Osmanlı tahtını nasip eylediği
bu güzide insana rahmet eylesin!…
Âmiyn!…

Şair sultanlardan olan III. Murat, Muradî mahlâsıyla şiirler yazmıştır.
Türkçe, Arapça ve Farsça divanları bulunmaktadır. III. Murat’ın 1001
(Hicrî) / 1593 (Milâdî) tarihinde yazdığı ve tasavvufî inceliklerle dolu
"Fütuhât-ı Siyâm" isminde mühim bir eseri ile Şemseddin Sivasî
tarafından şerhedilen "Esrarnâme" adında diğer bir eseri daha vardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda birçok hükümdar Divan şiiriyle uğraşmış
ve bu edebî ekolde nadide eserler meydana getirmiştir. Fatih Sultan
Mehmet’in Avnî, Yavuz Sultan Selim’in Şahî, Kanunî Sultan Süleyman’ın da
Muhibbî mahlâslarıyla Divan Edebiyatı’nın farklı aruz kalıplarında ve değişik
nazım şekillerinde şiirler vücuda getirdikleri bilinir.

III. Murat’ın hayatına ve edebî yönüne ilişkin kısa bilgiler verdik.
Şimdi asıl konumuza gelelim. Yukarıya aldığımız ve III. Murat Han’a
ait olan, “UYAN EY GÖZLERİM!...” başlıklı şiiri. Bu müstesna şiirinin
Türk tasavvuf musıkısi makamlarında muhtelif besteleri vardır.
Bu besteler tarihte olduğu gibi günümüzde de terennüm ediliyor.
Sizler de bu şiirin bestesini keyifle dinlemişsinizdir. Bu güftenin
bestesini ilk dinlediğimde sanki çarpıldım, ruhumun daraldığını,
acıdığını hissettim. İlk etapta kendinizi sözlere ve namelere kaptırıyorsunuz,
bu mısralarla ruh ikliminiz arasında bağlantı kuruyorsunuz…
Sonra sözleri çok manalı ve bir o kadar güzel olan bu şiirin kime ait
olduğunu araştırayım, dedim. Karşıma hayran olduğum bir medeniyetin
padişahı çıkmaz mı: III. Murat…

Arapça ve Farsça sözcüklerle yüklü olan o günkü Osmanlıca
Türkçesi’ni düşünürsek bu şiirin gayet sade bir dille yazıldığını
anlamamız zor olmaz. Günümüz Türkçesi’yle dahi çok kolay
anlaşılmaktadır. Şiirin sade bir dille yazılması onun kıymetsizliğine
işaret değildir. Bu şiir kolay ve sade göründüğü hâlde, bulunup
söylenmesi ve taklidi zor olan ‘sehl-i mümtenî’ bir tarzda kaleme alınmıştır.

Bir hitapla, “Uyan ey gözlerim gafletten uyan!...” şiirine başlayan
Sultan Şair, silkinerek kendine gelmek istiyor. Nefsiyle baş başadır.
Ahir ömrünü muhasebe edip tehlikenin kenarında olduğunu düşünüyor.
İlmi, kudreti her şeyi kuşatmış olan Allah (c.c.)’ı tesbih etmekte
yetersiz olduğu kanısına varıyor.

Uyan ey gözlerim gafletten uyan!...
Uyan uykusu çok gözlerim uyan…
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!...
Uyan uykusu çok gözlerim uyan…

Şair, ikinci kıtaya, seherlerde Rablerini tesbih eden kuşları mevzubahis
ederek giriyor. Bu kuşlar kendi dillerince bizlerin bilmediği bir lisanla Hâlık’larını,
Rezzak’larını zikretmektedirler. Nitekim şu âyet-i kerime Sultan Şair’imizin bildirdiği
gerçeği çok veciz ve fasih bir şekilde ifade ediyor: “Yedi gök, yer ve bunların
içinde bulunanlar Allah (c.c.)’ı tesbih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, onu hamd ederek
tesbih etmesin. Ancak, siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm’dir (hemen
cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.”(6) Bu kıtada kuşlarla birlikte
başka varlıkların da Rablerini tesbih ve tevhid ettikleri haber veriliyor: “Tevhid eyler
dağlar taşlar ağaçlar…” Kuşlar, dağlar, taşlar, ağaçlar birer parçadır.
Kast olunan bu cüzlerin de içerisinde bulunduğu canlı ve cansız varlık âlemdir.
Kuşkusuz göklerde ve yerde ne varsa O’nundur; O’nu tesbih etmiştir ve ediyordur.
Gece ve gündüz, gök gürültüsü, bölük bölük uçan kuşlar, melekler, dağlar vb. gibi…
Allah(c.c.)’a hamd ve korku ile boyun eğmiştir; yorulmadan ve büyüklenmeden noksan
sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlarla vasıflı bulunan Allah(c.c.)’ı tesbih ve tevhid etmektedirler.(7)
Hülâsa her şey, ama her şey Allah(c.c.)’ı yüce sıfatlarıyla birlikte tesbih, tevhid ve tenzih etmektedir.
Hakikat boyasıyla boyanmış Şair’imiz tekrar tekrar: “Uyan ey gözlerim gafletten
uyan!... / Uyan uykusu çok gözlerim uyan…” demek suretiyle bu kıta ve diğer kıtalarda
zatını ikaz edecektir.

Seherde uyanırlar cümle kuşlar...
Dill-u dillerince tesbihe başlar...
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar…
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!...
Uyan uykusu çok gözlerim uyan…

Üçüncü kıtada Allah(c.c.)’a ve Rasûlü’ne nasıl inanılması gerekiyorsa
öylece inanan Mü’minlere sema kapısının açılarak rahmet suyu
saçılacağını müjdeleyen Sultan Şair’imiz, seherlerde kalkmanın
önemine tekrar dikkatlerimizi çekmek istiyor:

“Seherde kalkana hülle biçerler.” Hülleden kast olunan,
bilindiği gibi Cennet elbisesidir. Evet, seher vakitleri İslâm
literatüründe kıymetlidir. Nitekim; “(Bunlar), ‘Rabbimiz,
biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından
koru!’ diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda
gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah(c.c.) yolunda harcayanlar
ve seherlerde ( Allah(c.c.)'tan) bağışlanma dileyenlerdir.”(8) buyrularak
seher vaktinde bağışlanma dilemek, öneminden dolayı âyet-i celîlede
zikrediliyor. Seher vaktinde yatmamak, sabah namazını kıldıktan sonra da
güneşi üzerine doğdurmamak, geçen bu süre zarfında ibadet-i taatla,
tevbe-i istiğfarla, tesbih, tenzih ve tehlille meşgul olmak âdâb-ı sünnettendir.
Ayrıca Sabah namazının sünneti ve farzı arasındaki vakitte de bu şekilde
hareket etmek sünnettir. Seher vaktinin bir uhrevîliği vardır. Kuşların zikir
armonisi, havadaki o büyüleyici koku, bedeninizi saran ve sarsan seher
vaktinin iklimi…

Son kıtalara geldiğimizde dünyanın faniliği; taç-u tahtın, saltanatın,
malın mülkün, servetin geçiciliği hakikatini hatırlamak isteyen Sultan
Şair’imiz Allah (c.c.)’a sığınıyor, Rabbinden bağışlanma istiyor, “Rasûl’ün
sancağı dibinde haşret.” demek suretiyle son arzusunu dillendiriyor.

Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!...
Uyan uykusu çok gözlerim uyan…



Dipnot ve Kaynakça:
1. Dill-u dil: Kendi dillerince.
2. Hülle: Cennet libası (elbise).
3. Yedi iklim: Farklı iklimlerin hüküm sürdüğü ülke toprakları.
4. Ref’ et: Lâğvet, kaldır, hükümsüz bırak.
5. Arabî aylardan beşincisi
6. el-İsrâ, 17/44.
7. Bkz. er-Ra’d, 13/13; el-Enbiyâ, 21/19-20; en-Nûr, 24/41; es-Sâd, 38/18-19.
8. Âl-i İmrân, 3/17.
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Selamün Aleyküm.
Ellerine sağlık.
okurken düşündüren...
bildiğimiz ama aklımıza gelmesini istemediğimiz
düşündürürken acıtan hatta istendiğinde kanatacak bir yazı.
Rabbimiz bizleri uyanık olanlardan eylesin amin.

selam ve dau ile
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Allah’ın mümin kulları için en önemli farz ibadeti İslam’ı tebliğ etmektir. Kişi namaz kılabilir, oruç tutabilir, zekat verebilir, arkadaş ortamlarında Allah’ı anabilir, Kuran okuyabilir… Ancak diğer insanların da Allah’ı tanıması, sevmesi, O’ndan sakınarak yaşaması için çaba sarfetmiyorsa ve İslam’a karşı olan felsefe ve akımlarla mücadele etmiyorsa, en büyük farz ibadeti olan tebliği yerine getirmemiş olur.
Müminler için tüm ayetler, istisnasız yerine getirilmesi gereken kesin emirlerdir. En büyük farz olan tebliğ ibadetinin nasıl yapılacağı konusundaki yöntemler de, Kuran’daki kıssalarda açıkça anlatılmıştır. Ancak burada tebliğ yöntemlerinden değil, Kuran’a göre tebliğ ibadetinin önemi ve önceliği konusundan bahsetmek istiyorum.
Peygamberlerin hayatına baktığımızda, ırk, dil, din, cinsiyet ayırmaksızın herkese tebliğ yaptıklarını görürüz. Bir kısım insan kitap ehline, dinsizlere ya da kadınlara tebliğ yapılmaz der. Ancak savundukları bu konu, dinleri konusunda kendi gevşekliklerine bir kılıf uydurmaktan başka birşey değildir. Çünkü tüm peygamberler İslam’ı yaymak için kitap ehline de, firavun gibi azılı bir ateiste de, Sebe Melikesi Belkıs gibi bir bayana da tebliğ yapmışlardır.
Allah Nur Suresi 55. ayette, İslam’ı dünyaya hakim edeceğini müjdelemiştir. Şu ana kadar İslam tüm dünyaya hakim olmadığına göre, içinde olduğumuz ahir zamanda bu müjde gerçekleşecek demektir. (Allah en doğrusunu bilir) Herkes evinde oturup sadece namaz kılar, yılda bir ay oruç tutar, arada da fakir doyurup geri kalan zamanını tv karşısında, hafta sonları piknikte, yazın tatilde…. geçirirse bu, kişinin kendi nefsine yaptığı büyük bir zulüm olur.
Ortalama 60-70 yıl süren yaşamımızın yarısının uykuda, büyük bir kısmının da yıkanmak, tuvalete gitmek, yemek yemek gibi eksikliklerimizi gidermek için geçtiğini düşünürsek, geriye Allah’ı razı edebileceğimiz 4-5 yıl gibi kısa bir zaman kaldığını görürüz. Bu 4-5 yıllık süreyi de içinde hiç Allah rızası barındırmayan, sadece nefsi tatmin etmeye yönelik keyfi eylemlerle geçiriyorsa insan, kendini güzel iş yapmakta sanırken, yapıp ettiklerinin de boşa gittiğini farkedemeyebilir.
“Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.” (Kehf Suresi, 104)
Allah’a inandığını söyleyen pek çok insana rastlarız hergün. Ancak inandığı Rab’binin dininden ve Kitabı olan Kuran’dan habersizdir çoğu. Hapisaneler Allah’a inanıyorum diyen hırsızlar, katiller, tecavüzcülerle doludur. Bu kişilerin çoğu yüzeysel bir bakışla dine bakarlar. Dilleri Allah’ın varlığına inandığını söylerken kalpleri bunu tasdik etmez. Allah’ın büyüklüğünü, gücünü, ölüm ve ahireti kavrayamadıkları ve üzerinde düşünmedikleri için kolaylıkla kötülüklere bulaşabilirler.
Çevremizde bulunan bu kişilerin işlediği her suçtan bir anlamda bizlerde sorumlu oluruz. En büyük ibadet olan tebliği yerine getirmiş olsak, Allah’ın büyüklüğünün kavranmasına vesile olacak olan iman hakikatlerini, Kuran mucizlerini gece gündüz her ortamda anlatsak, insanları güzel ahlaka teşvik etsek elbette artan bu vahşet haberleri de zamanla yok olup gidecektir.
Kuran’ın geneline baktığınızda aynı konuların çok kere tekrar edildiğini görürsünüz. İslam’ı tebliğde tekrar ve telkin çok önemlidir. Bir konu farklı şekillerde defalarca anlatılabilir. İnsanların şuuru şeytani sistemin telkinleri ile o kadar kapanmıştır ki; bu kirliliğin açılması zaman alabilir. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ mantığı şeytanın telkinlerinden biridir. Bu zihniyette olan insan evinde çoluğu cocuğu ile rahatsa, ticari işleri de yolunda ise, rahatını kaçıracak konulara girmek istemez. Mesela İslam’ı gece gündüz tebliğ etmesi, ihtiyacından arta kalan malının tümünü Allah’ın dinini yaymak için kullanması, Rab’binin nimetini durmaksızın anlatması gerektiği emredilen ayetler hatırlatıldığında nedense duymazdan gelir. Çünkü bu ayetleri yerine getirecek olursa, nefsinin isteklerine engel olması gerekecek, bu da ona zor gelecektir.
Ama aynı kişiler, evde pijama mücahitliği yaparken, İslam’ı gece gündüz tebliğ eden, hayatını Allah’a adamış, bu uğrurda nefsinin tüm istek ve tutkularını arkada bırakmış, maddi manevi tüm imkanları ile küfre karşı dünya çapında mücadele veren insanlara dil uzatmayı da en büyük ibadet sayarlar. Hapisaneler dolup taşmış, ‘İslam ülkeleri küfrün zulmüne uğruyormuş, medya şeytanın elinde oyuncak olmuş’ umurlarında bile olmaz. Böyle müşrik ve münafık karakterlerinin de ifşa edilmesi ve Kuran’la bu kişilere karşı mücadele verilmesi, onların da Kuran’a davet edilmesi çok acil ve önemli bir konudur. Çünkü iman etmemiş insanların çoğu Kuran ahlakından uzak, hurafeleri din diye yaşayan ve kendisini dindar zanneden yobaz güruhun yaşadığını İslam zannederek dinden uzaklaşmışlardır.
İslam’ın kolaylık dini olduğu, sevgi ve barışı esas aldığı, temizliği, kaliteyi, görgü, bilgi ve bilimi emrettiği her ortamda anlatılmalı ve gösterilmelidir. İnsanları terslemek yerine sözün en güzel olanı ile hitap edilmelidir. Ayette Rab’bimizin bildirdiği üzere tebliğ yapılan kişiye nefsine yönelik güzel ve etkileyici sözler söylenmelidir. Tebliğ yapan kişi ayaklı Kuran gibi olmalıdır. Her tavrı, eylemi veya sözü ile güzel ahlakı insanlara tebliğ etmelidir. Bunu üç kişi yapar, derken beş olur, derken on… Bir de bakarsınız ki Kuran ahlakı tüm dünyaya yayılmış.
Sizlerin bu şerefli ibadeti yapmak için engeliniz nedir? Unutmayın, engel olarak sunacağınız herşey, şeytanın dosdoğru yolunuza kurduğu tuzaklardan başka birşey değil. İster şeytanın eğri yolunu tercih edersiniz, isterseniz de Allah’ın dosdoğru yolunu. Ama bilin ki bir orda iki burda olmaz. Ecir fırsatlarının bol olduğu bu muhteşem dönemde ister üçlü koltuğunuzda uzanıp dizileri izlerken uyuyun, ister İslam’ı tebliğ edip uyanın ve uyandırın. Tercih sizin. Ahirette uyandığınızda çok geç olabilir. İnşaAllah…
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt