Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,591
- Tepki puanı
- 957
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Serveti çoğaltanlar helâk oldu
Bir Müslümanın zarûrî ihtiyâçlarını karşılamak ve fakîrlere yardım etmek için, çalışıp, helâl kazanması iyidir, sevaptır. Peygamberlerden Süleymân aleyhisselâm ve Eshâb-ı kirâmdan, hazret-i Osmân ve Abdurrahmân bin Avf hazretleri, mâl ve mülk sâhibi idiler. Bu servetleri, sahâbîlik derecelerinin azalmasına sebep olmadı. Resûlullah efendimiz fakîrliğin sıkıntısına katlanabildiği için, fakîrliği tercih etti.
Fakîrlik, ibâdet yapmayı güçleştirirse, ibâdete kuvvet veren zenginlik efdal olur. Böyle, şükreden zenginlere dil uzatmak, Hadîd sûresinin 25. âyetinden gâfil olmayı gösterir. Bu âyet-i kerîmede meâlen; (
ü teâlâ, bu üstünlüğü dilediğine ihsân eder) buyurulmaktadır.
Bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler, kâfirlere, fâsıklara muhtâç olmamak, Müslümânlara hizmet etmek, İslâm ilimlerini yaymak ve bunları yapanlara yardım etmek için lâzım olan parayı, mâlı kazanmanın çok sevâp olduğunu göstermektedir.
MAL, MÜMİNİN YARDIMCISIDIR
Mal müminin yardımcısıdır. Bu sebeple çalışmalı, helâl yoldan kazanmalıdır. Başkalarına muhtâç olan, dînini kaybedebilir. Dîni verip de yememek için, alın teri ile yemelidir.
Bir Müslümân, her aldığını, helâl mi, harâm mı düşünmeli, harâm ise almamalıdır. Aldığı şeyde hakkı olanlara vermeyi, muhtaçlara yardım etmeyi düşünmelidir. İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir. İnsanların kötüsü, insanlara kötülük edendir. İnsan, kazandığına kanâat etmeli,
ü teâlânın taksîmine râzı olmalıdır. (Kanâat eden doyar) buyuruldu. Kanâat, çalışmayıp tesâdüfen önüne çıkanı kullanmak, başka bir şey aramamak demek değildir. Kanâat, alın teri karşılığı kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek demektir. Başkasının dahâ çok kazandığını görünce, onu kıskanmamak, onun gibi çok çalışmak demektir. Kanâat, ihtiyâcından fazla kalan kazancını bir yere yığmayıp, İslâmiyetin emrettiği hayırlı yerlere vermek, fakîrlere, kimsesizlere, hastalara, yardım etmek demektir.
İslâm dîni çalışmayı, ilerlemeyi emretmekte, kazanıp fakîrlere yardım edenlere Cenneti müjdelemektedir. Kanâat, bir hırkaya râzı olup tembel oturmak değildir. Çünkü İslâmiyet, iktisâdî refâhı sağlayan yolları göstermektedir. Buna kavuşmak için, çalışmayı istemektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların hayırlısı, en üstünü, insanlara dahâ faydalı olanlarıdır.)
(En hayırlınız, insanları çok doyuranınızdır.)
(Sizin en hayırlınız, başkasından beklemeyip, çalışan, kazananınızdır.)
ü teâlâ, beş şeyi, beş şey içine koymuştur. Bu beş şeyi alan, içindekine kavuşur: İzzeti, şerefi, ibâdete; zilleti, sefâleti, günâha; ilmi, hikmeti, çok yememeye; heybeti, itibârı, gece namâz kılmaya; zenginliği, kimseye muhtâç olmamayı da, kanâate tâbi kılmıştır. Hadîs-i şerîfte; (İnsanın yediklerinin en hayırlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yediğidir.
ü teâlânın Peygamberi Dâvud aleyhisselâm elinin emeği ile kazanıp yerdi) buyuruluyor...
ÇÖPLÜKTE BİR KIZCAĞIZ!..
Abdullah bin Mübârek hazretleri, hacca giderken bir çöplüğün yanından geçerler. Orada yerde ölmüş bir kuşu alan bir kızcağız görürler. Kızcağıza, ölmüş olan o kuşu almasının sebebini sorarlar. O da;
-Efendim, evde benden başka bir kardeşim daha var. Yoksuluz, bir şeyimiz yok. Üç gündür açız. Biz zengindik, babamızın malı vardı. Zulüm ve haksızlıkla malını alıp öldürdüler. Gördüğünüz gibi muhtaç hâle düştük der.
Bu hale gözleri yaşaran Abdullah bin Mübârek hazretleri, yanındaki bin altından kırkını memlekete dönmek için ayırır ve kalanının o kızcağızın âilesine verilmesini emrederek;
-Geri dönüyoruz, bu seneki haccımız bu olsun buyururlar.
Netice olarak, Kur’ân-ı kerîmde, fakîrlere, muhtaçlara yardım etmekten çeşitli âyet-i kerîmelerde tekrar tekrar bahsedilmiştir. Bunun için helâlden kazanarak, insanlara yardım etmek, Müslümânlar arasında âdet olmuş, mühîm bir vazîfe hâline gelmiştir. İslâmiyet, fakîrlere, kimsesizlere, misâfirlere ve hangi dinden olursa olsun, yabancılara yardım etmeyi emreden tek dindir. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi:
(Serveti çoğaltanlar helâk oldu. Ancak
ü teâlânın fakir kullarına verip, bu servet ile hayırlı amel işleyenler müstesna. Ne yazık ki bu gibiler de azdır.)
Bir Müslümanın zarûrî ihtiyâçlarını karşılamak ve fakîrlere yardım etmek için, çalışıp, helâl kazanması iyidir, sevaptır. Peygamberlerden Süleymân aleyhisselâm ve Eshâb-ı kirâmdan, hazret-i Osmân ve Abdurrahmân bin Avf hazretleri, mâl ve mülk sâhibi idiler. Bu servetleri, sahâbîlik derecelerinin azalmasına sebep olmadı. Resûlullah efendimiz fakîrliğin sıkıntısına katlanabildiği için, fakîrliği tercih etti.
Fakîrlik, ibâdet yapmayı güçleştirirse, ibâdete kuvvet veren zenginlik efdal olur. Böyle, şükreden zenginlere dil uzatmak, Hadîd sûresinin 25. âyetinden gâfil olmayı gösterir. Bu âyet-i kerîmede meâlen; (
Bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler, kâfirlere, fâsıklara muhtâç olmamak, Müslümânlara hizmet etmek, İslâm ilimlerini yaymak ve bunları yapanlara yardım etmek için lâzım olan parayı, mâlı kazanmanın çok sevâp olduğunu göstermektedir.
MAL, MÜMİNİN YARDIMCISIDIR
Mal müminin yardımcısıdır. Bu sebeple çalışmalı, helâl yoldan kazanmalıdır. Başkalarına muhtâç olan, dînini kaybedebilir. Dîni verip de yememek için, alın teri ile yemelidir.
Bir Müslümân, her aldığını, helâl mi, harâm mı düşünmeli, harâm ise almamalıdır. Aldığı şeyde hakkı olanlara vermeyi, muhtaçlara yardım etmeyi düşünmelidir. İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir. İnsanların kötüsü, insanlara kötülük edendir. İnsan, kazandığına kanâat etmeli,
İslâm dîni çalışmayı, ilerlemeyi emretmekte, kazanıp fakîrlere yardım edenlere Cenneti müjdelemektedir. Kanâat, bir hırkaya râzı olup tembel oturmak değildir. Çünkü İslâmiyet, iktisâdî refâhı sağlayan yolları göstermektedir. Buna kavuşmak için, çalışmayı istemektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların hayırlısı, en üstünü, insanlara dahâ faydalı olanlarıdır.)
(En hayırlınız, insanları çok doyuranınızdır.)
(Sizin en hayırlınız, başkasından beklemeyip, çalışan, kazananınızdır.)
ÇÖPLÜKTE BİR KIZCAĞIZ!..
Abdullah bin Mübârek hazretleri, hacca giderken bir çöplüğün yanından geçerler. Orada yerde ölmüş bir kuşu alan bir kızcağız görürler. Kızcağıza, ölmüş olan o kuşu almasının sebebini sorarlar. O da;
-Efendim, evde benden başka bir kardeşim daha var. Yoksuluz, bir şeyimiz yok. Üç gündür açız. Biz zengindik, babamızın malı vardı. Zulüm ve haksızlıkla malını alıp öldürdüler. Gördüğünüz gibi muhtaç hâle düştük der.
Bu hale gözleri yaşaran Abdullah bin Mübârek hazretleri, yanındaki bin altından kırkını memlekete dönmek için ayırır ve kalanının o kızcağızın âilesine verilmesini emrederek;
-Geri dönüyoruz, bu seneki haccımız bu olsun buyururlar.
Netice olarak, Kur’ân-ı kerîmde, fakîrlere, muhtaçlara yardım etmekten çeşitli âyet-i kerîmelerde tekrar tekrar bahsedilmiştir. Bunun için helâlden kazanarak, insanlara yardım etmek, Müslümânlar arasında âdet olmuş, mühîm bir vazîfe hâline gelmiştir. İslâmiyet, fakîrlere, kimsesizlere, misâfirlere ve hangi dinden olursa olsun, yabancılara yardım etmeyi emreden tek dindir. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi:
(Serveti çoğaltanlar helâk oldu. Ancak