HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
Şeriat, Hilafet İçin Belirli Bir Şahıs Tayin Etmedi -4-
Dördüncü nâsa gelince;
Bu, kardeşleştirme hadisleridir. Cümleleri ve lafızlarının sadece gözden geçirilip okunması, onlarla bu hususta delil getirmeyi düşürür. Zira onlarda geçen nâslar şunlardır: أنت أخي ووارثي “Sen benim kardeşim ve varisimsin.”, أخي وابن عمي “Kardeşim ve amcamın oğlu…”, أخي وأبو ولدي “Kardeşim ve çocuğumun babası…” ومني والي “Benden ve bana dönen…”, أخي ووزيري تقضي ديني وتنجز موعدي تبرىء ذمتي “Sen kardeşimsin, borcumu ödeyen, vaadimi yerine getiren, gönlümü ferahlatan vezirimsin.”, علي أخو رسول الله “Ali, Rasulullah’ın kardeşidir.”
Bu lafızların ve cümlelerin hiç birinden, uzaktan yakından Hilafete atama hususunu çıkartmak mümkün değildir. Çünkü bunlar, iki kişi arasındaki özel hususları ifade etmekten öteye gitmezler. Onlardan birisi diğerine, kardeşi olduğunu vurgulayarak yakınlığının şiddetini ifade ediyor. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Ali’nin kendisine yakınlığının şiddetini; onun kendisinin kardeşi, yardımcısı ve borçlarını ödeyen olduğunu vurgulayarak ifade ediyor. Bunda ise, herhangi bir genel husus, Hilafet ve yönetimle ilgili bir alaka yoktur. Ali’yi Rasul’ün gerçekten kardeşi ya da oğlu olduğunu varsaysak bile, bu; onun Rasul’den sonra halife olacağı anlamına delâlet etmez. Zira Rasul’ün Ali’ye; sen benim kardeşimsin, oğlumsun, vezirimsin ya da v.b. sözlerinin yönetimle bir alakası yoktur. Bu sözlerde Hilafete atamaya dair uzaktan yakından, hem lügate göre hem Şer’iata göre herhangi bir şekilde bir delâlet yoktur. Şu halde bu hadisler, Rasul’ün Ali’yi kendisinden sonra Hilafete atadığına dair bir hüccet olmaya uygun değildirler. Buna göre bu hususta bunlarla delil getirmek de düşer.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in kendisinden sonra Ali’yi halife bıraktığına dair açık bir nâssın geçmiş olduğu üçüncü kısma gelince; bu iki hadistir.
- Onlardan birisi; El-Gadir hadisi rivayetlerinden bir rivayettir.
- İkincisi ise; El-Dâr hadisi olarak isimlendirilen hadistir.
El-Gadir kitabının sahibi, ilk başlangıcında ona ait bir rivayet zikretti. O rivayette وصيي وخليفتني “benim vasim ve halifem” kelimesini zikretmedi. Taberi’ye isnad ettiği bir başka rivayet zikretti. Onda وصيي وخلفتي “vasim ve halifem” lafzı açıkça geçmektedir. Nitekim o –yani Şeyh Abdulhuseyn Ahmed El-Emini El-Necefi, “El-Gadir fi kitâb-il Aziz’de El-Gadir olayı” başlıklı kitabının sahibi, kitabında şunu demektedir: “Hafız Ebu Cafer Muhammed b. Cerirî Taberî, ölüm yılı hicri 310, ‘El-Velâyetü fi turuki hadisi El-Gadir’ isimli kitapta kendi isnadıyla Zeyd b. Erkam’dan şöyle dediğini tahriç ediyor:
“Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem veda haccı dönüşünde Gadir Humm denilen yere vardı. Vakit kuşluk vakti idi ve şiddetli bir sıcak vardı. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem, oradaki çok dallı ağaçların olduğu yere gidilmesini emretti. Orası süpürülüp temizlendi. Namaz çağırıcısı cemaatin toplanmasını duyurdu. Bunun üzerine biz bir araya toplandık. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem kapsamlı anlaşılır bir hutbe okudu. Sonra şöyle dedi: “Allah bana şu ayeti indirdi: يَاأَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّك ... . ‘Ey Rasul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan risaletini tebliğ etmiş sayılmazsın. Allah seni insanlardan korur.’[1] Cibril, Rab’bimden bana; bu toplantı yerinde kalkıp siyahı beyazı herkese, Ali b. Ebu Talib’in kardeşim, vasim, halifem ve benden sonra imam olduğunu bildirmemi emretti.”
Bu, Gadir Humm hadisi rivayetlerinden birisidir. Bu rivayet, dirayet bakımından red olunur. Onun nâssında vasiyet, halife bırakma ve Rasulden sonra imam olma hususunda geçenler birkaç açıdan batıldır ve aslı yoktur:
- Bu ayet, Veda Haccında inmedi. Hudeybiye Antlaşmasının yapıldığı sene, Fetih suresinden sonra nazil oldu. Zira bu ayet Maide suresindendir. Maide suresi, Fetih suresinden sonra indirildi. Fetih suresi ise, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Hudeybiye Antlaşmasından dönerken indirildi. Mushaf’a bir bakışla kişi basitçe ve açıkça ayetin iniş vaktinin Fetihten sonra olduğunu görür. Buna göre ayet, Veda Haccından dört sene önce indirilmiş olur ki bu durumda, bütün rivayetlerine rağmen Gadir Humm hadisi ile alakası yoktur. Çünkü Gadir Humm hadisinin bütün rivayetleri bu hadisin Veda Haccında hâsıl olduğunu söylerler. Bu tek başına hadisin red edilmesine ve onda vasilik ve halife tayin etmek hususunda iddia edenlerin batıllığının kesinliğine yeterlidir.
- Ayetin manası, mantuku ve mefhumu bakımından gayet açıktır. O da; Rasul’ün Rabbisinden kendisine indirileni tebliğ etmekle emrolunmasıdır. Ona Rab’bisinden indirilen ise İslâm risaletidir. Bunu belirleyen ve kastedilen tek mana kılan, aynı ayetin şu bölümüdür: “Eğer onu yapmazsan, O’nun risaletini tebliğ etmiş olmazsın.” Yani, ‘sana indirileni tebliğ etmezsen, O’nun risaletini tebliğ etmiş olmazsın’ demektir. Bu Allah’u Teâlâ’nın şu; ما أنزل إليك “sana indirilen” sözü ile kast olunanın, başka bir şey değil Allah’ın risaleti olduğunu belirleyen bir nâstır. Ayrıca, بلغ “tebliğ et” kelimesi Kur'an’da nerede geçerse, ondan kast olunan ancak Allah’ın risaletinin tebliğidir. Kur’an’da bu manadan başkası kesinlikle geçmemiştir.
Zira Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:
يُبَلِّغُونَ رِسَالاتِ اللَّهِ “Allah’ın risaletlerini tebliğ ederler.”[2] أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاتِ رَبِّي “Size Rabbimin risaletlerini tebliğ ediyorum.”[3] وَأُبَلِّغُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ “Size kendisi ile gönderildiğim hususu tebliğ ediyorum.”[4] لِيَعْلَمَ أَنْ قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالاتِ رَبِّهِمْ “Ta ki o, rablerinin risaletlerini tebliğ ettiklerini ortaya çıkarsın.”[5] أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبِّي “Ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim.”[6] أَبْلَغْتُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ “Ben size benimle gönderileni tebliğ ettim.”[7]
Aynı şekilde ما أنزل إليك “sana indirilen” kelimesinden Kur'an’da geçtiği her yerde kastedilen Şer’iattır. Bu kelime de Kur'an’da bu mananın dışında kesinlikle geçmemiştir.
Allah’u Teâlâ, şöyle dedi:
وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ “Sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler.”[8] نُؤْمِنُ بِمَا أُنزِلَ عَلَيْنَ “Bize indirilene iman ediyoruz.”[9] آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ “Biz, bize ve İbrahime.... indirilene iman ettik.”[10] آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ “Rasul, Rabbisinden kendisine indirilene iman etti.”[11] قُلْ آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنْزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ “De ki: Allah’a iman ettik. Bize indirilene, İbrahime.... indirilene iman ettik.”[12] وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِمْ “Muhakkak ki Ehli Kitap’tan öyleleri vardır ki, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene .... iman ederler.”[13]
هَلْ تَنقِمُونَ مِنَّا إِلا أَنْ آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلُ “Sizin bizi ayıplamanızın Allah’a, bize indirilene, daha önce indirilenlere iman etmemizden başka bir sebebi var mı?”[14] وَلَوْ أَنَّهُمْ أَقَامُوا التَّوْرَاةَ وَالإنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ “Ve eğer onlar Tevratı, İncili ve rablerinden kendilerine indirileni gereği gibi uygulasalardı...”[15] حَتَّى تُقِيمُوا التَّوْرَاةَ وَالإنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا “... siz Tevratı, İncili ve Rabbinizden size indirileni gereği gibi uygulamadıkça bir şey üzere değilsiniz. And olsun ki Rabbinden sana indirilen onlardan çoğunun küfür ve tuğyanını elbette arttıracaktır.”[16] وَإِذَا سَمِعُوا مَا أُنزِلَ إِلَى الرَّسُولِ تَرَى أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنْ الدَّمْعِ “Rasüle indirileni işittiklerinde, hakkı bildiklerinden gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.”[17]
İşte Kur'an’daki bütün ayetler böyledir. بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ “Rabbinden indirileni tebliğ et...”[18] Ayetinden önceki ayette de مَا أُنزِلَ “indirilen” kelimesi bir tek mana ile zikredilmiştir, o da Şer’iattır. Hatta bu ayetten sonraki ayette (Maide: 68’de) aynı lafız; مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ “Sana Rabbinden indirilen” lafzı vardır. Bütün bunlar; بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “Sana indirileni tebliğ et” sözünde geçen; مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” kelimesinin manasının İslâm Şer’iatı olduğunu belirlemektedir. Bu, بَلِّغْ “tebliğ et” ve مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” kelimelerini Kur'an ayetlerinin tamamında inceleyen kimse için gayet açıktır.
- مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” sözündeki مَا أُنزِلَ “indirildi” kelimesi, meçhul için bina olmuş mazi bir fiildir (yani pasif mazi fiil). Bu demektir ki; bununla kast olunan, Allah Subhenehû ve Teala’dan kendisine daha önce indirileni yani daha önce vahyin getirdiğini ve Rasule indirileni tebliğ etmesidir. Buna göre Allah’u Teâlâ Rasule, daha önce kendisine indirileni insanlara tebliğ etmesini emretmektedir. Böyle mana; o ayetin inişinden önce indirilmiş bir şeyin tebliği olmaktadır, ayetin inişiyle hâsıl olan belirli bir emrin tebliği değil. Ayetin hakkında inip Rasul’ün tebliğ etmekle emredildiği, Rasul’ün de onu vasilik ve istihlaf/yerine halife bırakmak olarak tefsir ettiği bir emrin tebliği değildir. Bundan dolayı bu hadisi o ayetin nüzul sebebi için şerh olarak almak sonucu çıkmaz. Çünkü hadis, ayetin nüzul sebebi olmakta, ayet ise hadisin zikrettiği olay hakkında inmiş olmaktadır. Böylece ayet bir şey hakkında o şeyin meydana geldiği vakitte inmektedir. Bu ayet ise, ayetin inmesinden önce meydana gelmiş bir şeyin tebliği hakkında olduğu gayet açıktır. Bundan dolayı o hadis bu ayet için nüzul sebebi olmaya uygun değildir.
- مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” sözündeki مَا “mâ” kelimesi ismi mevsüldür ya da maksadı belirsiz isimdir. Bu kelime, “ona indirilenin” bir tek emir ve bir tek hüküm olduğunu belirtmeye uygun düştüğü gibi, çeşitli emirler ve birçok hüküm olduğunu belirtmeye de uygun düşmektedir. Yani ayetin manasının; ‘sana indirilen hükmü tebliğ et’ şeklinde olmasına uygun olduğu gibi ‘emir ve hükümlerden sana indirilenlerin hepsini tebliğ et’ şeklinde olması da uygun düşmektedir. Bunlardan birisini belirleyen ise karinedir. Ayetin, dakik inceleme yapmaksızın mücerred okunmasından açığa çıkıyor ki; فما بلغت رسالته “risaletini tebliğ etmiş olmazsın” sözündeki رسالته “risaleti” kelimesi ما “mâ” kelimesinin manasının, ‘sana indirilenlerin hepsi’ yani Allah’ın risaleti demek olduğunu belirlemektedir. Bu, ayette geçen ما “mâ” kelimesinin manasının ‘sana indirilen hüküm’ olmasını kesin olarak nefyetmektedir. Ayrıca, رسالته “risaleti” kelimesinin olması, مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” kelimesinin manasının ‘Allah’ın risaleti’ olduğunu açıklamaktadır.
- Ayetin sonunda Allah’u Teâlâ’nın şu; إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ “Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”[19] Sözü, Allah’tan Resüle bir sakinleştirme ve risaletini tebliğ esnasında kendisine isabet edecek eziyetten bir güvencedir. Bu sakinleştirme, belirli bir hükmü tebliğden dolayı kendisine isabet edecek bir eziyetten dolayı olmaz. O ancak, risaletin tamamını kâfirlere tebliğinden dolayı, -özellikle risaletin tebliği yanında şavaş da olduğunda– kendisine isabet edecek eziyetten dolayı sakinleştirmektedir. Böylece ayetin sonunun manası, ‘cihad vasıtası ile bu risaleti tebliğde seni insanların eziyetinden Allah korur’ olmaktadır. Çünkü bu ayet indirildiği sıralarda risaletin tebliğ yolu cihad/kılıçla savaş idi. Kastedilenin; ‘seni Hilafeti kendisine verdiğin için Ali’ye hased edenlerden korur, yani onların sözlerine göre Ali’yi Ebu Bekir’den, Ömer’den, Osman’dan v.b.’den korur’ şeklinde olması mümkün değildir. Çünkü ayetteki “korumak” insanlardan korumadır. Mü’minlerden koruma değil. “İnsanlardan” lafzıyla burada kast olunanın kâfirler olduğunu ayetin sonundaki Allah’ın şu sözü belirtmektedir: إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ “Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”[20]
Buna binaen; Allah’ın Rasule kendisine indirileni tebliğde kâfirlerin ezasından koruması hususundaki vaadi, ayetteki tebliğden kast olunanın İslâm risaletini tebliğ olduğunu belirlemektedir.
Şöyle denilebilir: ‘Rasul, bu ayet indirilemeden önce, risaleti daha önceden tebliğ etti. Şu halde; بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirileni tebliğ et” sözünün manası, o tebliğde kaim iken, risaleti tebliğ et, şeklinde olmaz.’
Buna cevap şöyledir: Tebliğ ile ilgili bu emir şu iki husustan birisi dışına çıkmaz:
- Ya Rasul, tebliğ etmeyerek risaleti ketmeder/gizler,
- Ya da risaletin henüz kendilerine tebliğ edilmediği birtakım insanlar vardır. Onlara tebliğ edilmemesi, risaletin âleme tebliğ edilmemesi sayılır.
1. Bu hususun yani kendisine indirilen belirli bir hükmü tebliğ etmeyerek ketmetmesi mümkün değildir. Risaletin ancak kendisi ile tamamlandığı bir hükmün tebliğ edilmemesi de mümkün değildir. Çünkü bir tek hükmün gizlenmesi Rasul’ün nübüvvetini ve risaletini risaletinin tamamını gizlemesi gibi yaralar, lekeler. O halde belirli bir hükmün gizlenmesi imkânsızdır. Çünkü ayette deniliyor ki; فما بلعت رسالته “risaletini tebliğ etmiş olmaksızın.” Ayet tebliği nefyetmekte/yok saymaktadır. Bu ise, belirli bir hükmü değil risaleti tebliğ etmedi demektir. Ayrıca, bir tek hükmün tebliği risalet için tebliğ sayılmaktadır. Rasul, ilk günden itibaren, hükümleri inişine göre kaynak olarak tebliğ ediyordu. Her hükmü tebliğ etmesini, tebliğ sayıyordu. Bunun için mananın; “belirli bir hükmü tebliğ etmedi” şeklinde olması mümkün değildir. Bilakis, cümleye verilen mana; “risaleti tebliğ etmemek” olmaktadır.
2. Rasul’ün tebliğ etmemesi mümkün olmadığına göre ve bu ayetin indirilişinden önce tebliğ ediyor olması sabit olduğuna göre, ayetin indirilişinin manası, risaletin henüz kendilerine tebliğ edilmemiş olduğu birtakım insanların varlığı olmaktadır. Onlara tebliğin yapılmaması, risaletin âleme tebliğ edilmemesi sayılmaktadır. Risalet tebliğ, âleme tebliğ olmadıkça, tebliğ sayılmamaktadır. Onun için Allah Rasule, tebliğ sayılması için, risaleti kendilerine tebliğ edilmemiş insanlara tebliğ etmeyi yani âleme tebliğ etmeyi ve bu tebliğin cihad yoluyla olmasını emretmiştir. Ayetin Rasule Hudeybiye Antlaşmasından sonra inmiş olması bunu teyit etmektedir. Bu tarihe kadar, davetin neşri için kendisi ile savaştığı baş düşman Kureyş idi. Onların anlaşması ile cihadda tebliğin konumu belki anlaşılır. Zira Allah Rasule tebliğinin, bu evrensel risaletin tebliği sayılması için, risaletin âleme tebliği olasıya kadar, kendilerine tebliğ edilmeyen Arap, Rum, Kıbtî ve diğer insanlara cihad yoluyla tebliğde devam etmesini emretmiştir. Bu ise bilfiil hâsıl olan husustur. Zira bu ayetin indirilmesinden sonra, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem Hayber’de yahudilerle savaştı, Mute savaşına hazırlandı. Rum ile savaşmak için büyük bir ordu içinde Tebük’e gitti. Mekke’yi fethetti. Fars, Kıbti, Rum ve diğer krallara; بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “Sana indirileni tebliğ et.”, فما بلعت رسالته “Risaletini tebliğ etmiş olmazsın.”, والله يعصمك من الناس “Allah seni insanlardan korur.”, إن الله لا يهدي القوم الكافرين “Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” sözlerinin manasını açığa çıkaran mektuplar yazdı.
Kenzül-Ummâl’ın rivayet ettiği ve Nehçül-Belâga’nın şerh ettiği El-Dâr hadisine gelince: Onda geçen husus şöyle özetlenir: وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الأقْرَبِينَ “Yakın akrabanı uyar.”[21] Ayeti indirilince, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem Ali’yi çağırdı ve onu yemek hazırlayıp Abdulmuttalip oğullarını davet etmekle sorumlu kıldı. Ali emredilen hususları yerine getirdi. Topluluk yeyip içtikten sonra Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem onların önünde durup onlara şöyle hitap etti: “Ey Abdulmuttalipoğulları, Vallahi ben, Araplar içinde kavmine benim getirdiğimden daha faziletli bir şey getiren bir gencin var olduğunu bilmiyorum. Muhakkak ki ben, dünya ve ahiretin hayrını getirdim. Allah bana, sizi kendisine davet etmemi emretti. Hanginiz, içinizde benim kardeşim, vasim ve halifem olması karşılığında bu işte bana yardımcı olur?” Ali hariç topluluk bu davetten çekindi. Ali yaş bakımından onların en genç erkeği idi. O şöyle cevap verdi: ‘Ben, ey Allah’ın Rasulü, sana yardımcı olurum.’ Fakat Nebi, sözünü tekrarladı, topluluk halen çekingen davranıyordu. Ali ise, yardım etmeyi kabul ettiğini ilan ediyordu. O zaman Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem Ali’nin boynundan tutup orada hazır olanlara şöyle dedi: “Bu, içinizde benim kardeşim, vâsim ve halifemdir. Onu dinleyin ve itaat edin.” Topluluk, Nebi ve daveti ile alay ediyorlardı. Nitekim Nebi’nin evinden çıkarken Ebu Talib’e şöyle diyorlardı: ‘O, sana oğlunu dinleyip itaat etmeni emretti.’Kendisiyle delil getirenlerin rivayet ettiklerine göre El-Dâr hadisinin özeti işte budur.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الأقْرَبِينَ “Yakın akrabanı uyar.”[22] Ayetinin indirildiği günkü olayı Buhari, yemek hazırlanmasını rivayet etmeksizin, Rasul Safâ’ya çıktı şeklinde rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel Müsned’inde iki hadis rivayet etmiştir. Hadisin birisi, bu ayetin indirildiği gün olduğu zikredilmeksizin yemek verilmesi hakkındadır. Diğeri ise, ayetin indirildiği gün yemek verildiğinin zikredildiği hadistir. Önce bu nâsları ortaya koyup sonra onlarda geçen hususu açıklayacağız:
Buhari, İbn Abbâs RadıyAllah’u Anh’dan şöyle dediğini rivayet etti: “وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الأقْرَبِينَ “Yakın akrabanı uyar.”[23] Ayeti indirilince, Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem Safâ tepesine çıktı. Şöyle çağırmaya başladı: “Kureyş’in ana kabileleri oldukları için toplanasıya kadar, Ey Fahroğulları, Ey Adyoğulları…” diye çağırmaya başladı. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem onlardan bazılarını dışarı çıkaramadığında ne olduğuna bakması için bir elçi gönderiyordu. Ebu Leheb ve Kureyş gelince, onlara şöyle dedi: أَرَأَيْتَكُمْ لَوْ أَخْبَرْتُكُمْ أَنَّ خَيْلاً بِالْوَادِي تُرِيدُ أَنْ تُغِيرَ عَلَيْكُمْ أَكُنْتُمْ مُصَدِّقِيَّ قَالُوا نَعَمْ مَا جَرَّبْنَا عَلَيْكَ إِلا صِدْقًا قَالَ فَإِنِّي نَذِيرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ “Size, şu vadide saldırmak isteyen bir atlı olduğunu haber versem ne yaparsınız? Beni tasdik eder misiniz?” Onlar; ‘Evet, senden ancak doğruluk gördük.’ dediler. O da şöyle dedi: فإني نذير لكم بين يدي عذاب شديد “Muhakkak ben, sizi şiddetli bir azaba karşı uyarıyorum.” Bunun üzerine Ebu Leheb; ‘Günün arta kalanında kahrolasın! Bunun için mi bizi topladın?’ dedi. Bunu üzerine şu ayetler indirildi: تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ “Ebu Leheb’in elleri kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları onu kurtaramadı.”[24]
Dördüncü nâsa gelince;
Bu, kardeşleştirme hadisleridir. Cümleleri ve lafızlarının sadece gözden geçirilip okunması, onlarla bu hususta delil getirmeyi düşürür. Zira onlarda geçen nâslar şunlardır: أنت أخي ووارثي “Sen benim kardeşim ve varisimsin.”, أخي وابن عمي “Kardeşim ve amcamın oğlu…”, أخي وأبو ولدي “Kardeşim ve çocuğumun babası…” ومني والي “Benden ve bana dönen…”, أخي ووزيري تقضي ديني وتنجز موعدي تبرىء ذمتي “Sen kardeşimsin, borcumu ödeyen, vaadimi yerine getiren, gönlümü ferahlatan vezirimsin.”, علي أخو رسول الله “Ali, Rasulullah’ın kardeşidir.”
Bu lafızların ve cümlelerin hiç birinden, uzaktan yakından Hilafete atama hususunu çıkartmak mümkün değildir. Çünkü bunlar, iki kişi arasındaki özel hususları ifade etmekten öteye gitmezler. Onlardan birisi diğerine, kardeşi olduğunu vurgulayarak yakınlığının şiddetini ifade ediyor. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Ali’nin kendisine yakınlığının şiddetini; onun kendisinin kardeşi, yardımcısı ve borçlarını ödeyen olduğunu vurgulayarak ifade ediyor. Bunda ise, herhangi bir genel husus, Hilafet ve yönetimle ilgili bir alaka yoktur. Ali’yi Rasul’ün gerçekten kardeşi ya da oğlu olduğunu varsaysak bile, bu; onun Rasul’den sonra halife olacağı anlamına delâlet etmez. Zira Rasul’ün Ali’ye; sen benim kardeşimsin, oğlumsun, vezirimsin ya da v.b. sözlerinin yönetimle bir alakası yoktur. Bu sözlerde Hilafete atamaya dair uzaktan yakından, hem lügate göre hem Şer’iata göre herhangi bir şekilde bir delâlet yoktur. Şu halde bu hadisler, Rasul’ün Ali’yi kendisinden sonra Hilafete atadığına dair bir hüccet olmaya uygun değildirler. Buna göre bu hususta bunlarla delil getirmek de düşer.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in kendisinden sonra Ali’yi halife bıraktığına dair açık bir nâssın geçmiş olduğu üçüncü kısma gelince; bu iki hadistir.
- Onlardan birisi; El-Gadir hadisi rivayetlerinden bir rivayettir.
- İkincisi ise; El-Dâr hadisi olarak isimlendirilen hadistir.
El-Gadir kitabının sahibi, ilk başlangıcında ona ait bir rivayet zikretti. O rivayette وصيي وخليفتني “benim vasim ve halifem” kelimesini zikretmedi. Taberi’ye isnad ettiği bir başka rivayet zikretti. Onda وصيي وخلفتي “vasim ve halifem” lafzı açıkça geçmektedir. Nitekim o –yani Şeyh Abdulhuseyn Ahmed El-Emini El-Necefi, “El-Gadir fi kitâb-il Aziz’de El-Gadir olayı” başlıklı kitabının sahibi, kitabında şunu demektedir: “Hafız Ebu Cafer Muhammed b. Cerirî Taberî, ölüm yılı hicri 310, ‘El-Velâyetü fi turuki hadisi El-Gadir’ isimli kitapta kendi isnadıyla Zeyd b. Erkam’dan şöyle dediğini tahriç ediyor:
“Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem veda haccı dönüşünde Gadir Humm denilen yere vardı. Vakit kuşluk vakti idi ve şiddetli bir sıcak vardı. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem, oradaki çok dallı ağaçların olduğu yere gidilmesini emretti. Orası süpürülüp temizlendi. Namaz çağırıcısı cemaatin toplanmasını duyurdu. Bunun üzerine biz bir araya toplandık. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem kapsamlı anlaşılır bir hutbe okudu. Sonra şöyle dedi: “Allah bana şu ayeti indirdi: يَاأَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّك ... . ‘Ey Rasul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan risaletini tebliğ etmiş sayılmazsın. Allah seni insanlardan korur.’[1] Cibril, Rab’bimden bana; bu toplantı yerinde kalkıp siyahı beyazı herkese, Ali b. Ebu Talib’in kardeşim, vasim, halifem ve benden sonra imam olduğunu bildirmemi emretti.”
Bu, Gadir Humm hadisi rivayetlerinden birisidir. Bu rivayet, dirayet bakımından red olunur. Onun nâssında vasiyet, halife bırakma ve Rasulden sonra imam olma hususunda geçenler birkaç açıdan batıldır ve aslı yoktur:
- Bu ayet, Veda Haccında inmedi. Hudeybiye Antlaşmasının yapıldığı sene, Fetih suresinden sonra nazil oldu. Zira bu ayet Maide suresindendir. Maide suresi, Fetih suresinden sonra indirildi. Fetih suresi ise, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Hudeybiye Antlaşmasından dönerken indirildi. Mushaf’a bir bakışla kişi basitçe ve açıkça ayetin iniş vaktinin Fetihten sonra olduğunu görür. Buna göre ayet, Veda Haccından dört sene önce indirilmiş olur ki bu durumda, bütün rivayetlerine rağmen Gadir Humm hadisi ile alakası yoktur. Çünkü Gadir Humm hadisinin bütün rivayetleri bu hadisin Veda Haccında hâsıl olduğunu söylerler. Bu tek başına hadisin red edilmesine ve onda vasilik ve halife tayin etmek hususunda iddia edenlerin batıllığının kesinliğine yeterlidir.
- Ayetin manası, mantuku ve mefhumu bakımından gayet açıktır. O da; Rasul’ün Rabbisinden kendisine indirileni tebliğ etmekle emrolunmasıdır. Ona Rab’bisinden indirilen ise İslâm risaletidir. Bunu belirleyen ve kastedilen tek mana kılan, aynı ayetin şu bölümüdür: “Eğer onu yapmazsan, O’nun risaletini tebliğ etmiş olmazsın.” Yani, ‘sana indirileni tebliğ etmezsen, O’nun risaletini tebliğ etmiş olmazsın’ demektir. Bu Allah’u Teâlâ’nın şu; ما أنزل إليك “sana indirilen” sözü ile kast olunanın, başka bir şey değil Allah’ın risaleti olduğunu belirleyen bir nâstır. Ayrıca, بلغ “tebliğ et” kelimesi Kur'an’da nerede geçerse, ondan kast olunan ancak Allah’ın risaletinin tebliğidir. Kur’an’da bu manadan başkası kesinlikle geçmemiştir.
Zira Allah’u Teâlâ şöyle demiştir:
يُبَلِّغُونَ رِسَالاتِ اللَّهِ “Allah’ın risaletlerini tebliğ ederler.”[2] أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاتِ رَبِّي “Size Rabbimin risaletlerini tebliğ ediyorum.”[3] وَأُبَلِّغُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ “Size kendisi ile gönderildiğim hususu tebliğ ediyorum.”[4] لِيَعْلَمَ أَنْ قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالاتِ رَبِّهِمْ “Ta ki o, rablerinin risaletlerini tebliğ ettiklerini ortaya çıkarsın.”[5] أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبِّي “Ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim.”[6] أَبْلَغْتُكُمْ مَا أُرْسِلْتُ بِهِ “Ben size benimle gönderileni tebliğ ettim.”[7]
Aynı şekilde ما أنزل إليك “sana indirilen” kelimesinden Kur'an’da geçtiği her yerde kastedilen Şer’iattır. Bu kelime de Kur'an’da bu mananın dışında kesinlikle geçmemiştir.
Allah’u Teâlâ, şöyle dedi:
وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ “Sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler.”[8] نُؤْمِنُ بِمَا أُنزِلَ عَلَيْنَ “Bize indirilene iman ediyoruz.”[9] آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ “Biz, bize ve İbrahime.... indirilene iman ettik.”[10] آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ “Rasul, Rabbisinden kendisine indirilene iman etti.”[11] قُلْ آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنْزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ “De ki: Allah’a iman ettik. Bize indirilene, İbrahime.... indirilene iman ettik.”[12] وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِمْ “Muhakkak ki Ehli Kitap’tan öyleleri vardır ki, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene .... iman ederler.”[13]
هَلْ تَنقِمُونَ مِنَّا إِلا أَنْ آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلُ “Sizin bizi ayıplamanızın Allah’a, bize indirilene, daha önce indirilenlere iman etmemizden başka bir sebebi var mı?”[14] وَلَوْ أَنَّهُمْ أَقَامُوا التَّوْرَاةَ وَالإنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ “Ve eğer onlar Tevratı, İncili ve rablerinden kendilerine indirileni gereği gibi uygulasalardı...”[15] حَتَّى تُقِيمُوا التَّوْرَاةَ وَالإنجِيلَ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا “... siz Tevratı, İncili ve Rabbinizden size indirileni gereği gibi uygulamadıkça bir şey üzere değilsiniz. And olsun ki Rabbinden sana indirilen onlardan çoğunun küfür ve tuğyanını elbette arttıracaktır.”[16] وَإِذَا سَمِعُوا مَا أُنزِلَ إِلَى الرَّسُولِ تَرَى أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنْ الدَّمْعِ “Rasüle indirileni işittiklerinde, hakkı bildiklerinden gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün.”[17]
İşte Kur'an’daki bütün ayetler böyledir. بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ “Rabbinden indirileni tebliğ et...”[18] Ayetinden önceki ayette de مَا أُنزِلَ “indirilen” kelimesi bir tek mana ile zikredilmiştir, o da Şer’iattır. Hatta bu ayetten sonraki ayette (Maide: 68’de) aynı lafız; مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ “Sana Rabbinden indirilen” lafzı vardır. Bütün bunlar; بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “Sana indirileni tebliğ et” sözünde geçen; مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” kelimesinin manasının İslâm Şer’iatı olduğunu belirlemektedir. Bu, بَلِّغْ “tebliğ et” ve مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” kelimelerini Kur'an ayetlerinin tamamında inceleyen kimse için gayet açıktır.
- مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” sözündeki مَا أُنزِلَ “indirildi” kelimesi, meçhul için bina olmuş mazi bir fiildir (yani pasif mazi fiil). Bu demektir ki; bununla kast olunan, Allah Subhenehû ve Teala’dan kendisine daha önce indirileni yani daha önce vahyin getirdiğini ve Rasule indirileni tebliğ etmesidir. Buna göre Allah’u Teâlâ Rasule, daha önce kendisine indirileni insanlara tebliğ etmesini emretmektedir. Böyle mana; o ayetin inişinden önce indirilmiş bir şeyin tebliği olmaktadır, ayetin inişiyle hâsıl olan belirli bir emrin tebliği değil. Ayetin hakkında inip Rasul’ün tebliğ etmekle emredildiği, Rasul’ün de onu vasilik ve istihlaf/yerine halife bırakmak olarak tefsir ettiği bir emrin tebliği değildir. Bundan dolayı bu hadisi o ayetin nüzul sebebi için şerh olarak almak sonucu çıkmaz. Çünkü hadis, ayetin nüzul sebebi olmakta, ayet ise hadisin zikrettiği olay hakkında inmiş olmaktadır. Böylece ayet bir şey hakkında o şeyin meydana geldiği vakitte inmektedir. Bu ayet ise, ayetin inmesinden önce meydana gelmiş bir şeyin tebliği hakkında olduğu gayet açıktır. Bundan dolayı o hadis bu ayet için nüzul sebebi olmaya uygun değildir.
- مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” sözündeki مَا “mâ” kelimesi ismi mevsüldür ya da maksadı belirsiz isimdir. Bu kelime, “ona indirilenin” bir tek emir ve bir tek hüküm olduğunu belirtmeye uygun düştüğü gibi, çeşitli emirler ve birçok hüküm olduğunu belirtmeye de uygun düşmektedir. Yani ayetin manasının; ‘sana indirilen hükmü tebliğ et’ şeklinde olmasına uygun olduğu gibi ‘emir ve hükümlerden sana indirilenlerin hepsini tebliğ et’ şeklinde olması da uygun düşmektedir. Bunlardan birisini belirleyen ise karinedir. Ayetin, dakik inceleme yapmaksızın mücerred okunmasından açığa çıkıyor ki; فما بلغت رسالته “risaletini tebliğ etmiş olmazsın” sözündeki رسالته “risaleti” kelimesi ما “mâ” kelimesinin manasının, ‘sana indirilenlerin hepsi’ yani Allah’ın risaleti demek olduğunu belirlemektedir. Bu, ayette geçen ما “mâ” kelimesinin manasının ‘sana indirilen hüküm’ olmasını kesin olarak nefyetmektedir. Ayrıca, رسالته “risaleti” kelimesinin olması, مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirilen” kelimesinin manasının ‘Allah’ın risaleti’ olduğunu açıklamaktadır.
- Ayetin sonunda Allah’u Teâlâ’nın şu; إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ “Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”[19] Sözü, Allah’tan Resüle bir sakinleştirme ve risaletini tebliğ esnasında kendisine isabet edecek eziyetten bir güvencedir. Bu sakinleştirme, belirli bir hükmü tebliğden dolayı kendisine isabet edecek bir eziyetten dolayı olmaz. O ancak, risaletin tamamını kâfirlere tebliğinden dolayı, -özellikle risaletin tebliği yanında şavaş da olduğunda– kendisine isabet edecek eziyetten dolayı sakinleştirmektedir. Böylece ayetin sonunun manası, ‘cihad vasıtası ile bu risaleti tebliğde seni insanların eziyetinden Allah korur’ olmaktadır. Çünkü bu ayet indirildiği sıralarda risaletin tebliğ yolu cihad/kılıçla savaş idi. Kastedilenin; ‘seni Hilafeti kendisine verdiğin için Ali’ye hased edenlerden korur, yani onların sözlerine göre Ali’yi Ebu Bekir’den, Ömer’den, Osman’dan v.b.’den korur’ şeklinde olması mümkün değildir. Çünkü ayetteki “korumak” insanlardan korumadır. Mü’minlerden koruma değil. “İnsanlardan” lafzıyla burada kast olunanın kâfirler olduğunu ayetin sonundaki Allah’ın şu sözü belirtmektedir: إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ “Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”[20]
Buna binaen; Allah’ın Rasule kendisine indirileni tebliğde kâfirlerin ezasından koruması hususundaki vaadi, ayetteki tebliğden kast olunanın İslâm risaletini tebliğ olduğunu belirlemektedir.
Şöyle denilebilir: ‘Rasul, bu ayet indirilemeden önce, risaleti daha önceden tebliğ etti. Şu halde; بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “sana indirileni tebliğ et” sözünün manası, o tebliğde kaim iken, risaleti tebliğ et, şeklinde olmaz.’
Buna cevap şöyledir: Tebliğ ile ilgili bu emir şu iki husustan birisi dışına çıkmaz:
- Ya Rasul, tebliğ etmeyerek risaleti ketmeder/gizler,
- Ya da risaletin henüz kendilerine tebliğ edilmediği birtakım insanlar vardır. Onlara tebliğ edilmemesi, risaletin âleme tebliğ edilmemesi sayılır.
1. Bu hususun yani kendisine indirilen belirli bir hükmü tebliğ etmeyerek ketmetmesi mümkün değildir. Risaletin ancak kendisi ile tamamlandığı bir hükmün tebliğ edilmemesi de mümkün değildir. Çünkü bir tek hükmün gizlenmesi Rasul’ün nübüvvetini ve risaletini risaletinin tamamını gizlemesi gibi yaralar, lekeler. O halde belirli bir hükmün gizlenmesi imkânsızdır. Çünkü ayette deniliyor ki; فما بلعت رسالته “risaletini tebliğ etmiş olmaksızın.” Ayet tebliği nefyetmekte/yok saymaktadır. Bu ise, belirli bir hükmü değil risaleti tebliğ etmedi demektir. Ayrıca, bir tek hükmün tebliği risalet için tebliğ sayılmaktadır. Rasul, ilk günden itibaren, hükümleri inişine göre kaynak olarak tebliğ ediyordu. Her hükmü tebliğ etmesini, tebliğ sayıyordu. Bunun için mananın; “belirli bir hükmü tebliğ etmedi” şeklinde olması mümkün değildir. Bilakis, cümleye verilen mana; “risaleti tebliğ etmemek” olmaktadır.
2. Rasul’ün tebliğ etmemesi mümkün olmadığına göre ve bu ayetin indirilişinden önce tebliğ ediyor olması sabit olduğuna göre, ayetin indirilişinin manası, risaletin henüz kendilerine tebliğ edilmemiş olduğu birtakım insanların varlığı olmaktadır. Onlara tebliğin yapılmaması, risaletin âleme tebliğ edilmemesi sayılmaktadır. Risalet tebliğ, âleme tebliğ olmadıkça, tebliğ sayılmamaktadır. Onun için Allah Rasule, tebliğ sayılması için, risaleti kendilerine tebliğ edilmemiş insanlara tebliğ etmeyi yani âleme tebliğ etmeyi ve bu tebliğin cihad yoluyla olmasını emretmiştir. Ayetin Rasule Hudeybiye Antlaşmasından sonra inmiş olması bunu teyit etmektedir. Bu tarihe kadar, davetin neşri için kendisi ile savaştığı baş düşman Kureyş idi. Onların anlaşması ile cihadda tebliğin konumu belki anlaşılır. Zira Allah Rasule tebliğinin, bu evrensel risaletin tebliği sayılması için, risaletin âleme tebliği olasıya kadar, kendilerine tebliğ edilmeyen Arap, Rum, Kıbtî ve diğer insanlara cihad yoluyla tebliğde devam etmesini emretmiştir. Bu ise bilfiil hâsıl olan husustur. Zira bu ayetin indirilmesinden sonra, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem Hayber’de yahudilerle savaştı, Mute savaşına hazırlandı. Rum ile savaşmak için büyük bir ordu içinde Tebük’e gitti. Mekke’yi fethetti. Fars, Kıbti, Rum ve diğer krallara; بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ “Sana indirileni tebliğ et.”, فما بلعت رسالته “Risaletini tebliğ etmiş olmazsın.”, والله يعصمك من الناس “Allah seni insanlardan korur.”, إن الله لا يهدي القوم الكافرين “Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” sözlerinin manasını açığa çıkaran mektuplar yazdı.
Kenzül-Ummâl’ın rivayet ettiği ve Nehçül-Belâga’nın şerh ettiği El-Dâr hadisine gelince: Onda geçen husus şöyle özetlenir: وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الأقْرَبِينَ “Yakın akrabanı uyar.”[21] Ayeti indirilince, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem Ali’yi çağırdı ve onu yemek hazırlayıp Abdulmuttalip oğullarını davet etmekle sorumlu kıldı. Ali emredilen hususları yerine getirdi. Topluluk yeyip içtikten sonra Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem onların önünde durup onlara şöyle hitap etti: “Ey Abdulmuttalipoğulları, Vallahi ben, Araplar içinde kavmine benim getirdiğimden daha faziletli bir şey getiren bir gencin var olduğunu bilmiyorum. Muhakkak ki ben, dünya ve ahiretin hayrını getirdim. Allah bana, sizi kendisine davet etmemi emretti. Hanginiz, içinizde benim kardeşim, vasim ve halifem olması karşılığında bu işte bana yardımcı olur?” Ali hariç topluluk bu davetten çekindi. Ali yaş bakımından onların en genç erkeği idi. O şöyle cevap verdi: ‘Ben, ey Allah’ın Rasulü, sana yardımcı olurum.’ Fakat Nebi, sözünü tekrarladı, topluluk halen çekingen davranıyordu. Ali ise, yardım etmeyi kabul ettiğini ilan ediyordu. O zaman Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem Ali’nin boynundan tutup orada hazır olanlara şöyle dedi: “Bu, içinizde benim kardeşim, vâsim ve halifemdir. Onu dinleyin ve itaat edin.” Topluluk, Nebi ve daveti ile alay ediyorlardı. Nitekim Nebi’nin evinden çıkarken Ebu Talib’e şöyle diyorlardı: ‘O, sana oğlunu dinleyip itaat etmeni emretti.’Kendisiyle delil getirenlerin rivayet ettiklerine göre El-Dâr hadisinin özeti işte budur.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الأقْرَبِينَ “Yakın akrabanı uyar.”[22] Ayetinin indirildiği günkü olayı Buhari, yemek hazırlanmasını rivayet etmeksizin, Rasul Safâ’ya çıktı şeklinde rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel Müsned’inde iki hadis rivayet etmiştir. Hadisin birisi, bu ayetin indirildiği gün olduğu zikredilmeksizin yemek verilmesi hakkındadır. Diğeri ise, ayetin indirildiği gün yemek verildiğinin zikredildiği hadistir. Önce bu nâsları ortaya koyup sonra onlarda geçen hususu açıklayacağız:
Buhari, İbn Abbâs RadıyAllah’u Anh’dan şöyle dediğini rivayet etti: “وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الأقْرَبِينَ “Yakın akrabanı uyar.”[23] Ayeti indirilince, Nebi SallAllah’u Aleyhi Vesellem Safâ tepesine çıktı. Şöyle çağırmaya başladı: “Kureyş’in ana kabileleri oldukları için toplanasıya kadar, Ey Fahroğulları, Ey Adyoğulları…” diye çağırmaya başladı. Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem onlardan bazılarını dışarı çıkaramadığında ne olduğuna bakması için bir elçi gönderiyordu. Ebu Leheb ve Kureyş gelince, onlara şöyle dedi: أَرَأَيْتَكُمْ لَوْ أَخْبَرْتُكُمْ أَنَّ خَيْلاً بِالْوَادِي تُرِيدُ أَنْ تُغِيرَ عَلَيْكُمْ أَكُنْتُمْ مُصَدِّقِيَّ قَالُوا نَعَمْ مَا جَرَّبْنَا عَلَيْكَ إِلا صِدْقًا قَالَ فَإِنِّي نَذِيرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ “Size, şu vadide saldırmak isteyen bir atlı olduğunu haber versem ne yaparsınız? Beni tasdik eder misiniz?” Onlar; ‘Evet, senden ancak doğruluk gördük.’ dediler. O da şöyle dedi: فإني نذير لكم بين يدي عذاب شديد “Muhakkak ben, sizi şiddetli bir azaba karşı uyarıyorum.” Bunun üzerine Ebu Leheb; ‘Günün arta kalanında kahrolasın! Bunun için mi bizi topladın?’ dedi. Bunu üzerine şu ayetler indirildi: تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ “Ebu Leheb’in elleri kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları onu kurtaramadı.”[24]