Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şeriat, Hilafet İçin Belirli Bir Şahıs Tayin Etmedi -3- (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Şeriat, Hilafet İçin Belirli Bir Şahıs Tayin Etmedi -3-
Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in; أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى غَيْرَ “Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda olmandan razı değil misin?”[1] Sözü olan bu hadis hakkında geçen diğer rivayetlerin bir kısmı, Buhari ve Müslim’in Amir, İbrahim ve Saad’dan rivayet ettikleri hadislerindeki rivayetleri gibi sahih rivayettirler, bir kısmı da sahih değildirler. Fakat bunların hepsi de aynı nâssı getirmektedirler. Bu da demektir ki; hadis Tebük’de ve Tebük’den başka yerde söylenmiştir denilebilir. Buna cevap şudur: Sahih rivayetler, kıssanın bir cüzünün rivayetidir. Yani kıssadan kopuk olarak sadece Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in sözüdür. Bu demek değildir ki; onlar, Tebük hadisesinden hadiselerdir. Zira raviler ve hadisçiler çoğunlukla bir hadisten bir cüzü ya da bir kıssadan bir cüzü rivayet ederler. Şahidin mahallinin/konumunun rivayeti ile yetinirler. Ayrıca, hadisin sadece Tebük olayında değil de hem Tebük de hem de Tebük’ten başka yerlerde söylenmiş olduğunu varsaysak bile, bu demektir ki; Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Efendimiz Ali RadıyAllah’u Anh Tebük’te ve Tebük’ten başka yerlerde sefere çıktığında daima ehli içinde kendi yerine bıraktı. Bu, Ali’yi, Rasul’ün vefatından sonra Hilafete atandığına delâlet etmez. Hadisin, lafızlarının şerhinde ve manasının şerhinde delâlet ettiği bütün husus şudur: “Seni; Harun’un Musa’nın yokluğu esnada yerine halefi olması gibi, yokluğumda ve her yokluğumda ehlim içinde yerime bırakıyor olmamdan razı değil misin? Ancak Harun bir nebi idi, sen ise nebi değilsin. Çünkü benim nübüvvetimden sonra nebi yoktur.”

Zira Müslim’in Âmir b. Saad’dan o da babasından rivayetinde şu geçmektedir: أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى غَيْرَ أَنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي “Benim yanımda, Harun’un Musa’nın yanındaki konumunda olmandan razı değil misin? Ancak benden sonra nübüvvet yoktur.”[2] Yani, nübüvvetimden sonra demektir. Bu, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in, Ali’nin kendisine göre konumunu, Harun’un Musa’ya göre konumuna teşbih/benzetme yapmasıdır. Yani yerine halef bırakmakta benzetmedir, başka değil. Rasulullah’ın yokluğu sürecinde halef bırakmaktır, başka değil. Hadisin tamamının belirttiği gibi Rasul’ün ehli içinde yerine halef bırakmasıdır. Bir tek hadisin geçtiği rivayet yerleri çoğalsa da onu manası dışına çıkarmaz, onun dışındakinin başka bir manasını ona ait kılmaz. Zira Tebük’te Rasul’ün, yerine adam bırakması ancak ehli içindir, başkası değil. Bu hakkında şüphe olmayan bir tespittir. Hadisin Tebük’ten başka yerlerde geçtiğine dair rivayetlerin hepsi de Tebük’te söylenen nâssın lafzı ve manası ile aynısını nakletmektedir, Tebük hadisesi esnasında zikredilen “ehli” dışında “halef bırakma” hususunda bir başka kayd zikredilmemektedir. Bilakis kesinlikle herhangi bir kayd zikredilmemektedir. Onun için mana, Tebük rivayetinde geçene hamledilir/atfedilir. Zira Tebük rivayeti “ehli” ile kayıtlıdır, diğer rivayetler ise “yerine adam bırakma” hususunda herhangi bir kayıt olmaksızın mutlaktırlar. Şu halde mutlak mukayyede hamledilir.

‘Diğer rivayetler geneldir’ denilmez. Zira hadisin lafızları genellik lafızları değildir. Çünkü ister أما ترضى “...razı değilmisin?” diye başlayan rivayet olsun, ister أنت “sen...” diye başlayan rivayet olsun v.b. rivayetlerin hepsinin nâssı Harun’un Musa’nın yanındaki konumuyla ilgilidir. Şu halde bu söz, belirli bir konuma hastır ki, o da Harun’un Musa’nın yanındaki konumudur, genel bir konum değildir. Ancak Harun’un Musa yanındaki konumu, bazı rivayetlerde mutlak olarak geçmiştir, bir kayıtla kayıtlanmamıştır. Bu konum, rivayetlerin birisinde geçen “ehli” kaydı ile kayıtlanır. Zira mutlak mukayyede hamledilir. Buna göre o rivayetlerin tümü “ehli” ile kayıdlanır.

Musa’nın şu sözünde Allah Subhenehû ve Teala’tan talep ettiği diğer hususlara gelince:

وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29) هَارُونَ أَخِي (30) اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31) وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي “Bana ailemden bir yardımcı ver. Kardeşim Harun’u. Onunla sırtımı pekiştir, onu işimde/görevimde ortak et.”[3]

Bu ayette, Harun’un Musa yanındaki konumu ve yerine adam bırakma hususuna yer yoktur. Zira bu ayet, Musa’nın Allah’tan kardeşini kendisine yardımcı kılmasını, ona da nübüvvet vermesini dilediği duadır. Çünkü Musa’nın Allah Subhenehû ve Teala’dan Harun’un kendisine ortak kılmasını talep ettiği işi, nübüvvet ve risalettir. Harun’un ortak olması ancak bu işte olur yönetimde değil. Zira Musa bir yönetici olmadı, o sadece bir nebi idi. Ayrıca Musa’nın talebi, kendisine bir yardımcı ve işinde kendisinde bir ortak verilmesidir, kendisi için bir halef/yerini alacak bir kimse atanması değildir. Üstelik bu hususlar, Harun’un Musa yanındaki konumunu açıklayıcı değiller, hâlbuki Harun’un Musa’nın yanındaki konumunu açıklayan, Musa’nın yokluğu esnasında kavmi içinde yerini alması için Harun’u ataması hususudur. Buna göre, Harun’un Musa’nın yanındaki konumu, yokluğunda kavmi içinde yerini almasıdır. Buna binaen Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in; بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى “Harun’un Musa’nın yanımdaki konumu…”[4] sözünde nübüvvete iştirak ve yardımcı hususu geçmemektedir. Bilakis bu sözün manası, kavim içinde yerine adam bırakma hususu ile sınırlıdır, nâslar bunun dışında başka bir mana taşımamaktadırlar.

Şöyle denilebilir: “Musa bir yönetici idi. Çünkü ona, kendisi ile hükmetmesi için içinde çözümler ve cezalar olan bir Şer’iat indirilmiştir. O Beyt-ülmakdis’i/Kudüs’ü ele geçirmek isteyen bir ordunun komutanıydı. Nitekim kavmi ona; ‘sen ve Rabbin gidin savaşın’ demişlerdi. Buna göre onun Harun’u kavmi içinde yerine bırakması, hem nübüvvette hem de yönetimde yerine bırakmaktır.”

Buna cevap şöyledir: Musa, yönetici olmadı. Kur'an’da ve başka bir yerde, Musa’nın İsrailoğullarına güç ve otorite ile hükümler uyguladığına veya onlar üzerinde yönetici olduğuna dair bir rivayet geçmemiştir. İsrailoğullarını, Musa’nın Şer’iatı ile yönetenler, Musa’nın kendisi değil ve hayatta iken başkası da değildir. Onlar, ancak kendisinden sonra gelen Davud ve Süleyman gibi nebiler ve onların dışında krallardır. Musa’nın ordulara komutanlık etmesi de hiç hâsıl olmamıştır. Maide suresinin 19. ile 26. ayetleri arasındaki ayetlerde Musa’nın orduya komuta ettiğine delâlet eden herhangi bir şey yoktur. Onlarda olan sadece Musa’nın kavminden mukaddes yere gitmelerini talep etmesi, onların bunu reddedip ona ‘orada zorba bir topluluk olduğunu, o zorbalar oradan çıkmadıkça oraya asla girmeyeceklerini söylemeleri, onun ve Rab’bisinin gidip savaşmalarını talep etmeleri vardır. Musa ise gitmemiştir. Bunun üzerine onlar o bölgede kırk sene şaşkın şaşkın dolaştılar.

Musa’ya, içerisinde çözümler ve cezaların olduğu bir Şer’iatın indirilmesi hususuna gelince; bu Musa’nın onunla yönettiği anlamına gelmez. Hâlbuki vakıa şudur: Musa Aleyhisselam Şer’iatını getirdi ve İsrailoğullarına tebliğ etti, onları Beyt-ül-Makdis’e yerleştirmeye çalıştı. Fakat onlar Sina’da yollarını şaşırıp şaşkın şaşkın dolaştılar. Musa Aleyhisselam zamanında onlar için istikrar hâsıl olmadı. Şaşkın dolaşmakla cezalandırılmalarının süresi bittikten sonra oradan sevk edildiler, onları Musa’nın Şer’iatı ile krallar ve onlardan nebiler yönetti. Kur'an ayetleri bunu birçok surede açıkça ifade etmektedirler.

Ayrıca, içerisinde Harun’un halef olmasının geçtiği ayetler açıkça ortaya koymaktadırlar ki, onun halefliği, Musa Allah Subhenehû ve Teala’ile görüşmeye gittiğinde Musa’ya nübüvvette halef olmasıdır.

Bunlar A’raf suresindeki 141–155 arası ayetlerdir:

وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَقَالَ مُوسَى لأخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ (142)... وَاخْتَارَ مُوسَى قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلاً “Bir de Musa’ya otuz geceye vaad ettik ve ona bir on gece daha ekledik ve böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu. Musa kardeşi Harun’a şöyle dedi: ‘Kavmim içinde benim yerime geç ve ıslaha çalış da bozguncuların yoluna gitme’”... “Bir de Musa, tayin ettiği vakitte huzurumuzda bulunmak üzere kavminden yetmiş adam seçmişti...”[5]

Bütün bu ayetler; nübüvvetle nübüvvette yerine halef bırakma, Levhaların alınması, İsrailoğullarının buzağıyı put edinmesi, v.b. hususlarla ilgilidir. Bu ayetlerde yönetim ve otorite ile ilgili en ufak bir alaka yoktur. Kimse bu ayetlerin yönetim ve otorite ile alakalı olduğu şüphesine kapılmaz. Buna binaen, Musa’nın yönetici olmadığı ve kardeşi Harun’u da kesinlikle yönetimde yerine bırakmadığı hususunda bir şüphe yoktur.

İşte, ister Tebük hadisesi sebebiyle olsun ister ise mutlak olarak gelsin konu ile ilgili hadislerin tamamının manası budur. Zira bu hadisler, Musa’nın Harun’u hayattayken yokluğu esnasında kavmi içinde yerine bıraktığı gibi, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in de hayattayken yokluğu esnasında Ali’yi ehli içinde yerine geçmesi için bıraktığına delâlet etmektedirler. Bu işle yani Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Ali’yi yerine bırakması ile Ali’nin Rasul’ün yanındaki konumu, Harun’un Musa yanındaki konumu gibi olmaktadır. Buna göre, bu hadislerde, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in, kendi vefatından sonra Ali’nin Müslümanlar üzerine yönetimde halife olmasını belirlediğine dair herhangi bir delâlet yoktur.

İkinci nâsa, Gadir Humm hadisine gelince;

Müslim’in rivayeti olan sahih rivayette, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Müslümanlara Allah Subhenehû ve Teala’nın Kitabına sımsıkı sarılmalarını, onlara ikram etmeleri, saygı göstermeleri, eziyet etmemeleri için ehli beytini tavsiye etmektedir. Bu hadiste Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in ehli beytini Hilafet için yerine bıraktığına dair herhangi bir delâlet yoktur.

Zira hadis şöyledir: وَأَهْلُ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي “...Ehli beytim hususunda size Allah’ı hatırlatıyorum.”[6]

Bu hadiste, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in ehli beytini, kendi vefatından sonra insanlar üzerinde yönetimde halifeler yaptığına delâlet eden bir husus yoktur. Lafız gayet açıktır. Lafzın mantuku ve mefhumundan, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem, ehli beytini ya da onlardan birisini kendisinden sonra Müslümanların yönetiminde Hilafete atadığı asla anlaşılmaz.

İkinci, üçüncü v.b. bütün rivayetlere gelince: onlar içinde geçen hususun dışına çıkmazlar. Zira bu rivayetlerde şu iki husus vardır:

Birincisi; şu sözüyle Ali’yi mü’minlere mevla yapıyor: “Allah, benim mevlamdır. Ben de mü’minlerin mevlasıyım. Ben onlara nefislerinden daha evlayım. Ben kimin mevlası isem, bu -yani Ali- onun mevlasıdır. Allah’ım onu veli edinene veli ol, ona düşmanlık edene düşman ol.”

İkinci husus ise; ailesine iyi davranılmasını tavsiye ediyor, şöyle diyor: “...Ve ehli beytim olan ailemdir. Muhakkak ki, El-Latif El-Habir bana bildirdi ki, bu iki değer, Havz’da bana gelesiye kadar bitmeyeceklerdir.”

Bu hadislerin tamamında –sayıların çok olmasına ve rivayetlerin farklı olmasına rağmen– bu iki husustan başkası yoktur.

Birinci husus, “veli edinmektir”. Bu konuda bu nâstan hemen sonra velâyet hadislerinde bahsedeceğiz ve inceleyeceğiz.

İkinci hususa gelince; bu, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Müslümanlara; onlara ikram etmeleri, saygı göstermeleri, eziyet etmemeleri için ehli beyti olan ailesine iyi davranmalarını tavsiye etmiş olmasından ve onlara ehli beyti hakkında soracağını, ehli beytinin ve Allah Subhenehû ve Teala’nın Kitabının Kıyamete kadar birlikte kalacağını bildirmesinden dışarı çıkmıyor.

Böylece bu hadislerde –Gadir Humm hadislerinde– Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in ailesine iyi davranmalarını Müslümanlara tavsiyesinden fazla bir şey yoktur. Bu hadislerde, Ali’nin veya ehli beytinin Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in vefatından sonra Hilafete atandıklarına delâlet eden herhangi bir şey yoktur. Şu halde, Gadir Humm hadisinin rivayet edildiği yukarıda geçen rivayetlerin tamamına göre Rasul’ün şu sözlerinin neresinde halife ataması vardır?: “Muhakkak ki size sakaleyn/iki değer bırakıyorum: Allah’ın Kitabı ve ailem.” “İki değer hususunda beni nasıl takip ettiğinize bakın!” “O iki değerin önüne geçmeyin helâk olursunuz, onları ihmal etmeyin helâk olursunuz.”

Bu nâslarda; Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in, ailesi hakkında Müslümanların dikkatini çekmesi ve onlara iyi davranmalarını tavsiye etmesinden fazla olarak ne vardır? Bundan; ‘bu, onların Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in vefatından sonra Müslümanların üzerinde halife oldukları anlamına gelir’ diye anlam çıkaran bir kimse olur mu? Öyle bir anlam çıkaran varsa, bu anlamı nerden çıkartıyor? Sözün mantukundan mı yoksa mefhumundan mı?

Buna binaen, yukarıda zikredilen rivayetlerde geçen Humm hadisinde Ali’nin ve ehli beytin Hilafete atandığına delâlet eden herhangi bir delil yoktur. Böylece bununla delil getirmek düşmektedir.
 

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Üçüncü nâsa gelince; onlar velâyet hadisleridir.

Bu hadisleri bu lafızlarıyla Buhari ve Müslim tahriç etmemişlerdir. Ancak bu hadisler, Ali’nin halife olarak atanmasına delil olarak getirenlerin nezdinde sahih olsalar bile, ileri sürdükleri metinlerden halife atanması hususunun çıkartılması mümkün değildir. Çünkü bu hadislerin lafızlarının tamamı şunlardan dışarı çıkmıyor: ولي كل مؤمن بعدي “Benden sonra her mü’minin velisidir...”, وليكم بعدي “Benden sonra velinizdir”, فإنه وليكم بعدي “Muhakkak ki o, benden sonra velinizdir...”, فليوال عليا بعدي “Benden sonra Ali’yi veli edinsin...”, فليتول عليا وذريته من بعدي “Benden sonra Ali’yi ve zürriyetini veli edinsin...”, أنت ولي كل مؤمن بعدي “Sen, benden sonra her mü’minin velisisin...”, ولي المؤمنين من بعدي “Benden sonra mü’minlerin velisidir...”, فمن تولاه فقد تولاني “Kim onu veli edinirse, beni veli edinmiş olur...”, فإن ولايته ولايتي “Muhakkak ki onun velâyeti, benim velâyetimdir...”, وال من والاه “Onu veli edinenin velisi ol...”

Bu hadisler ve diğer rivayetlerdeki benzerleri, الولي “veli”, المولي “mevlâ”, الموالاة “velilik, veli edinme” lafızlarının dışına çıkmıyorlar. Onun için bu hadisler, ‘velâyet hadisleri’ olarak isimlendirilmiştir. Bunların tamamını, Gadir Humm hadisinde rivayet ettikleri şu söz tefsir etmektedir: اللَّهُمَّ وَالِ مَنْ وَالاهُ وَعَادِ مَنْ عَادَاهُ “Allah’ım onu veli edinenin velisi ol, ona düşmanlık edenin düşmanı ol.”[7] Bu hadislerden kast olunan, onlara yardım etmeleri, onlarla beraber olmaları, onlara dostluk ve sevgi göstermeleridir.

Nitekim Kur'an’da da ولي “veli”, والي “veli edinme”, تولي “velisi olma” kelimeleri geçmiştir.

Allah’u Teâlâ şöyle dedi:

وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ “O salihleri veli edinir.”[8] وَمَنْ يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمْ الْغَالِبُونَ “Kim Allah’ı, Rasul’ünü ve iman edenleri veli edinirse, şüphe yok ki hizbullah galip olacakların ta kendileridir.”[9]

إِنَّمَا وَلِيُّكُمْ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا “Sizin (asıl) veliniz; Allah’tır, O’nun Rasulüdür, ..., iman edenlerdir.”[10] إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ “Onun sultası ancak kendisini veli edinenler üzerinedir.”[11] اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا “Allah iman edenlerin velisidir.”[12] وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ “Allah mü’minlerin velisidir.”[13] لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِهِ وَلِيٌّ “Onlara Allah’tan başka bir veli yoktur.”[14] وَمَنْ يَتَّخِذْ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا “Kim şeytanı veli edinirse...”[15]

لا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ “Yahudi ve Hristiyanları veli edinmeyin.”[16] فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا “...Biz velinize bir sulta vermişizdir...”[17] إِنَّ وَلِيِّي اللَّهُ “Benim velim Allah’tır.”[18] ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لا مَوْلَى لَهُمْ “Bu böyledir; çünkü Allah iman edenlerin mevlasıdır, kâfirlerin ise mevlası yoktur.”[19]

Lügatte; “veli”, “düşman”ın zıttıdır. “Mevla”; yardım eden, efendi, demektir. “Velilik”, düşmanlığın zıttıdır. “Veli”; baba, dede gibi çocuğun işlerini üstlenendir. Veliyu-l nikâh, veliyu-l mal, veliyu-l yetim gibi kişiler velisi olduğu kişinin işini kefâletiyle/korumasıyla üstlenen ve yerine getiren kimsedir. Lisan ül-Arab sözlüğünde şöyle geçmektedir: “Veli, Allah’u Teâlâ’nın isimlerindendir. O, nâssır/yardım edendir. Denilir ki O, âlemin işlerini üstlenen ve yarattıkları ayakta tutandır.” “Veli; sevene bağlı olarak dost ve yardımcı demektir.”

Ebu Abbâs, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şu; “Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.” sözü hakkında şöyle diyor: “yani kim beni severse ve veli edinirse, onu da veli edinsin, demektir”.

Bütün bunlar, yönetim ve sulta manası dışındadırlar. Hatta bu hadisin Ali’nin hilâfetini belirlediğini söyleyenlerden bu hadisi şerh edenler; “mevla” kelimesinin lügat manasının “yönetim ve sulta” olduğuna dair lügattan açık herhangi bir mana gösteremediler. Meselâ; Şeyh Abdulhüseyn Ahmed El-Emini El-Necefî, “El-Gadir” isimli kitabında, El-Gadir hadisinin şerhinde şöyle diyor:

“Buraya kadar araştırmacı için “mevla”nın “bir şeyin evlası” manası ile gelmesinden dolayı kızgınlıktan vazgeçmek kalıyor. Biz feragatta bulunursak onun manalarından birisini alırız ve o da lafzı müşterektendir.”

“Mevla” kelimesi için yirmi yedi mana ileri sürdükten sonra bunların içinde “yönetim” ve “sulta”yı zikretmemiştir. Zira şöyle demiştir: “Mevla” kelimesinin manası yirmi yedi manaya ulaşmıştır. Hadiste kast olunanın, şu manalardan mutabık düşen ikisinin olması ancak mümkündür: 1- Rab, 2- Amca, 3- Amcaoğlu, 4- Oğul, 5- Kız kardeş oğlu, 6- Azad olunmuş köle, 7- Köle azad eden, 8- Köle, 9- Mülk sahibi, 10- Tâbi, 11- Kendisine nimet verilen, 12- Ortak, 13- Müttefik, 14- Sahip, 15- Komşu, 16- Konuk, 17- Damat, 18- Akraba, 19- Nimet veren, 20- Kayıp, 21- Veli, 22- Bir şeyin evlası, 23- Malik ve azad eden olmayan efendi, 24- Sevilen, 25- Yardım eden, 26- İşte tasarruf hakkına sahip olan, 27- İşte yetkili olan.”

Onun ileri sürdüğü manalar işte budur. Görüldüğü gibi “mevla” kelimesi için “yönetim ve sulta” manasını veren herhangi bir açık mana ortaya koymamıştır. Onun hadis için bu manaları açıklarken, onlardan seçtiği şu manaya ulaşıyor ve şöyle diyor: “Lügat, Arab edebiyatı eserlerinde yapılan kapsamlı araştırmadan sonra makamın özelliği hususunda, “mevla” kelimesinin manalarının hakikati “şeyin evlası” manasından başkası olmadığı görüşüne ulaştık. Bu mana, o manalardan hepsini kapsayan, onların hepsinden özenle alınmış bir manadır.”

Bundan da anlaşılıyor ki; “veli” kelimesi, “yönetici” manasında, “veli edinme” kelimesi de yönetim manasında, hem Kur'an’da, hem hadiste hem de lügatte geçmemiştir. Lafızlar ya lügat manası ile ya da Şer’i manasıyla tefsir edilirler. O halde, “veli” ve “veli edinmek” kelimelerine bakarak bu hadislerin, manaları Hilafeti Ali’ye ve ehlibeytine verilmesidir şeklinde tefsir edilmesi nereden geliyor?!. Muhakkak ki biz, bu hadisleri delil getirenlerle beraber “veli” kelimesinin manalarına ve “veli edinmek” kelimesinin manalarına bakarsak bunlara hiçbir nâsta; “yönetimi üstlenmek” manasının kesinlikle verilmediğini görürüz.

Evet, ولي “veli” kelimesini الأمر“emr” kelimesi ile yan yana getirdiğimizde o zaman bu kelimenin manası “yönetici” olur. Zira o zaman; ولي الأمر “veliyül emr” denir. “Velayet hadisleri” diye isimlendirdikleri hadislerde, hem onların rivayetlerinde hem de başkaların rivayetlerinde الأمر “emr” kelimesi ولي “veli” kelimesi ile birlikte geçmemiştir. O zaman, bu hadislerde, Rasulullah’tan sonra hilâfeti üstlenmek anlamı yoktur.

Evet, sadece ولاية “velayet” kelimesi; - مولي “mevla” kelimesi, ولي “veli” kelimesi, موالاة “mevala” kelimesi olmaksızın – birkaç manası olan bir müşterek lafızdır. Bu manalardan birisi nusret etmektir, birisi de sulta yani yönetimdir. Onların rivayet ettikleri hadislerin içinde Kenzül-Ummâl’dan zikrettiği bir hadis vardır. Bu hadiste ولاية “velayet” kelimesi geçmektedir. Bunun üzerine bu kelime, lügatin belirlediğine göre “yönetim” anlamına gelir denilebilir.

Buna cevap şudur: Bu kelime o hadiste تولي “veli edinmek” manasında geçmiştir. Hadisin nâssı/metni buna delâlet etmektedir. Onu delil getirenlerin rivayet ettiklerine göre hadisin metni şudur: “Allah’ım, bana iman eden ve tasdik eden kimse, Ali b. Ebu Talib’i veli edinsin. Zira onun velayeti benim velayetimdir. Benim velayetim ise Allah’u Teâlâ’nın velayetidir.”

Bu metin, “velayet” kelimesinden kast olunanın nusret etmek olduğunu belirlemektedir. Zira Rasul kendisine iman eden kimsenin Ali b. Ebu Talib’i veli edinmesi için dua ediyor. Çünkü onu veli edinen Rasulü veli edinmiş olacağını, Rasulü veli edinenin Allah’ı veli edinmiş olacağını bildiriyor. İşte bu hadiste geçen “velayet” kelimesinin manası budur. Onun için velayet kelimesinin bulunduğu cümle ف “fe” tabiri ile başlamıştır. ‘Onun sultayı alması benim almamdır’ şeklinde anlaşılması mümkün değildir. Bilakis ondan sadece; ‘Onun nusreti benim nusretimdir’ manası anlaşılır.

Böylelikle, Ali RadıyAllah’u Anh’un Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in vefatından sonra mü’minlerin velisi ve mevlası olduğunun, mü’minlerin de onu veli ve mevla edinmeleri gerektiği ortaya çıkar. Çünkü onun velayetinin Rasul için velayet olduğunun içinde geçtiği bu hadislerin tamamında, lügat ve Kur'an nâsları bakımından, hem kelime manası bakımından hem de bu kelimenin zikredilen hadislerde geçen cümlelerdeki konumu bakımından “yönetimi üstlenmek” manasının verilmesinin mümkün olmadığı görülmektedir. Şu halde bu hadisler, Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in Ali RadıyAllah’u Anh’yu vefatından sonra hilâfete atadığına dair delil olmaları uygun olmamaktadır. O zaman onlarla delil getirmek de düşmüş olur.

Burada iki meseleye dikkat çekmemiz gerekiyor:

Bunlardan birisi şudur: Kelimenin belirli bir maddeden türemiş olması bu maddeden türemiş, bütün kelimelerin bir manada birleşir ve onlardan birisine başka bir mana verilir, anlamına gelmez. Bilakis lügat birden çok kelimeyi bir manaya verebilir. Bazen de kelime, onun için koyduğu ancak bir tek mana verip, bu manayı başka kelimelere vermez. Bunların tamamı, Arapların kullanımına göre olmaktadır. Şu halde kelimelerin türemede birleşmeleri manada birleşmeleri anlamına gelmez. Bilâkis kelime manasını türediği maddeye bakılmaksızın, Arapların kendisi için koyduğu manadan alır. Zira جاء kelimesi ve أجاء kelimesi ikisi de aynı maddeden türemişlerdir. Buna rağmen, جاء kelimesinin manası أتي “gelmektir”. أجاء kelimesinin manası ise الجاء “sığındırmak, korumaktır”. النضو kelimesinin ن“nun”u esireli olursa “zayıf, arık” manasında olmakta, النضو şeklinde yaniن “nun”u üstünlü olursa “eski, yıpranmış elbise” anlamına gelmektedir. مولي “mevla” kelimesinin manalarında; “işte tasarruf yetkisi olan”, “işi üstlenen”, “insanların evlası” anlamlarının olması; ولي الأمر “veliyül emr” kelimesi “yönetim ve otorite” demek olduğundan ve ikisi (مولي “mevla” ve ولي “veli”) kelimeleri aynı maddeden türedikleri için, مولي “mevla” kelimesinin “yönetim ve otorite” anlamında olması demek değildir. Zira مولي “mevla” mana bakımından ولي الأمر “veliyül emr”den başkadır.

“İşte tasarruf yetkisine sahip olmak” ve “işi üstlenmek” de mana bakımından ولي الأمر “veliyül emr”den başkadır. Zira ولي الأمر “veliyül emr” yöneticiye hastır. مولي “mevla” kelimesinin bir çok manası vardır, bunların içinde “yönetim” yoktur. “İşte tasarruf yetkisine sahip olan” her işte tasarrufta bulunan olması özelliğinden dolayı “yönetici” demek değildir. مولي “mevla” kelimesinden, onun “yönetim” anlamına geldiği anlaşılmaz. Çünkü lügat ona bu manayı vermemiştir.

Mesele kelimeyi manalandırırken, kişinin kelimelerin toplamından ya da çeşitli delâletlerden anladığına göre değil de Arapların o kelimeye verdiği manada durulması meselesidir. Buna binaen, Araplar مولى “mevla” kelimesine açıkça “yönetim ve otorite” manası vermediklerine göre bu kelime kesinlikle öyle tefsir edilmez.

İkinci meseleye gelince, o da şudur: Ne olursa olsun cümledeki karineler, kelimeye Arapların sözlerinin açıklığında o kelimeye verdikleri manadan başka bir mana vermezler. Zira karineler, kelimenin ortak ya da zıt manalardan birisini tayin ederler ve o manayı diğerlerinden ayırırlar. Bu karineler, kelimeye Arapların onun için koymadığı yeni bir mana vermezler.

مولي “mevla” kelimesi, müşterek bir lafızdır. Bu kelimenin içinde geçtiği cümleler ona bu manalardan bir manayı tayin ederler, fakat ona yeni bir mana vermezler. مولي “mevla” kelimesinin; kendisine sakaleyn/iki değer hadisi yada El-Gadir hadisi denilen hadiste geçmiş olması ve Müslümanları Rasul’e itibarlarına binaen Ali’ye itibar etmeye teşvik eden cümlelerden bazı karinelerin geçmiş olması, ona yeni bir mana yani Ali’nin Rasul’den sonra yönetici olması manasını lügat ona vermediği sürece verilmez.

Buradan açığa çıkıyor ki; El-Gadir hadisinden ve içinde مولي “mevla”, ولي “veli” kelimesinin geçtiği diğer hadislerden, Ali’nin halife olduğu hükmü çıkartılmaz. Araplar bu kelimelere bu manayı açıkça vermemiş olduklarından dolayı bu olmaz...

Bu bölümün devamı >>



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[2] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[3] Tâhâ: 29-32

[4] Müslim, K. Fedâi’s Sahâbe, 4419

[5] A’raf: 142, 155

[6] Müslim, K. Fedâil es-Sahâbe, 4425

[7] Ahmed b. Henbel, Kufiyyîn, 17749

[8] A’raf: 196

[9] Maide: 56

[10] Maide: 55

[11] Nahl: 100

[12] Bakara: 257

[13] Ali İmran: 68

[14] En’am: 51

[15] Nisa: 119

[16] Maide: 51

[17] İsra: 33

[18] A’raf: 196

[19] Muhammed: 11
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt