Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şeriat Farkı! (1 Kullanıcı)

aKis

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
304
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
cocuk11.jpg


Konuşulan, kabul edilen ve karşı konulan anlamıyla gerçeği arasındaki fark ne büyük.
Sözlük manası, büyük ve geniş cadde.
Nur, aydınlık, ışık.
Mecazi manası, Kuranı kerimin tarif ettiği ve bildirdiği yol.
İlahi kanunların bütünü.
Yani dinin ta kendisi.
Temeli asli hükümler denilen inanç esasları.
Bu temel üstünde yükselen binası ise, fer'i hükümler, ibadet, ahlak ve muamelat.
Yani, hayatın bütününü düzenliyen İslam hukuku.
Cenabı hak, yaratıp yer yüzüne gönderdiği ve halifesi olmakla şereflendirdiği insanı, elbette başıboş bırakmazdı.
Çünkü, insanın yüksek yaratılışına yaraşır bir yaşama programı gerekliydi.
Toplum hayatı yaşamaya mecbur olan insanın serbestçe yapacağı işlere bir çeki düzen vermeliydi.
Kendi kendisiyle, diğer insanlarla ve içinde yaşadığı çevreyle uyum içinde yaşayarak mutluluğu yakalaması sağlanmalıydı.
İnsan, geniş, kapsamlı ve adaletli bir kurallar bütünüyle idare edilmeye layıktı.
İnsana, topluma ve devlete konulacak bu kurallar bütünü, Yüce Allah tarafından bir rahmet ve muhabbet alameti olarak bizlere hediye edilmiştir.
İlk atamız Hz. Adem'den (a.s) son peygamber Hz. Muhammed'e (s.a.v) kadar bu kurallar insanlığa doğru yolu göstermiş, ışık tutmuştur.
Asli hükümleri olan iman esasları hiç değişmemiş, ibadet ve ahlak kuralları ise, anahtarlarıyla hep devam etmiş, insanlar arası ilişkileri düzenliyen bölümü ise, değişen ve gelişen şartlara daima uygun görmüştür.
İşte bu ilahi kurallar dindir, Allah'a teslimiyet manasında İslamdır, insanca yaşama yolu olduğu için de insanlıktır.
Ya da diğer deyimiyle "şeriat"tır.
Her peygamber, ya kendisine veya kendisinden önceki resule vahyedilmiş olan şeriatı tebliğ etmiştir.
İlahi vahyin ulaşmadığı toplumlar, yani şeriatı tanımamış insanlar, o kuralların yüklediği sorumluluklardan muaf tutulmuşlardır.
Bütün bir dönem boyu boş geçen derslerden öğrencilerin imtihan edilmemesi gibi.
Ancak Allah'ın hükmü insanlarda daima saygı uyandırmış ve itaatide büyük ölçüde sağlamıştır.
Bu saygının güzel bir işareti, "Şeriatın kestiği parmak acımaz." sözüdür.
Hükmün kaynağındaki kutsallık, itaati, sadakati ve saygınlığı artırmıştır.
İnsani hükümler, hiç bir zaman bu derecede etkili, kalıcı ve yaygın olmamıştır.
Şeriat, insanı Allah ve ahiret imanıyla bağlamıştır.
Sürekli Allah'ın gözetim ve denetiminde bulunduğuna inanan insan, her an adalet üzere olmuş, haksızlık yaparım korkusundan titremiştir.
Dünyayı geçici bir imtihan yeri olarak gören bu iman sahipleri, sultanda olsalar, kulluklarını unutmamışlar, adaletten asla ayrılmamışlardır.
Şeriat, getirdiği ceza hukuku ile, suçtan caydırıcı olmuştur.
Hırsızlığa niyetlenen, elini kaybetmenin korkusunu bütün yüreğinde hissetmiş, kolay kolay elini harama uzatmamıştır.
Hele de haksız olarak bir cana kıymanın kararını vermek, kendi hayatıyla ödenecek bir ceza gerektirdiği için, çok zor gerçekleştirmiştir.
Ancak, şeriatın getirdiği tedbirlerle insanı suça götüren bütün yollarda kapatılmıştır.
İnsan önce içinde yaşadığı topluma kazandırılmış ve idare edilebilir hale getirilmiştir.
Bütün insanları bir ailenin fertleri bilmek, yaratılanı Yaradandan dolayı hoş görmek, bağışlamak ve haksızlıkları mahkeme-i kubraya bırakmak terbiyesi topluma barış getirmiştir.
Şeriatın doğru uygulandığı dönemlerde toplum elsizler ülkesi olmadığı gibi, tam bir huzur ve barış ortamı yaşamıştır.
Özellikle de şimdi her üç saniyede bir gerçekleşen hırsızlık olayları, çok az meydana gelmiştir.
Bu çok az hırsızlık vakalarının büyük bir bölümüde başka inanç sahibi olan azınlıklarca gerçekleştirilmiştir.
Çünkü, kul hakkı şeriatın üzerine titrediği bir hakikattir.
O kadar ki Allah yolunda canını veren şehitlerin bile hesap vermek zorunda oldukları bir hak..
Sadece hakkı yenen kişinin bağışlamasıyla, helal etmesiyle ödeşilebilen bir hak..
Böyle bir dönemde, insan Şer-i Şerifi incitmekten incinmiş, çiğnediği bir kuralın vicdan acısıyla yaşayamamıştır.
İşlediği günahın varlığına yüklediği dayanılmaz ağırlık altında ezilen ve Resulullaha (a.sm) gelerek;
"Ey Allah'ın Resulu beni temizle!" diyen dürüstlük kahramanları vardır.
İç dünyası şeri düzenin fazilet sistemine ayarlanmış ve uyarlanmış olan insan, aykırı bir gelişme karşısında perişan olmakta ve çekeceği her cezayı, içindeki yangına karşılık çok ucuz, basit ve kolay göstermekteydi.
Bir başka deyimle, Yüce Allah'ın en ince dürüstlük, temizlik ve başkasına saygı kurallarıyla donattığı şeriat terbiyesi, büyük günahların kirleriyle yaşamaya devam etmeyi dayanılmaz kılıyordu.
Nasıl insani düzenlerde bu iç dünya düzeninin bozulması sonucu, faziletlerle, ahlakla, dürüstlükle yaşanmaz deniyorsa.
Nasıl, dürüst ve namuslu davranırsam bu toplumda yaşayamam, ezilirim, deniyorsa.
Nasıl Allah'tan korkacaksın ama, korktuğunu belli etmiyeceksin deniyorsa.
Evet, ortam öyle ufunetli, öyle derin ve öyle kaçınması zor bataklığa dönüşmüş ki, insanların büyük bir bölümü kurtulmaya çalışmak yerine pisliklere batmaya, yani diğerlerine benzemeye meylediyor.
Oysa ki Şeriatın tebliğcisi, bütün dünya kocaman bir bataklıkken bile, muhteşem bir imanla tek başına devleşiyor, hem kendini pisliklerden koruyor, hemde çevresinde halkalanan on binleri Yüce Allah'a gerçekten kul ediyor.
İşte, şeriat, bu mübarek Zatın (a.s.m) Allah'tan (c.c.) alarak insanlara duyurduğu ve yaşayarak en güzel uygulamasını bizzat gösterdiği yaşama biçimidir.
Şeriatın aslı ve temeli imandır.
İmanın başı ve kaynağı da Allah'a inanmaktır.
Bu inancun gücü nisbetinde insanlar insanlaşıyor, hatta melekleşiyor, toplumda bir huzur, barış ve dostluk iklimine kavuşuyor.
Bu huzurdan o toplumda yaşayan herkesin ve her kesimin payı vardır.
Bir seferi sıırasında saklandığı yerden fırlayarak Kanuninin atının dzginine yapışan bir Macar köylüsü, gördüğü zararı anlatır ve tazmin edilmesini, aksi halde şikayette bulunacağını söyler.
Padişah;
"Beni kime şikayet edeceksin" diye sorunca da, hiç tereddütsüz,
"Allah'ın şeriatine " diye cevap verir.
Koca sultan atından iner, bu hristiyan köylünün elini tutar, özür diler ve zayi olan hakkını hemen ödiyeceğini belirtir.
Bu ordu, Avrupa içlerine kadar Şeriatın üzerine titrediği kul hakkı konusundaki hassasiyetiyle ilerleyebilmişti.
Dallarından koparılan üzüm salkımlarının yerine paralar asılmasının başka bir izahı varmıdır?
Muhteşem Süleyman'ın kanuni olarak hüküm sürdüğü devir, bir asra yakın Avrupada krallar ünvanlarını kullanamamışlar, hüküm ve saltanat sadece padişaha ait sayılmıştır.
Ancak, krallara, " Tek hükümdar benim, sizler başka ünvan kullanın diyen" Sultan Süleyman, Bosna-Hersek'e yolladığı bir fermanla da Şeriat'ın ne türlü bağlısı olduğunu gösteriyor, "gayr-i müslimlerin kedi ve köpeklerine de zarar verilmemesini" istiyordu.
Başkasına hayat hakkı vermeyi, kedi ve köpeklere kadar genişleten bu anlayış, Allah'ın hükümlerine yani Şeriate aittir.
Bu bakımdan da, Hz. ademden (a.s) başlayan incelikler son Peygambere, Efendimize (a.s.m) kadar aynen gelmiştir.
Çünki kaynak birdir.
Fakat zamanla insan aklının haddini ve hakkını tecavüz ederek müdahale etmesi sonucu dengeler bozulmuş, dünya büyük haksızlıklar yaşamıştır.
Özellikle de son dönemlerde, Dünya savaşları çıkararak milyonları acı ve azap içinde bırakmıştır.
İnsani adalet mekanizmaları daima bir tarafı perişan etmiş, insanlığın büyük bir bölümüne mutsuzluk getirmiştir.
Yaratıcısına ve Onun kendisi için gönderdiği yaşama biçimine başkaldıran insan, felaketten felakete sürüklenir olmuştur.
Çünkü, Yüce Allah'ın yaratılışlara uygun olarak kurduğu düzeni ve dengeyi insan aklının kurabilmesi imkansızdır.
Bu bakımdan da Allah'ın ölçülerinin gözardı edildiği günden beri, aynı toplumlar bile, kendi aralarında kavgalıdır.
Kadınlar, kendi hakları peşinde, hatta üstünlük kurma kompleksi içinde, işçiler patronlara karşı, zenginler daha çok sömürme iştihasıyla sarhoş.
Yöneticiler adalet dağıtma değil, kendileri dahil herşeyi dağıtma çılgınlığında.
Şeriat sahibi birdir.
Dolayısıyla şeriat birdir.
Bu bakımdan da İslam Şeriati, öncekileri iptal etmiyor, düzeltiyor, tashih ediyor, tamir ediyor, daha doğrusu aslına uygun hale getiriyor.
Şimdi bir hristiyan müslüman olurken dinini tamamen bırakmıyor, sadece eski inancını düzeltiyor, gerçeğe uygun hale getirmiş oluyor.
Şeriat, külli aklın tecellisidir.
Sonlu sınırlı ve değişken olan insan aklının eksik ve noksanlarını, zaaflarını taşımayan bir külli aklın hükümleri.
Kimsenin kimseye hakkını yedirmeyen, her şeyi yaratılışına uygun bir düzen içinde gerçekleştiren Külli Akıl, nefse, his ve heveslere, sömürmeye, istismar etmeye yer bırakmıyor.
İnsan aklı ise, nalıncı keseri gibi hep kendi maddi yada manevi tarafına yontan bir tarafgirlik içinde çalışıyor.
Bu tarafgirliği bir yana koyabilenler, genellikle İlahi ölçülere bağlı olanlardır.
Her insana göre değişen akli hükümleri çeşitlilikten kurtaran ve herkesi kaplayacak şekilde genelleştiren şer'i hükümlerdir.
Bu hükümler önünde güçlü ile zayıf aynıdır.
Şeriatın hükümleri adalet içindir.
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" buyuran İlahi emir, Efendiler Efendisinin bile saçlarını ağartmış, belini bükmüştür.
Onun yolunda ve izinde olan gerçek ümmet de bu "dosdoğru olma" heyecan ve hassasiyetini daima hissetmişlerdir.
İman ve ihlasla gerçeği ortaya çıkarma, adaleti hakim etme şeriatin bir önemli gereğidir.
Şeriat ehlinin bütün işi, allah rızasına uygunluk içinde olmalıdır. hz. ali (r.a) kılıcını kınına koyup adamı öldürmekten vazgeçmiş.
Sebebini hayretle soran o zata demiş ki;
"ben seni allah için öldürecektim. fakat, sen bana tükürünce hiddetlendim, işe nefsimin duyguları karıştı, ihlasım zedelendi. bende seni öldürmekten vazgeçtim."
Öyle bir kan ve can pazarında bile insanı bu derece ince ve hassas düşündüren inanç sistemi, o kişiyide imana getirmiş.
Demişki;
"Yüzüne tükürdümki, bir an önce hiddetin artsın da beni hemen öldüresin, işkence etmeyi düşünmeyesin.Fakat,mademki dininiz bu kadar saf ve halistir, bende onun hak olduğunu tasdik ediyorum."
Şeriatın hükmünü yerine getirip hırsızın elini kesme cezası veren bir hakim, mahkeme sırasında hiddet göstermiş.
Hakimin hiddetine dikkat eden adaletli amiri, onu hemen görevinden uzaklaştırmış.
"Çünkü, Şeriat namına, Kanun-u İlahi hesabına kesse idi, nefsi ona acıyacak idi.
Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecek idi.
Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için adaletle iş görmemiştir."
Abbasi Halifesi Mansur, zalim yönetimini güçlendirmek istiyordu.
Bunun için devrinde yaşayan büyük alim, İmam-ı Azama baş kadı olmasını teklif etti.
İmam-ı Azam bu baş kadılık makamını kabul ederse, zalim bir idareyi güçlendirmiş ve onaylamış olacaktı.
Görevi kabul etmezse, devlete yardım etmediği ve görevden kaçtığı için suçlu sayılacak, işkencelere uğrayacaktı.
İmam-ı Azam ikinci yolu seçti.
O Şeriate aykırı fetvalara imza atmak istemiyordu.
Kendisini zorlayan Halife Mansur'a şöyle dedi;
"Kadılığa layık olacak kimse, senin, oğlunun ve kumandanlarının aleyhine hüküm verebilecek bir cesarette olmalıdır.Bu ise bende yok.Sen beni öyle bir şeye davet ediyorsun ki, gönlüm asla ona razı değildir."
Halife Mansur, gönderdiği hediyeleri niçin almadığını sordu.Şu cevabı aldı;
"Siz bana kendi malınızdan değil, devlet hazinesinden hediye gönderiyorsunuz.Benim, müslümanların ortak mallarında hiçbir hakkım yoktur."
Mansur, tekrar baş kadılık teklif edince;
"Ben bu işe layık değilim" dedi.
Halife;
"Yalan söylüyorsun, sen bu işe layıksın" deyince de, kendisinin hapishanede şehit olmasına sebep olacak şu cevabı verdi;
"İşte şimdi sen de benim hükmümü tasdik ettin.Eğer ben yalan söylüyorsam, yalancı birini baş kadı yapmak caizmidir? Eğer doğru söylüyorsam, layık olmadığımı itiraf etmiş oluyorum, kabul etmen gerekir."
İslami hükümler manasına gelen mukaddes Şeriatın bağlıları böyle örnek bir inceliği tarih boyunca gösteregelmişlerdir.
İddia etmemişler yaşamışlardır.
Şeriatın güzel hükümlerini her yerden ve herkesten önce bizzat kendilerinde uygulamışlardır.
Kur'an hükümlerine gönülden bağlı müslümanlar, Şeriat çığırtkanlığı yapmazlar.
Savunduklarını doğru anlamaya ve dürüstçe yaşamaya bakarlar.
Yaşayan Kur'an lar olarak çevrelerini aydınlatırlar.
Allah'ın hükümlerini muhtaçlara da, bilmeyenlere de, yanlış bilenlere de ulaştırırlar.
Yani Şeriat hükümleri için cihad ederler.
İmam-ı Gazali Hazretlerinin güzel deyimiyle, insan ile İslam arasında ki engelleri, duvarları, perdeleri kaldırırlar; ilimle, irfanla, ikna ile..
Ve bilirler ki, en güzel şey de zorla baskıyla, terörle ve korkutarak benimsetilemez.
Dünyaya yeni düzen getirme iddiasındakiler, daha çok bozmaktan başka bir şey yapmadılar.
Sömürgeciliği modernleştirdiler.
Çağdaş haçlı seferlerine sebep oldular.
Zorbalığı kışkırttılar.
Kanı ve kini körüklediler.
Saadet asrının güzellikleri ise, öcü gibi gösterilen Şeriat sözüyle kapatılmaya, gizlenmeye çalışıldı.
"Artık, perdenin arkasını görmenin, zehir gibi anlatılanın panzehir olduğunu fark etmenin zamanı gelmiştir."


Farkınız İslam Olsun Kitabından Alıntıdır.

Yavuz Bahadıroğlu

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt