HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
ŞER’Î HÜKÜM
Varlık âleminde meydana gelen fiiller hakkında Şâri’nin hitabı gelip iktiza ve tahyir bakımından fiillerin hükümlerini açıklamıştır. Ve yine gelen Şâri’nin hitabı, bu hükümlerin gerçekleşmesi veya tamamlanmasının kendisine bağlı olduğu hususlardan gerekli olanları da belirlemiştir. Yani Şer’î hükmün gerektirdiği hususu ortaya koymuştur. Şâri’nin hitabı iktiza ve tahyir ile geldiği gibi iktiza ve tahyirin gerektirdiği şeyle de gelmiştir. O da şöyle olmaktadır: Bir hususu sebep veya şart veya mani veya sahih-batıl veya azimet-ruhsat kılmasıdır. İktiza ve tahyir hitabı hükümler olarak insanın fiilini çözüme kavuşturduğuna göre, vaz’în hitabı da bu hükümleri ve bunlarla ilgili hususları çözüme kavuşturmaktadır. Şu halde iktiza ve tahyir hitabı insanın fiiline ait hükümlerdir. Vaz’i hitabı ise, bu hükümlere ait hükümler olup onlara belirli vasıflar kazandırır. Vaz’în hitabının bu konumda olması onu insan fiilleri ile alakalı olmaktan çıkartmaz. Çünkü bir şeyle ilişkili olanla ilişkilendirilen, o şeyle de ilişkilidir.
Buna göre; ızdırrar/zorunluluk hali ölü eti yemenin mubahlığına sebeptir, günaha düşme korkusu cariye ile nikâhlanmanın mubahlığına sebeptir, idrarı tutamamak abdestli iken idrarın çıkması halinde her namaz için abdest yenileme farziyetinin düşmesine sebeptir, güneşin zevali/tam tepede olması veya batması veya fecrin doğması bu namazların edası farziyeti için bir sebeptir. V.b. Bütün bunlar, hükümle ilgili olarak Şâri’nin hitabından hususlardır. Yani ölü eti yemenin mubahlığı, cariyeyi nikâhlamanın mubahlığı, idrarın çıkması halinde her namaz için abdest alma farziyetinin düşmesi namazın edası farziyeti hükümleriyle ilgili Şâri’nin hitabıdır. Bundan dolayı sebep, vaz’ın hitabındandır.
Bir tam yılın geçmesi zekâtın farziyetinde şart olması, buluğa ermek teklifte mutlak bir şart olması, Rasullerin gönderilmesi sevap ve ikapta şart olması, teslime kudretli olmanın alış-verişin sıhhatinde şart olması, rüşte ermenin yetimin malının kendisine teslim edilmesinde şart olması; bütün bunlar Şâri’nin hükümle ilgili hitabındandır. Bundan dolayı şart, vaz’ın hitabındandır.
Hayzın; cinsi münasebete, Kabe’yi tavaf etmeye, namazların farziyetine ve oruç tutmaya engel olması, deliliğin ibadetleri yapmaya ve tasarruflarda bulunmaya engel olması v.b. nin her biri hükümle ilgili Şâri’nin hitabındandır. Bundan dolayı mani vaz’ın hitabındandır.
Ayakta durmaktan aciz hastaya oturarak namaz kılma ruhsatının/izninin verilmesi, yolcunun Ramazanda orucunu yemesinin caiz olması, ikra-ı mulci ile zorlanan kimseye küfür sözlerini söylemesinin caiz olması gibi hususların her birisi de hükümle ilgili Şâri’nin hitabındandır. Bu hükümler, oturarak namaz kılmak, Ramazanda oruç tutmamak ve küfür sözlerini söylemektir. Bundan dolayı ruhsatlar vaz’ın hitabındandır.
Bu dört husustan da kolayca anlaşılıyor ki; Şâri’nin hitabı hükmü getirdiği gibi bu hükümle ilgili hususları da getirmiştir.
Namaz sıfatıyla namaz, oruç sıfatı ile oruç, cihad sıfatı ile cihad gibi genel olarak konulmuş hükümlerden gelen ise; kullar onunla amel etmeye zorlanırlar. Bu hükümler hakkındaki vaz’in hitabı, bunların genel olarak konulmuş hükümler olması bakımından ve kulların onunla amel etmeye zorlanmaları bakımından vasıflandırılmalarıdır. Bu genel konuluş ve kendisine zorunlu kılınış “azimet” olarak isimlendirilir. Onun için azimetler vaz’ın hükümlerindendir. Azimetler ve ruhsatlar aynı guruptan sayılırlar. Çünkü azimetler asıldır, ruhsatlar ise azimetlerden bir parçadır. Dolayısıyla azimetler ve ruhsatlar vaz’ın hitabındandırlar.
Dünyada amelin neticeleri ile alakalı olan hususa gelince; vaz’ın hitabı bu neticeler bakımından ortaya çıkmaktadır. Örneğin; rükünlerinin tamamı oluştuğunda namaz sahihtir deriz, tüm şartları oluştuğunda alış-veriş sahihtir deriz, Şer’î şartları tamamlandığı zaman şirket sahihtir deriz. Bu, hükmün konulması bakımından değil, hükmün edası bakımından hüküm için bir vasıftır. Şâri’ bunu böylece getirmiştir. Ondan dolayı alış-veriş sahih ve namaz sahih sayılmıştır. Aynı şekilde alış-veriş “icabtan” yoksun ise veya namazın “rükusu” yoksa veya şirkette “kabul” yoksa bunlar o zaman batıl sayılırlar. Bunların batıllığı hükmün teşriisi bakımından değil edası bakımından hüküm için bir vasıftır. Şâri’ bunu böyle getirmiş ve onları batıl sayılmıştır. Bu nedenledir ki sıhat ve butlan/batıllık ikisi birlikte bir guruptur. Çünkü her ikisi hakkında Şâri’nin hitabı tek bir hükümle ilgilidir, ya sahihtir, ya batıldır. Çünkü sıhat asıldır, butlan ise sıhat hükümlerinin neticeleridir. Bu nedenle de sıhat ve batıllık tek bir guruptur.
İşte vaz’ın hitabı budur. Vaz’ın hitabı hükmün gerektirdiği bir hususla alakalı olup beş kısma ayrılır: 1-Sebep, 2-Şart, 3-Mani, 4-Sıhat-butlan-fesad, 5-Azimetler-Ruhsatlar.
1. Sebep:
Sebep, usulcülerin ıstılahında; -hükmün teşrii için değil- hükmün varlığı için belirleyici olmak üzere semi delilin delâlet ettiği her açıkça belirlenmiş sıfattır. Güneşin zevalinin namazın varlığını bildiren bir işaret kılınması gibi. أَقِمْ الصَّلاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ “Güneşin batıya dönmesinden ... namaz kıl.”[1] ayeti ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in; إِذَا زَالَتِ الشَّمْسُ وَيُصَلِّي “Güneş tam tepeden batıya doğru kaymaya başladığında namaz kılın.”[2] hadisi gibi.
Bu ayet ve hadiste geçen “güneşin zevali” o vakit namazının farziyetine işaret değildir.
Aynı şekilde; فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمْ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ “İçinizden kim (Ramazan) ayına şahit olursa oruç tutsun.”[3] Ayeti ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’inصُومُوا لِرُؤْيَتِهِ “Hilali görünce oruç tutun.”[4] hadisi gibi.
Bu ayet ve hadisde “hilalin” görülmesinin Ramazan orucunun varlığını belirleyici bir işaret kılınması gibi.
Böylece sebep, hükmü vacib kılan değil sadece varlığını bildirendir. Sebebin vakıası hükmün gerektirdiği bir hikmete binaen Şer’î hüküm için Şer’an konulan husus olmasıdır. Nisabın hâsıl olması zekâtın varlığına sebeptir, Şer’î akidler intifa/yararlanmanın ve mülkiyeti intikal ettirmenin mubahlığına sebeptir. Zekâtın farziyeti bir hükümdür, nisab miktarının hâsıl olması ise hükmün varlığını belirtmek maksadıyla bu hüküm için Şer’an konulan bir husustur. İntifanın veya mülkiyeti intikal ettirmenin mubahlığı bir hükümdür, akidler ise bu hükmün varlığını belirtmek maksadıyla bu hüküm için Şer’an konulan husustur. Sebepler, teklif eden tarafından gelen hükmün varlığını mükellefe bildirmek için Şâri’nin koyduğu işaretlerdir. Böylece Şâri’ mükellef için Şer’î hükmü koyup mükellefi onunla sorumlu kılmıştır. Aynı zamanda bu hükmün varlığına delâlet eden emareler de koymuştur. Bu işaretler ise Şer’î sebeplerdir. Böylece sebep, bildirmektir, hükmün varlığını belirleyendir. Sebep, hükmün bizzat kendisini ve sıfatını belirten değildir. Sebebin anlamı ancak hükmün varlığını belirleyen olmaktır. Çünkü hükmü farz kılan husus hüküm hakkında gelen delildir. Delilin delâlet ettiği bu hükmün varlığını bildiren husus ise sebeptir.
Sebep, illetten farklıdır. Zira illet, hükmün kendisinden dolayı var olduğu husustur. Hüküm onunla konulmuştur. Hükmün konuluş sebebidir. İllet hükmün varlığı için değil teşri/konulması için bir sebeptir. İllet, hükmün delillerinden bir delildir. Onun durumu hükmün teşriinde nâssın konumu gibidir. İllet hükmün varlığının işareti değildir. Bilakis illet, hükmün teşrii için belirleyici bir işarettir.
Bu nedenledir ki cuma namazı vakti, “namazdan alıkoymak” şu ayetlerden çıkartılmış bir illettir: إِذَا نُودِي لِلصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ “Cuma günü namaza çağrıldığınızda alış-verişi bırakıp Allah’ın zikrine koşunuz.”[5] فَإِذَا قُضِيَتْ الصَّلاةُ فَانتَشِرُوا فِي الأرْضِ “Namaz kılındığında yeryüzüne dağılınız.”[6]
Bu ayetlerden çıkartılan; “namazdan alıkoyan husus” cuma vaktinde alış-verişin haram olması hükmünün kendisinden dolayı konduğu husustur. Onun için bu sebep değil illettir. Bu, “güneşin batıya doğru yönelmesi” gibi değildir. Zira, “güneşin batıya yönelmesi” illet değildir. Çünkü öğle namazı hükmü ondan dolayı konulmamıştır. Güneşin batıya yönelmesi ancak öğle namazı hükmünün varlığına işarettir.
2. Şart:
Şart; şart koşulan hususun gerektirdiği konuda veya şart koşulan ilgili hükmün gerektirdiği konuda şart koşulduğu hususu tamamlayıcı bir vasıftır.
Paranın zekâtında, üzerinden “bir yılın geçmesi” nisab mülkiyetini tamamlayan bir husustur ve zekâtın farz olabilmesi için nisab mülkiyetinde aranan bir şarttır. Böylece “bir yılın geçmesi” şart koşulanın gerektirdiği hususlardan olmaktadır.
İhsan/sahih bir nikâh ile evlenmiş olmak, evli zina eden erkeğe recm cezasının uygulanmasında zina eden erkeğin vasfını tamamlayan bir husustur. İhsan, zina eden erkeğe recm cezasının vacib olması için gerekli bir şarttır. Buna göre ihsan şart koşulanın gerektirdiği hususlardan olmaktadır.
Abdest, hükmün gerektirdiği hususta namaz fiilini tamamlayıcıdır. Namazda abdest şarttır. Abdest şart koşulan bu meselede hükmün gerektirdiği hususlardandır.
Setrül avret/avret mahallinin örtülmesi, hükmün namaz hakkında gerektirdiği hususlarda namaz fiilini tamamlayıcıdır. Setrül avret, namazda şarttır ve hükmün şart koşulan hususta gerektirdiğindendir. Diğer şartlar da böyledir.
Şart, meşruttan/şart koşulandan başka bir şeydir. Çünkü şart, meşrutu tamamlayan bir vasıftır. Meşrutun parçalarından bir parça değildir. Böylelikle şart rükunden farklı olmaktadır. Çünkü rükun bir şeyin yapısından bir parçadır. Ondan kopuk değildir. Rükunun şeyden başka olduğu ya da benzeri olduğu söylenemez. Çünkü rükun, onun parçalarından bir parçadır. Şartta ise, şeyden başka olmak ve aynı zamanda onu tamamlayıcı olmak kaçınılmazdır.
Şart, ‘yokluğu yokluğu gerektiren, varlığı ise varlığı gerektirmeyen husustur’ şeklinde tarif edilmiştir. Bu, netice bakımından şartı açıklamaktadır. Şartla meşrut ilişkisi, sıfatla sıfatlanan ilişkisi gibidir ve sıfat olmadığında sıfatlanan olmaz. Fakat sıfat olduğu halde sıfatlanan olmayabilir. Şart da böyledir. Taharet olmadığında namaz olmaz. Fakat taharet bulunmasına rağmen namaz olmayabilir.
Şart sadece teklifi hükme has değildir. Bilakis bazen teklifi hükümde bazen de vazi hükümde söz konusu olabilir. Zira bazı şartlar vardır ki teklifi hitaba aittir. Mesela; taharet, setrül avret, elbisenin temizliği bütün bunlar namazın şartlarındandır. Bazı şartlar da vardır ki, vaz’ın hitabıyla ilgilidir. Mesela; zekâtta bir tam yılın geçmesi, zinada recm için muhsan olma hali, el kesmede malın saklanmış olması hali şartları sebep için şartlardır.
Bütün bunlar şartlar olarak itibara alındığında şartın tarifine uygun düşmektedir. Bunların tamamı haklarında delil geldiği için şer’an şarttırlar. Ancak birinci kategorideki şartlar hüküm için şarttırlar. İkinci kategorideki şartlar ise hükmün gerektirdiği hususlarda hüküm için konulan şartlardır.
Alış-veriş, şirket ve vakıf şartları gibi sözleşmelerde yer alan şartlar da Şer’î şartlar kapsamına girer. Ancak bu şartlar teklifi hüküm ve vaz’î hüküm şartları gibi değildir. Zira teklifi hüküm ve vaz’ın hükmü ile ilgili şartlarda bir şartın şart sayılabilmesi için ona delâlet eden bir Şer’î delilin bulunması gerekir.
Fakat bu sözleşme şartlarının Şeriatın belirlediği hususlara ters düşmemesi şart koşulur. Yani Şer’î hükmün ve vaz’î hükmün şartlarının şart sayılabilmesi için Şer’î delilin ona delâlet etmesi zorunlu iken sözleşme şartlarında durum böyle değildir. Sözleşme şartlarını Şeriatın getirmesi zorunluluğu yoktur. Bilakis sözleşme yapan iki tarafın istedikleri hususu şart koşmaları caizdir. Fakat sözleşme yapan iki taraf ya da onlardan birisi Şeriatın belirlediği hususlara ters şart koşmaları caiz değildir. Şu halde sözleşmelerde şart koşulan şartların Şeriata muhalif olmamaları zorunludur. Bu şartları Şer’î delilin getirmiş olması şart koşulmaz.
Bu hususta şu hadisler geçmiştir: مَا بَالُ رِجَالٍ يَشْتَرِطُونَ شُرُوطًا لَيْسَتْ فِي كِتَابِ اللَّهِ مَا كَانَ مِنْ شَرْطٍ لَيْسَ فِي كِتَابِ اللَّهِ فَهُوَ بَاطِلٌ وَإِنْ كَانَ مِائَةَ شَرْطٍ قَضَاءُ اللَّهِ أَحَقُّ وَشَرْطُ اللَّهِ أَوْثَقُ “Bir takım adamlara ne oluyor ki, Allah’ın Kitabında olmayan şeyleri şart koşuyorlar. Allah’ın Kitabından olmayan şart batıldır, yüz tane olsa da. Zira Allah’ın hükmü en doğru olandır. Allah’ın şartı en doğru olandır.”[7]
“Allah’ın Kitabında olmayan” ifadesinin anlamı, Allah’ın Kitabında olana muhalif olmasıdır. Yani Allah’ın hükmünde olması ve hükmünün gereğince olması değildir. Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şartların koşulmasına mutlak/sınır getirmeksizin izin vermiştir. Allah’ın hükmüne muhalif olanın ise batıl olduğunu açıklamıştır. Böylece Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem “Allah’ın Kitabında olmayanı” olumsuz sayarken şartların koşulmasını nehyetmemiştir. Zira Allah’ın Kitabında olmayanı olumsuz saymanın manası, Allah’ın Kitabında olana muhalif olanı olumsuz saymaktır.
Yukarıda geçen hadisin metni Buhari’de şöyledir:
“Aişe RadıyAllah’u Anha’dan: Dedi ki; Berire bana gelip şöyle dedi: “Her yıl bir ukiye ödemem koşuluyla sahibimle dokuz ukiye üzerine anlaştım (mukatebe anlaşması yaptım). Bana yardımcı ol.” Aişe RadıyAllah’u Anha dedi ki; “Eğer sahibin razı olursa onlara bunu hazırlarım, velayetin de bana ait olur.” Berire gitti ve bu teklifi onlara anlattı. Onlar bunu reddetti. Berire onlardan ayrılıp Aişe RadıyAllah’u Anha’nın yanına döndü. O esnada Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem oturuyordu. Berire dedi ki; “O teklifi onlara anlattım. Fakat onlar bunu reddettiler ve velayet hakkının kendilerinde saklı kalmasını şart koştular.” Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bunu işitti. Aişe RadıyAllah’u Anha’da durumu ona anlattı. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Aişe RadıyAllah’u Anha’ya şöyle dedi: خُذِيهَا وَاشْتَرِطِي لَهُمُ الْوَلاءَ فَإِنَّمَا الْوَلاءُ لِمَنْ أَعْتَقَ فَفَعَلَتْ عَائِشَةُ ثُمَّ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي النَّاسِ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ ٍ ... “Onu al ve onlara velayeti şart koş. Zira velayet köleyi azad edene aittir.” Aişe RadıyAllah’u Anha öyle yaptı. Sonra Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem kalkıp insanların arasına gitti. Allah’a hamd ve senadan sonra... (yukarıda geçen hadisi okudu).”[8]
Bu da gösteriyor ki; yasaklanan şey Allah’ın Kitabında ve Rasulü’nün Sünnetinde var olana muhalif şart koşmaktır. Yoksa bu hadis, şartın Allah’ın Kitabında ve Rasulü’nün Sünnetinde yer alması gerekliliğine delâlet etmemektedir.
Buna binaen sözleşme şartlarında Şeriatın nâsslarında herhangi bir nâssa muhalif olmayarak veya Şer’î delili olan herhangi bir Şer’î hükme muhalif olmayarak Şeriata muhalif olmamaları şart koşulur.
Mesela; Şeriat velâ hakkını köleyi azad eden kimseye tanımıştır. Bu durumda köle satışında velâ hakkını şart koşmak doğru olmaz. Zira şart geçersizdir, dikkate alınmaz ve satış sahih olur.
Mesela; ‘Bu şeyi sana peşin olarak 1000’e, veresiye olarak da 2000’e sattım” demen sahih değildir. Zira bu satış tek satıştır ve içerisinde birbirinden farklı maksatlı iki şarta yer vermektedir. Bu şart batıldır ve bu nedenle satış da batıldır.
Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurmaktadır: لا يَحِلُّ سَلَفٌ وَبَيْعٌ وَلا شَرْطَانِ فِي بَيْعٍ “Borç ve satışı bir arada bulundurmak ve aynı satışta iki şart helâl değildir.”[9]
Mesela; Bir kişi başka birisine mal satarken bu malı başkasına satmamasını şart koşarsa, buradaki şart geçersizdir, dikkate alınmaz, alış-veriş sahihtir. Çünkü bu şart akdin gereğine ters düşmektedir. Akdin gereği ise satılan malın mülkiyetine ve tasarrufuna sahip olmaktır. Bu durumda şart Şer’î hükme muhalif olur.
Böylece, Şeriata muhalif olan şartlar kesinlikle dikkate alınmazlar. İster Şer’î bir nâssa muhalif olsunlar, ister ise Şeriatın getirdiği Şer’î bir hükme ya da vaz’ın hükümlerinden bir hükme muhalif olsunlar, fark etmez.
Şu kesin bir husustur ki; Allah’ın Kitabında yer alan bir hususa veya Şer’î bir hükme ters olmadığı müddetçe Şeriat Müslümanlara sözleşmelerde dilediği şartları koymasını mubah kılmıştır. Bu, Berire’nin durumu ile ilgili olarak gelen Aişe RadıyAllah’u Anha hadisinde yer almaktadır.
Buhari’nin rivayetlerinden birisinde Aişe RadıyAllah’u Anha’ya şöyle demektedir: اشْتَرِيهَا فَأَعْتِقِيهَا وَلْيَشْتَرِطُوا مَا شَاءُوا “Onu satın al, onu azad et ve diledikleri şeyleri şart koşsunlar.”[10]
Bu teyid, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu; وَلْيَشْتَرِطُوا مَا شَاءُوا “Dilediklerini şart koşsunlar” sözünde açıkça yer almaktadır. Bu ifade, şartlardan dilediğini şart koşmasının mubah olduğunu gösterir. Bunu Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle diyerek teyid etmektedir: والمسلمون عند شروطهم “Müslümanlar şartları yanındadırlar.”[11]
Yani Müslümanların koydukları şartlar anlamındadır. Zira burada şart Müslümanlara izafe edilmiştir.
Ayrıca, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sözleşmelerde Allah’ın Kitabında yer almayan şartların şart koşulmasını ikrar etmiştir.
Müslim, Cabir’den rivayet ettiğine göre: “O kendisine ait bir devesi ile yolculuk yapmaktaydı. Güçten kesilince onu serbest bırakmak istedi. Dedi ki: “Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bana yetişti ve bana dua etti. Deveye vurdu. Bunun üzerine deve misli görülmemiş biçimde hızlı hızlı yürümeye başladı. Sonra bana; “Onu bana sat.” dedi. Ben de onu sattım. Yükünü istisna ettim.”[12]
Bu hadiste yer alan “yükünü istisna etmek”, satışta bir şart koşmaktır.
Süfeyne Ebu Abdurrahman’dan rivayette dedi ki: “Ümmü Seleme beni, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hizmet etmem koşuluyla azad etti.”[13] Bir başka lafızda ise şöyle dedi: “Ben Ümmü Seleme’nin kölesiydim. Dedi ki: Seni yaşadığın müddetçe Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hizmet etmen koşuluyla azad ediyorum. Dedim ki: Bana şart koşmamış olsan bile ben yaşadığım müddetçe Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den ayrılmam. Bunun üzerine beni şart koşarak azad etti.”[14]
İşte böylece şartlarını insanların koştuğu, şartları Şeriat tarafından belirlenmemiş birçok olay hâsıl olmuştur. Ancak konulan her şartın Allah’ın Kitabı’na ve Şeriatın hükümlerinden herhangi bir hükme muhalif olmaması kaydı vardır. Şartta helalı haram, haramı helâl kılmaması şartı vardır.
Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurdu: وَالْمُسْلِمُونَ عَلَى شُرُوطِهِمْ إِلا شَرْطًا حَرَّمَ حَلالاً أَوْ أَحَلَّ حَرَامًا “Helalı haram, haramı helâl kılan şart dışında Müslümanlar şartları üzeredirler.”[15]
3. Mani/Engel:
Mani; hükmün manisi olur, sebebin manisi olur.
Hükmün manisi; varlığı, hükmün gerektirdiğinin aksini zorunlu kılan belirlenmiş bir vasıftır. Mesela; düşmanca kasıtlı öldürme, katil çocuk için babasının mirasına mani’dir. Hâlbuki evlatlık, mirası gerektirir.
Sebebin manisi; varlığı, sebebin gerektirdiğinin aksini zorunlu kılan belirlenmiş bir vasıftır. Mesela; nisab miktarını tamamlamış olmasına ve borç üzerinden tam bir yılın geçmesine rağmen borç, zekâtın vacib olmasına manidir.
Borç, tamamlanan sebep olan nisabın varlığına mani’dir. Zira nisab (sebep) üzerinden tam bir yılın geçmesi ile zekâtın farziyetini gerektirmektedir. Borç (mani’), sebebin gerektirdiğinin aksini gerektirmektedir. Yani nisab olmasına ve üzerinden tam bir yılın geçmesine rağmen zekâtın farz olmamasını gerektirmektedir. Sebebe mani’ olan borç ise, olduğunda nisabı azaltan çok borçtur.
Mani’ler iki kısma ayrılırlar: Birincisi; hem talebi hem de edayı engelleyenlerdir. İkincisi ise; talebe mani olurken, edaya mani olmaz.
Birincisi; uyumakla veya delirmekle aklın gitmesi gibi hem talebi hem de edasını engelleyen manidir. Bu tür mani, namaz, oruç, alış-veriş gibi hükümlerin hem talebini hem de edasını engeller. Zira bu aslı itibarı ile talebe engeldir. Çünkü akıl, mükellefin fiilleri ile ilgili hitapla alakalı olduğundan şarttır. Çünkü akıl, teklifin dayanağıdır.
Hayız ve nifas da bu tür engeldendir. Hayız ve nifas, namaza, oruca, mescide girmeye engeldir. Hem edası yönünden hem de talebin aslından dolayı engeldir. Çünkü hayızdan ve nifastan temizlenmiş olmak, namaz kılmak, oruç tutmak ve mescide girmek için şarttır.
Aklın gitmişliğinin varlığı, hayız ve nifastan birisinin varlığı hem talebe hem de edasına mani’dir.
Talebi engelleyip edasını engellemeyen hususlara gelince; Cuma namazı açısından dişilik, oruç açısından ise buluğa ermek gibi hususlardır. Dişilik Cuma namazı talebine engeldir. Çocuk olmak ise namaz ve oruç talebine engeldir. Çünkü Cuma namazı kadına farz değildir. Namaz ve oruç çocuğa farz değildir. Fakat kadın Cuma namazını kılarsa, çocuk namaz ve oruç tutarsa sahih olur. Çünkü buradaki mani’, talepten mani’dir, edadan mani’ değildir. Aynı şekilde yolculuk oruç talebine ve namazların tamamlanması talebine mani’dir. Fakat yolcu oruç tutup, namazını kısaltmayıp tamamlarsa caizdir. Çünkü burada mani’ talebe mani’dir, edaya mani’ değildir. Ruhsat sebeblerinin tamamı böyledir. Talebe mani’dirler edaya mani’ değildirler.
Varlık âleminde meydana gelen fiiller hakkında Şâri’nin hitabı gelip iktiza ve tahyir bakımından fiillerin hükümlerini açıklamıştır. Ve yine gelen Şâri’nin hitabı, bu hükümlerin gerçekleşmesi veya tamamlanmasının kendisine bağlı olduğu hususlardan gerekli olanları da belirlemiştir. Yani Şer’î hükmün gerektirdiği hususu ortaya koymuştur. Şâri’nin hitabı iktiza ve tahyir ile geldiği gibi iktiza ve tahyirin gerektirdiği şeyle de gelmiştir. O da şöyle olmaktadır: Bir hususu sebep veya şart veya mani veya sahih-batıl veya azimet-ruhsat kılmasıdır. İktiza ve tahyir hitabı hükümler olarak insanın fiilini çözüme kavuşturduğuna göre, vaz’în hitabı da bu hükümleri ve bunlarla ilgili hususları çözüme kavuşturmaktadır. Şu halde iktiza ve tahyir hitabı insanın fiiline ait hükümlerdir. Vaz’i hitabı ise, bu hükümlere ait hükümler olup onlara belirli vasıflar kazandırır. Vaz’în hitabının bu konumda olması onu insan fiilleri ile alakalı olmaktan çıkartmaz. Çünkü bir şeyle ilişkili olanla ilişkilendirilen, o şeyle de ilişkilidir.
Buna göre; ızdırrar/zorunluluk hali ölü eti yemenin mubahlığına sebeptir, günaha düşme korkusu cariye ile nikâhlanmanın mubahlığına sebeptir, idrarı tutamamak abdestli iken idrarın çıkması halinde her namaz için abdest yenileme farziyetinin düşmesine sebeptir, güneşin zevali/tam tepede olması veya batması veya fecrin doğması bu namazların edası farziyeti için bir sebeptir. V.b. Bütün bunlar, hükümle ilgili olarak Şâri’nin hitabından hususlardır. Yani ölü eti yemenin mubahlığı, cariyeyi nikâhlamanın mubahlığı, idrarın çıkması halinde her namaz için abdest alma farziyetinin düşmesi namazın edası farziyeti hükümleriyle ilgili Şâri’nin hitabıdır. Bundan dolayı sebep, vaz’ın hitabındandır.
Bir tam yılın geçmesi zekâtın farziyetinde şart olması, buluğa ermek teklifte mutlak bir şart olması, Rasullerin gönderilmesi sevap ve ikapta şart olması, teslime kudretli olmanın alış-verişin sıhhatinde şart olması, rüşte ermenin yetimin malının kendisine teslim edilmesinde şart olması; bütün bunlar Şâri’nin hükümle ilgili hitabındandır. Bundan dolayı şart, vaz’ın hitabındandır.
Hayzın; cinsi münasebete, Kabe’yi tavaf etmeye, namazların farziyetine ve oruç tutmaya engel olması, deliliğin ibadetleri yapmaya ve tasarruflarda bulunmaya engel olması v.b. nin her biri hükümle ilgili Şâri’nin hitabındandır. Bundan dolayı mani vaz’ın hitabındandır.
Ayakta durmaktan aciz hastaya oturarak namaz kılma ruhsatının/izninin verilmesi, yolcunun Ramazanda orucunu yemesinin caiz olması, ikra-ı mulci ile zorlanan kimseye küfür sözlerini söylemesinin caiz olması gibi hususların her birisi de hükümle ilgili Şâri’nin hitabındandır. Bu hükümler, oturarak namaz kılmak, Ramazanda oruç tutmamak ve küfür sözlerini söylemektir. Bundan dolayı ruhsatlar vaz’ın hitabındandır.
Bu dört husustan da kolayca anlaşılıyor ki; Şâri’nin hitabı hükmü getirdiği gibi bu hükümle ilgili hususları da getirmiştir.
Namaz sıfatıyla namaz, oruç sıfatı ile oruç, cihad sıfatı ile cihad gibi genel olarak konulmuş hükümlerden gelen ise; kullar onunla amel etmeye zorlanırlar. Bu hükümler hakkındaki vaz’in hitabı, bunların genel olarak konulmuş hükümler olması bakımından ve kulların onunla amel etmeye zorlanmaları bakımından vasıflandırılmalarıdır. Bu genel konuluş ve kendisine zorunlu kılınış “azimet” olarak isimlendirilir. Onun için azimetler vaz’ın hükümlerindendir. Azimetler ve ruhsatlar aynı guruptan sayılırlar. Çünkü azimetler asıldır, ruhsatlar ise azimetlerden bir parçadır. Dolayısıyla azimetler ve ruhsatlar vaz’ın hitabındandırlar.
Dünyada amelin neticeleri ile alakalı olan hususa gelince; vaz’ın hitabı bu neticeler bakımından ortaya çıkmaktadır. Örneğin; rükünlerinin tamamı oluştuğunda namaz sahihtir deriz, tüm şartları oluştuğunda alış-veriş sahihtir deriz, Şer’î şartları tamamlandığı zaman şirket sahihtir deriz. Bu, hükmün konulması bakımından değil, hükmün edası bakımından hüküm için bir vasıftır. Şâri’ bunu böylece getirmiştir. Ondan dolayı alış-veriş sahih ve namaz sahih sayılmıştır. Aynı şekilde alış-veriş “icabtan” yoksun ise veya namazın “rükusu” yoksa veya şirkette “kabul” yoksa bunlar o zaman batıl sayılırlar. Bunların batıllığı hükmün teşriisi bakımından değil edası bakımından hüküm için bir vasıftır. Şâri’ bunu böyle getirmiş ve onları batıl sayılmıştır. Bu nedenledir ki sıhat ve butlan/batıllık ikisi birlikte bir guruptur. Çünkü her ikisi hakkında Şâri’nin hitabı tek bir hükümle ilgilidir, ya sahihtir, ya batıldır. Çünkü sıhat asıldır, butlan ise sıhat hükümlerinin neticeleridir. Bu nedenle de sıhat ve batıllık tek bir guruptur.
İşte vaz’ın hitabı budur. Vaz’ın hitabı hükmün gerektirdiği bir hususla alakalı olup beş kısma ayrılır: 1-Sebep, 2-Şart, 3-Mani, 4-Sıhat-butlan-fesad, 5-Azimetler-Ruhsatlar.
1. Sebep:
Sebep, usulcülerin ıstılahında; -hükmün teşrii için değil- hükmün varlığı için belirleyici olmak üzere semi delilin delâlet ettiği her açıkça belirlenmiş sıfattır. Güneşin zevalinin namazın varlığını bildiren bir işaret kılınması gibi. أَقِمْ الصَّلاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ “Güneşin batıya dönmesinden ... namaz kıl.”[1] ayeti ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in; إِذَا زَالَتِ الشَّمْسُ وَيُصَلِّي “Güneş tam tepeden batıya doğru kaymaya başladığında namaz kılın.”[2] hadisi gibi.
Bu ayet ve hadiste geçen “güneşin zevali” o vakit namazının farziyetine işaret değildir.
Aynı şekilde; فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمْ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ “İçinizden kim (Ramazan) ayına şahit olursa oruç tutsun.”[3] Ayeti ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’inصُومُوا لِرُؤْيَتِهِ “Hilali görünce oruç tutun.”[4] hadisi gibi.
Bu ayet ve hadisde “hilalin” görülmesinin Ramazan orucunun varlığını belirleyici bir işaret kılınması gibi.
Böylece sebep, hükmü vacib kılan değil sadece varlığını bildirendir. Sebebin vakıası hükmün gerektirdiği bir hikmete binaen Şer’î hüküm için Şer’an konulan husus olmasıdır. Nisabın hâsıl olması zekâtın varlığına sebeptir, Şer’î akidler intifa/yararlanmanın ve mülkiyeti intikal ettirmenin mubahlığına sebeptir. Zekâtın farziyeti bir hükümdür, nisab miktarının hâsıl olması ise hükmün varlığını belirtmek maksadıyla bu hüküm için Şer’an konulan bir husustur. İntifanın veya mülkiyeti intikal ettirmenin mubahlığı bir hükümdür, akidler ise bu hükmün varlığını belirtmek maksadıyla bu hüküm için Şer’an konulan husustur. Sebepler, teklif eden tarafından gelen hükmün varlığını mükellefe bildirmek için Şâri’nin koyduğu işaretlerdir. Böylece Şâri’ mükellef için Şer’î hükmü koyup mükellefi onunla sorumlu kılmıştır. Aynı zamanda bu hükmün varlığına delâlet eden emareler de koymuştur. Bu işaretler ise Şer’î sebeplerdir. Böylece sebep, bildirmektir, hükmün varlığını belirleyendir. Sebep, hükmün bizzat kendisini ve sıfatını belirten değildir. Sebebin anlamı ancak hükmün varlığını belirleyen olmaktır. Çünkü hükmü farz kılan husus hüküm hakkında gelen delildir. Delilin delâlet ettiği bu hükmün varlığını bildiren husus ise sebeptir.
Sebep, illetten farklıdır. Zira illet, hükmün kendisinden dolayı var olduğu husustur. Hüküm onunla konulmuştur. Hükmün konuluş sebebidir. İllet hükmün varlığı için değil teşri/konulması için bir sebeptir. İllet, hükmün delillerinden bir delildir. Onun durumu hükmün teşriinde nâssın konumu gibidir. İllet hükmün varlığının işareti değildir. Bilakis illet, hükmün teşrii için belirleyici bir işarettir.
Bu nedenledir ki cuma namazı vakti, “namazdan alıkoymak” şu ayetlerden çıkartılmış bir illettir: إِذَا نُودِي لِلصَّلاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ “Cuma günü namaza çağrıldığınızda alış-verişi bırakıp Allah’ın zikrine koşunuz.”[5] فَإِذَا قُضِيَتْ الصَّلاةُ فَانتَشِرُوا فِي الأرْضِ “Namaz kılındığında yeryüzüne dağılınız.”[6]
Bu ayetlerden çıkartılan; “namazdan alıkoyan husus” cuma vaktinde alış-verişin haram olması hükmünün kendisinden dolayı konduğu husustur. Onun için bu sebep değil illettir. Bu, “güneşin batıya doğru yönelmesi” gibi değildir. Zira, “güneşin batıya yönelmesi” illet değildir. Çünkü öğle namazı hükmü ondan dolayı konulmamıştır. Güneşin batıya yönelmesi ancak öğle namazı hükmünün varlığına işarettir.
2. Şart:
Şart; şart koşulan hususun gerektirdiği konuda veya şart koşulan ilgili hükmün gerektirdiği konuda şart koşulduğu hususu tamamlayıcı bir vasıftır.
Paranın zekâtında, üzerinden “bir yılın geçmesi” nisab mülkiyetini tamamlayan bir husustur ve zekâtın farz olabilmesi için nisab mülkiyetinde aranan bir şarttır. Böylece “bir yılın geçmesi” şart koşulanın gerektirdiği hususlardan olmaktadır.
İhsan/sahih bir nikâh ile evlenmiş olmak, evli zina eden erkeğe recm cezasının uygulanmasında zina eden erkeğin vasfını tamamlayan bir husustur. İhsan, zina eden erkeğe recm cezasının vacib olması için gerekli bir şarttır. Buna göre ihsan şart koşulanın gerektirdiği hususlardan olmaktadır.
Abdest, hükmün gerektirdiği hususta namaz fiilini tamamlayıcıdır. Namazda abdest şarttır. Abdest şart koşulan bu meselede hükmün gerektirdiği hususlardandır.
Setrül avret/avret mahallinin örtülmesi, hükmün namaz hakkında gerektirdiği hususlarda namaz fiilini tamamlayıcıdır. Setrül avret, namazda şarttır ve hükmün şart koşulan hususta gerektirdiğindendir. Diğer şartlar da böyledir.
Şart, meşruttan/şart koşulandan başka bir şeydir. Çünkü şart, meşrutu tamamlayan bir vasıftır. Meşrutun parçalarından bir parça değildir. Böylelikle şart rükunden farklı olmaktadır. Çünkü rükun bir şeyin yapısından bir parçadır. Ondan kopuk değildir. Rükunun şeyden başka olduğu ya da benzeri olduğu söylenemez. Çünkü rükun, onun parçalarından bir parçadır. Şartta ise, şeyden başka olmak ve aynı zamanda onu tamamlayıcı olmak kaçınılmazdır.
Şart, ‘yokluğu yokluğu gerektiren, varlığı ise varlığı gerektirmeyen husustur’ şeklinde tarif edilmiştir. Bu, netice bakımından şartı açıklamaktadır. Şartla meşrut ilişkisi, sıfatla sıfatlanan ilişkisi gibidir ve sıfat olmadığında sıfatlanan olmaz. Fakat sıfat olduğu halde sıfatlanan olmayabilir. Şart da böyledir. Taharet olmadığında namaz olmaz. Fakat taharet bulunmasına rağmen namaz olmayabilir.
Şart sadece teklifi hükme has değildir. Bilakis bazen teklifi hükümde bazen de vazi hükümde söz konusu olabilir. Zira bazı şartlar vardır ki teklifi hitaba aittir. Mesela; taharet, setrül avret, elbisenin temizliği bütün bunlar namazın şartlarındandır. Bazı şartlar da vardır ki, vaz’ın hitabıyla ilgilidir. Mesela; zekâtta bir tam yılın geçmesi, zinada recm için muhsan olma hali, el kesmede malın saklanmış olması hali şartları sebep için şartlardır.
Bütün bunlar şartlar olarak itibara alındığında şartın tarifine uygun düşmektedir. Bunların tamamı haklarında delil geldiği için şer’an şarttırlar. Ancak birinci kategorideki şartlar hüküm için şarttırlar. İkinci kategorideki şartlar ise hükmün gerektirdiği hususlarda hüküm için konulan şartlardır.
Alış-veriş, şirket ve vakıf şartları gibi sözleşmelerde yer alan şartlar da Şer’î şartlar kapsamına girer. Ancak bu şartlar teklifi hüküm ve vaz’î hüküm şartları gibi değildir. Zira teklifi hüküm ve vaz’ın hükmü ile ilgili şartlarda bir şartın şart sayılabilmesi için ona delâlet eden bir Şer’î delilin bulunması gerekir.
Fakat bu sözleşme şartlarının Şeriatın belirlediği hususlara ters düşmemesi şart koşulur. Yani Şer’î hükmün ve vaz’î hükmün şartlarının şart sayılabilmesi için Şer’î delilin ona delâlet etmesi zorunlu iken sözleşme şartlarında durum böyle değildir. Sözleşme şartlarını Şeriatın getirmesi zorunluluğu yoktur. Bilakis sözleşme yapan iki tarafın istedikleri hususu şart koşmaları caizdir. Fakat sözleşme yapan iki taraf ya da onlardan birisi Şeriatın belirlediği hususlara ters şart koşmaları caiz değildir. Şu halde sözleşmelerde şart koşulan şartların Şeriata muhalif olmamaları zorunludur. Bu şartları Şer’î delilin getirmiş olması şart koşulmaz.
Bu hususta şu hadisler geçmiştir: مَا بَالُ رِجَالٍ يَشْتَرِطُونَ شُرُوطًا لَيْسَتْ فِي كِتَابِ اللَّهِ مَا كَانَ مِنْ شَرْطٍ لَيْسَ فِي كِتَابِ اللَّهِ فَهُوَ بَاطِلٌ وَإِنْ كَانَ مِائَةَ شَرْطٍ قَضَاءُ اللَّهِ أَحَقُّ وَشَرْطُ اللَّهِ أَوْثَقُ “Bir takım adamlara ne oluyor ki, Allah’ın Kitabında olmayan şeyleri şart koşuyorlar. Allah’ın Kitabından olmayan şart batıldır, yüz tane olsa da. Zira Allah’ın hükmü en doğru olandır. Allah’ın şartı en doğru olandır.”[7]
“Allah’ın Kitabında olmayan” ifadesinin anlamı, Allah’ın Kitabında olana muhalif olmasıdır. Yani Allah’ın hükmünde olması ve hükmünün gereğince olması değildir. Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şartların koşulmasına mutlak/sınır getirmeksizin izin vermiştir. Allah’ın hükmüne muhalif olanın ise batıl olduğunu açıklamıştır. Böylece Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem “Allah’ın Kitabında olmayanı” olumsuz sayarken şartların koşulmasını nehyetmemiştir. Zira Allah’ın Kitabında olmayanı olumsuz saymanın manası, Allah’ın Kitabında olana muhalif olanı olumsuz saymaktır.
Yukarıda geçen hadisin metni Buhari’de şöyledir:
“Aişe RadıyAllah’u Anha’dan: Dedi ki; Berire bana gelip şöyle dedi: “Her yıl bir ukiye ödemem koşuluyla sahibimle dokuz ukiye üzerine anlaştım (mukatebe anlaşması yaptım). Bana yardımcı ol.” Aişe RadıyAllah’u Anha dedi ki; “Eğer sahibin razı olursa onlara bunu hazırlarım, velayetin de bana ait olur.” Berire gitti ve bu teklifi onlara anlattı. Onlar bunu reddetti. Berire onlardan ayrılıp Aişe RadıyAllah’u Anha’nın yanına döndü. O esnada Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem oturuyordu. Berire dedi ki; “O teklifi onlara anlattım. Fakat onlar bunu reddettiler ve velayet hakkının kendilerinde saklı kalmasını şart koştular.” Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bunu işitti. Aişe RadıyAllah’u Anha’da durumu ona anlattı. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Aişe RadıyAllah’u Anha’ya şöyle dedi: خُذِيهَا وَاشْتَرِطِي لَهُمُ الْوَلاءَ فَإِنَّمَا الْوَلاءُ لِمَنْ أَعْتَقَ فَفَعَلَتْ عَائِشَةُ ثُمَّ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي النَّاسِ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ ٍ ... “Onu al ve onlara velayeti şart koş. Zira velayet köleyi azad edene aittir.” Aişe RadıyAllah’u Anha öyle yaptı. Sonra Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem kalkıp insanların arasına gitti. Allah’a hamd ve senadan sonra... (yukarıda geçen hadisi okudu).”[8]
Bu da gösteriyor ki; yasaklanan şey Allah’ın Kitabında ve Rasulü’nün Sünnetinde var olana muhalif şart koşmaktır. Yoksa bu hadis, şartın Allah’ın Kitabında ve Rasulü’nün Sünnetinde yer alması gerekliliğine delâlet etmemektedir.
Buna binaen sözleşme şartlarında Şeriatın nâsslarında herhangi bir nâssa muhalif olmayarak veya Şer’î delili olan herhangi bir Şer’î hükme muhalif olmayarak Şeriata muhalif olmamaları şart koşulur.
Mesela; Şeriat velâ hakkını köleyi azad eden kimseye tanımıştır. Bu durumda köle satışında velâ hakkını şart koşmak doğru olmaz. Zira şart geçersizdir, dikkate alınmaz ve satış sahih olur.
Mesela; ‘Bu şeyi sana peşin olarak 1000’e, veresiye olarak da 2000’e sattım” demen sahih değildir. Zira bu satış tek satıştır ve içerisinde birbirinden farklı maksatlı iki şarta yer vermektedir. Bu şart batıldır ve bu nedenle satış da batıldır.
Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurmaktadır: لا يَحِلُّ سَلَفٌ وَبَيْعٌ وَلا شَرْطَانِ فِي بَيْعٍ “Borç ve satışı bir arada bulundurmak ve aynı satışta iki şart helâl değildir.”[9]
Mesela; Bir kişi başka birisine mal satarken bu malı başkasına satmamasını şart koşarsa, buradaki şart geçersizdir, dikkate alınmaz, alış-veriş sahihtir. Çünkü bu şart akdin gereğine ters düşmektedir. Akdin gereği ise satılan malın mülkiyetine ve tasarrufuna sahip olmaktır. Bu durumda şart Şer’î hükme muhalif olur.
Böylece, Şeriata muhalif olan şartlar kesinlikle dikkate alınmazlar. İster Şer’î bir nâssa muhalif olsunlar, ister ise Şeriatın getirdiği Şer’î bir hükme ya da vaz’ın hükümlerinden bir hükme muhalif olsunlar, fark etmez.
Şu kesin bir husustur ki; Allah’ın Kitabında yer alan bir hususa veya Şer’î bir hükme ters olmadığı müddetçe Şeriat Müslümanlara sözleşmelerde dilediği şartları koymasını mubah kılmıştır. Bu, Berire’nin durumu ile ilgili olarak gelen Aişe RadıyAllah’u Anha hadisinde yer almaktadır.
Buhari’nin rivayetlerinden birisinde Aişe RadıyAllah’u Anha’ya şöyle demektedir: اشْتَرِيهَا فَأَعْتِقِيهَا وَلْيَشْتَرِطُوا مَا شَاءُوا “Onu satın al, onu azad et ve diledikleri şeyleri şart koşsunlar.”[10]
Bu teyid, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu; وَلْيَشْتَرِطُوا مَا شَاءُوا “Dilediklerini şart koşsunlar” sözünde açıkça yer almaktadır. Bu ifade, şartlardan dilediğini şart koşmasının mubah olduğunu gösterir. Bunu Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle diyerek teyid etmektedir: والمسلمون عند شروطهم “Müslümanlar şartları yanındadırlar.”[11]
Yani Müslümanların koydukları şartlar anlamındadır. Zira burada şart Müslümanlara izafe edilmiştir.
Ayrıca, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sözleşmelerde Allah’ın Kitabında yer almayan şartların şart koşulmasını ikrar etmiştir.
Müslim, Cabir’den rivayet ettiğine göre: “O kendisine ait bir devesi ile yolculuk yapmaktaydı. Güçten kesilince onu serbest bırakmak istedi. Dedi ki: “Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bana yetişti ve bana dua etti. Deveye vurdu. Bunun üzerine deve misli görülmemiş biçimde hızlı hızlı yürümeye başladı. Sonra bana; “Onu bana sat.” dedi. Ben de onu sattım. Yükünü istisna ettim.”[12]
Bu hadiste yer alan “yükünü istisna etmek”, satışta bir şart koşmaktır.
Süfeyne Ebu Abdurrahman’dan rivayette dedi ki: “Ümmü Seleme beni, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hizmet etmem koşuluyla azad etti.”[13] Bir başka lafızda ise şöyle dedi: “Ben Ümmü Seleme’nin kölesiydim. Dedi ki: Seni yaşadığın müddetçe Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hizmet etmen koşuluyla azad ediyorum. Dedim ki: Bana şart koşmamış olsan bile ben yaşadığım müddetçe Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den ayrılmam. Bunun üzerine beni şart koşarak azad etti.”[14]
İşte böylece şartlarını insanların koştuğu, şartları Şeriat tarafından belirlenmemiş birçok olay hâsıl olmuştur. Ancak konulan her şartın Allah’ın Kitabı’na ve Şeriatın hükümlerinden herhangi bir hükme muhalif olmaması kaydı vardır. Şartta helalı haram, haramı helâl kılmaması şartı vardır.
Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurdu: وَالْمُسْلِمُونَ عَلَى شُرُوطِهِمْ إِلا شَرْطًا حَرَّمَ حَلالاً أَوْ أَحَلَّ حَرَامًا “Helalı haram, haramı helâl kılan şart dışında Müslümanlar şartları üzeredirler.”[15]
3. Mani/Engel:
Mani; hükmün manisi olur, sebebin manisi olur.
Hükmün manisi; varlığı, hükmün gerektirdiğinin aksini zorunlu kılan belirlenmiş bir vasıftır. Mesela; düşmanca kasıtlı öldürme, katil çocuk için babasının mirasına mani’dir. Hâlbuki evlatlık, mirası gerektirir.
Sebebin manisi; varlığı, sebebin gerektirdiğinin aksini zorunlu kılan belirlenmiş bir vasıftır. Mesela; nisab miktarını tamamlamış olmasına ve borç üzerinden tam bir yılın geçmesine rağmen borç, zekâtın vacib olmasına manidir.
Borç, tamamlanan sebep olan nisabın varlığına mani’dir. Zira nisab (sebep) üzerinden tam bir yılın geçmesi ile zekâtın farziyetini gerektirmektedir. Borç (mani’), sebebin gerektirdiğinin aksini gerektirmektedir. Yani nisab olmasına ve üzerinden tam bir yılın geçmesine rağmen zekâtın farz olmamasını gerektirmektedir. Sebebe mani’ olan borç ise, olduğunda nisabı azaltan çok borçtur.
Mani’ler iki kısma ayrılırlar: Birincisi; hem talebi hem de edayı engelleyenlerdir. İkincisi ise; talebe mani olurken, edaya mani olmaz.
Birincisi; uyumakla veya delirmekle aklın gitmesi gibi hem talebi hem de edasını engelleyen manidir. Bu tür mani, namaz, oruç, alış-veriş gibi hükümlerin hem talebini hem de edasını engeller. Zira bu aslı itibarı ile talebe engeldir. Çünkü akıl, mükellefin fiilleri ile ilgili hitapla alakalı olduğundan şarttır. Çünkü akıl, teklifin dayanağıdır.
Hayız ve nifas da bu tür engeldendir. Hayız ve nifas, namaza, oruca, mescide girmeye engeldir. Hem edası yönünden hem de talebin aslından dolayı engeldir. Çünkü hayızdan ve nifastan temizlenmiş olmak, namaz kılmak, oruç tutmak ve mescide girmek için şarttır.
Aklın gitmişliğinin varlığı, hayız ve nifastan birisinin varlığı hem talebe hem de edasına mani’dir.
Talebi engelleyip edasını engellemeyen hususlara gelince; Cuma namazı açısından dişilik, oruç açısından ise buluğa ermek gibi hususlardır. Dişilik Cuma namazı talebine engeldir. Çocuk olmak ise namaz ve oruç talebine engeldir. Çünkü Cuma namazı kadına farz değildir. Namaz ve oruç çocuğa farz değildir. Fakat kadın Cuma namazını kılarsa, çocuk namaz ve oruç tutarsa sahih olur. Çünkü buradaki mani’, talepten mani’dir, edadan mani’ değildir. Aynı şekilde yolculuk oruç talebine ve namazların tamamlanması talebine mani’dir. Fakat yolcu oruç tutup, namazını kısaltmayıp tamamlarsa caizdir. Çünkü burada mani’ talebe mani’dir, edaya mani’ değildir. Ruhsat sebeblerinin tamamı böyledir. Talebe mani’dirler edaya mani’ değildirler.