Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sen Yıkmazsan Kapitalizm Yıkılmaz... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Fikret Başkaya ile Röportaj
Sen Yıkmazsan
Kapitalizm Yıkılmaz!

Fazıl Duygun, Tayyar Tercan


Baran Dergisi, 96. sayı, 6 Kasım 2008
&
Seçilmiş Yazılar-2 "Şeylerin gerçeğini Söyleyebilmek."
Fikret Başkaya, Özgür Üniversite yayınları, s.51-68, ocak 2009

*** ***** ****
Hocam, son bir yıldır yaşanan hadiselere baktığımızda kapitalist düzen nereye doğru
gidiyor?
Şimdi bir kere kapitalizmin mantığını, temel eğilimlerini ve işleyiş mekanizmalarını çok
iyi bilmeden konuştuğun zaman, gerçekte olandan başka şeyleri konuşmuş olursun. Dolayısıyla, kapitalizmin ruhu ve mantığı hakkında, kafanın bir kere çok net olması gerekiyor
ki; netice itibariyle söylediklerinin bir kıymet-i harbiyesi olsun. Şimdi şöyle bir şey var: Bu
kapitalizm ücretli emek sömürüsüne dayalı bir sistem… Bir sömürü metabolizması ve kutuplaştırıcı… Bu da şu demek; bir kutupta zenginliğin birikebilmesi için karşı tarafta
yoksulluğun birikmesi gerekiyor. Fakat bu sadece toplumsal bir zenginlik ve yoksulluk
kategorisi… Fakat hepsi bu kadar da değil, bunu da çevre tahribatı olmadan gerçekleştirme
şansı yok… Demek ki, kapitalizmin her ileri aşaması daha çok doğa tahribatı demek; daha çok sosyal ve insanî kötülüklerin ortaya çıkması demek… Kutuplaştırıcı nitelik, sistemin
mantığında mündemiç olduğu için, ulusal, bölgesel, küresel planda benzer sonuçlar ortaya
çıkarıyor. Peki neden? Bunun başlıca iki nedeni var: Birincisi, dediğim gibi bir sömürü
metabolizması söz konusu; ikincisi, mallar ve sermaye sınırları aşabildiği halde emek ulusal
sınırlar içine hapsolmuş durumda. Eskiden, sermayeye sınırlı da olsa engeller konuyordu.
Neoliberal küreselleşme döneminde [1980 sonrasında], sermayenin hareketine konan engeller
liberalizasyon sloganıyla, bütünüyle ortadan kaldırıldı ve sınırsız spekülasyona uygun koşullar yaratıldı. Şimdilerde, finansal kriz [ küresel mali kriz] denilenin gerisindeki nedenlerden biri de, spekülasyonun bir istisna değil kural haline gelmesiyle ilgili...

Merkez zengin, çevre yoksul…
Evet… İşte emperyalist ülkeler, sömürge ülkeler, az gelişmiş ülkeler… Birleşmiş Milletlerin diplomatik dilinde, kalkınmakta olan ülkeler dedikleri, vs. böyle bir ikili yapı demek, ama bu iradeye tâbi bir şey değil. Kapitalizmin işleyişinin doğal sonucu olan ‘zorunlu’
bir sonuç...

Tabiatı icabı…
Bu doğasında mündemiç olan bir şey… Tabii bu arada serbest piyasa ekonomisi,
serbest ticaret vs. de tam bir retorik ve ahmakları aldatmaya yönelik bir ideolojik manipülasyon… Yani gerçek dünyada öyle bir şey yok, kapitalizm koşullarında mümkün de değil..

Her şey serbestçe…
Görünmez el, insan ve toplumların refahını sağlar. İşte ekonomiyi dengeye getirir. Bu
denge herkes için iyidir, vb. ideolojik manipülasyon amacıyla üretilen bir safsatadan ibaret.
Kendi kendini düzenleyen piyasa tam bir mittir... Serbest ticaret söylemi de öyle … Bunların
demistifiye edilmesi yani, bunların teşhir edilmesi, radikal bir eleştiriye tâbi tutulması
gerekiyor; çünkü gerçek yaşamda böyle bir şey yok… Öte yandan sistemin işleyişi, bir tarafta
zenginlik bir tarafta yoksulluk ortaya çıkardığı sürece, sürekli bir talep yetersizliği durumu
ortaya çıkarıyor. Geliri çok dengesiz dağıtınca bir tarafta insanlar büyük çoğunluk açlık,
yoksulluk, sefalet veya işsizliğe, vs. mahkûm olurken bir tarafta büyük bir zenginlik birikiyor.
Fakat sistemin mantığında da her seferinde daha çok üretmek var. Sürekli üretmek…
Genişletilmiş olarak yeniden üretmek. Nasıl bisiklete binen sürekli pedal çevirir. Bu da her
bir tekil kapitalist için bir tek seçenek demek: sürekli ileriye doğru koşmak, daha çok
büyümek, toplam artı değerden daha çok pay almak için kıyasıya rekabete girişmek... Zaten
sistem doğası gereği rekabete dayalı bir sistemdir. Velhasıl bunun dışında seçenek yok...
Başka türlü söylersek, kapitalist üretim, birbirinden habersiz, binlerce, onbinlerce kapitalistin
[girişimcinin] verdiği kararlara dayanıyor. Eğer bir sektörde veya ant-sektörde ‘aşırı kâr‘ olanağı varsa, herkes o alana kayıyor, o alana yatırım yapıyor. Sonuçta söz konusu sektördeki üretim talebi aşıyor, yani bir kapasite ve üretim fazlası ortaya çıkıyor. Üretilen satılamazsa ve bu birikimli bir hal alırsa işte sana kriz! Her zaman krizler üretim ve tabii kapasite fazlalığından kaynaklanıyor. Kriz durumunda da bir önceki dönemde olanların tersinin gerçekleşmesi demektir. İşletmeler iflas ediyor, fabrikalar, işyerleri kapanıyor, insanlar işsiz kalıyor ve sonuçta emeğiyle geçinen işçi sınıfının durumu daha da kötüleşiyor. Kriz sistemin mantığında mündemiç, onda içerilmiş bir şey. Ne istisna ne de bir yol kazası. Bu durum iyi
bilinmediğinde, kapitalizm her krize girdiğinde sanki sistem çöktü-çöküyor gibi bir izlenim
doğuyor. Oysa krizler kapitalizm için bir tür “gençlik aşısı” demeye gelir...

Peki, buradan şunu çıkabilir miyiz? Kapitalizm mantığı içerisinde kanaatkâr bir
geçinmek şartıyla ya çok büyüyeceksiniz ya da silinip gideceksiniz.
Kesinlikle… Şöyle bir şey var: Ya büyürsün ya da yok olursun!.. Üçüncü bir yol yok...

Kanaatkârlık yok.
Sistemin mantığı kapitalisti sürekli ‘ileriye doğru koşmaya mecbur ediyor, bir tür
mahkûm ediyor... Bu kadarı yeter artık burada durayım diyemezsin. Durursan silinirsin, yok
olursun... O halde bir tercih yapma şansın var ama bu: ya büyürsün ya yok olursun arasında
bir seçenek... Aslında bu durum, üzerinde durup, düşünmeyi gerektiren bir şeydir. Bu bizzat
kapitalistin de sistemin bir ‘oyuncağı’ olduğu anlamına gelir... Kapitalist patronun iradesinin
hiçbir kıymeti harbiyesi olmaması demektir.

Peki, hocam şu andaki krizin kapitalizmin krizinden daha çok sistem krizi olduğu
söyleniyor. Hatta devlet rejimlerini sarsan bir sistem… Burada Avrupa’nın Amerika’ya
bakışı değişiyor. Avrupa az önce dediğiniz gibi kapitalizm yok olmuyor; yeni bir evreye
geçiyor derken Washington Times da yorumlar çıktı. Avrupa farklı bir şekilde bakıyor.
Kapitalizmin yerine nasıl bir model koyabiliriz diye bir tartışmaya doğru gidiyor. Bu klasik
bir kriz mi yoksa yeni bir alternatif arayışa giden kriz mi?
Şimdi bu şöyle bir şey; kapitalizmin krizi dediğin zaman, sonuçta bankacılık sisteminin
krizi olarak, yani bir finansal kriz olarak tezahür ediyor. Dolayısıyla bu kriz de kapitalizmin
mantığının sonucu olan bir kriz ve eski krizlerden –mesela 1929 krizinden çok farklı değil-
1929 krizinden belki yegâne farkı artık dünya ekonomisinin daha çok bütünleşmiş olması ve
küresel bir nitelik kazanmasıyla ilgili… Belki kaydedilmesi gereken ikinci bir fark da
kapitalist dünya sisteminin efendilerinin 1929 krizinden bazı dersler çıkarmış olması ama
bunu fazla abartmamak gerekir. Dolayısıyla krizin sonuçları daha çok insanı etkileyecek. O
zaman da biliyorsunuz, milyonlarca insan işsiz kaldı. Açlık ve yoksulluk derinleşti,
hammadde fiyatları görülmemiş düzeylere düştü... Tam bir çöküntü tablosu ortaya
çıktı... ABD’de ipotek [mortgage, subprime, vb.] krizi olarak başlayan, banka krizine
dönüşen, sonuçta da reel sektöre sirayet eden bir kriz söz konusu ki, eski bildik krizlerden
özde farklı bir kriz değil. Fark şurada: kriz yapısal bir nitelik taşıyor ve son derecede
şumûllü. Bu yüzden de sistemi temellerinden de sarsma istidadı taşıyan bir kriz... Artık son otuz yılda geçerli neo-liberal paradigmanın çöktüğünün resmi... Dolayısıyla krizden bir paradigma değişikliği olmadan çıkmanın artık mümkün olmadığı bir durumu ifade ediyor...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Eğer öyleyse kapitalizmin yeni bir alternatif çıkaracak gücü de kalmadı demek mi
gerekiyor?
Tabi alternatiften ne anladığınız önemlidir. Kapitalizmin mantığı içinde kalındığı zaman
yapılacak şey belli: krizin yükü eskisinden de daha çok emekçi sınıfların omzuna binecek,
bu arada sermaye zaman kazanıp toparlanmaya çalışacak. Dolayısıyla aracın rotasının
değişmesi söz konusu değil. Biliyorsun 1974-75 krizinden sonra kendinden menkûl bir
kendi kendini düzenleyen piyasa efsanesi üreterek yaptıklarını meşrulaştırmayı başardılar. Bu
sefer yeni yalana ihtiyaçları var. Tabii insanları her zaman her yalana inandırmak kolay
olmayabilir... Dolayısıyla sistem kendi mantığı dahilinde bir ‘çıkış yolu’ arayacak. Ama ne
olursa olsun, adı ne olursa olsun sonuç sömürünün derinleşmesinden başka bir şey
olamaz... Alternatifi ancak kapitalist sömürüye maruz olanlar, başta işçi sınıfı olmak üzere,
ezilen halklar/ sömürülen sınıflar oraya koyabilir ki, bu kapitalizmin dışına çıkılması
anlamına gelir. Eğer bu kriz insanlığın ufkunu açar ve vakitlice yaratıcı bir ütopya ortaya
çıkarılabilirse, insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak mümkün olabilir. Aksi halde
kritik bir durum ortaya çıkabilir. Biliyorsunuz emperyalizm savaşa başvurmadan bu tür
krizleri aşamıyor. Eğer iş savaşa varırsa, savaş bu sefer önceki iki emperyalist savaştan [1914-1918 ve 1939-1945] çok daha yıkıcı olabilir. Durum son derece vahim olabilir ve belki
de bu son savaş olabilir... Onun için aymazlıktan kurtulmak gerekiyor. O halde iki şey:
Kapitalizm buna yeni bir alternatif çıkaramaz. Fakat yarayı pansuman ederek, aracı iyi kötü
tamir edip, bu yolda devam edebilir. Ona ancak ezilen sınıflar, sömürülen sınıflar bir alternatif
oluşturabilir. O halde mesele ne? Sistemin bu duruma bulacağı çare aracı iyi kötü tamir
ederek, yağlayarak yola devam etmek. Bu sadece zaman kazanmak demektir. Oysa bu
gidişten zarar gören insanlığın ezici çoğunluğunun yapması gereken çok farklı olmak
zorunda: Üç şeyi değiştirmesi gerekiyor: 1, bir aracı, treni değiştirecek; 2. Personeli,
kondüktörü değiştirecek ve nihayet ;3. Aracın istikâmetini değiştirecek. Bu kapitalizmden
radikal bir kopuş demektir ama insanlığın da başkaca bir seçeneği kalmamış durumda...
Kapitalizm ne zaman krize girse hemen çöktü çöküyor denmeye başlanıyor. Bu aymazlıktan
kurtulmak gerekir. Sen yıkmazsan, hiç bir zaman kapitalizm kendiğilinden yıkılmaz.

Son krizin sadece bir ipotek krizi, banka krizi olmanın ötesinde sistemin temelini angaje eden bir kriz olduğunu mu söylemek gerekir?
Sorunuzun cevabını kısaca şöyle verebiliriz. 1980 sonrasında uygulanan neo-liberal ekonomik ve sosyal politikalar İkinci emperyalistler arası dönemde geçerli modelin
çökertilmesi üzerinde yükseldi. Sömürü artar, kâr oranları yükselirken reel ücretler bastırıldı,
sosyal amaçlı kamu harcamaları kısıldı, gelir dağılımı görülmemiş derecede bozuldu. Bu
geniş halk kitlelerinin talebinin daralması, kitle talebinin gerektiği düzeyin altında kalması
demektir. Ve şöyle çelişik bir durum ortaya çıktı: “kârlar artarken talep daralırken kapitalist
işletmelerin elinde ‘verimli bir şekilde yatırım yapılması mümkün olmayan’ devasa bir sermaye stoğu biriktiEğer elinizde sermaye [para] varsa ve verimli bir şekilde işletilmiyorsa, sermaye değersizleşir. O zaman ne yaptılar? Spekülasyona yöneldiler. Ve ortaya tam bir gazino ekonomisi çıktı... Üretim dışı alanlarda kazanılan milyarlarca, trilyonlarca dolar... Bu parayla para kazanma, üretim ve ticarete uğramadan paranın değerlenmesi demektir ki, reel ekonomiyle finans dünyası arasında akıl almaz bir uçurum oluştu... para oyunlarıyla zenginleşme çılgınlığı... İpotek krizi ki subprime krizi de deniyor, bu çılgınlığın tezahürlerinden biriydi. İnsanları ödeme gücünü dikkate almadan borçlandırdılar. Bunun için başlarda insanları kandırmak için faizler çok düşük tutuldu. Elbette bu sürdürülebilir bir durum değildi; zirâ sistemin tamamı büyük ölçüde “zehirli krediler ve para oyunlarıyla zehirlenmişti”. Reel ekonomiyle spekülatif finans dünyası arasında akıllara durgunluk veren bir uçurum oluşmuştu. Sistemin çökmemesi için bir nedene ihtiyaç vardı sadece... Bu ipotek krizinden başka bir şey de olabilirdi... Dolayısıyla kriz sadece ipotek krizinden ibaret mevzii bir şey değil. Kriz sadece ipotek krizi değil, sadece finansal kriz değil, sadece banka krizi değil, ama ekonominin ve toplumun temelini angaje eden bir kriz. İşte enerji krizi, gıda maddeleri krizi, ekolojik kriz, vb. Mesela diyorlar ki, bir gece de 1,5 trilyon dolar uçtu, işte kriz patlak verdiğinden beri şu kadar trilyon buharlaştı, vb. Aslında sorun sadece borsayı angaje etmiyor ki... Biliyorsunuz borsa bir tür kumarhanedir. Sıfır toplamlı bir oyundur. Biri alır biri satar; biri kazanır biri kaybeder. Netice de kumarda da öyle değil midir? Kumarda biri kaybeder biri kazanır. Ortadaki para değişmez. Eğer kriz sadece borsayı angaje etseydi sorun da sınırlı kalırdı. Oysa borsa krizi sadece temeldeki krizin dışa vurumu, tezahürü... Borsa krizi, banka krizi ve nihayet ekonomik kriz... Hileyle, dalavereyle, haydutlukla, spekülasyonla, vb. yaratılmış ve reel dünyada maddi bir karşılığı olmayan bir ‘dünya’ yarattılar... Bu belirli bir eşik aşıldığında artık sürdürülebilir olmaktan çıkmıştı. Zincir bir halkasından kopacaktı ve koptu... Lâkin çelişik bir durum var bu spekülasyon çılgınlığı devam ederken de, oyun sona erdiğinde de faturayı ödeyenler işçiler, emekçiler, mütevazı insanlar ve bir bütün olarak yeryüzünün lânetlileri...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Batan şirketlerin ‘devletleştirilmesinin’, kurtarılmasının bedelini de yoksul halk, ‘mütevazi’ toplum kesimleri mi ödeyecek o zaman?
Mesele şu: bir kere bir güvensizlik tablosu ortaya çıktı mı, bankalar birbirlerine ve başkalarına borç vermek istemiyor. Artık onun ödeme gücü olup olmadığından emin değil. Batmak üzere olan bir şirket başkasından borçlanamayınca, devlet devreye giriyor ve bir şirketten borç alıp ya da para basıp şirketi kurtarıyor, ‘devletleştiriyor’. Parayı nereden buluyor veya değirmenin suyu nereden geliyor? Ya bütçeden finanse edecek ki, bu vergilerden gelecek demektir ya da para basacak veya borçlanacak, bu da enflasyon ve/veya dış borçların artması demektir ki, o da sonuçta halkın sırtına binecek, başka bir yol yok... Vergi meselesine gelince: vergiyi her zaman yoksullar öder zira vergi demek tüketimden kısmak demektir. Kapitalistler, zenginler vergi vermez, tam tersine vergileri kullanır, yağmalar... Biliyorsunuz kapitalizm koşullarında özelleştirme ‘kârın özelleştirilmesi‘ demektir. Devletleştirme de zararın ‘sosyalleştirilmesi’ yani halkın omzuna yüklenmesi demektir... Duruma göre biri veya diğeri gündeme gelir aynı bir tahterevalli gibi....

Bu tuhaf değil mi? ailesine konut satılanların hepsini dışarı atacaksınız. Attığınız
insanlar aç, susuz… Ne yapacaksınız? Katledecek misiniz? Gücünüz yetecek mi? Az önce söylemiştiniz, ‘kapitalizm 1930 krizinden ders aldı’. Liberalizmin ruhuna aykırı olarak devletleştirme geldi. O yine kurtarmadı. Bütün kozlarını da oynadı diyebiliriz. Bugüne kadar kapitalist devlet bürokrasisi emri altında şirketleri kullandı. Devlet o mantıkla kurtarma paketleri hazırlıyor. Bu, devlet bürokrasisi ve ordu içerisinde şöyle bir
şeye dönüşebilir mi Batı’da? Hazır bu fırsat, devletleşme ayağıyla hepsini devlet ödüyor,
öyleyse vergi koyalım. Devleti koruma bahanesiyle, “Hepsine el koyalım” diyebilir mi? Yani faşizme kayış olabilir mi?
Bu tip durumlar yoksullara yönelik saldırı için bir koz, bir bahane oluşturuyor aslında…
Mesela kriz bahane edilerek şirketler çok sayıda insanı sokağa atacak. Mesela eskiden 300
işçinin çalıştığı bir işletmede 100 işçi işten atılacak. Eskiden üç kişinin yaptığı işi iki kişi
yapacak... Tabii kâr oranı da o ölçüde artacak. Bu tür durumlar baskıcı uygulamalara da
imkân veren durumlar. Saldırının derinleştiği durumlar. Fakat saldırının derinleşmesi, karşı
saldırının da derinleşmesinin koşullarının ortaya çıkması demektir. Başka türlü söylersek
durumu sistemin kurbanları lehine çevirmenin mümkün olduğu durumlardır. Tabi hızlı
hareket etmek koşuluyla... Faşizm belirli bir tarihsel dönemin özel koşullarının sonucu ortaya
çıkmış bir şey, biliyorsunuz bu bir sınıfsal güç dengesi durumu demektir. Belli ki bilinen
anlamda faşizm değil ama emekçi sınıflara yönelik baskıcı önlemlerin artması bir sürpriz
olmaz... Tabii ondan da büyük bir küresel savaş riskini de göz ardı etmemek gerekir...

Peki hocam, Çin kapitalizmi kurtarabilir mi? 2. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslar
arası finans kapitalizminin merkezi Londra’dan New York’a taşındı. Çin’e geçme gibi bir
çalışmalar var. Çin’in çapı yeter mi?
Şimdi her şeye rağmen Çin, akıl almaz büyüme oranlarına rağmen, ekonomisinin ve
nüfusunun büyüklüğüne vs. rağmen hala dünya kapitalizminin çevresinde yer alan bir ülke.
Merkezde değil… Biliyorsun eskiden, şöyle bir ikilem vardı: Sanayileşmiş ülkeler, sanayileşmemiş ülkeler… Bu ayrım 2. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük ölçüde silikleşti. Fakat hiyerarşik yapıyı, piramidi değiştirmedi… Dolayısıyla Çin, bütün o büyüme oranlarına ve devasa ihracat performansına, yüksek gayri safi milli hâsıla artışına rağmen hâlâ dünya sisteminin çevresinde yer alan bir ekonomi… Birincisi bu… Neden öyle? Çünkü ileri
teknoloji tekeli hâlâ emperyalistlerde… Avrupa’da, Amerika’da, Japonya’da… İletişim tekeli
yine onlarda… Finans tekeli onlara… Stratejik doğal kaynaklara ulaşma tekeli onlarda,
finans akımlarını denetleme tekelini de ellerinde tutuyorlar ve kitle imha silahları onların
tekelinde… Dolayısıyla bu yapı varken Çin’in yaptığı hamlelerin şimdilik bu yapıda bir
değişiklik yaratma imkânı yok. Birincisi bu… İkincisi Amerika’yla Çin, Hindistan, Brezilya
ve Avrupa arasında nasıl bir ilişki var? Amerika’nın açığı var. Bunlar oraya para aktarıyor.
Amerika da o paralarla onlardan mal alıyor. O zaman ne diyor? Ben bir kitabımda yazmıştım.
Borç Krizi üzerine Bir Deneme” adlı kitabımda o alıntıyı yapmıştım. Şöyle bir şey var: “1 milyon dolar borcum varsa yandım. 100 milyon dolar borcun varsa banka yandı.” Amerika
bunları Avrupa’ya, yani bu yükselen piyasalar dediğimiz Japonya’ya, Hindistan’a, Çin’e ve
Brezilya’ya, Türkiye’ye finanse ettiriyor. Bunlar müthiş borçlu… Dünyanın en borçlu
ülkesi… Amerika’nın borcunun yanında 3. Dünyanın borcu solda sıfır!.. 3. Dünya’da da
müthiş bir yıkıma sebep oluyor. Rakamların hepsi böyle… Netice itibariyle Amerika şöyle
diyor: “Batarsam sizde batarsınız.” Bunun anlamı ne? ABD başkalarının parasıyla hovardalık
yapıyor...

O tehdidi kullanıyor. Ama hocam bu sürekli süremez ki, böyle…
Hayır, sürekli gider anlamında değil… Şimdilik böyle gidiyor. Koskoca Avrupa ABD’nin rotasından çıkmak için kılını bile kıpırdatmıyor... Oysa bunu yapmak için yeterli
potansiyele sahip...

Çin, ne kadar besleyecek?
Bir yerde zincir kopacak. Şu anda dikkat ederseniz, hâlâ dolara güven ortadan kalkmış değil… Tam tersine herkes doların peşinde...

Bu krizin 1929 krizinden temel farkı için şunu söylüyorlar: 1929 krizinde dolar azdı.
Şimdi doların bolluğundan çıktı kriz…
Amerika’nın istediği zaman istediği kadar dolar basabilme ayrıcalığına sahip. Sorunların
kaynağında bu var. Bugün emperyalist burjuvazinin Amerika dışındaki unsurları, Avrupa,
Japonya vs. üçüncü dünya kapitalistleri falan hâlâ orayı en güvenilir sığınak olarak görüyorlar.

Başka çareleri var mı Hocam? Başka alternatifleri yok.
Orayı görüyorlar ve bir şey daha var, 2. Dünya Savaşından sonra Avrupa’yla Japonya
ekonomileri, belli bir eşikten sonra 1960’ların başından itibaren, ekonomileri aradaki farkı
kapatmalarına rağmen hep Amerika’nın bir vassalı olarak kaldılar. Hep onun şemsiyesi altında kaldılar.

Sistemin babası Amerika zaten.
Dolayısıyla hiçbir konuda söyleyecek sözleri olmadı. Bugün de yok. Çünkü neden?
Avrupa büyük sermayesi her şeye rağmen diyor ki “Amerika beni kurtarır”. Neden? Bak şimdi şöyle düşünün; diyelim ki bir Japon şirketinin Afrika’da başı derde girdi. Ortadoğu’da
başı derde girdi. Asya’da başı derde girdi. Latin Amerika’da başı derde girdi. Kendisi buna nasıl müdahale edecek?

Askerî gücü yok.
Ama Amerika oraya 48 saat içinde müdahale edebilir ve edebiliyor. Amerika’nın bu
konumu yani Amerika ne yapıyor? İşte bu kozu sayesinde başkasının sırtından hovardalık
yapabiliyor. Onların parasını kullanıyor. Onların parasıyla onların malını alıyor. Ürettiğinden
çok fazlasını harcıyor, tüketiyor. Velhasıl işte böyle tuhaf bir tamamlayıcılık ilişkisi var.

Hocam biz Amerika’nın batış sebebinin Irak ve Afganistan işgalleri olduğunu
söylüyoruz. Çünkü orada battıkça ekonomisine vereceği kaynağı fazlasıyla buraya
aktarmak zorunda kaldı. Tabii o da ister istemez gibi borçlanmalar, şuydu buydu derken
büyüdü gitti. Bu tezimize katılıyor musunuz?
Bu tezinize katılmıyorum. Şunun için; şimdi meselâ, Irak’ta harcanan parayla batık
şirketlerin kurtarılmasında kullanılan parayla bire onluk bir fark var. Şu bir gerçek, ister
Afganistan’daki durum ister Irak’taki durum Amerika için sorun yaratıyor ama kapitalist
dünya sistemi ondan dolayı krize girmiş değil… Elbette iki yerdeki savaş ABD bütçesini
zorluyor ama aynı zamanda silah sanayii kompleksini de besliyor. Amerikan ekonomisinin
en önemli sektörlerinden biri de silah/savaş kompleksi değil mi?

Afganistan ve Irak bu süreci çok hızlandırmadı mı? 11 Eylül’de de biliyorsunuz
piyasa batmıştı. Pazartesi tedbirleri falan… Hani şöyle bir şey, 20 sene sonra çökeceksiniz
de, fakat bir yerde bir hata yaparsınız 17 sene önce çökersiniz.
Bence birinci sebebi o değil. Tabii ki silahlanma harcamaları bir bakıma da can simidi
gibi Amerika ekonomisi için. Mesela önümüzdeki dönemde silaha, askeri komplekslere daha
çok kaynak aktaracak, sermayenin önemli “değerlenme’ alanlarından birinin silah sanayii
kompleksi olduğunu unutmamak gerekir. Fakat bu krizin yapısal nedenleri var. Dolayısıyla bu
tâ 1975’lerden beri gelen oralara kadar giden bir dizi politika ve uygulamanın sonucu olan
bir şey. 1974-75’te kapitalizmin krizi derinleşmişti. Biliyorsunuz iki türlü krizi var
kapitalizmin. Biri devrevi krizler vardır 3-4 ile 7 yıl arasında. Bir de yapısal kriz var. Genel olarak kapitalist ekonomi 20-25 yıl büyür. 25 yıl sonra krize girer ama bu kriz artık
aşılabilir kriz olmaktan çıkar çünkü kriz politikayı, sosyal yaşamı her şeyi angaje etmeye
başlar. Yani ekonomi dışı nitelik kazanır. Yapısal kriz budur. Sistem 1974-75’de yapısal krize
girdi. O dönemden beri bunlar o krizden çıkmak için her adımı attıklarında sorunu daha da
büyüttüler. Ne oldu? İşte şimdi finans çöktü. Çünkü ekonominin bütün düzenlemelerini bir bir
tasfiye ettiler. Sermayenin önünü sonuna kadar açtılar. Sermaye her türlü küstahlığı mubah
sayar hâle geldi.

Ahlâkı yok.
Ahlâkı yoktur ama başkasının ahlâkını aşındırdığı doğru. Yani hem kendi ahlâkı yok
hem başkasının ahlâkını aşındırıyor. Dolayısıyla insanı eşya mertebesinde gören bir sistemdir
kapitalizm. Yani insanın insan olarak değeri yoktur onun için, velhasıl amoral bir sistemdir.
Dolayısıyla böyle bir şey var. Şimdi, burada şöyle bir hata yapmamak lâzım. İki şey var: Bir,
bu tip şeyler kapitalizmin sonu falan olmaz. İki, kendilerinin bu krize çözüm bulmaları
mantıken mümkün değildir. O zaman geriye kalıyor. Kardeşim bu lanet olası kapitalist,
emperyalist sistemden zarar gören yoksullar, işçiler, emekçiler, küçük köylüler…
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Cüneyt Karan
AB-D'nin Çöküş Günlüğü




AB-D politikasında hiçbir şey değiştirmedi AB-D krizi aşarak gerilemeyi durdurup treni tekrar ilerletmek için kartları yeniden düzenlemeye çalışıyor. AB-D’nin şu ana dek yaptıkları deneme ve yanılma yönteminden başka bir şey değil sonuç olarak bu çöküşten çıkış yolu yok batışın kendileri de farkında öte taraftan içimizdeki AB-D’nin batan gemisine halatlarını atıp kendilerini bağlamış olanlar AB-D’nin “başarabiliriz” hayalciliğine kendilerini inandırmaya çalışmaları da son sürat devam ediyor. “Başarabiliriz”… Biz de diyoruz ki; NEYİ?
19 banka
600 milyar dolar zarar etti
ABD Merkez Bankası (FED) tarafından ’stres testine’ tabi tuttulan 19 büyük bankanın, senaryoya göre, 2010 yılı sonuna kadar 600 milyar dolar zarar yazması bekleniyor. FED’in uyguladığı dayanıklılık testinin sonuçları, 19 bankadan 10’nun toplamda 75 milyar dolarlık sermaye artırımına ihtiyacı olduğunu ortaya koydu. FED’e göre ABD ekonomisindeki durgunluk derinleşirse, ülkenin en büyük 19 bankası verdikleri kredilerden dolayı 2009 ve 2010 yıllarında toplam 599.2 milyar dolar zarar edecek. Bu zararın 185.5 milyar dolarını mortgage kredileri, 82.4 milyar dolarını ise kredi kartları oluşturacak.
ABD’de işsizlik
26 yılın zirvesinde
Mart ayına ilişkin daha önce 663 bin olarak açıklanan tarım dışı iş kaybı verileri de revize edilerek, 699 bine çıkarıldı. ABD’de Şubat ayında ise 681 bin kişi işini kaybetti.
Nisan ayında imalat sanayi sektörü 149 bin yeni işsiz yaratırken, mart ayında 135 bin kişinin işsiz kaldığı inşaat sanayi de geçen ay 110 bin kişinin işini kaybettiği sektör oldu.
Bakanlık açıklamasına göre, durgunluğun başladığı 2007 yılı Aralık ayından bu yana toplam iş kaybı 5,7 milyon kişiye ulaştı. ABD’de nisan ayında, ekim ayından bu yana en küçük oranda ve beklentilerin altında, 539 bin kişi işini kaybetti
ABD’de bütçe açığı
derinleşiyor
ABD’de bu yıl bütçe açığı tahmini, 89 milyar dolar daha yükseltilerek 1,84 trilyon dolar olarak hesaplandı. Öte yandan, Beyaz Saray 2010 yılına ilişkin bütçe açığı tahminlerini de revize etti. Daha önce 1,17 trilyon dolar olarak tahmin edilen gelecek mali yıl bütçe açığı da 1,26 trilyon dolara çıkarıldı.
ABD’de 5 milyon çocuk
açlıkla karşı karşıya
ABD’de 5 yaş altındaki 3,5 milyon çocuğun, açlık riskiyle karşı karşıya olduğu bildirildi.
ABD’de açlıkla mücadele eden Feeding America örgütünün, İstatistik Bürosu ve Tarım Bakanlığının 2005-2007 yılları arasındaki verilerine dayandırdığı araştırması, 11 eyalette 5 yaş altındaki çocukların yüzde 20’sinden fazlasının, aç kalma riskiyle karşılaştığını gösterdi.
2 bin kişi daha
işsiz kalacak
Almanya’nın en büyük çelik üreticisi ThyssenKrupp, 2,000 çalışanını işten çıkarmayı planlıyor Duesseldorf merkezli şirket, küresel ekonomik krizin çelik ve diğer inşaat malzemelerine olan talebi düşürmesi yüzünden 2011 yılına kadar Almanya’daki 7 fabrikasından 2,000 personeli çıkarmayı planladığını açıkladı. ThyssenKrupp, dünya çapında 200 bin kişiye istihdam sağlıyor.
Mortgage lideri 23.2 milyar dolar zarar etti
Bir önceki yıl aynı çeyrekte şirket 2,5 milyar dolar zarar açıklamıştı ABD’li tutsat devi Fannie Mae, ilk çeyrekte 23,2 milyar dolar bir başka deyişle hisse başına 4,09 dolar zarar etti.
Şirket, ilk çeyreğe ilişkin sonuçların ardından 19 milyar dolarlık ek devlet desteğine ihtiyacı olduğunu bildirdi. Bu yıl ilk çeyrekteki zararın 20,9 milyar dolarlık kısmı konut piyasası koşullarındaki bozulmadan, 5,7 milyar dolarlık kısmı ise tutsat (mortgage) destekli menkul kıymetlerin zarar yazılmasından kaynaklandı. Şirket, geçen yıl genelinde yaklaşık 59 milyar dolar zarar açıklamıştı.
İngiltere’de yoksulluk artıyor
Resmi istatistiklere göre, yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı, 2006 yılında ise 10 milyon 700 bin düzeyindeydi.
Mali Araştırmalar Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen bir araştırmanın sonuçları da, zenginle fakir arasındaki farkın 1961 yılından bu yana en çok açıldığı dönemin yaşanmakta olduğuna işaret etti. Enstitünün uzmanları, ekonomik krizle birlikte durumun çok daha kötüye gideceği uyarısında bulundu.
GM 6 milyar dolar zarar etti
Ekonomik olarak zor durumdaki ABD’li otomotiv şirketi General Motors (GM), zarar etmeye devam ediyor ABD’nin en büyük otomotiv şirketi GM, ilk çeyrekte 6 milyar zarar ettiğini açıkladı.GM, geçen yıl ilk dönemde 3,3 milyar zarar etmişti.İlk çeyrekte 10,2 milyar dolar harcama yapan GM’nin gelirleri, Kuzey Amerika, Avrupa, Asya ve Latin Amerika’da düştüğü için geriledi.Muhtemel iflas tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ve ABD hükümetinden şimdiye kadar 15,4 milyar dolar kredi alan GM’nin, yeniden yapılanması için 1 Hazirana kadar süresi bulunuyor. GM, geçen hafta, bu yıl 21 bin kişiyi işten çıkaracağını açıklamıştı.
Eylem yapan gardiyanlar polisle çatıştı
Fransa’da çalışma koşullarının iyileştirilmesi için dün eylem başlatan cezaevi gardiyanları polisle çatıştı. Polis, tutukluların başkent Paris’teki cezaevinden mahkemeye naklini engellemeye çalışan gardiyanlara göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Başkentteki La Sante cezaevinin kapılarını tutan gardiyanlar, sokaklara lastikler ve sandıklar attı. Fransa’daki 194 cezaevinin yaklaşık üçte ikisinde çalışanlar eylem yapıyor.
americansoldier.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
67145.jpg




Fransa banliyöleri yine karıştı: Yüzlerce araç yakıldı




Fransa'da ''14 Temmuz Ulusal Gün Kutlamaları'' öncesi ülke genelinde çok sayıda banliyöde 317 aracı ateşe verildi.





14 Temmuz 2009


Haber Merkezi

Fransa'da "Ulusal Gün" kutlamaları öncesi yıllardır süren bir 'gelenek' değişmedi. Ülkenin yoksul kesiminin yaşadığı farklı banliyölerde toplam 317 aracın dün gece yakıldığı açıklandı. Araçları yakan gençlerle çıkan arbedelerde 13 güvenlik görevlisi yaralandı, 240 kişi gözaltına alındı.

Bu yıl yakılan araç sayısında, geçen yılki 14 Temmuz Kutlamaları öncesi yakılan araç sayısına oranla yüzde 6.73 oranında artış görüldüğü bildirildi.

Fransa'da son yıllarda, 14 Temmuz kutlamaları öncesi, çoğunlukla yoksul göçmenlerin yaşadığı, ekonomik ve sosyal sıkıntıların yoğun olarak görüldüğü banliyölerde, hükümeti protesto eden gençlerin araçları ateşe vermesi giderek yaygınlık kazanıyor.

Fransız İhtilali'ni başlatan, 14 temmuz 1789'daki Bastil Hapishanesi'ne baskın olayı Fransa'da Ulusal Gün olarak kutlanıyor.

FRANSA'NIN 'BANLİYÖ SORUNU'

Fransa'da 'göçmen' olarak anılmalarına rağmen, aslında ikinci ya da üçüncü nesil Fransız vatandaşı olan, aileleri genel olarak Kuzey Afrika kökenli gençler, büyük şehirlerin dışındaki banliyölerde yaşadıkları hayata uzun süredir isyan ediyor.

Özellikle 2005yılında Paris'te iki gencin Fransız polisi tarafından öldürülmesiyle patlak veren olaylarda yine araçlar yakılmış, protesto gösterileri haftalarca sürmüştü. Clichy-Sous-Bois banliyösünde başlayan, daha sonra ülke geneline yayılan şiddet olayları sırasında binlerce araç ateşe verilmişti. Yaklaşık üç hafta süren olaylar sırasında çok sayıda kamu binası ve mağaza kundaklanmıştı.

Bu olayın yıldönümünde, 2007'de gerçekleşen protesto gösterilerine katılanlar, iki yıl önce kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını, ayrımcılığın devam ettiğini haykırdı.


Fransız hükümeti ise, tam bir ayrımcılık politikasına maruz kalan bu gençlerin sıkıntılarını çözmek yerine, banliyölere binlerce polis konuşlandırmayı tercih etmişti.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İsyan Londra dışına taştı

14106671.jpg


Londra'nın kenar mahallalelerini kasıp kavuran kundaklama ve yağma olayları dün öğleden sonra önce kent merkezine, ardından da Liverpool ve Manchester'in de aralarında bulunduğu kentlere de sıçradı.


09 Austos 2011, 10:08
kullanici.png
Anadolu Haber



Başkent'e çevre illerden ek polis sevkedilirken, Birmingham ve Bristol kentlerinde de yağma ve kundaklama olayları yaşandığı bildirildi.

Başbakan David Cameron İtalya tatilini yarıda keserek İngiltere'ye döndü.

Olaylar, bir polis memurunun Londra'nın kuzeyindeki Tottenham semtinde 29 yaşında siyah bir genci öldürmesini protesto eyleminin kontrolden çıkmasıyla başlamıştı.




Polis, Cumartesi günü yaşanan bu olayın ardından patlayan kundaklama ve yağma olayları nedeniyle 334 kişinin gözaltına alındığını, 69 kişinin tutuklandığını açıkladı.

Londra'nın güneyindeki Lewisham, Peckham, Croydon, Woolwich, Clapham Junction, doğusundaki Hackney ve Bethnal Green gibi semtlerin yanısıra kentin batısındaki varlıklı semtlerden Notting Hill ve Ealing'de de yağma ve kundaklama olayları yaşandı.

Türklerle Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Hackney'de semt sakinlerinin yağmacıları karşı saldırıyla püskürttükleri haberleri geliyor.

Hackney'deki çatışmaların bir polisin bir kişiyi durdurup üzerini aramasından sonra başladığı bildirildi. Üzeri aranan kişide herhangi bir şüpheli nesnenin bulunmadığı bildirildi.

Londra'nın kuzeyindeki Sony'nin bir deposu yağmalandıktan sonra ateşe verildi.

Kentin güneyindeki Croydon'da da, büyük bir mobilya mağazası kundaklandı.

Şiddet Londra dışına taştı
Birmingham kent merkezinde bir grubun gencin dükkan vitrinlerine saldırdığı haberleri gelince bölgeye polis sevkedildi.

Kentte polis karakolunun kundaklandığı, Manchester'de bazı otomobillerin yakalandığı, Liverpool'un Toxteth semtinde de maskeli gençlerin sokaklarda olduğu bildirildi.

Grubun McDonalds'ın da aralarında bulunduğu bazı dükkanları hedef aldığı bildirildi.

Bristol'da ise yaklaşık 150 kişilik bir grubun huzursuzluk çıkardığı bildirildi.

Polisten ebeveynlere çağrı
Londra Emniyet Müdür Vekili Tim Goodwin ailelelere çocuklarına sahip olmaları çağrısında bulundu.

Şiddet olaylarının kontrol altına alınamaması üzerine tatilini yarıda kesen İçişleri Bakanı Theresa May de, ayaklanmayı suç olarak niteledi ve sorumlularının ''yaptıklarının bedelini ödeyeceklerini'' söyledi.




Olaylar cumartesi gecesi başlamıştı.

Yaklaşık 300 kişilik bir grup, Perşembe günü dört çocuk babası Mark Duggan'ın öldürülmesini protesto için Tottenham semtinde karakol önünde eylem yaptı.
Daha önceden suça karıştığı öne sürülen Duggen, polis operasyonu sırasında öldürüldü. Ancak nasıl öldürüldüğü konusunda soru işaretleri var. yetkililer, bu kişinin polise ateş açtığını ve bir memurun yaralandığını söylüyor. Ancak ailesi bunu reddediyor.

Görgü tanıklarına göre, karakol önündeki gösteri 16 yaşındaki bir kız çocuğunun darp edilmesinden sonra kontrolden çıktı. Protestocular, polise molotof kokteyl attılar. Bir anda alevler içinde kalan bölge hala kordon altında.

İşsizlik ve yoksulluk
Tottenham Londra'nın en yoksul bölgelerinden biri. Suç oranları ve işsizlik çok yüksek.

Burada açılan her iş için ortalama 54 kişinin başvuruda bulunduğu belirtiliyor. Burası aynı zamanda, hükümetin bütçe açığını kapamak için yürürlüğe koyduğu kemer sıkma programından en fazla etkilenen bölgelerden biri.

Bazı uzmanlar olayları ekonomik belirsizlikten kaynaklanan gerginliğin bir yansıması olarak değerlendiriyor.

Türkiye'den göçmenlerin de yoğun olarak yaşadığı bölgedeki gençler polisin kendilerine önyargılı davrandığını ve sürekli tacize uğradıklarını öne sürüyor.
Ajansların haberlerinde de şiddet gösterilerine katılanların bazılarının, hükümetin sosyal harcamalardaki kesintilerine tepki gösterdiğini belirttiği ve 2015'e kadar on binlerce kamu çalışanının işini kaybetmekten kaygı duyduğu kaydedildi.
Cameron'un da olayların ardından büyük olasılıkla başkentin yoksul bölgelerine daha fazla yardımda bulunması yönünde baskılarla karşı karşıya kalacağı belirtiliyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt