Fikret Başkaya ile Röportaj
Sen Yıkmazsan
Kapitalizm Yıkılmaz!
Kapitalizm Yıkılmaz!
Fazıl Duygun, Tayyar Tercan
Baran Dergisi, 96. sayı, 6 Kasım 2008
&
Seçilmiş Yazılar-2 "Şeylerin gerçeğini Söyleyebilmek."
Fikret Başkaya, Özgür Üniversite yayınları, s.51-68, ocak 2009
*** ***** ****
Hocam, son bir yıldır yaşanan hadiselere baktığımızda kapitalist düzen nereye doğru
Şimdi bir kere kapitalizmin mantığını, temel eğilimlerini ve işleyiş mekanizmalarını çok
iyi bilmeden konuştuğun zaman, gerçekte olandan başka şeyleri konuşmuş olursun. Dolayısıyla, kapitalizmin ruhu ve mantığı hakkında, kafanın bir kere çok net olması gerekiyor
ki; netice itibariyle söylediklerinin bir kıymet-i harbiyesi olsun. Şimdi şöyle bir şey var: Bu
kapitalizm ücretli emek sömürüsüne dayalı bir sistem… Bir sömürü metabolizması ve kutuplaştırıcı… Bu da şu demek; bir kutupta zenginliğin birikebilmesi için karşı tarafta
yoksulluğun birikmesi gerekiyor. Fakat bu sadece toplumsal bir zenginlik ve yoksulluk
kategorisi… Fakat hepsi bu kadar da değil, bunu da çevre tahribatı olmadan gerçekleştirme
şansı yok… Demek ki, kapitalizmin her ileri aşaması daha çok doğa tahribatı demek; daha çok sosyal ve insanî kötülüklerin ortaya çıkması demek… Kutuplaştırıcı nitelik, sistemin
mantığında mündemiç olduğu için, ulusal, bölgesel, küresel planda benzer sonuçlar ortaya
çıkarıyor. Peki neden? Bunun başlıca iki nedeni var: Birincisi, dediğim gibi bir sömürü
metabolizması söz konusu; ikincisi, mallar ve sermaye sınırları aşabildiği halde emek ulusal
sınırlar içine hapsolmuş durumda. Eskiden, sermayeye sınırlı da olsa engeller konuyordu.
Neoliberal küreselleşme döneminde [1980 sonrasında], sermayenin hareketine konan engeller
liberalizasyon sloganıyla, bütünüyle ortadan kaldırıldı ve sınırsız spekülasyona uygun koşullar yaratıldı. Şimdilerde, finansal kriz [ küresel mali kriz] denilenin gerisindeki nedenlerden biri de, spekülasyonun bir istisna değil kural haline gelmesiyle ilgili...
Merkez zengin, çevre yoksul…
Evet… İşte emperyalist ülkeler, sömürge ülkeler, az gelişmiş ülkeler… Birleşmiş Milletlerin diplomatik dilinde, kalkınmakta olan ülkeler dedikleri, vs. böyle bir ikili yapı demek, ama bu iradeye tâbi bir şey değil. Kapitalizmin işleyişinin doğal sonucu olan ‘zorunlu’
bir sonuç...
Tabiatı icabı…
Bu doğasında mündemiç olan bir şey… Tabii bu arada serbest piyasa ekonomisi,
serbest ticaret vs. de tam bir retorik ve ahmakları aldatmaya yönelik bir ideolojik manipülasyon… Yani gerçek dünyada öyle bir şey yok, kapitalizm koşullarında mümkün de değil..
Her şey serbestçe…
Görünmez el, insan ve toplumların refahını sağlar. İşte ekonomiyi dengeye getirir. Bu
denge herkes için iyidir, vb. ideolojik manipülasyon amacıyla üretilen bir safsatadan ibaret.
Kendi kendini düzenleyen piyasa tam bir mittir... Serbest ticaret söylemi de öyle … Bunların
demistifiye edilmesi yani, bunların teşhir edilmesi, radikal bir eleştiriye tâbi tutulması
gerekiyor; çünkü gerçek yaşamda böyle bir şey yok… Öte yandan sistemin işleyişi, bir tarafta
zenginlik bir tarafta yoksulluk ortaya çıkardığı sürece, sürekli bir talep yetersizliği durumu
ortaya çıkarıyor. Geliri çok dengesiz dağıtınca bir tarafta insanlar büyük çoğunluk açlık,
yoksulluk, sefalet veya işsizliğe, vs. mahkûm olurken bir tarafta büyük bir zenginlik birikiyor.
Fakat sistemin mantığında da her seferinde daha çok üretmek var. Sürekli üretmek…
Genişletilmiş olarak yeniden üretmek. Nasıl bisiklete binen sürekli pedal çevirir. Bu da her
bir tekil kapitalist için bir tek seçenek demek: sürekli ileriye doğru koşmak, daha çok
büyümek, toplam artı değerden daha çok pay almak için kıyasıya rekabete girişmek... Zaten
sistem doğası gereği rekabete dayalı bir sistemdir. Velhasıl bunun dışında seçenek yok...
Başka türlü söylersek, kapitalist üretim, birbirinden habersiz, binlerce, onbinlerce kapitalistin
[girişimcinin] verdiği kararlara dayanıyor. Eğer bir sektörde veya ant-sektörde ‘aşırı kâr‘ olanağı varsa, herkes o alana kayıyor, o alana yatırım yapıyor. Sonuçta söz konusu sektördeki üretim talebi aşıyor, yani bir kapasite ve üretim fazlası ortaya çıkıyor. Üretilen satılamazsa ve bu birikimli bir hal alırsa işte sana kriz! Her zaman krizler üretim ve tabii kapasite fazlalığından kaynaklanıyor. Kriz durumunda da bir önceki dönemde olanların tersinin gerçekleşmesi demektir. İşletmeler iflas ediyor, fabrikalar, işyerleri kapanıyor, insanlar işsiz kalıyor ve sonuçta emeğiyle geçinen işçi sınıfının durumu daha da kötüleşiyor. Kriz sistemin mantığında mündemiç, onda içerilmiş bir şey. Ne istisna ne de bir yol kazası. Bu durum iyi
bilinmediğinde, kapitalizm her krize girdiğinde sanki sistem çöktü-çöküyor gibi bir izlenim
doğuyor. Oysa krizler kapitalizm için bir tür “gençlik aşısı” demeye gelir...
Peki, buradan şunu çıkabilir miyiz? Kapitalizm mantığı içerisinde kanaatkâr bir
geçinmek şartıyla ya çok büyüyeceksiniz ya da silinip gideceksiniz.
Kesinlikle… Şöyle bir şey var: Ya büyürsün ya da yok olursun!.. Üçüncü bir yol yok...
Kanaatkârlık yok.
Sistemin mantığı kapitalisti sürekli ‘ileriye doğru koşmaya mecbur ediyor, bir tür
mahkûm ediyor... Bu kadarı yeter artık burada durayım diyemezsin. Durursan silinirsin, yok
olursun... O halde bir tercih yapma şansın var ama bu: ya büyürsün ya yok olursun arasında
bir seçenek... Aslında bu durum, üzerinde durup, düşünmeyi gerektiren bir şeydir. Bu bizzat
kapitalistin de sistemin bir ‘oyuncağı’ olduğu anlamına gelir... Kapitalist patronun iradesinin
hiçbir kıymeti harbiyesi olmaması demektir.
Peki, hocam şu andaki krizin kapitalizmin krizinden daha çok sistem krizi olduğu
söyleniyor. Hatta devlet rejimlerini sarsan bir sistem… Burada Avrupa’nın Amerika’ya
bakışı değişiyor. Avrupa az önce dediğiniz gibi kapitalizm yok olmuyor; yeni bir evreye
geçiyor derken Washington Times da yorumlar çıktı. Avrupa farklı bir şekilde bakıyor.
Kapitalizmin yerine nasıl bir model koyabiliriz diye bir tartışmaya doğru gidiyor. Bu klasik
bir kriz mi yoksa yeni bir alternatif arayışa giden kriz mi?
Şimdi bu şöyle bir şey; kapitalizmin krizi dediğin zaman, sonuçta bankacılık sisteminin
krizi olarak, yani bir finansal kriz olarak tezahür ediyor. Dolayısıyla bu kriz de kapitalizmin
mantığının sonucu olan bir kriz ve eski krizlerden –mesela 1929 krizinden çok farklı değil-
1929 krizinden belki yegâne farkı artık dünya ekonomisinin daha çok bütünleşmiş olması ve
küresel bir nitelik kazanmasıyla ilgili… Belki kaydedilmesi gereken ikinci bir fark da
kapitalist dünya sisteminin efendilerinin 1929 krizinden bazı dersler çıkarmış olması ama
bunu fazla abartmamak gerekir. Dolayısıyla krizin sonuçları daha çok insanı etkileyecek. O
zaman da biliyorsunuz, milyonlarca insan işsiz kaldı. Açlık ve yoksulluk derinleşti,
hammadde fiyatları görülmemiş düzeylere düştü... Tam bir çöküntü tablosu ortaya
çıktı... ABD’de ipotek [mortgage, subprime, vb.] krizi olarak başlayan, banka krizine
dönüşen, sonuçta da reel sektöre sirayet eden bir kriz söz konusu ki, eski bildik krizlerden
özde farklı bir kriz değil. Fark şurada: kriz yapısal bir nitelik taşıyor ve son derecede
şumûllü. Bu yüzden de sistemi temellerinden de sarsma istidadı taşıyan bir kriz... Artık son otuz yılda geçerli neo-liberal paradigmanın çöktüğünün resmi... Dolayısıyla krizden bir paradigma değişikliği olmadan çıkmanın artık mümkün olmadığı bir durumu ifade ediyor...