Doğru sözü kabul edebilmek, karşısındakine sen haklısın diyebilmek, kolay değildir çünkü nefs, buna mani olmaktadır. Nefs, kötülükler deposudur, kibirlidir, inatçıdır. İnat; direnmek, muhâlefette ısrar etmek, kendini büyük görüp, hakkı, doğruyu kabul etmemek demektir. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmemekte inat edendir) buyurulmuştur.
İnat, riyâdan, kin tutmaktan, haset etmekten veya hırstan doğar. Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibiler, inatlarından dolayı Muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmadılar.
Nefsten kaynaklanan kötülükler giderilmedikçe ve kalb, kötü düşüncelerden temizlenmedikçe, insanın olgunlaşması, hakkı, doğruyu kabul etmesi, itiraz ve münakaşadan uzaklaşması çok zor olur. Hakkı kabul etmek, mürüvvettir ve de olgulaşmanın alametidir. Ebu Bekir Tamistâni hazretleri, bir sohbetinde; "İnsanların en hayırlısı, haklı olsa bile, karşısındakine sen haklısın diyebilendir" buyurmuştur.
Yusuf bin Esbat hazretleri buyuruyor ki:
“Güzel ahlakın alametleri; arkadaşının söylediğine itiraz etmeyip, kabul etmek. Kendine ve herkese ve hatta her mahluka karşı merhametli ve insaflı olmak. Kimsenin ayıbını araştırmamak. Başkasında bir kusur görünce, dalgınlıkla olmuştur istemeyerek yapmıştır diyerek iyiye yormak. Kendisinden özür dileyenlerin özürlerini kabul etmek. Başkalarından gelen sıkıntı ve eziyetlere sabır ve tahammül etmek. Başkalarının kusurlarını araştırmak yerine, kendi kusur ve kabahatlerini düşünüp araştırmak, düzeltmeye çalışmak. Büyük-küçük herkese karşı edepli, tatlı dilli, güler yüzlü olmaktır.”
Mahmud Sâmini hazretleri, talebesi Osman Bedreddin hazretlerine hitaben; "Hâfız, ne söylersen kitaptan söyle. Bunda iki fayda vardır: 1-Sen aradan çıkarsın, sana gurur gelmez. Zirâ söylediğin söz, senin değil, başkasınındır. 2-Birisi itiraz ederse, başkasının sözü olduğu için yine senin nefsin araya girmez. Bu surette insana hiddet ve can sıkıntısı da gelmez. Söylediğin söz, doğru ise de, yanlış ise de, kitabın sahibine aittir" buyurmuştur.
Ne şekilde olursa olsun itiraz etmek, münakaşaya sebep olur. Bunun için hiç kimse ile münâkaşa etmemelidir. Münâkaşa etmek, dostluğu giderir. Düşmanların çoğalmasına sebep olur. Peygamber efendimiz; (Haklı olduğu halde dahi, münâkaşa etmeyen kimseye, Cennetin kenârında bir köşk verilecektir. Latife, şaka olarak dahi, yalan söylemeyene, Cennetin ortasında bir köşk verilecektir. Güzel huylu olana, Cennetin en yüksek yerinde bir köşk verilecektir) buyurmuşlardır.
Akrabâsının ve çocuklarının muhtaç oldukları şeyleri temin etmemek ve doğru sözü kabul etmeyip münâkaşa etmek, kusurunu, kabâhatini bildirenlere teşekkür etmemek, herkesin yanında olursa riyâ olur. Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek için ilim öğrenmek de, riyâ olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Suizan etmeyiniz. Suizan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münâkaşa etmeyiniz, haset etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez.)
Ebü'l-Abbâs Seyyâri hazretleri; "Bir kimse, mutlakâ haklı olduğu halde, kendisini suçlu kabul edip, karşısındakine; "Sen haklısın, ben kabahatliyim" derse, ahirette bütün sıkıntı ve meşakkatlerden emin olur" buyurmuştur.
Fahreddin-i Razi hazretleri buyuruyor ki:
“Biliniz ki ben, ilim âşığıydım, doğru olsun yanlış olsun, bir şeyin ne olup olmadığını öğrenmek için pek çok şey öğrendim. Vallahi kelam, akâid ilmi ile ilgili, doğru yanlış bütün itikâtları, filozofların görüşlerini çok tetkik ettim. Ancak Kur'an-ı kerimde bulduğum faydaya eşit olanını hiçbirisinde görmedim. Çünkü Kur'an-ı kerim, Allahü teâlânın yüce kudretini ve azametini teslim ve kabul etmeye teşvik ediyor, itiraz ve karşı çıkmaktan, derin mücâdele ve münâzaradan men ediyor. Çünkü beşer aklı, derin ve anlaşılması zor meseleler arasında boğulup gitmektedir. Bu sebeple dinimizin bildirdiklerini aynen kabul edip, üzerinde konuşmamak en sâlim yoldur.”
Bunun için dost, düşman, herkesi güler yüz ve tatlı dil ile karşılamalı, hiç kimse ile münâkaşa etmemelidir. Herkesin özrünü kabul etmeli, kabâhatlerini affetmeli, zararlarına karşılık yapmamalıdır.
Abdullah Belyâni hazretleri; “Dervişlik, yalnız namaz kılmak, oruç tutmak ve geceleri ibadet yapmak değildir. Bunlar, herkesin yapacağı kulluk vazifeleridir. Dervişlik, kalb kırmamaktır” buyurmaktadır.
Muhammed Sâlim hazretlerine, “Bir kimsenin Veli olduğu nasıl anlaşılır?” dediklerinde cevaben; “Tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münâkaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır” buyurmuştur.
Abdülhâlık-ı Goncdüvâni hazretleri de; “Herkese, şefkat ve merhamet et! Kimseyi hakir görme! Kimse ile münâkaşa, mücâdele etme!” buyurmuştur.
İnat, riyâdan, kin tutmaktan, haset etmekten veya hırstan doğar. Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibiler, inatlarından dolayı Muhammed aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmadılar.
Nefsten kaynaklanan kötülükler giderilmedikçe ve kalb, kötü düşüncelerden temizlenmedikçe, insanın olgunlaşması, hakkı, doğruyu kabul etmesi, itiraz ve münakaşadan uzaklaşması çok zor olur. Hakkı kabul etmek, mürüvvettir ve de olgulaşmanın alametidir. Ebu Bekir Tamistâni hazretleri, bir sohbetinde; "İnsanların en hayırlısı, haklı olsa bile, karşısındakine sen haklısın diyebilendir" buyurmuştur.
Yusuf bin Esbat hazretleri buyuruyor ki:
“Güzel ahlakın alametleri; arkadaşının söylediğine itiraz etmeyip, kabul etmek. Kendine ve herkese ve hatta her mahluka karşı merhametli ve insaflı olmak. Kimsenin ayıbını araştırmamak. Başkasında bir kusur görünce, dalgınlıkla olmuştur istemeyerek yapmıştır diyerek iyiye yormak. Kendisinden özür dileyenlerin özürlerini kabul etmek. Başkalarından gelen sıkıntı ve eziyetlere sabır ve tahammül etmek. Başkalarının kusurlarını araştırmak yerine, kendi kusur ve kabahatlerini düşünüp araştırmak, düzeltmeye çalışmak. Büyük-küçük herkese karşı edepli, tatlı dilli, güler yüzlü olmaktır.”
Mahmud Sâmini hazretleri, talebesi Osman Bedreddin hazretlerine hitaben; "Hâfız, ne söylersen kitaptan söyle. Bunda iki fayda vardır: 1-Sen aradan çıkarsın, sana gurur gelmez. Zirâ söylediğin söz, senin değil, başkasınındır. 2-Birisi itiraz ederse, başkasının sözü olduğu için yine senin nefsin araya girmez. Bu surette insana hiddet ve can sıkıntısı da gelmez. Söylediğin söz, doğru ise de, yanlış ise de, kitabın sahibine aittir" buyurmuştur.
Ne şekilde olursa olsun itiraz etmek, münakaşaya sebep olur. Bunun için hiç kimse ile münâkaşa etmemelidir. Münâkaşa etmek, dostluğu giderir. Düşmanların çoğalmasına sebep olur. Peygamber efendimiz; (Haklı olduğu halde dahi, münâkaşa etmeyen kimseye, Cennetin kenârında bir köşk verilecektir. Latife, şaka olarak dahi, yalan söylemeyene, Cennetin ortasında bir köşk verilecektir. Güzel huylu olana, Cennetin en yüksek yerinde bir köşk verilecektir) buyurmuşlardır.
Akrabâsının ve çocuklarının muhtaç oldukları şeyleri temin etmemek ve doğru sözü kabul etmeyip münâkaşa etmek, kusurunu, kabâhatini bildirenlere teşekkür etmemek, herkesin yanında olursa riyâ olur. Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek için ilim öğrenmek de, riyâ olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Suizan etmeyiniz. Suizan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münâkaşa etmeyiniz, haset etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez.)
Ebü'l-Abbâs Seyyâri hazretleri; "Bir kimse, mutlakâ haklı olduğu halde, kendisini suçlu kabul edip, karşısındakine; "Sen haklısın, ben kabahatliyim" derse, ahirette bütün sıkıntı ve meşakkatlerden emin olur" buyurmuştur.
Fahreddin-i Razi hazretleri buyuruyor ki:
“Biliniz ki ben, ilim âşığıydım, doğru olsun yanlış olsun, bir şeyin ne olup olmadığını öğrenmek için pek çok şey öğrendim. Vallahi kelam, akâid ilmi ile ilgili, doğru yanlış bütün itikâtları, filozofların görüşlerini çok tetkik ettim. Ancak Kur'an-ı kerimde bulduğum faydaya eşit olanını hiçbirisinde görmedim. Çünkü Kur'an-ı kerim, Allahü teâlânın yüce kudretini ve azametini teslim ve kabul etmeye teşvik ediyor, itiraz ve karşı çıkmaktan, derin mücâdele ve münâzaradan men ediyor. Çünkü beşer aklı, derin ve anlaşılması zor meseleler arasında boğulup gitmektedir. Bu sebeple dinimizin bildirdiklerini aynen kabul edip, üzerinde konuşmamak en sâlim yoldur.”
Bunun için dost, düşman, herkesi güler yüz ve tatlı dil ile karşılamalı, hiç kimse ile münâkaşa etmemelidir. Herkesin özrünü kabul etmeli, kabâhatlerini affetmeli, zararlarına karşılık yapmamalıdır.
Abdullah Belyâni hazretleri; “Dervişlik, yalnız namaz kılmak, oruç tutmak ve geceleri ibadet yapmak değildir. Bunlar, herkesin yapacağı kulluk vazifeleridir. Dervişlik, kalb kırmamaktır” buyurmaktadır.
Muhammed Sâlim hazretlerine, “Bir kimsenin Veli olduğu nasıl anlaşılır?” dediklerinde cevaben; “Tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münâkaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır” buyurmuştur.
Abdülhâlık-ı Goncdüvâni hazretleri de; “Herkese, şefkat ve merhamet et! Kimseyi hakir görme! Kimse ile münâkaşa, mücâdele etme!” buyurmuştur.