Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Seccâdenin Hikâyesi (1 Kullanıcı)

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Seccâdenin Hikâyesi

Artık havalar iyiden iyiye ısınmıştı. Dallarda kirazlar salkım saçaktı. Dut ağacı “dutlarımı toplayın” der gibiydi. Bu çağrıya kulak verilmezse bir süre sonra dut ağacı artık iyice ballanıp ağırlaşan dutlarını tutamaz ve patır patır yerlere bırakır bilirsiniz.
Seccade işte böyle bir havada sandıktaki yerinden çıkarılıp havalansın diye balkondaki iplere asıldı. Ilık rüzgâr onu en yumuşak nefesiyle incitmeden silkeledi. Nar ağacı eğilip güzel çiçekli dallarıyla selamladı onu. Gülfidanı seccadenin üstündeki gül motiflerini tanıyıp eski bir dostu görmüş gibi uzaktan fakat içten bir selam gönderdi. Serçeler balkon ipinde çabuk ve ürkek gezintiler yaparak incelediler onu. Sadece en aç gözlü olan bir tanesi seccadenin parlak saçaklarından çekiştirdi. Sonra yalnızlığından korkarak uçup gitti. Hiçbir serçeyi yalnız yakalamak mümkün değildir zaten.

Ne görmüş geçirmiş bir seccadeydi bu. Kimler koymamıştı alnını ona. Severdi hepsini. Ama en çok alnını secdede uzun tutan bir çocuk vardı. Onu sevmişti. Çocuk sonra büyümüş ve kim bilir nerelere gitmişti. O gittikten sonra namaz kılan da pek kalmamıştı. Seccade, katlandığı yerde mahzun mahzun mübarek ramazanı beklerdi. Bayramın ilk günü de çok mutlu olurdu. O zaman onu koltuk altlarına sıkıştırıp camiye koşarlar; daracık da olsa bir yere sererlerdi. Bayılırdı seccade cemaate.

Bazı mübarek günlerde evin hanımı onu alır kıbleye doğru serip üzerinde tesbih çekerdi. Sanki o zaman okyanusa bir pencere açılmış gibi ferahlardı seccade. Yüzünü kıbleye çevirip yatmanın sükûnetiyle o da zikrederdi. Kıbleden esen aydınlık rüzgarla ürperir, insan olup başı secdede olmayı isterdi. Fakat bilirdi ki zordu insan olmak. İnsanlar daima öylesine bir telâşe ya da dalgınlık içindeydiler ki. Belki de bu yüzden seccade uzun süre sandıktan çıkmamıştı. Orada sevgili arkadaşı tesbihle birlikte aylarca beklemişlerdi.

Tesbihin parlak yeşil tanelerinin her biri zikreden parmaklarla iyice ışıldamıştı. Tam tepesinde bir tavus kuşunun kuyruğunu andıran uzun ve renkli bir saçağı da vardı. Tesbih bu saçağıyla övünür gibiydi biraz. Ama seccade gereksiz bulurdu bu süsü. Zikir nurdan bir süs olarak yeterliydi zaten onun üzerinde.

Birlikte bekleştikleri bu ilkyaz gününde sandıktan çıkarıldıklarında çok sevinmişlerdi. Tesbih seccadenin arasından kayıp yere düştüğünde evin büyük kızı atılıp onu hemen almıştı yerden. Seccadenin “bu ne edep” demesine kalmadan tesbihi boynuna geçirivermiş, püskülünü aşağıya sarkıtmıştı. Zavallı tesbih o günden sonra bir kolyeye dönüşmüştü. Fakat bu onu çok üzmüş, taneleri gün geçtikçe solmuş ve kararmıştı. Sonunda kızın boynundan çıkarıp çöpe atacağı kadar çirkinleşmişti.

Seccade sallandığı yerden geçmiş günlerini hatırlayıp hüzünlendi. Artık akıbetinin ne olacağını pek kestiremiyordu. “Tesbih kolye olduysa beni de paspas yaparlar belki” diye düşündü. Zaten evdeki Kuran’a bile dantelden bir çanta örülmüş duvara asılmıştı. Perşembe geceleri bile açılıp okunmuyordu artık Yasin suresi. Evdeki duvarlar da bu sesi duymayı beklerken sıkıntıdan çatlayacak gibi olduklarını söylemişlerdi ona. Koltuklarda hastalıklı bir yeis, yerdeki halıda bile gergin bir hava vardı.

Duvardaki kederli saat, çok değerli vaktin sürekli, hiç durmadan geçtiğini haber veriyordu. Saat başı çaldığı acı “gonk”larla insanlara sesleniyordu. Fakat bundan ders alan yoktu. Vakit insanların üzerinden bir su gibi akıp gidiyordu.

Saatin üzerindeki akreple yelkovan, birbirini çok seven ama pek nadir kavuşan iki arkadaş olarak vaktin darlığını pekiyi bilmekteydiler. Seccade onların bir gün içinde tam on ikide, biri beş geçe, ikiyi on geçe, üçü çeyrek geçe, dördü yirmi geçe, beşi yirmi beş geçe, altı buçuk, yediye yirmi beş kala, sekizi yirmi kala, dokuza çeyrek kala, ona on kala, on bire beş kala ikişer dakikalığına buluştuklarını birçok defa görmüştü. Hemen her buluşmalarında vaktin ne kadar azaldığını haber verirlerdi birbirlerine. Başları akan zamanın uğultusu içinde dönen değirmen taşları gibi dönerdi. Ama her buluşmalarında uyanır, “en değerli şey vakit” diye seslenirlerdi birbirlerine.

Seccade onların dakikliğinden etkilenir, onlara büyük saygı duyardı. Kendisine saygı gösterilmezse “akrebin iğnesi gibi sokar insanı zaman” diye düşünürdü. “Ama saygı duyarsak yelkovan kuşunun kanadı gibi havayı incecik yararak ilerleriz zamanda. Tarar kanattan radarlar boşluğu. Bu boşlukta radara ışıldayan en değerli şey nedir bir zikirden başka. Yıldızlar gibi yanıp söneriz yerküreden. Onların bizi selamlaması gibi yukardan.”

Seccade, “zaman üzerine bir şiir mi yazmaya başlıyorum yoksa” dedi. Ayrıca yel kovanın zaman gibi esip geçen bir rüzgârı kovaladığını da düşünmeye başlamıştı. O sırada ezan okunmaya başladı. Seccade, göğsünü gererek dalgalanan bir bayrağın dinlediği marş gibi gururla dinledi onu. Evrende dağılan bu ses boşluğun ağırlığını dağıttı, hafifletti. Serçeler yerdeki bir su birikintisinde neşeyle yıkandılar. Bahçedeki dut ağacı birkaç olgun meyve damlattı yere.

Böylece aradan günler geçti. Seccade balkondaki ipte unutulmuştu. Güneş onun artık zayıflayan kumaşını iyiden iyiye ağartmış, renklerini soldurmuştu. Çamaşır asmak için balkona çıkan evin hanımı onu gördüğünde de tanınmayacak hale gelmişti. “Hay Allah bu da burada kalmış” dedi sadece. Naylon poşete koyup kapı önüne bırakıverdiler seccadeyi. Kaderine boyun eğmiş seccade pek üzgün değildi. Namaz için imal edilmiş olmaktan memnun olduğunu düşünüyordu. Yüce bir vazifesi vardı ve bunu çok kolay yerine getirmişti. Ya ölüm, vazifesini yerine getirmeyen ve zamanın değerini bilmeyen bir kimse olduğu sırada başına gelseydi.

Bir eşyanın çöpe atılması onun ölümü sayılır. Fakat bu seccade için pek de öyle olmadı. Çöpleri toplayan temizlik işçisi onu fark ederek kamyonun bir kenarına koydu. Evine gidince torbayı açıp onu incelediğinde bir seccade olduğunu şaşkınlıkla gördü. “Artık seccadeleri de atıyorlar” diye kızdı. Sonra onu şöyle bir silkeleyip duvardaki iki çivinin arasına gerdi.

Seccade, solmuş rengine rağmen kendisine bu hürmeti gösteren çöpçüyü çok sevmişti. Bir süre sonra eski arkadaşı tesbih de donuk kirli tanelerine ve yıpranmış püskülüne rağmen başucundaki çiviye asıldı. İkisi de çöpçünün onu alıp kullanacağı günü umutla bekleyip durdular.



(Bu hikâye, Ayla Abak’ın Salıncak Yayınlarından Doğrucu Davut isimli kitabında yer alan 12 hikâyeden biridir. Bilgi için:
 

vildana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Tem 2007
Mesajlar
122
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
49
Hayırlı sabahlar hafize anne hakkını helal et sitedeki kardeşlerin hepsi sana anne diye hitap ettikleri için bende o cesaretle sana anne diye hitap ediyorum.Eline emeğine sağlık çok güzel bir hikaye.Ben bu hikayeyi iznin olursa alıp evlerinde seccadeleri çekmecelerde duranlara göndermek istiyorum.Hayırlı kandiler.Allah(c.c) bizleri kadir gecesini hakkıyla geçirenlerden eylesin.Allaha(c.c) emanet ol.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Hayırlı sabahlar hafize anne hakkını helal et sitedeki kardeşlerin hepsi sana anne diye hitap ettikleri için bende o cesaretle sana anne diye hitap ediyorum.Eline emeğine sağlık çok güzel bir hikaye.Ben bu hikayeyi iznin olursa alıp evlerinde seccadeleri çekmecelerde duranlara göndermek istiyorum.Hayırlı kandiler.Allah(c.c) bizleri kadir gecesini hakkıyla geçirenlerden eylesin.Allaha(c.c) emanet ol.

Sanada hayırlı sabahlar memnun olurum anne demenden yazıyıda yollayabilirsin hayırlı kandiller
 

iiisa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Eyl 2007
Mesajlar
34
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Konum
istanbul
selamunaleykum hafize çok güzel bir paylaşımdı allah razı olsun senden.bazen dünya işleri öyle bir sarıyor ki insanı neden doğduğunu unutuyor geç olmadan uyanmak gerekir.gözümüzün önündeki o siyah perdeyi görmemizi engelleyen o siyah perdeyi araladım mı hayat öyle bir anlam yüklüyor ki insana ve gerçek nedir hakikat nedir görmeye başlıyor insan.allah hepimize nasip etsin.ALLAHA HAMD OLSUN Kİ GÖZÜM GÖNLÜM AÇILMAYA BAŞLADI.ALLAH HEPİMİZE YARDIMCI OLSUN.
 

Ahmet&Gizem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2007
Mesajlar
478
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
HAFİZE ANNE BEN BU SİTEDEN 30.CÜZÜ ALMIŞTIM AKŞAM OKUDUM BİTTİ AMA OKUDUĞUMU YAZACAM CÜZÜ ALDIĞIM YERİ BULAMIYORUM BİR SAATTİR ARADIM AMA BULAMADIM YARDIM EDERMİSİN
 

ervude44

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
28
Tepki puanı
0
Puanları
0
Emeğine Sağlik Bie Farkina Varsa Insanlik Nereye Gittiğinin


çok Güzel Paylaşimlarin Var Kitmetli Hafize Rabbim Razi Olsun

Dua Ile Kalin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt