Bismillahirrahmanirrahim
PROF.DR. A. NEDİM SERİNSU
Sevgili Peygamberimize, mübarek adı anılınca her inanan kişi salat ve selam getirir. Ancak mırıldandığı bu kelimeler ruhunun derinliklerine ne kadar etki etmektedir? Bu kutsal ifadeler, o insanın iliklerine kadar işleyip, bütün canı-ruhu ile erişilmez anlamlar yakalayabilmesine sebep olmakta mıdır? Yoksa ağızdan çıkanı kulak duymamacasına hissetmeden, kalbi çarpmadan ruhsuz bir salat ve selam ediş mi bu?
İşte Sevgili Peygamberimiz Efendimize salat ve selam getirmenin anlamını yakalayabilmek için önce bu görevle sorumlu tutulan "insan"ın, Kur'an önündeki konumundan bir nebze bahsetmek istiyoruz.
İnsan adını alan varlık, çeşitli durumlar içinde yaşar. Bu durumlar, insanı hayatın realitesi ile karşı karşıya getirir, hatta onun içine sürükler. İnsan, yaşamını sürdürmek için bu durumları idealleştirmek, yani onlara bir anlam vermek, onlarda bir değer görmek zorundadır.
İnsan, içinde yaşadığı durumlara bir anlam veremediği, onlarda bir değer göremediği zaman onun yapıp-etmeleri sona erer; o artık yaşayamaz. Tek insan, yani fert bu tür durumların içine gireceği gibi, uluslar da bu tür durumların, çıkmazların içine girebilirler. İnsanın bu durumlardan sıyrılabilmesi, onlarla başa çıkması, ancak insanda kendisini yapıp-etmelerine verebilecek bir gücün bulunmasına bağlıdır.
Bu güç imandır. Eğer insan, inanan bir varlık olmasaydı, o zaman onun gerçek durumu nasıl olacaktı? İnanmayan bir varlık yapıp etmelerine nasıl anlam verebilir, nasıl bir değer görebilirdi? Nasıl kendisini yapıp-etmelerine verebilirdi; nasıl kendisini eğitebilirdi? Bu sebeple iman-inanma, insanın temel varlık şartıdır.
O halde Kur'an'ın insanı, şu üç ayrılmaz unsurun bütünüdür:
- İnanan varlık,
- İbadet eden varlık,
- Ahlakî değerleri kişiliğinde ve tarihte oluşturan varlık.
Kur'an'ın insanı, Kur'an'ın mü'mini olabilmek ve bu üç unsuru yaşama aktarabilmek için "bilgi"ye ihtiyaç vardır. Yaşamakta bulunduğumuz çağa bu açıdan, yani bilgi açısından baktığımızda "bilgi"nin gücünün ve ürünlerinin derinliğine hissedildiği görülecektir. Bir düşünürün dediği gibi: "Yüzyılımız, insanlık tarihinin tam ortasından geçen bir kuşak gibidir. Doğduğumuzdan bu yana olup bitenler, doğduğumuz güne kadar olup bitenlere neredeyse eşittir." Hızla gelişen ve değişen bilgi, "yaşam boyu eğitimi" bir zorunluluk haline getirmiştir.
Burada Kur'an'ın ilk inen ayetinin "Oku, yaradan rabbinin ismiyle oku!" (Alak 1) olduğunu hemen hatırlamalıyız. Tamamıyla insan'ı anlatan ve insanî olanı tespit eden bu ayet, müslümana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır. Bu ayet-i kerimeye Kur'anî bütünlük bağlamında yaklaşınca "okumak"tan amacın olan varlık/olgun varlık olduğunu görmekteyiz. Yani Kur'an, günümüzdeki "bilmek, bilmek için" yaklaşımını kabul etmez. Çünkü bilmek, bilmek için olursa insanın gayesi önemli olan varlık olmak olur. Halbuki Kur'an, insanı, önemli varlık olarak değil, değerli olan varlık olarak görmek ister. Yani Kur'an'ın mü'mininin bilgisi hayata aktarılan, yaşama etki eden, hayata dönük olan ve beşikten-mezara sürecinde yaşam boyu eğitimle kazanılmış bilgidir. Yoksa teorik olan ve hayattan soyutlanmış bilgi, lüks için bilgi, bilgi değildir.
“Eğer takva sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara 282)
“Rabbim! İlmimi artır, de.” (Taha 114) ayetleri ve bu konudaki diğer birçok ayet de bu bağlamda anlaşılmalıdır.
Yaşam boyu eğitimin günümüz açısından temel sorunu, "nitelikli bir öğretim-nitelikli bir eğitim" için "bilgi ve bunun aktarılması yöntemi"ni bulmakta yatmaktadır.
Nitelikli öğretim-eğitim, temelinde "anlama"nın olduğu bilginin kazandırılması ile mümkün olabilir. Bilginin aktarılmasında "anahtar kavramların ve temel yapıların kazandırılması" ön plana çıkarılmalıdır.
Bunun sonunda "anlama"ya (yani bilgiyi yapılaştırmayı ve bilgi parçalarının birbirine nasıl bağlanacağını gösteren bir araç olarak anlamaya) dayanarak kazanılan bilginin temellendirilmesi (ezberlenmesi değil), açıklanabilmesi, yeni bilgiler üretilmesi mümkün olabilir. Yani insanın bizzat îmâl-i fikir ederek ulaştığı, kendine mâlettiği, sorgulamayla kendinin kıldığı, kendine dayanarak kabul ettiği bilgi olacaktır.
İşte bir Kur'an ayetine, konumuza temel teşkil eden ve Peygamber Efendimize salat ve selam getirme içeren ayete bu öğretim-eğitim anlayışı bağlamında bakmamızın salat ve selamın anlamını yakalamağa götüreceğini düşünüyoruz.
Şimdi bu ayet-i kerimeyi inceleyelim. Cenab-ı Hak buyuruyor ki
"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ile takrim ederler. Ey iman edenler! Haydin O’na teslimiyetle (cânu gönülden) salat ve selam getirin." (Ahzab, 56)
Öncelikle bu ayetteki anahtar kavramların üzerinde durmak gerekiyor. Bu anahtar kavramlar iyi kavranırsa ayetin mesajı anlaşılmış olur. Temelinde "anlama" olan bilgi pratiğe kolay aktarılır.
SALÂT KAVRAMI
Bu kelime sözlükte dua ve tazim (büyütme, hürmet ve ikram etme) anlamlarındadır.
Terim olarak namaz ibadetini ifade eder.
Ahzab suresinde 43. ayette "Hem Allah'ın hem meleklerinin mü'minler üzerine salat yağdırdığından" söz edilmektedir.
Buradaki anlam yukarıdaki, ayette gelen anlam ile aynıdır. Dolayısıyla bu iki ayette salat kelimesi şu anlamları ifade etmektedir:
Allah’tan: Rahmet, övgü, yüceltme;
Meleklerden: İstiğfar, övgü ve yüceltme nimetini kulları için niyaz etmeleri;
Mü'minlerden: Dua, sevgi, övgü. Burada aynı fiil, yani salat etme eylemi Allah ve meleklerine isnad edilmiştir. Bu sebeple bu kelime rahmet ve istiğfarı kapsayan bir hususi inayet (Allah'ın insan için hayır getirici, kurtarıcı, esirgeyici lütfu) anlamını ifade eder.
Hz. Peygamber'e salat etmek ise biz inananlar açısından şu manaları içerir:
- Onu sevmek ,
- Onu yüceltmek, övmek
- Onun için dua etmek.
SELÂM KAVRAMI
Bu kelime sözlükte selam, selamlama, selamet, kurtuluş anlamlarındadır.
Kur'an'da "selam" dünyevî kurtuluş ve selamete (barışa, barışıklığa) olduğu gibi ebedî kurtuluş ve selamete de delalet eder. Bunun için Cennete "Daru's-Selam" = "Selamet evi, barış konağı, barışıklık yeri" denilmiştir. Bununla beraber, selam kelimesi, Kur'an'da ekseriya selamlama ibaresi olarak kullanılmıştır.
"Orada ne bir boş laf ve ne de günaha sokacak bir şey işitmezler. Ancak "selam, selam"dan ibaret bir söz işitirler." (Vakıa 25-26) (Mutluluğa ermiş olanlara Cennette veya buraya girerken söylenilen kelime.)
Müslümanlar arasında "selam" kelimesi ile selamlama, İslamî bir kurum olarak İslamiyetin ilk günlerinden bugüne kadar gelmiştir.
En'am 54'te Hz. Peygamber'e şu şekilde hitab edilir:
"Ayetlerimize inananlar sana gelince onlara de ki: Selamün aleyküm(selam size)!"
Nisa 88'de:
"Size selam verilince, buna daha güzel bir karşılık ile selam veriniz veya onu tekrar ediniz. " buyurulmuştur ve selam getirmenin anlamını iyice bilmek, öğrenmek çok önemli bir meseledir. Yoksa alışkanlık yapar ve yapmıştır da. Olağanüstü olan, sıradanlığa indirgenmiştir.
l. Meşrutiyet yıllarından sonra, Avrupa'da bazı müzakerelerde bulunmakta olan bir Türk heyetine bir Avrupalı; "Sizin istiklal marşınız var mı?" diye sormuş. O zaman Fransa, Almanya gibi bazı Avrupa devletinin marşları mevcut. Türk delegasyonundan biri "Bizim de istiklal marşımız var" demiş. "Söyleyin de dinleyelim" teklifi üzerine heyet üyeleri hep birlikte ltri'nin ünlü bestesini söylemişler. Bittiğinde Avrupalı ev sahipleri, "En güzel istiklal marşı sizinki imiş..." demişler.
Cuma günleri güzel sesli müezzinlerce, kalbinin ve ruhunun ta içlerinden gelen bir nâme ile minarelerden okuyacakları salat ve selam elbette akıl almaz dünya sarhoşluğuna dalmış insanı, bizleri uyandıracaktır, uyandırmalıdır. Salat ve selamın anlamı bizi kendimize getirmelidir.
Netice itibariyle selam sözcüğü Hz. Peygamber Efendimizle ilgili olarak şu anlamı ifade eder: O’na dua edin. Tüm kalbiniz ve ruhunuzla O’nunla işbirliği içinde olun, O’nun örnek-önder kişiliğine teslim olun. Tebliğ ettiklerine karşı çıkmaktan sakının ve bu ilkelere samimiyetle uyun.
Kavramları tartıştıktan ve ne anlamlar ifade ettiklerini sunduktan sonra tekrar ayet-i kerimeye dönüyoruz. Bu ayet bir bilgi, bir de emir içermektedir.
- "BİLGİ"
Hz. Peygamberin mele-i ala'daki mevkiidir. Cenab-ı Hakk'ın salatı, meleklerinin salatı O’nun faziletine, Rabbinin indindeki yüce makamına delalet etmektedir. Yüce Allah, rahmet ve in'amiyle (lütuf); melekleri istiğfarları ve hizmetleriyle Peygamber'e daima tekrim (yüceltme, ululama) etmektedirler.
-"EMİR"
Salat ve selam getirmekle mü'minleri yükümlü tutmaktadır. Farz kılmıştır.
“Sallallahu aleyhi ve sellem”
“Es-selamu aleyke eyyühennebiyyü”
“Allahümme salli alâ seyyidina Muhammed”
“Es-salatü ves’selamu aleyke ya Rasulallah” gibi dualarla O’nun üzerine Cenab-ı Hakk'ın salavat, 'rahmet ve berekâtını niyaz etmeyi ve selam vererek tekrim etmeyi, hiç incitmeyerek O’nun önder kişiliğine teslim olmayı emir buyurmaktadır.
Bu ayete gramer açısından bakarsak o bir isim cümlesidir. İsim cümlesi devamlılık, süreklilik ifade eder. O halde Yüce Allah'ın, sonra meleklerin Peygamber'e salat etmeleri ebediyete kadar devam edecektir, kesilmeyecektir.
Öte yandan bu cümle son tarafı itibariyle bir fiil cümlesidir. Bu da Allah Teala'nın ve meleklerinin ettikleri salatın kesintisiz ve sürekli yenilenerek her vakit devam ettiği anlamına gelir. Demek oluyor ki salat, sürekli ve kesintisiz bir eylem olarak algılanmalıdır.
Sahabiler, ayet nazil olduğunda selam vermeyi biliyorlardı. Çünkü ilk muallim Hz. Peygamber teşehhüdde okunan,
“Es-selamu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtüh” ibaresi ile onlara bunu öğretmişti. Fakat salat getirmeyi bilmiyorlardı. Hz. Peygamber yanlarına gelince:
-Ya Rasulallah size nasıl selam vereceğimizi öğrendik, biliyoruz. Ama size nasıl salat getireceğimizi bilemedik? diye sordular. Hz. Peygamber:
deyiniz." buyurdular.
et-Tac İbnu's-Subki (771/1370) bu rivayete dayanarak salavatların en güzelinin bu olduğunu, çünkü Hz. Peygamber'in ilgili soruya bu şekilde cevap verdiği yorumunu yapar. Salat ve selamın anlamına, yani bu kelimelerin belirttiği, düşündürdüğü şeylere gelince:
Bu ibadet farklı bir ibadet özelliğine sahiptir. Çünkü Cenab-ı Hak bu ayet ile Peygamberine salat etti. Sonra da meleklerine O’na salavat getirmelerini emretti. Bilahare mü'minlere salavat getirmeleri emrini verdi. O halde Yüce Yaradanımızın ve meleklerin yaptığı bir fiili biz aciz kullar neden ihmal ederiz, bilinmez.
-Salavat getirmek Sevgili Peygamberimize olan şükran borcumuzu ifa etmek demektir. Çünkü O, mü'minler için, hatta bütün insanlar için büyük iyilikler yapmıştır. Üzerimizdeki haklarına bir nevi teşekkürle mukabele etme ve O’nu yüceltme imkanıdır. Bu ise Cenab-ı Hakk'ın bir lütfudur.
Salavat getiren kişi birçok manevî hazlara gark olur, lezzetler duyar. Bu ise anlatılmaz, ancak bireyin kişisel tecrübesi ile elde edilir.
alıntıdır.
PROF.DR. A. NEDİM SERİNSU
Sevgili Peygamberimize, mübarek adı anılınca her inanan kişi salat ve selam getirir. Ancak mırıldandığı bu kelimeler ruhunun derinliklerine ne kadar etki etmektedir? Bu kutsal ifadeler, o insanın iliklerine kadar işleyip, bütün canı-ruhu ile erişilmez anlamlar yakalayabilmesine sebep olmakta mıdır? Yoksa ağızdan çıkanı kulak duymamacasına hissetmeden, kalbi çarpmadan ruhsuz bir salat ve selam ediş mi bu?
İşte Sevgili Peygamberimiz Efendimize salat ve selam getirmenin anlamını yakalayabilmek için önce bu görevle sorumlu tutulan "insan"ın, Kur'an önündeki konumundan bir nebze bahsetmek istiyoruz.
İnsan adını alan varlık, çeşitli durumlar içinde yaşar. Bu durumlar, insanı hayatın realitesi ile karşı karşıya getirir, hatta onun içine sürükler. İnsan, yaşamını sürdürmek için bu durumları idealleştirmek, yani onlara bir anlam vermek, onlarda bir değer görmek zorundadır.
İnsan, içinde yaşadığı durumlara bir anlam veremediği, onlarda bir değer göremediği zaman onun yapıp-etmeleri sona erer; o artık yaşayamaz. Tek insan, yani fert bu tür durumların içine gireceği gibi, uluslar da bu tür durumların, çıkmazların içine girebilirler. İnsanın bu durumlardan sıyrılabilmesi, onlarla başa çıkması, ancak insanda kendisini yapıp-etmelerine verebilecek bir gücün bulunmasına bağlıdır.
Bu güç imandır. Eğer insan, inanan bir varlık olmasaydı, o zaman onun gerçek durumu nasıl olacaktı? İnanmayan bir varlık yapıp etmelerine nasıl anlam verebilir, nasıl bir değer görebilirdi? Nasıl kendisini yapıp-etmelerine verebilirdi; nasıl kendisini eğitebilirdi? Bu sebeple iman-inanma, insanın temel varlık şartıdır.
O halde Kur'an'ın insanı, şu üç ayrılmaz unsurun bütünüdür:
- İnanan varlık,
- İbadet eden varlık,
- Ahlakî değerleri kişiliğinde ve tarihte oluşturan varlık.
Kur'an'ın insanı, Kur'an'ın mü'mini olabilmek ve bu üç unsuru yaşama aktarabilmek için "bilgi"ye ihtiyaç vardır. Yaşamakta bulunduğumuz çağa bu açıdan, yani bilgi açısından baktığımızda "bilgi"nin gücünün ve ürünlerinin derinliğine hissedildiği görülecektir. Bir düşünürün dediği gibi: "Yüzyılımız, insanlık tarihinin tam ortasından geçen bir kuşak gibidir. Doğduğumuzdan bu yana olup bitenler, doğduğumuz güne kadar olup bitenlere neredeyse eşittir." Hızla gelişen ve değişen bilgi, "yaşam boyu eğitimi" bir zorunluluk haline getirmiştir.
Burada Kur'an'ın ilk inen ayetinin "Oku, yaradan rabbinin ismiyle oku!" (Alak 1) olduğunu hemen hatırlamalıyız. Tamamıyla insan'ı anlatan ve insanî olanı tespit eden bu ayet, müslümana, yaşam boyu eğitimi zorunlu kılmaktadır. Bu ayet-i kerimeye Kur'anî bütünlük bağlamında yaklaşınca "okumak"tan amacın olan varlık/olgun varlık olduğunu görmekteyiz. Yani Kur'an, günümüzdeki "bilmek, bilmek için" yaklaşımını kabul etmez. Çünkü bilmek, bilmek için olursa insanın gayesi önemli olan varlık olmak olur. Halbuki Kur'an, insanı, önemli varlık olarak değil, değerli olan varlık olarak görmek ister. Yani Kur'an'ın mü'mininin bilgisi hayata aktarılan, yaşama etki eden, hayata dönük olan ve beşikten-mezara sürecinde yaşam boyu eğitimle kazanılmış bilgidir. Yoksa teorik olan ve hayattan soyutlanmış bilgi, lüks için bilgi, bilgi değildir.
“Eğer takva sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara 282)
“Rabbim! İlmimi artır, de.” (Taha 114) ayetleri ve bu konudaki diğer birçok ayet de bu bağlamda anlaşılmalıdır.
Yaşam boyu eğitimin günümüz açısından temel sorunu, "nitelikli bir öğretim-nitelikli bir eğitim" için "bilgi ve bunun aktarılması yöntemi"ni bulmakta yatmaktadır.
Nitelikli öğretim-eğitim, temelinde "anlama"nın olduğu bilginin kazandırılması ile mümkün olabilir. Bilginin aktarılmasında "anahtar kavramların ve temel yapıların kazandırılması" ön plana çıkarılmalıdır.
Bunun sonunda "anlama"ya (yani bilgiyi yapılaştırmayı ve bilgi parçalarının birbirine nasıl bağlanacağını gösteren bir araç olarak anlamaya) dayanarak kazanılan bilginin temellendirilmesi (ezberlenmesi değil), açıklanabilmesi, yeni bilgiler üretilmesi mümkün olabilir. Yani insanın bizzat îmâl-i fikir ederek ulaştığı, kendine mâlettiği, sorgulamayla kendinin kıldığı, kendine dayanarak kabul ettiği bilgi olacaktır.
İşte bir Kur'an ayetine, konumuza temel teşkil eden ve Peygamber Efendimize salat ve selam getirme içeren ayete bu öğretim-eğitim anlayışı bağlamında bakmamızın salat ve selamın anlamını yakalamağa götüreceğini düşünüyoruz.
Şimdi bu ayet-i kerimeyi inceleyelim. Cenab-ı Hak buyuruyor ki
"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat ile takrim ederler. Ey iman edenler! Haydin O’na teslimiyetle (cânu gönülden) salat ve selam getirin." (Ahzab, 56)
Öncelikle bu ayetteki anahtar kavramların üzerinde durmak gerekiyor. Bu anahtar kavramlar iyi kavranırsa ayetin mesajı anlaşılmış olur. Temelinde "anlama" olan bilgi pratiğe kolay aktarılır.
SALÂT KAVRAMI
Bu kelime sözlükte dua ve tazim (büyütme, hürmet ve ikram etme) anlamlarındadır.
Terim olarak namaz ibadetini ifade eder.
Ahzab suresinde 43. ayette "Hem Allah'ın hem meleklerinin mü'minler üzerine salat yağdırdığından" söz edilmektedir.
Buradaki anlam yukarıdaki, ayette gelen anlam ile aynıdır. Dolayısıyla bu iki ayette salat kelimesi şu anlamları ifade etmektedir:
Allah’tan: Rahmet, övgü, yüceltme;
Meleklerden: İstiğfar, övgü ve yüceltme nimetini kulları için niyaz etmeleri;
Mü'minlerden: Dua, sevgi, övgü. Burada aynı fiil, yani salat etme eylemi Allah ve meleklerine isnad edilmiştir. Bu sebeple bu kelime rahmet ve istiğfarı kapsayan bir hususi inayet (Allah'ın insan için hayır getirici, kurtarıcı, esirgeyici lütfu) anlamını ifade eder.
Hz. Peygamber'e salat etmek ise biz inananlar açısından şu manaları içerir:
- Onu sevmek ,
- Onu yüceltmek, övmek
- Onun için dua etmek.
SELÂM KAVRAMI
Bu kelime sözlükte selam, selamlama, selamet, kurtuluş anlamlarındadır.
Kur'an'da "selam" dünyevî kurtuluş ve selamete (barışa, barışıklığa) olduğu gibi ebedî kurtuluş ve selamete de delalet eder. Bunun için Cennete "Daru's-Selam" = "Selamet evi, barış konağı, barışıklık yeri" denilmiştir. Bununla beraber, selam kelimesi, Kur'an'da ekseriya selamlama ibaresi olarak kullanılmıştır.
"Orada ne bir boş laf ve ne de günaha sokacak bir şey işitmezler. Ancak "selam, selam"dan ibaret bir söz işitirler." (Vakıa 25-26) (Mutluluğa ermiş olanlara Cennette veya buraya girerken söylenilen kelime.)
Müslümanlar arasında "selam" kelimesi ile selamlama, İslamî bir kurum olarak İslamiyetin ilk günlerinden bugüne kadar gelmiştir.
En'am 54'te Hz. Peygamber'e şu şekilde hitab edilir:
"Ayetlerimize inananlar sana gelince onlara de ki: Selamün aleyküm(selam size)!"
Nisa 88'de:
"Size selam verilince, buna daha güzel bir karşılık ile selam veriniz veya onu tekrar ediniz. " buyurulmuştur ve selam getirmenin anlamını iyice bilmek, öğrenmek çok önemli bir meseledir. Yoksa alışkanlık yapar ve yapmıştır da. Olağanüstü olan, sıradanlığa indirgenmiştir.
l. Meşrutiyet yıllarından sonra, Avrupa'da bazı müzakerelerde bulunmakta olan bir Türk heyetine bir Avrupalı; "Sizin istiklal marşınız var mı?" diye sormuş. O zaman Fransa, Almanya gibi bazı Avrupa devletinin marşları mevcut. Türk delegasyonundan biri "Bizim de istiklal marşımız var" demiş. "Söyleyin de dinleyelim" teklifi üzerine heyet üyeleri hep birlikte ltri'nin ünlü bestesini söylemişler. Bittiğinde Avrupalı ev sahipleri, "En güzel istiklal marşı sizinki imiş..." demişler.
Cuma günleri güzel sesli müezzinlerce, kalbinin ve ruhunun ta içlerinden gelen bir nâme ile minarelerden okuyacakları salat ve selam elbette akıl almaz dünya sarhoşluğuna dalmış insanı, bizleri uyandıracaktır, uyandırmalıdır. Salat ve selamın anlamı bizi kendimize getirmelidir.
Netice itibariyle selam sözcüğü Hz. Peygamber Efendimizle ilgili olarak şu anlamı ifade eder: O’na dua edin. Tüm kalbiniz ve ruhunuzla O’nunla işbirliği içinde olun, O’nun örnek-önder kişiliğine teslim olun. Tebliğ ettiklerine karşı çıkmaktan sakının ve bu ilkelere samimiyetle uyun.
Kavramları tartıştıktan ve ne anlamlar ifade ettiklerini sunduktan sonra tekrar ayet-i kerimeye dönüyoruz. Bu ayet bir bilgi, bir de emir içermektedir.
- "BİLGİ"
Hz. Peygamberin mele-i ala'daki mevkiidir. Cenab-ı Hakk'ın salatı, meleklerinin salatı O’nun faziletine, Rabbinin indindeki yüce makamına delalet etmektedir. Yüce Allah, rahmet ve in'amiyle (lütuf); melekleri istiğfarları ve hizmetleriyle Peygamber'e daima tekrim (yüceltme, ululama) etmektedirler.
-"EMİR"
Salat ve selam getirmekle mü'minleri yükümlü tutmaktadır. Farz kılmıştır.
“Sallallahu aleyhi ve sellem”
“Es-selamu aleyke eyyühennebiyyü”
“Allahümme salli alâ seyyidina Muhammed”
“Es-salatü ves’selamu aleyke ya Rasulallah” gibi dualarla O’nun üzerine Cenab-ı Hakk'ın salavat, 'rahmet ve berekâtını niyaz etmeyi ve selam vererek tekrim etmeyi, hiç incitmeyerek O’nun önder kişiliğine teslim olmayı emir buyurmaktadır.
Bu ayete gramer açısından bakarsak o bir isim cümlesidir. İsim cümlesi devamlılık, süreklilik ifade eder. O halde Yüce Allah'ın, sonra meleklerin Peygamber'e salat etmeleri ebediyete kadar devam edecektir, kesilmeyecektir.
Öte yandan bu cümle son tarafı itibariyle bir fiil cümlesidir. Bu da Allah Teala'nın ve meleklerinin ettikleri salatın kesintisiz ve sürekli yenilenerek her vakit devam ettiği anlamına gelir. Demek oluyor ki salat, sürekli ve kesintisiz bir eylem olarak algılanmalıdır.
Sahabiler, ayet nazil olduğunda selam vermeyi biliyorlardı. Çünkü ilk muallim Hz. Peygamber teşehhüdde okunan,
“Es-selamu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtüh” ibaresi ile onlara bunu öğretmişti. Fakat salat getirmeyi bilmiyorlardı. Hz. Peygamber yanlarına gelince:
-Ya Rasulallah size nasıl selam vereceğimizi öğrendik, biliyoruz. Ama size nasıl salat getireceğimizi bilemedik? diye sordular. Hz. Peygamber:
deyiniz." buyurdular.
et-Tac İbnu's-Subki (771/1370) bu rivayete dayanarak salavatların en güzelinin bu olduğunu, çünkü Hz. Peygamber'in ilgili soruya bu şekilde cevap verdiği yorumunu yapar. Salat ve selamın anlamına, yani bu kelimelerin belirttiği, düşündürdüğü şeylere gelince:
Bu ibadet farklı bir ibadet özelliğine sahiptir. Çünkü Cenab-ı Hak bu ayet ile Peygamberine salat etti. Sonra da meleklerine O’na salavat getirmelerini emretti. Bilahare mü'minlere salavat getirmeleri emrini verdi. O halde Yüce Yaradanımızın ve meleklerin yaptığı bir fiili biz aciz kullar neden ihmal ederiz, bilinmez.
-Salavat getirmek Sevgili Peygamberimize olan şükran borcumuzu ifa etmek demektir. Çünkü O, mü'minler için, hatta bütün insanlar için büyük iyilikler yapmıştır. Üzerimizdeki haklarına bir nevi teşekkürle mukabele etme ve O’nu yüceltme imkanıdır. Bu ise Cenab-ı Hakk'ın bir lütfudur.
Salavat getiren kişi birçok manevî hazlara gark olur, lezzetler duyar. Bu ise anlatılmaz, ancak bireyin kişisel tecrübesi ile elde edilir.
alıntıdır.