I
iskender
ALLAH'IN APAÇIK OLAN VARLIĞINI ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"İnsan dünyaya geldiği andan itibaren son derece düzenli bir ortamda yaşar. Varlığını sürdürmek için oksijene ihtiyacı vardır. Ne ilginçtir ki yaşadığı dünyanın atmosferi tam ihtiyaç duyduğu miktarda oksijeni ona sağlar ve o da bu sayede rahatlıkla nefes alabilir. Yaşadığı gezegende canlılığın oluşabilmesi için bir ısı kaynağının varlığı zorunludur, tam da gereken ısı ve enerjiyi sağlayabilecek mesafede Güneş vardır. Yaşamını sürdürmek için beslenmeye ihtiyacı vardır. Dünya üzerinde nereye gözünü çevirse çeşit çeşit yiyecekle karşılaşır. Aynı şekilde suya ihtiyaç duyar, üzerinde bulunduğu gezegenin dörtte üçü sularla kaplıdır. Barınmaya ihtiyacı vardır. Çevresinde ona barınak oluşturabilecek pek çok mekan ve bu mekanları inşa edebileceği her türlü materyal mevcuttur.
Burada saydıklarımız insanın varlığından söz etmek için gerekli olan milyonlarca, milyarlarca detaydan yalnızca birkaçıdır. Özet olarak insan, tam olarak yaşamını sürdürebileceği, açıkça "insan için yaratılmış" bir mekanda hayata başlar.
Ama her nedense insan tüm bunları bir alışkanlık perdesinin ardından değerlendirir; onun için tüm bu anlatılanlar "olağan" şeylerdir. Oysa insan içinde bulunduğu durumu sorgulayarak etrafına bakabilirse, alışılmışlığın dışına çıkacak ve düşünmeye başlayacaktır:
Nasıl oluyor da gökyüzü dünya için koruyucu bir tavan görevi görüyor?
Nasıl oluyor da insan vücudundaki trilyonlarca hücrenin her biri kendi yapacağı işleri biliyor?
Nasıl oluyor da yeryüzü üzerinde olağanüstü bir ekolojik denge mevcut?…
İşte bunlara benzer soruları araştırarak düşünen kişi doğru yolda demektir. Etrafında her an olup bitenlere karşı duyarsız kalmıyor, olağanüstü bir şeyler olduğunu anlamazlıktan gelmiyor demektir. Sorular sorarak, bunların cevaplarını vererek düşünen kişi bir süre sonra herşeyin bir plan, bir düzen üzere olduğunu fark edecektir:
Tüm evrendeki kusursuz düzen nasıl meydana gelmiştir?
Dünyadaki dengeler kim tarafından sağlanmıştır?
İnanılmaz bir çeşitliliğe sahip olan dünyadaki canlılar nasıl ortaya çıkmıştır?
Bu gibi soruların cevaplarını araştıran insan çok açık bir gerçekle karşılaşır. Evrendeki herşey; her türlü düzen, her canlı, her mekanizma bir planın parçası, bir tasarımın ürünüdür. Bir böceğin kanadındaki kusursuz yapıdan, bitkilerin topraktan aldıkları suyu metrelerce yukarıya hiç zorlanmadan çıkarmalarını sağlayan taşıma sistemlerine, gezegenlerin yörüngelerindeki düzenden dünyanın atmosferindeki gazların oranına kadar her detayda benzersiz bir kusursuzluk vardır. Tüm bunların tesadüfen meydana gelmesi ise kesin olarak imkansızdır. Çünkü kusursuz düzenlerin, iç içe geçmiş mekanizmaların bulunduğu bir yerde elbette bir akıl, bilinçli bir düzenleme vardır.
İşte insan dünya üzerinde gözünü çevirdiği her yerde, gördüğü her detayda Yaratıcı’sını bulur. Herşeyi kontrolünde tutan, her türlü yaratmadan haberdar, tüm alemlerin Rabbi olan Allah varlığını bu kusursuzlukla ona tanıtır. Etrafımızdaki herşey; uçan kuşlardan atan kalbimize, insanın kendi doğumundan gökyüzünde güneşin varlığına kadar herşey Allah’ın sonsuz gücünü, yaratmada ortağı olmadığını bize gösterir. Allah’ın büyüklüğü sınırsızdır. O’nun gücü herşeye yeter. İnsana düşense bu gerçeği kavramaktır.
O halde siz de etrafınızdaki canlı cansız tüm varlıkların Allah’ın varlığını ve gücünü gösterdiğini anlamazlıktan gelmeyin. Çevrenizde gördüğünüz şeylere bakın ve Rabbiniz olan Allah'ın sonsuz kudretini, kadrini takdir etmeye çalışın.
Allah’ın varlığı APAÇIK bir gerçektir. Bu gerçeği anlamazlıktan gelmek, sadece kişinin kendine vereceği büyük zararların başlangıcı olur. Çünkü Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, yücedir, büyüktür. Allah gökten yere herşeyin sahibidir. Allah Kuran'da Zatı'nı şöyle tanıtır:
Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
EVRİMİN BİR ALDATMACA OLDUĞUNU, HERŞEYİ ALLAH'IN YARATTIĞINI ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Allah'ın varlığını kabul etmek istemeyen kimi insanlar, yeryüzündeki canlılığın varoluşu ile ilgili olarak tamamen akıl ve mantık dışı, bilimsel her türlü gerçekle çelişen bir "tesadüfler teorisi" ortaya atmışlardır. Evrim teorisi olarak isimlendirilen bu teori, yeryüzünde var olan tüm canlıların rastlantılar sonucu oluştuğunu iddia eder. Oysa evrimcilerin asılsız iddiaları incelendiğinde, bu teorinin "canlılığın nasıl ortaya çıktığı" konusunda tek bir makul açıklama dahi getiremediği ortaya çıkar.
Akıl ve vicdan gözüyle canlılardaki kusursuz sistemler incelendiğinde karşımıza APAÇIK bir gerçek çıkar: Canlılar yaratılmışlardır. Evrimcilerin canlıların oluşumu ile ilgili tüm iddiaları geçersizdir. Dünya üzerinde evrim diye bir süreç kesinlikle yaşanmamıştır. Tüm evren üstün akıl sahibi bir Yaratıcı tarafından, benzersiz bir şekilde yaratılmıştır ve evrim sadece bir aldatmacadır. Bu, kesin bir gerçektir.
Canlılıkla ilgili tüm bilimsel ve mantıki deliller APAÇIK BİR YARATILIŞI göstermesine rağmen, hala ısrarla evrimi savunmaya devam edenler vardır. Bu bölümde bilime bağlı olduklarını iddia eden kimi insanların, gerçekleri görmezden, anlamazdan gelerek nasıl akıl dışı iddialar öne sürebildiklerine göreceğiz. Ve körü körüne bağlı oldukları, geçersizliğini anlamazlıktan geldikleri teorinin, 20. yüzyılda gelişen bilim sayesinde nasıl temelinden yıkıldığına şahit olacağız.
Sakın Allah'ın varlığını reddetme çabası içinde olan bu insanların yanılgısına düşmeyin ve siz de herşeyin Yaratıcısı'nın Allah olduğunu, evrim diye bir sürecin yeryüzünde asla yaşanmadığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimciler, canlıların iki temel mekanizma sayesinde evrimleştiklerini iddia ederler. "Doğal seleksiyon" ve "mutasyonlar".
Doğal seleksiyon, yapısı doğal şartlara uyum sağlamayan canlıların bir süre sonra yok olacağını, yapısı uygun olanlarınsa nesillerini devam ettireceğini öne sürer. Oysa bu iddianın evrimsel bir süreçle hiçbir ilgisi yoktur. Doğal seleksiyon mekanizması ancak var olan bir tür içinde güçsüz olanların elenmesini, sonuç olarak güçlü bireylerden oluşan bir topluluğun ortaya çıkmasını sağlar. Yani doğal seleksiyon sonucunda doğada herhangi yeni bir canlı türünün oluşması söz konusu değildir
Evrimciler de aslında bu gerçeğin farkındadırlar. Ünlü bir evrimci olan İngiltere Doğa Tarihi Müzesi baş paleontoloğu Colin Patterson doğal seleksiyonun anlamsızlığını şu ifadeleriyle kabul etmektedir:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmaları ile yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu budur.
Evrimcilere göre evrimsel değişikliklerin diğer kaynağı, canlıların genetik yapısında meydana gelen rastgele mutasyonlardır. Küçük mutasyonların ardarda eklenerek yeni türler ortaya çıkardığını iddia ederler. Oysa mutasyonlar hücredeki tüm bilgilerin kodlu olduğu DNA’da sadece tahribat yaparlar. Mutasyonların net etkisi her zaman zararlıdır, yeni bir tür oluşturmaları da kesinlikle mümkün değildir. Mutasyonlar sonucunda sadece mongolizm, albinizm, cücelik, kanser gibi hastalıklar ve sakatlıklar ortaya çıkabilir. Yakın geçmişte Nagazaki ve Hiroşima’da kullanılan nükleer silahların etkisiyle oluşan radyasyonun canlılarda meydana getirdiği mutasyonlar bunun kesin birer örneğidirler.
Bu bilgiler ışığında evrimcilerin evrimleştirici olarak öne sürdüğü iki mekanizmanın da gerçekte hiçbir anlam ifade etmediğini ve yeryüzünde canlıları evrimleştirebilecek bir mekanizmanın var olmadığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimciler yeryüzündeki bütün canlı türlerinin, uzun bir zaman süreci içinde birbirlerinden evrimleşerek ortaya çıktığını iddia ederler. Teorinin bu iddiasının geçerli olabilmesi için, geçmişte sayısız ara türde canlının yaşamış olması gereklidir. Yani bildiğimiz canlıların yanında, yarı balık-yarı sürüngen, ya da yarı sürüngen-yarı kuş canlılar ortaya çıkmış olmalıdır. İşte evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali yaratıkları "ara-geçiş formu" olarak adlandırırlar.
Eğer bu hayali canlılar geçmişte gerçekten yaşamışlarsa, bu canlıların kalıntılarına fosil kayıtlarında da rastlanması gerekir. Çünkü şimdiye kadar yaşamış olan milyonlarca hayvan türünün fosillerine, dünyanın her yerinde rastlanmaktadır. Ama ne ilginçtir ki bugüne kadar yapılan araştırmalarda, büyük çoğunluğu bulunmuş olan fosil kayıtlarının içinde, evrimcilerin geçmişte yaşadıklarını iddia ettikleri ara geçiş formlarından tek bir tane bile bulunmamaktadır. Diğer canlıların fosil kayıtları son derece zenginken, ara-geçiş formu olduğu iddia edilen hayali canlılara ait tek bir fosil kaydı bile yoktur.
Bugüne kadar tek bir ara geçiş fosilinin bile bulunamamış olmasının, evrimci iddiaları tamamen saf dışı bıraktığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimcilerin hayali senaryosuna göre, bazı balıklar çeşitli nedenlerle sudan karaya geçme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu ihtiyaç üzerine balıklarda değişmeler başlamış ve zamanla karaya çıkarak burada sürüngenlere dönüşmüşlerdir. Bu, evrimcilerin sudan karaya geçiş masalının kısa bir özetidir. Şimdi kısaca bir düşünelim: Bir balık bir gün karaya çıkmaya karar verirse ne olur? Yavaş yavaş sahile yaklaşan, sonra kumlara doğru ilerleyen, en sonunda da karaya çıkan bir balığın başına neler gelebilir? Kuşkusuz bu sorunun cevabı açıktır: Bir balık bilerek (!) veya bilmeyerek karaya çıktığında kısa bir süre içinde ölecektir. Hemen arkasında başka bir balık aynı şeyi denediğinde, o da ölecektir. Bunu milyonlarca yıl boyunca milyarlarca balık da denese sonuç değişmeyecektir; karaya ulaşan her balık başka bir şey yapmaya fırsat bulamadan kısa bir süre içinde ölecektir. Bu APAÇIK bir gerçektir.
ÇEVRENİZDEKİ CANLILARDAKİ MUCİZEVİ ÖZELLİKLERİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Önceki bölümlerde detaylı olarak ele alındığı gibi tek bir hücrenin dahi tesadüfen ortaya çıkması imkansızdır. Peki tek bir hücre tesadüfen ortaya çıkamıyorken canlılardaki bu sayısız çeşitlilik tesadüfen ortaya çıkmış olabilir mi? Bu sorunun cevabı kesinlikle "hayır"dır.
Çevrenizde ne kadar çok çeşitte canlı olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Gelin birlikte yeryüzündeki canlı çeşitliliğini öncelikle bitkilerden başlayarak düşünelim. Bazen etrafımızda gördüğümüz, bazen kitaplarda rastladığımız, bazen de televizyonda belgeseller seyrederek tanıdığımız bitkileri yeniden gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Karanfilleri, gülleri, papatyaları, nilüferleri, tropik bölgelerdeki dev yapraklı ağaçları, kivileri, ananasları, akasya ağaçlarını teker teker düşünelim. Yaprak yapılarını, lezzetlerini, renklerini, kokularını, fotosentez yapmalarını, topraktan metrelerce yukarıya besinlerini taşımalarını ve diğer detay özelliklerini de hatırlayalım.
Bu çeşitliliği bir de hayvanlar için düşünelim. Bildiğimiz bütün hayvanları gözümüzün önüne getirelim. Zürafaları, antilopları, filleri, tavukları, balık çeşitlerini, atmacaları, serçeleri, tavus kuşlarını, devekuşlarını, tavşanları, kelebekleri, çeşit çeşit böcekleri düşünelim. Bu canlıların vücutlarındaki mekanizmaları, yaşadıkları ortamları, üremelerini, avlanmalarını kendi içinde bölümlere ayırarak düşünelim.
Sadece bu kadarlık bir düşünmeyle bile yaşadığımız dünya üzerinde inanılmaz bir çeşitlilik olduğunu fark ederiz.
Allah'ın canlılarda yarattığı çeşitliliğe bir örnek vermek gerekirse, yalnızca yeryüzünde yaşayan kelebek türlerinin sayısı "200 bin"dir. Bu türlerin kendi içinde "1 milyon" kelebek cinsini barındırdığı doğa bilimciler tarafından tespit edilmiştir. Bunların hepsinin olağanüstü derecede kompleks ve birbirinden farklı sistemleri vardır, içinde yaşadıkları ortamda gizlenmelerini sağlayan çok farklı kamujlaj yöntemleri vardır. Kimilerinin üzerine düşmanlarını korkutmaya yarayan sahte göz şekilleri yerleştirilmiştir.
Bu olağanüstü çeşitlilikteki tasarımı göz önüne alarak düşünün. Bu kadar çok çeşitteki, üstelik de hepsi birbirinden bu derece farklı yapılardaki milyonlarca canlının, tesadüfen birbirlerinden türemesinin imkansız olduğunu ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
Akıl ve vicdan kullanarak canlılardaki çeşitliliği ve mucizevi özellikleri düşünen bir kişi kolaylıkla bunların nasıl ortaya çıktığı sorusuna bir cevap bulacaktır. Alemlerin Rabbi olan Allah tüm canlıları benzersiz bir şekilde yaratmıştır. Allah herşeye hakimdir.
Siz de etrafınızdaki canlılara baktığınızda rahatlıkla göreceğiniz bu apaçık gerçeği ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. (En’am Suresi, 101-102)
Bu çeşitliliğin yanısıra, doğadaki pek çok canlı son derece şaşırtıcı sistemlere ve kompleks vücut mekanizmalarına sahiptir. İnsanların, nasıl işlediğini çözmek için uzun yıllar uğraştıkları bu sistemleri, canlılar ilk yaratıldıkları günden beri kullanmaktadırlar. Bu mekanizmalardaki olağanüstü tasarımların evrim teorisinin iddia ettiği gibi tesadüflerle açıklanması ise imkansızdır. Her canlı bulunduğu ortamda rahatça yaşayabileceği şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Canlıların, bu sisteml eri bilinçli olarak kendilerinin oluşturmalarının imkanı yoktur. Canlılardaki kusursuz düzenlemeler onların yaratılışlarındaki mükemmellikten kaynaklanmaktadır.
Bu bölümde doğadaki sayısız çeşitliliğe sahip bitkiler ve hayvanlardaki mekanizmalardan sadece 1-2 örnek verilecektir.
Bunları okurken iyice düşünün, hayvanlardaki ve bitkilerdeki bu şaşırtıcı mekanizmaların kendi kendilerine oluşamayacak kadar kusursuz yapılar olduğunu sakın ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
"Hayvanlardaki kusursuz yapılar" dendiğinde akla değişik, hiç adı duyulmamış canlıların ilginç özellikleri kastediliyormuş gibi bir düşünce gelebilir. Oysa insanın yanıbaşında olan, her zaman görmeye alışık olduğu canlılarda da bu kusursuz özellikler mevcuttur. Çoğu zaman insanın bile başaramayacağı kadar karmaşık işlemler gerçekleştiren bu canlıların, örneğin bir sineğin ya da bir kuşun vücudunda olağanüstü bir tasarım vardır. Etrafındaki canlıları dikkatle inceleyen insan bu tasarımın üstün bir aklın ürünü olduğunu yani bu canlıların yaratıldığını görecektir.
Örneğin her gün, her yerde görmeye alışık olduğunuz sinekler uçmak için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden sineklerin diğer canlılardan daha farklı bir solunum sistemi vardır. Havadan aldıkları oksijen vücutlarındaki özel ince hava tüpleriyle hücrelere doğrudan ulaştırılır. İşte bu sayede aşamasız ve kesintisiz olarak, çok süratli ve verimli bir şekilde oksijenin yanması sağlanır. Bu, sineğin sahip olduğu mucizevi özelliklerden sadece bir tanesidir. Sinekler buna benzer daha pek çok yaratılış mucizesi ile donatılmışlardır. Allah sineğin yaratılışındaki üstünlüğe bir ayetinde şöyle dikkat çekmektedir:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız –hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)
Bir de arıları düşünelim. Arıların bal ürettikleri, altıgen hücrelerden petekler yaptıkları, toplu halde kovanda yaşadıkları herkes tarafından bilinir. Oysa arıların sahip oldukları özellikler sadece bunlarla sınırlı değildir. Balarıları için yaşadıkları kovanın bakımı çok önemlidir. Kovandaki ısının sabit tutulması, kovanın temizliği ve güvenliği gibi ihtiyaçların tümü işçi arılar tarafından karşılanır. Balarıları dışarının ısısı ne olursa olsun kovanın ısısını her zaman sabit tutarlar, özellikle kuluçka odalarının sıcaklığına çok dikkat ederler. Sabah vakitlerinde hava soğuk olduğunda işçiler petek çevresinde kümelenirler ve vücut sıcaklıkları ile yumurtaları ısıtırlar. Gün ilerledikçe ve hava ısınmaya başladıkça arılar tarafından sıkıca örülen küme yavaş yavaş dağılır. Eğer sıcaklık daha fazla artmaya devam ederse, işçilerin bir bölümü kanatlarını yelpaze gibi kullanmaya başlarlar. Bu havalandırma işlemini, kovanın girişine ve peteklerin üzerine doğru yönlendirerek kovan ısısını düşürmeye çalışırlar. Çok sıcak bir gündeyse bu işlem yeterli olmayacağı için arılar daha şiddetli bir soğutma yöntemi kullanmak zorundadırlar. Böyle durumlarda, sulandırılmış bal damlalarını boş hücrelerin ağızlarına yerleştirirler. Kanatları ile oluşturdukları hava akımı bu damlaların içerisindeki suyu buharlaştırır. Bu soğutma sistemiyle kovanın ısısı kısa sürede eski haline döner.4
Her an çevremizde gördüğümüz bu canlılarda kusursuz bir tasarım ve bilinçli davranışlar vardır. Üstelik burada sözünü ettiğimiz özellikler, canlılardaki olağanüstü yönlerin çok küçük bir bölümüdür. Düşünen bir insanın bu özelliklerde kolaylıkla görebileceği üstün akıl ve plan, bize tüm doğaya hakim olan Yaratıcı’nın yani Allah’ın varlığını ispatlayan APAÇIK bir delildir. Tüm canlılar Allah’ın ilhamıyla hareket etmektedirler.
Günümüz teknolojisinin henüz ulaşamadığı hedefe, var oldukları günden beri ulaşmış olan ateşböcekleri.
Ama insanların çoğu bunları hiç düşünmezler ya da düşündüklerinde bu canlıların yaptıkları işlerdeki mucizevi yönü görmezden gelirler. Ama siz Allah’ın yaratışındaki bu üstünlüğü ve benzersiz sanatı ve bu canlıların Allah’ın ilhamıyla hareket ettiklerini SAKIN ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
SAHİP OLDUĞUNUZ HERŞEYİ ALLAH'IN NİMET OLARAK VERDİĞİNİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"İçinde yaşadığımız dünyada sayısız güzellikler, nimetler mevcuttur. Her canlının tüm ihtiyaçları ayrı ayrı düşünülmüş ve gereken hiçbir ayrıntı eksik bırakılmamıştır.
Öncelikle kendimiz için düşünelim. Sabah kalktığımız andan itibaren neler yaparız, nelere ihtiyaç duyar, nelerle karşılaşırız, daha doğrusu ne gibi güzelliklerle nimetlendiriliriz bir bakalım.
Kalkar kalmaz nefes alabiliriz, kusursuz solunum sistemimiz sayesinde bunu yaparken hiç zorlanmayız, atmosferdeki gazların oranlarının doğru olup olmadığını düşünmek aklımıza bile gelmez.
Gözümüzü açar açmaz görebiliriz, gözümüzdeki benzersiz tasarım sayesinde netlik ayarı, renk ayarı, uzaklık ayarı gibi ayarlar yapmak zorunda kalmayız.
Yemek yeriz ve lezzet alırız. Yediğimiz her lokmada ayrı ayrı var olan vitaminlerin, minerallerin, karbonhidratların, proteinlerin nerelere gitmesi gerektiğini, oranlarını, fazlasının depolanması ya da atılması gibi işlemleri aklımıza bile getirmeyiz. Hatta içimizde böyle işlemlerin sürüp gittiğinden haberimiz bile olmaz çoğu zaman.
Elimize aldığımız bir cismin sert mi, yumuşak mı olduğunu hemen anlayabiliriz. Herhangi bir cismi hiçbir zihinsel çaba göstermeden rahatlıkla tutabiliriz.
İşte her saniye insan vücudunda bu örneklere benzer sayısız işlem yapılır. Bu işlemlerin her birinin yürütüldüğü organlar, bu organlarda da kompleks mekanizmalar vardır. İnsan vücudu adeta bir fabrika gibi çalışır. Bu fabrika insana verilmiş en büyük nimetlerden biridir çünkü insan bu fabrika sayesinde vardır, yaşamını bu fabrika sayesinde sürdürür.
Peki bu fabrikanın çalışması için gereken ham maddeler nasıl sağlanır? Yani insana güç veren yiyecekler, su, hava gibi maddeler nasıl oluşur?
Önce meyve ve sebzeleri düşünelim. Kara toprağa atılan ve bir tahta parçası görünümündeki tohumlar sayesinde oluşan karpuzları, kavunları, erikleri, kirazları, portakalları, biberleri, domatesleri, ananasları, dutları, çilekleri, patlıcanları ve bunlar gibi diğer bütün bitkisel besinlerimizi düşünelim. Alışmış olduğumuz düşünme şekliyle değil de farklı yönlerden yaklaşarak düşünelim. Çileğin o muhteşem kokusunu ve tadını, kavunun hiç değişmeyen o ünlü kokusunu ve lezzetini aklımıza getirelim. Bir de insanların laboratuvarlarda aynı kokuları tutturmak için harcadıkları zamanı, kullandıkları teknolojiyi düşünerek bir karşılaştırma yapalım. Laboratuvarlarda elde ettikleri sonuç doğadaki benzerlerinin kötü birer taklidi olmaktan öteye gitmez. Allah'ın insanlar için doğada yarattığı koku, lezzet ve renk çeşitliliği benzersiz bir kusursuzluğa sahiptir.
Bütün bitkisel besinlerin tadlarının, kokularının farklı olması, hepsinin kendilerine özgü renklerinin olması insan için özel olarak tasarlanmıştır. Bunların hepsi Rabbimiz tarafından nimetler olarak sunulmaktadır.
Aynı şekilde hayvanlar da insanlar için özel olarak yaratılmışlardır. İnsanların hem besin olarak faydalanacağı hem de görünüşlerinden zevk alacağı güzelliklerle donatılmışlardır. Denizaltındaki rengarenk balıklar, mercanlar, deniz yıldızları, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan birbirinden farklı süsleriyle tüm kuş çeşitleri, olağanüstü sevimlilikleriyle kediler, köpekler, yunuslar, penguenler ve diğerleri… Bunların tümü Allah'tan birer nimettirler. Allah bu konuyu birçok ayetiyle kullarına bildirmiştir:
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.
(İbrahim Suresi, 35)
Burada bahsedilenler Allah'ın sunduğu nimetlerin ve güzelliklerin çok küçük bir kısmıdır. İnsan dünya üzerinde gözünü nereye çevirse Allah'ın Berr (kullarına karşı iyiliği çok olan), Kerim (keremi bol, cömert), Latif (lütuf sahibi), Rezzak (rızık veren), Sani (nihayetsiz güzellikler yaratan) sıfatlarının tecellilerini görebilir.
İşte siz de şu an çevrenize bir göz atıp düşünün. "Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır…" (Nahl Suresi, 53) ayetiyle haber verildiği gibi size verilen sonsuz nimetlerin sahibinin Rabbiniz olduğunu asla ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
BU DÜNYADA UZUN SÜRE KALMAYACAĞINIZI ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Dünya üzerinde güzel olan, sağlam olan ne varsa bir gün gelir bozulur, çürür veya eskir. İnsanın da sonu böyledir ve bundan kaçış mümkün değildir. İnsan doğduğu andan itibaren geri dönüşü mümkün olmayan bir yaşlanma, ölüme doğru ilerleme sürecine girer. Bu apaçık gerçeği herkes bilir ama buna rağmen insanlar kendilerini gündelik yaşamın akışına kaptırmaktan alıkoyamazlar. Dünyanın geçici süslerine hak ettiğinden fazla değer verir, tutkuyla bağlanırlar.
Oysa bu bağlılıklarının bir anlamı yoktur. Çünkü dünyadaki yaşamın bir sonu vardır. Sonu olmayan yaşam ise ahiret hayatıdır. Sonsuz bir hayata karşılık dünyanın tükenecek yararının peşinde koşmanın akılcı bir tavır olmadığı da kesindir. İnsanın tüm bunları anlamamazlığa gelerek dünyaya yönelik yapacağı her hareket, onu ahirette telafisi mümkün olmayan bir pişmanlığın içine sokacaktır. Siz bu sonsuz pişmanlıktan kaçının ve dünyadaki hayatınızın bir gün mutlaka son bulacağı APAÇIK bir gerçekken sakın bunu anlamazlıktan gelmeyin.
Günlük işlerine dalarak ölümü düşünmeyen insanlar, beraberinde çok önemli bir gerçeği daha göz ardı etmektedirler. Dünyadaki hayat inanılmaz derecede kısadır. Sevdiğiniz ve sahip olduğunuz şeyleri şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Hepsi kısa sürede eskimiş, çürümüş, bozulmuş, yok olmuştur. Sevdiğiniz kişiler birer ikişer ölmüşlerdir, eşyalar kırılıp dökülmüşlerdir. Evler, binalar eskimiş, yıkılmış, giysiler sökülmüş, yırtılmışlardır. Kısacası sahip olduğunuz herşey hızla bozulmaya uğramıştır.
Dönüp arkanıza baktığınızda, zamanın müthiş bir süratle geçişinden dolayı hiçbir şeyden tam tatmin olamadığınızı görürsünüz. Belki belli bir zamana kadar bu gerçeği fark edememiş de olabilirsiniz. Ama bu keskin gerçeği anlamaya başlayan bir insan artık herşeyi daha akılcı düşünmeli, kendisini ve herşeyi yaratan Allah’ın insanlardan istediklerini öğrenmeli, hayatını da buna göre düzenlemelidir. En başta dünyada kendisine herşeyi veren, ahirette ise sonsuza kadar verecek olan Rabbini hoşnut etmeye çalışmalıdır. Çünkü bu gerçeği anlamazlıktan gelip kısacık dünya hayatlarını sorumsuzca tüketen inkarcılar, ahirette şiddetli bir şaşkınlık yaşayacaklardır. Diriltilip Allah’ın huzuruna getirildiklerinde dünyada çok kısa bir süre kaldıklarını anlayacaklardır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," (Müminun Suresi, 112-114)
İşte bu yüzden hayatın çok kısa olduğunu anlamazlıktan gelip, bu kısa ömürlü şeylere bu kadar bağlanmayın. Bu dünyadaki eksikliklerin cennete özlem duymanız için verildiğini bilin ve asıl gerçek yurda, sonsuz olan herşeyin bulunduğu ahirete hazırlık yapın.
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, “(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanma”, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir “çoğalma-tutkusu”dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş sonra o , bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza vardır). Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.
(Hadid Suresi, 20)
Allah insanı en güzel surette yaratmıştır. Ama son derece hikmetli bir şekilde insanı türlü acizliklerle birlikte yaşatmaktadır. Böylece insan, Rabbine karşı olan acizliğini anlasın, bu dünyaya hırsla bağlanıp kalmasın.
Ne kadar güzel, ne kadar zengin olursa olsun, her insan birbirinin benzeri acizliklerle ömrü boyunca içiçedir. Her insan susar, acıkır, yorulur. Üstelik sürekli temizlenmek zorundadır. Sadece temizlik bile insana ne kadar acizlik içinde olduğunu gösteren çok önemli bir olaydır. İnsanın yaptığı temizliğin geçici olması, sürekli tekrarlanmak durumunda olması çok özel bir durumdur. Mesela bir gül düşünün; toprağın içinden çıkıp dışarıda yetiştiği, toz, duman, pislik gibi türlü etkilere maruz kaldığı halde tertemizdir, son derece güzel kokar. Bunun için "temizlik" yapması gerekmez. O güzel kokusunu da hiçbir şekilde kaybetmez. Oysa insan için durum hiç de böyle değildir. Onun türlü önlemlerle elde ettiği "temizlik" geçicidir. Türlü çabalarla, birtakım takviyelerle elde ettiği güzel kokusu da hiçbir zaman sürekli değildir.
Hastalıklar da insanın aczini göstermesi açısından çok önemli örneklerdir. İnsan vücudu Allah tarafından son derece kusursuz sistemlere sahip olarak yaratıldığı halde ufacık bir virüse yenik düşmekten kurtulamaz. Tıbbın imkanları ne kadar seferber edilirse edilsin, ufacık bir yaradan vücuda girebilecek bir mikrop, insanı sakatlığa veya ölüme götürecek sonuçlar doğurabilir. Veya bedenin içinde aniden isyan eden bir hücre kanser meydana getirebilir. Üstelik bundan insanın haberi olduğunda son derece geç kalınmıştır. Bir sabah kalktığında ciddi bir kanser hastalığıyla karşı karşıyadır ve artık kurtuluş imkanı yoktur.
Kazalar da aynı şekilde, insanın her an başına gelebilecek olaylardır. Ne kadar kendinden uzak görürse görsün bir insanın ayağının dolanıp merdivenden düşmesi, sonucunda da sakat kalması, boğazına bir şey takılıp boğulması, çok sık olan trafik kazalarından birinde kendisinin de yaralanması basit sebeplere bağlı, her an olabilecek olaylardır. Böyle pamuk ipliğine bağlı, türlü acizlikler içinde hayatını sürdüren bir insan, Allah'a karşı olan muhtaçlığını anlamazlıktan gelmemelidir. Tüm bunları iyice düşünüp fark eden bir kişinin dünyaya bağlılık göstermesi de mümkün değildir. Bu yüzden siz de düşünen bir insan olarak bedeninizin Allah tarafından dünyaya bağlanmayı engelleyecek acizliklerle birlikte yaratıldığını anlamazlıktan gelmeyin. Hepsi birer hatırlatma, öğüt ve uyarı niteliği taşıyan bu olaylardan ve durumlardan kendinize gereken payı çıkartın. Ve hiçbir aczin, zorluğun, hastalığın, sıkıntının olmadığı cennet hayatını isteyip orası için çalışın.
Her gün gazetelerde onlarca kaza haberi çıkar. Unutmayın ki bu haberlerden birinde bir gün sizin veya bir yakınınızın isminin yer almaması için hiçbir neden yoktur.
Yaşlılık insanların hiç düşünmek istemedikleri, özellikle gençlik dönemlerinde hiçbir zaman konusunu dahi etmedikleri ama her insanın uğrayacağı kaçınılmaz bir sondur. Yaşlılığın insanlar üstündeki bedenen ve zihnen oluşturduğu etkileri ne yaparsa yapsın hiç kimse engelleyememiştir. Zengini de, fakiri de, güzeli de, çirkini de zaman hızla ilerledikçe yaşlanır.. Senelerin etkisi insanın aynaya baktığında rahatlıkla görebileceği kadar açıktır. Gençlikteki gergin ve parlak deri, artık kırışmaya başlamıştır ve o parlaklığını yitirerek rengi de solmuştur. Göz ve ağız kenarlarındaki belirgin çizgiler, kırışmayı en çok gösteren yerlerden biridir, ellerin ve boynun durumu ortadadır. Kemikler de eskisi gibi sağlıklı ve sağlam değildir, ayrıca hafızanın eski gücü de yoktur. Bunlar yaşlılık halinin kaçınılmaz gerçekleridir ve insan düşünmekten kaçsa da, onun peşini bırakmaz. Allah bir ayetinde yaşlılık için şöyle demektedir:
Allah sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz, Allah bilendir, herşeye güç yetirendir. (Nahl Suresi, 70)
Sakın eninde sonunda bir gün bu insanlar gibi yaşlanacağınızı ve fiziksel gücünüzü yitireceğinizi anlamazlıktan gelmeyin. Ve bu gerçeği kendinizden çok uzak görmeyin.
İnsan yaşlılıkla birlikte gençken sahip olduğu tüm gücünü ve kabiliyetlerini yitirmeye başlar. Belirli bir yaştan sonra oluşan fiziksel ve zihinsel çöküş insanı adeta bir çocuk haline getirir. Aslında Allah dileseydi insana ölümden önce yaşlılığı yaşatmayıp son derece güçlü ve genç bir şekilde kalmasını sağlayabilirdi. Fakat Allah insana dünyanın geçiciliğini, yaşlılığı ve beraberinde gelen eksiklikleri de yaşatarak hatırlatmaktadır. Bu apaçık gerçekler karşısında dünyaya bir bağlılık göstermeyen insan, asıl yurt olan ahiret için bir hazırlık yapacaktır.
Siz de eninde sonunda bir gün yaşlanacağınızı, cildinizin kırışacağını, fiziksel fonksiyonlarınızın zayıflayacağını, üstelik zihninizin de yaşlılığın etkilerine maruz kalacağını sakın anlamazlıktan gelmeyin. Ve yaşınızın ilerlemesini beklemeden, fiziksel ve zihinsel bir güce sahipken bu gerçeği fark ederek ahiret için hazırlık yapmaya başlayın.
Dünya biz ne kadar farkında olmasak da dışarıdan ve içeriden bir çok tehdit unsuruyla doludur. Uzayda hızla ilerlerken karadelikler, meteorlar, kuyruklu yıldızlar gibi bazı tehditlerle karşı karşıya olan dünya, yerin derinliklerine inildiğinde binlerce derece sıcaklıktaki bir katmanı içinde barındırır. Tüm bu tehditlerin dışında, atmosferde fırtınalar, hortumlar, rüzgarlar gibi büyük zararlara sebep verebilen olaylar da gerçekleşebilmektedir.
İşte bu olaylar dünyada zaman zaman etkili olduğunda birtakım doğal afetler meydana gelir. Bu afetler büyük can ve mal kaybına sebep olabilir. Başta depremler olmak üzere, seller, volkan patlamaları, hortumlar, fırtınalar birbirinden farklı etkilere sahip olaylardır. Fakat her biri kısa sürede bir şehri ortadan kaldırabilir, canlıları yok edebilir, çok büyük maddi hasarlar meydana getirebilirler. Kimse de bu afetleri engelleme gücüne sahip değildir.
Bu gerçeği bilmelerine ve sık sık bu tür olaylara şahit olmalarına rağmen insanlar bu konuları anlamazlıktan gelirler. Oysa bu afetlerin her biri insanların öğüt alıp düşünebilmesi içindir. Allah bu şekilde insanların dünyaya olan bağlılıklarını kırmaktadır. Öğüt alabilenler de bu olaylardan gerekli dersi çıkarabilmektedir. Allah Kuran'da insanları sık sık belaya uğrattığını ve bu vesileyle onları düşünmeye, ibret almaya yönelttiğini haber vermiştir:
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)
Unutmayın ki, afetler insanlara dünyanın geçiciliğini ve güvensizliğini hatırlatırlar. Bu olaylar insanlara Allah tarafından bir uyarıdır. Bu gerçeği, yani insanların Allah tarafından uyarılıp korkutulduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
ÖLÜM GERÇEĞİNİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Ölüm, istisnasız bugüne kadar yaşamış her insanın kesin olarak karşılaştığı ve bundan sonraki insanların da karşılaşacağı bir sondur. Bu yüzden de dinden uzak olan insanların düşünmekten ve konuşmaktan kaçındıkları bir konudur. Bu kişiler ölümün ardından dünyada hırsla bağlandıkları herşeyden uzaklaşacaklarını, Allah'a hesap vereceklerini, cennetin ve cehennemin varlığını, akıllarına getirmek istemezler.
Peki bugüne kadar ölümü yaşamayan tek bir kişi dahi olmamasına rağmen insanlar nasıl böylesine gafil davranabilmektedirler? Sanki hiç ölümle karşılaşmayacakmışçasına bir yaşamı nasıl sürdürebilmektedirler?
İnsanların kendi kafalarında kurdukları bazı senaryolar vardır. Örneğin ölümün hep belirli bir yaştan sonra başlarına geleceğine ve o yaşa ulaşana kadar da daha önlerinde çok uzun bir vakit olduğuna kendilerini inandırırlar. Oysa hemen her gün gazetelerde genç yaşta ölen kişilerin haberlerini görürler, ölüm ilanlarının tek bir gün bile eksilmediğini bilirler. Televizyonlarda ve sokaklarda gördükleri cenaze arabaları, yanından geçip gittikleri büyük mezarlıklar bu insanlara sürekli ölümü hatırlattığı halde tüm bunları anlamazlıktan gelirler.
Oysa ölüm her insanın bir adım ilerisindedir. İnsan bir an "yaşıyorum" derken göz açıp kapama vakti kadar kısa bir süre sonra karşısında canını almak üzere gelmiş ölüm meleklerini bulabilir. İşte o andan itibaren sonsuz yaşamını kurtarmak için yapabileceği hiçbir şey yoktur. Gaflet içinde geçirdiği bir ömrü telafi etmesi mümkün değildir.
Siz sakın insanların kapıldığı bu derin gaflete kapılmayın, ve ölümün yalnızca bir anlık bir geçiş olduğunu, çok yakın ve kesin bir gerçek olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
Siz sakın insanların kapıldğı bu derin gaflete kapılmayın ve ölümün yalnızca bir anlık bir geçiş olduğunu, çok yakın ve kesin bir gerçek olduğunu anlamazdan gelmeyin.
İnsanlar ölüme karşı birtakım tedbirler alarak ondan kaçabileceklerini sanırlar. Fakat bu, son derece anlamsız bir düşüncedir. İnsan nerede olursa olsun, yanında kimler bulunursa bulunsun, ne kadar korunaklı bir yapıda yaşarsa yaşasın ölümden kaçması mümkün değildir. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle hatırlatmıştır:
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: "Bu, Allah'tandır" derler; onlara bir kötülük dokunsa: "Bu sendendir" derler. De ki: "Tümü Allah'tandır." Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar? (Nisa Suresi, 78)
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)
Her an insanın etrafında gelişen ölüm olayları, yakınlarının yavaş yavaş dünyadan ayrılması, ölümden kimsenin kaçamadığının APAÇIK bir delilidir. Genç, yaşlı, zengin, fakir, güzel, çirkin demeden ölümün insanı her zaman ve her yerde bulduğunu bilmek ise, insanın bu dünyaya bağlanmaması, asıl olarak ölümden sonraki sonsuz yurda hazırlık yapması gerektiğini anlamasını sağlar.
Ölümün uzak olduğunu düşünen bir insanın ne kadar büyük bir aldanış içinde olduğunu sakın anlamazlıktan gelmeyin. Ve bu apaçık gerçeğin insana verdiği şuur ve vicdanla her an ölebilecekmiş gibi, Allah’ın hoşnut olacağı bir yaşam sürün.
Ölümü akla getirmemek aniden ölünebileceği gerçeğini kesinlikle değiştirmez. Gayet sağlıklı bir insanken beklenmedik bir trafik kazasıyla ölen, geçirdiği ani bir beyin kanaması sonucunda hayatını kaybeden insanları ya görmüşsünüz ya da haberlerini duymuşsunuzdur. Acil bir iş toplantısına yetişmek üzere yolda giderken bir araba kazası geçirip veya bir merdivenden aşağı koşarken düşüp ani bir şekilde ölmeyeceğini hiç kimse iddia edemez. Bir insan için böyle bir iddia nasıl akıl dışıysa, bu konuyu hiç gündeme getirmeyip, üzerinde düşünmeyip, ölümün kendisini yakalayışını engelleyebileceğini zannetmek de öyledir. Hiçbir insan ne zaman, nerede öleceğini bilemez. Allah ölüm vakti gelmiş olan kişiye hiç ummadığı bir anda ölüm meleklerini göndererek canını alabilir.
İnsan günlük hayatı içinde gazetelerde, televizyonlarda bu manzaralara sık sık şahit olur. Ama nedense bir gün yakınlarının o tabutun içine kendi bedenini yerleştireceklerini ve onu mezara doğru taşıyacaklarını düşünmez. Oysa unutmayın ki, bir gün sizin tabutunuzu da bu şekilde taşıyacaklar. Bu dünyada kısa bir süre kalıp Rabbinize döndürüleceksiniz.
Günlük uğraşılar içinde, her sabah uyanıp yeni bir güne başlıyor olabilirsiniz. Çok meşgul, hep bir şeyler yetiştirmeye, bir şeyler üretmeye çalışan, ileriye yönelik yüzlerce planı olan bir insan da olabilirsiniz. Fakat tüm planlarınızı gerçekleştirmenizin kesinlikle mümkün olamayacağı açıktır. Ölüm her an karşılaşılabilecek, tüm planları altüst edebilecek bir gerçektir ve insan adeta bir "geri sayımdaymışçasına" her geçen saniye ölüm anına doğru ilerlemektedir.
Öyleyse bu APAÇIK gerçeği anlamazlıktan gelerek sakın ölüme gafil bir şekilde yakalanmayın. Ölümle beklemediğiniz bir anda buluşabileceğinizi anlamazlıktan gelmeyin.
KURAN'IN HAK KİTAP OLDUĞUNU, ONDAN HESABA ÇEKİLECEĞİNİZİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Allah’a iman eden bir insanın yapması gereken ilk şey, kendisini yaratan Rabbine karşı sorumluluklarının ne olduğunu öğrenmek olacaktır. Ve bunu öğrenebileceği tek kaynak da Kuran'dır. Allah, seçip beğendiği dininin hükümlerini, sınırlarını Kuran’da tüm insanlara bildirmiştir. İnsanlar ancak Allah’ın emrettiği bu hükümleri eksiksiz olarak uygulamak suretiyle kurtuluş bulabilirler. Ahirette, bu sınırları büyük bir şevkle uygulayan, tüm hayatı boyunca kendisini yaratan Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmış bir kişi ile bu sınırları gözardı edip, kendi zevkleri uğruna dünya hayatını tüketmiş bir kişinin görecekleri karşılığın aynı olmayacağı APAÇIK ortadadır.
Allah Kuran’da nasıl bir kuldan hoşnut olacağını çok ayrıntılı ve açık bir şekilde anlatmıştır. Dolayısıyla insanın en büyük sorumluluğu Allah’ın kitabında anlatılanları uygulamaktır. Allah hesap günü insanları Kuran’a uyup uymadıkları konusunda sorguya çekecektir:
Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. (Zuhruf Suresi, 43-44)
İşte bu yüzden tüm insanların yalnızca Allah’ın çağrısına icabet etmeleri gerektiğini ve bunun için de Kuran'ı çok iyi bilmeleri gerektiğini sakın anlamazlıktan gelmeyin.
İnsanın sonsuz hayatını kurtaracak olan her türlü çözümü içinde barındıran ve açıklayan Kuran, uyarıcı, hatırlatıcı, öğüt verici bir kitaptır. Allah Kuran’ın bu özelliklerini birçok ayetinde bildirmiştir:
İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Bu (Kur'an) insanlar için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür. (Al-i İmran Suresi, 138)
Gerçek (şu ki), o (Kur'an), elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müddesir Suresi, 54-55)
Allah’ın Kuran’da insanlara verdiği öğütler, yaptığı uyarılar kuşkusuz çok büyük önem taşır. İnsanlar bunlara göre hayatlarını düzene sokmalıdırlar. Aksi taktirde müthiş bir karmaşanın yaşandığı, huzursuzluklarla dolu, harama helale dikkat edilmediği için güvenilir olmayan, birbirlerinin hakkını çiğneyen insanlardan meydana gelen toplumlar oluşur. İşte bu yüzden Allah’ın ayetlerinin her birinin uygulanması çok büyük önem taşır. Allah’tan korkup sakınan insanlar Kuran’daki uyarıları, hatırlatmaları çok büyük bir hassasiyetle uygularlar, ayetlerden öğüt alıp düşünürler. Kuran’ın bu özelliklerini anlamazlıktan gelerek sürdürülen ve insanların kendi doğrularına göre şekillendirdikleri bir hayatın insana asla bir kurtuluş sağlamayacağı ise APAÇIKTIR.
Siz bu insanların hatasına düşmeyin. Kuran’dan başka bir rehberiniz olmadığını, Kuran’ın tüm insanlara bir öğüt, uyarı ve hatırlatma olduğunu sakın anlamazlıktan gelmeyin.
Allah’ın Kuran’da insanlara bildirdiği her ayet son derece anlaşılır ve açıktır. Kişi, "Kuran'ı okudum ama anlayamadım" diyerek sorumluluktan kaçmaya çalıştığında, asla hesabını veremeyeceği bir davranış içine girdiğini bilmelidir. Kuran ayetleri Allah’a samimiyetle yönelen herkesin rahatlıkla okuyup anlayabileceği ve hayatına geçirebileceği şekildedir. Elbette hükümlerin rahatlıkla anlaşılabilir olması, insanlara bunları yerine getirme sorumluluğunu da getirmektedir. Ve bu APAÇIK gerçeği anlamazlıktan gelmek, ayetleri anlayamadığını iddia etmek son derece vicdansız bir tavır olacaktır. Allah Kuran'ın son derece anlaşılır olduğu gerçeğini ayetlerinde şöyle haber vermiştir:
Allah'tan başka bir hakem mi arıyayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Enam Suresi, 114)
İşte Biz onu (Kur'an'ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir. (Hac Suresi, 16)
Sakın Allah’ın Kuran’da bildirdiği hükümlerin çok açık ve kolay olduğunu anlamazlıktan gelerek, sonradan pişmanlık duyacağınız bir yolu benimsemeyin.
Kuran Allah tarafından korunmuştur ve 1400 senedir hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Allah bu gerçeği ayetleriyle bize bildirir:
Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, bilendir. (En’am Suresi, 115)
Allah'ın bu vaatleri inananlar için yeterlidir. Fakat Allah bunların dışında Kuran'a birtakım bilimsel, rakamsal mucizeler koyarak, onun hak kitap olduğunu insanlara bir kez daha göstermiştir. Kuran 1400 sene önce vahyedilmiş olmasına rağmen, 1400 sene önce kesinlikle bilinmeyen, günümüzde bilimin ve teknolojinin son imkanları kullanılarak bulunmuş birçok bilimsel gerçeği insanlara bildirmektedir. Bu konuda Kuran'da çok fazla örnek vardır. Bilimadamları bu konuyu araştırdıkça her geçen gün yeni bir mucizeyle daha karşılaşmaktadırlar. (Detaylı bilgi için bkz. Düşünen İnsanlar İçin, Harun Yahya)
Bilimsel mucizeler dışında şu ana kadar tespit edilebilen Kuran mucizelerinden biri de, 19 sayısının ayetlerin içine şifresel bir biçimde yerleştirilmiş olmasıdır. Bu konudaki sayısız örnekten birkaçı şöyledir:
*Her surenin başlangıcında bulunan "Besmele" 19 harftir.
*Kuran 114 sureden oluşur ve 114 ise 19'un 6 katıdır.
*Kuran'da geçen "Allah" kelimelerinin toplam sayısı 2698 (19x142)dir.
*Kuran'da geçen "rahim" kelimesinin toplam sayısı 114 (19x6)'tür.
*Kuran'da geçen tüm sayıları (tekrarlar dikkate alınmadan) topladığımızda çıkan sayı; 162.146 yani 19x8534'tür.
*Vahyedilen ilk sure 19 ayete sahiptir.
Bir diğer mucize ise bazı kelimelerin tekrar sayılarındaki dikkat çekici yönlerdir. Bu konuda şimdiye kadar bulunmuş örnekler çok fazladır. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz;
*"Yedi gök" ifadesi 7 kere geçmektedir.
*"Dünya" ve "ahiret" kelimeleri 115'er kez tekrarlanmaktadır.
*"Gün" kelimesi 365 kez, "ay" kelimesi ise 12 kez tekrarlanmaktadır.
*"İman" (tamlama almadan) kelimesi Kuran boyunca 25 kere tekrarlanır, "küfür" kelimesi de...
*"De" kelimelerini saydığımızda çıkan sonuç 332. "Dediler" kelimesini saydığımızda da aynı rakamı görüyoruz.
*"Şeytan" kelimesi 88 kere geçiyor. "Melek" kelimesinin tekrar sayısı da 88.
Kuran'ın bu özellikleri, onun Allah katından indirilmiş olduğunu kesin olarak gösterir. Bu APAÇIK gerçeği anlamazlıktan gelmeyin.
VİCDANINIZIN SESİNİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"İnsan dünyada bulunduğu süre boyunca yaşadığı her olayda gösterdiği tepkilerle ve içinden geçirdiği düşüncelerle denenir. Bu deneme sırasında karşısında her zaman iki alternatif vardır: Ya daima kötülüğü emreden nefsinin sesine uyacaktır ya da kendisini bu kötülüklerden sakındıran vicdanının sesine. Allah, insanın içindeki bu iki sese ayetlerde dikkat çeker:
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). (Şems Suresi, 7-8)
Ayette de bildirildiği gibi nefis insanı en küçüğünden en büyüğüne kadar yaşadığı her olayda Allah'ın sınırlarını aşmaya, isyana ve kötülüğe çağırır. İnsanın kendi istek ve tutkularını ön plana çıkartarak Allah'ın rızasını göz ardı etmesini ister. Ve bunu da çok çeşitli bahaneler öne sürerek sinsice yapar. Öyle ki kişi eğer vicdanını dinlemezse nefsinin fısıltılarına kolaylıkla aldanır.
Oysa vicdan, insanın ömrünün sonuna kadar şartlar ve koşullar ne olursa olsun bir an dahi susmaz. Nefis sürekli birtakım mazeretlerini öne sürse bile vicdan, insana aralıksız olarak neyin doğru neyin yanlış olduğunu açıkça söyler.
Bu, Allah'ın insan için yaratmış olduğu mükemmel bir sistem ve büyük bir nimettir. İnsan, hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın, dünyanın neresine giderse gitsin, hangi kültürden olursa olsun içinde daima başvurabileceği bir doğruluk rehberine sahiptir. Unutmayın siz de bu doğruluk rehberine sahipsiniz. O halde sakın içinizdeki bu sesin söylediklerini anlamazlıktan gelmeyin.
Üstelik vicdan sadece müminlere has bir ilham değildir. Bu ses inkarcılar da dahil olmak üzere her insanın içinde vardır. Fakat müminlerin farkı, hayatlarının her anında vicdanlarını kullanmaları ve onun sesine uymalarıdır. İnkarcılar ise kendilerine hakkı gösterdiği halde vicdanlarının sesini dinlemeyip nefislerinin istek ve tutkularına uyarlar. Allah bu konuya Kuran’da Hz. İbrahim ile ilgili bir kıssada dikkat çekmiştir. Hz İbrahim, kavminin taptığı putları en büyükleri hariç olmak üzere paramparça edince kavmiyle aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." (Enbiya Suresi, 62-65)
Bu konuşmaları yapan insanlar, az sonra Hz. İbrahim’i ateşe atmaya karar veren insanlardır. Allah’ın kendilerini hidayete yöneltmesi için yolladığı peygamberlerini ateşe atmaya kalkışacak kadar zalim olan bu insanların dahi vicdanları, hakkı onlara bu derece açıklıkla söylemektedir. Ama ayette haber verildiği gibi bu insanlar vicdanlarının sesini duydukları halde "tepeleri üstüne ters dönmüş" ve gerçeği görmemezlikten, anlamazlıktan gelmişlerdir. Başka bir ayetin ifadesiyle, "körleşmişler ve sağırlaşmışlar"dır. (Maide Suresi, 71)
Her insan gibi sizin de içinizde vicdan ve nefis bir arada bulunmaktadır. Siz de karşılaştığınız her olayda vicdanınızın ve nefsinizin seslerini duyuyorsunuz. Eğer Allah'ı razı etmek, doğruya ulaşmak istiyorsanız sakın vicdanınızın sesini duymazlıktan, anlamazlıktan gelmeyin.
İnsan kendi içindeki sesleri birbirine karıştırmaktan, hangisinin doğruyu, hangisini yanlışı söylediğini anlayamamaktan endişe edebilir. Ama bilmek gerekir ki, vicdan doğruyu gördüğünde bir an dahi tereddüt etmez, hiçbir zaman insanı kararsızlık içinde bırakmaz ve doğruyu anında söyler. Ancak vicdanın bu sesinin hemen sonrasında nefis devreye girer ve vicdanın söylediğini kişiye yaptırmamak için binbir türlü bahaneler uydurur. Yani bir insanın karşılaştığı bir olay karşısında duyduğu ilk ses vicdanının sesidir. Arkasından gelen tüm mazeretler, olumsuzluklar ise nefis kaynaklıdır. Siz duyduğunuz anda, Allah rızası için en güzele çağıran o ilk sesin vicdanınıza ait olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
Eğer kişi vicdanını kullanmazsa ve o ilk sese uymazsa, bir süre sonra adeta nefsinin esiri olur ve her türlü kötülüğe açık hale gelir. Bu, tamamen kendi tercihi olduğundan imtihanı da kaybeder, nefsinin istekleri ve kibiri uğruna sonsuza kadar cehennemde yaşamaya mahkum olur. Çünkü insan Allah’a kullukla sorumludur ve kulluk da ancak vicdana uymakla mümkündür. Bunu anlamazlıktan gelenlerin sonunu ise Allah, yukarıda verdiğimiz nefisle ilgili ayetlerin devamında "yıkım" olarak nitelendirmiştir:
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 9-10)
Herkes pişmanlığın ne kadar can yakıcı bir duygu olduğunu bilir. İşte bu duygunun temelinde vicdanın sözünün dinlenmemesi yatar ve bu, insan için Allah’tan bir uyarı niteliği taşır. Kimi zaman insan hatalı tercihinden vazgeçene kadar da bu pişmanlık peşini bırakmaz, manevi bir azaba dönüşür. Öyleyse siz vicdan azabı çektiğiniz zaman bunu anlamazlıktan gelmeyin. Bu, bir yerde hata yaptığınızın göstergesidir ve nerede, hangi noktada hata yaptığınızı da size söyleyecek olan yine vicdanınızdır. Dünyada pişmanlığın telafi imkanı varken bu fırsatı değerlendirin. Çünkü ahiretteki pişmanlık dayanılmaz boyutlardadır ve sonsuza kadar da insanın peşini bırakmayacaktır.
Nefsiniz istemese de, kimi zaman size zor göstermeye çalışsa da vicdanınızın size daima doğruyu söylediğini sakın anlamazlıktan gelmeyin. Eğer siz vicdanlı olursanız bilin ki Allah sonsuz vicdan sahibidir; nefsinizden sakınarak ve vicdanınıza uyarak yaptığınız zerre kadar iyililiğinizin karşılığını size eksiksiz olarak verecektir. Ama vicdanlarını kullanmayanlar elbette kullanan insanlarla bir tutulmayacaktır.
ALLAH'IN GÜZEL AHLAKLI OLMAYI EMRETTİĞİNİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Aşağıdaki ayette haber verildiği gibi insanın yaratılışı din ahlakına yatkındır. Ve Allah insanlara yaratılışlarına en uygun olan ahlakı öğretmek üzere Kuran’ı indirmiştir. İnsan ancak Allah’ın kitabındaki emir ve tavsiyeleri yerine getirdiğinde ve Allah’ın sakındırdığı şeylerden sakınıp bu sınırları aşmadığında rahat, mutlu ve huzurlu olur.
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)
Allah’ın sınırlarını aşanlar ve Kuran’da öğretilen ahlakı göz ardı edenler ise tarifsiz bir sıkıntı içinde hayatlarını sürdürürler. Çünkü cahiliye toplumlarında insanların doğru yanlış kıstasları kişiden kişiye göre değişir ve birbirinden farklı milyonlarca doğruluk kıstası sürekli olarak birbiri ile çatışır. Herkes "bence" diyerek kendi çıkarına en uygun fikri ortaya atar ve yine kendi çıkarı doğrultusunda davranır. Oysa Kuran tüm insanları tek bir doğruya, Allah’ın doğru yoluna yöneltir. Kuran'daki iyilik kavramı ise şöyledir:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Kuran’a tabi olan insanlar Allah’ı olabilecek en fazla şekilde razı etmeye ve O'nun hoşnutluğunu kazanmaya çalışırlar. Bunun için Kuran'ın gösterdiği şekilde sürekli bir tavır mükemmelliği içinde, hayır, güzellik peşinde olurlar. Hiçbir karşılık ve takdir beklemeksizin fedakarlıkta bulunur, Allah'ın emrine uygun olarak kötülüğü iyilikle uzaklaştırırlar. Her kararları, konuşmaları, tavırları, tepkileri Allah korkusuna dayalı olduğundan yaşamlarının her anında olabilecek en güzel ahlakı sergilerler.
Ama dinden uzak yaşayan insanlarda Allah korkusu olmadığı için, bu insanları kötülükten engelleyen herhangi bir sebep de yoktur. Bir kere dünyaya gelmiş ve ortalama üç beş on yıl ömür sürüp ardından ölümle birlikte yok olacağına inanan bir insanın, fedakar olması, sabırlı olması, karşılık beklemeden iyilik yapması kısaca güzel davranışlarda bulunması için kendine göre bir neden yoktur. Tam tersine o, bunların her birini bir kayıp ya da saflık olarak değerlendirecektir. Yine aynı şekilde kendi menfaatlerine ulaşmak için de engel tanımayacaktır. Çünkü dünyada bir karşılık alacağına inanmadığı gibi ahiret inancına da sahip değildir. İnsan, sonucunda kesin olarak bir kayba uğrayacağı şeyden çekinir, hele ki şiddetli bir azapla karşılık göreceğini bilirse o harekete hiç yeltenmez. Ama dinden uzak yaşayan insanlarda bu çekinme hissi yoktur. Allah korkusunun olmadığı, O'nun sınırlarının aşıldığı bir toplumda insanlar her türlü kötülüğe ve dejenerasyona açıktır.
Tüm bunların sonucunda güzel ahlakın ancak Allah’ın sınırlarına uyulduğunda yaşanacağını, bunun aksinde ise nasıl bir ortam oluşacağını sakın anlamazlıktan gelmeyin. Eğer dünyada da güzel bir hayat sürmek istiyorsanız, mutlaka Allah'ın dinine yönelmeniz gerektiğini göz ardı etmeyin.
Allah'ın hoşnut olacağı bir ahlakın en önemli göstergelerinden biri, insanın Allah'a karşı olan samimiyeti ve dürüstlüğüdür. İnsan hiç kimseye karşı değil, yalnızca Allah’a karşı sorumludur ve ahirette kendisini hesaba çekecek olan da Allah’tır. Öyleyse dünyevi birtakım çıkarlar uğruna, Allah’ı unutup da insanların rızası için birtakım yalanlara, samimiyetsiz tavırlara başvurmak son derece anlamsızdır. Allah herşeyi görüp, işitiyorken ve şahitlik ediyorken sakın samimi ve dürüst olmaktan başka yolunuz olmadığını anlamazlıktan gelmeyin.
Yine güzel ahlakın en belirgin göstergelerinden bir diğeri tevazudur. Kibirle güzel ahlakın birarada yaşanması mümkün değildir. Büyüklenen bir insanın insanlara güzel söz söylemesi, sevgi ve saygı beslemesi, fedakarlıkta bulunması ya da dostane bir tavır içinde olması mümkün değildir. Oysa insan bilmelidir ki, kendisine kibir konusu yapabilecek hiçbir şeye sahip değildir. Kibir konusu yaptığı şey malı ise, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan tüm mülk zaten Allah’ındır. Zeka, güzellik, yetenekse bunları insana veren de Allah’tır ve dilediği zaman hemen almaya kadirdir. Kaldı ki insan ölümlü bir varlıktır. Allah canını aldığında o, geçici bir süre emanetçiliğini yaptığı herşeyi gerçek sahibine bırakıp yapayalnız ve yalın olarak Allah’ın huzuruna gidecektir. Ve Kuran'da bildirildiği gibi, dünyada kibirlenenler ahirette boyun bükmüş kimseler olarak cehenneme gireceklerdir.
Gerçek budur. İnsanın kendisine kibir konusu yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ne kadar zengin, ne kadar güzel, ne kadar ünlü, ne kadar itibar gören bir insan olursanız olun bunu sakın anlamazlıktan gelmeyin... İnsana kazanç sağlayacak olan yalnızca Allah'ın hoşnutluğu için göstereceği güzel bir ahlak, güzel bir teslimiyettir.
Allah Kuran'da güzel ahlaka dair pek çok detay bildirmiştir. Allah'a gönülden bağlanan ve hesap vereceğini bilen her insanın üzerinde taşıdığı bu ahlakın ana hatlarını şöyle sıralayabiliriz:
Güvenilirdir,
Kötülüğe karşı en güzel şekilde karşılık verir,
Daima hayırlarda ve güzelliklerde yarışır,
Hoşgörülü ve bağışlayıcıdır,
Müminlere karşı merhametli ve yumuşak huyludur,
Öfkesine kapılmaz,
Yaptığı iyilik ve yardımlara karşılık beklemez,
İtidalli bir yapı gösterir,
Alaycılık, kıskançlık, bencillik gibi özelliklerden kaçınır,
İnsanları maddi değerlere göre değil, yalnızca ahlaklarına ve takvalarına göre değerlendirir,
İnsanlara güzel söz söyler,
Sözüne ve emanetlerine sadıktır,
Şahitliğini doğru yapar,
Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirir,
Gerektiğinde her türlü fedakarlıkta bulunur,
Uzlaştırıcıdır,
Gösteriş yapmaktan uzak durur,
Sabırlıdır,
Alçakgönüllüdür…..
Yukarıda sıraladıklarımız yalnızca belli başlı mümin özellikleridir. Allah tüm bunlardan insanı sorgulayacaktır. Dünyada bu üstün ahlakı yaşayan insanları ise hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayatla ödüllendirecektir:
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (Nahl Suresi, 30-31)
Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)
İçinde bulunduğunuz şartlar ne olursa olsun, başta kendi ahiretiniz için güzel ahlaktan taviz vermemeniz gerektiğini sakın anlamazlıktan gelmeyin.
BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN KAYNAĞININ DİNSİZLİK OLDUĞUNU ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Allah’ın varlığına inanan bir insan tüm yaşamı boyunca, O’nun kendisine gösterdiği yolda ilerler. O'nun emirlerine, hükümlerine büyük bir hassasiyet gösterir, ömrünü Rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için geçirir. Bunun için de Allah’ın insanlar için seçip beğendiği din olan İslam’a göre yaşar ve Kuran’ı kendisine rehber edinir. Yüksek vicdanları sayesinde Allah’ın kendilerinden istediği ve birçok ayetinde örneklerini bildirdiği güzel ahlakı tüm yaşamlarına yansıtırlar. Asla Rableri’nin hükümlerinin dışına çıkmaz, yasaklarını göz ardı etmezler. Bu, Allah'ın kendilerini yarattığı gibi, ölümü, hayatı ve ahireti de yarattığını bilerek O'ndan korkup sakınan insanlarda var olan bir ahlaktır.
Allah’ın varlığını inkarda direten, inkar etmese de O’nun kendilerine gönderdiği dine teslim olmayı kabul etmeyen insanlar ise bu güzel ahlakı asla yaşayamazlar. Kuran ahlakının gerektirdiği iyilikleri, güzellikleri hiçbir zaman yerine getiremezler. Bu yüzden dinin yaşanmadığı toplumlar her türlü ahlaksızlığı, çirkinliği korkusuzca, sonucunu düşünmeden yapan insanlardan oluşur.
Allah korkusu olmayan bir insan rahatlıkla yalan söyler, hırsızlık yapar, rüşvet alır, adam öldürür, intihar eder, kumar oynar, insanların haklarını çiğner, adaletsizlik yapar. Bunları ya açıkça yapar ya da kendince meşru bir zemine oturtarak tüm bu kötülükleri işler. Öfkesini tutamaz, kindardır, kıskançlık ve hırs yapar, insanları incitebilecek sözleri rahatlıkla sarf eder, fedakar değildir, kendi menfaatleri herşeyden önce gelir. Bu insanların arasından, "ben dindar değilim ama kindar da değilimdir, öfkeli de" diyenler çıkabilir. Fakat bu insan gün gelir, kendisini çileden çıkaracak bir olayla karşılaşır, Allah'a tevekkülü olmadığı için öfkelenir ve üzerine hiç kondurmadığı her türlü kötülüğü yapma hakkını kendinde görür. Hatta an gelir, adam öldürür ve arkasından "ama hak etmişti" der. Bu, Allah’tan korkup sakınan bir insanda ise asla olmayacak bir sonuçtur. Çünkü inançlı bir insan sabırlıdır ve Allah’ın yapma dediği bir şeyi yapmaz. Bu yüzden de asla öfkesine kapılmaz.
İnançsız bir insan "ben dinsizim, ama rüşvet almıyorum, dürüstüm" diyebilir. Ama bu, sadece bir iddiadır. Çünkü Allah’tan korkup sakınmayan bu kişi zorda kaldığında her kötülüğü rahatlıkla yapabilir. Mesela, "çocuklarımı okutabilmek için rüşvet aldım" gibi kendince meşru bir mazeret uydurabilir. Oysa dindar bir insan için böyle bir şey hiçbir zaman söz konusu olmaz. Ahirette hesabını veremeyeceğini bildiği bir tavrı Allah’tan korkup sakınan bir insan asla yapmaz.
Hırsızlık da bu samimiyetsiz tavra iyi bir örnektir. Hırsızlık gibi toplumun genelinde hoş karşılanmayan bir suç bile bu kişiler arasında, bazı şartlarda meşru görülebilir. Örneğin otellerden, lokantalardan alınan havlu, çatal-bıçak gibi eşyalar hırsızlık olarak görülmez. Oysa dine göre bu, her halikarda bir ahlaksızlıktır.
İşte bunların tümü Allah’tan korkup sakınmayan insanların ortak karakteridir. Bu karakteri anlatmak için daha başka yüzlerce örnek verilebilir. Böyle insanlar güzel bir ahlak için asla iradelerini kullanmazlar. Ancak bir çıkarları söz konusu olduğunda bazı fedakarlıklar yapabilirler. Ve bu fedakarlık söz konusu çıkarın ortadan kalkmasıyla sona erer. Oysa dindar bir insanın iradesi son derece kuvvetlidir. Allah korkusu bunu gerektirir. Bu korku, dinin topluma sağladığı güvenli ortamların da garantisidir.
Aile ortamını meydana getiren vefa, bağlılık, sevgi ve saygı gibi değerler de dinsiz bir toplumda ortadan kalkar. Güzel ahlakın getirdiği bu davranışları hiçbir karşılık beklemeden yaşayanlar, yalnızca Allah’tan korkan ve tüm yaptıklarının hesabını ahirette vereceklerini bilen inançlı insanlardır.
Merhamet, sevgi ve fedakarlık üzerine kurulan, Kuran ahlakına dayalı aile yapıları bir toplumun geleceği ve huzuru açısından son derece hayati önem taşır. Ama bu değerlerin ortadan kalktığı dinsiz ortamlarda, toplumun temel direği olan aile yapısı bozulduğundan toplum yapısı da bozulur.
Ancak Kuran’ı rehber edinmekle elde edilen bu huzurlu ortamları oluşturmak ancak insanların Allah inancı ve korkusuyla mümkün olabilir. Bunlar kesin olan APAÇIK gerçeklerdir.
Dinsizliğin hakim olduğu toplumlarda sosyal anarşi meydana gelir. Zengin fakiri ezer, fakirler de onlara kinlenir, patron işçiye, işçi de patrona karşı anlayışsız ve saldırgan bir tutum izler. İhtiyaç içinde olan insanlara merhamet değil tam tersine kızgınlık duyulur. Baba çocuğuna çocuk da babasına karşı saldırgan bir tavır içine girer.
Gazetelerde bir gün bile eksilmeyen cinayet ve intihar haberlerinin kaynağını hep dinsizlik oluşturmaktadır. Sadece öfkelendiği, kin güttüğü ya da o kişinin ölümünden bir çıkar elde edebileceği için gözünü bile kırpmadan soğukkanlılıkla adam öldüren bir insan ahirette bu yaptıklarının hesabını vereceğini düşünmemektedir elbette. Allah’tan korkup sakınmayan bir insanın rahatlıkla işleyeceği bu suçlar, tüm toplumun düzenini bozacak, huzuru yok edecek davranışlardır.
Böyle toplumlarda yardımlaşma, cömertlik gibi kavramlar yok olmuştur. İnsanlar birbirlerini kollamaz, sağlıklarını, rahatlarını asla düşünmez, insanlara dokunabilecek zararları engelleme yoluna hiç gitmezler. Örneğin yolda rahatsızlanıp yere düşen bir insana gereken ilgi gösterilmez, insanlar kendi başlarının çaresine bakmaya bırakılırlar. Herkes birbirinden maksimum faydalanmaya bakar, bu yüzden birbirlerini "dolandırmaktan" çekinmezler. Benzinci benzine su katar, market süresi dolmuş bir ürünü vermekten kaçınmaz… Verilen hizmetler de hep sınırlıdır, doktor ancak çok iyi bir müşteriyse gereken ihtimamı gösterir, ancak iyi para kazanacağını düşünürse iyi hizmet verir. Sonuç olarak bu insanların çoğu sadece dünyevi bir menfaat söz konusuysa birtakım fedakarlıklara katla
"İnsan dünyaya geldiği andan itibaren son derece düzenli bir ortamda yaşar. Varlığını sürdürmek için oksijene ihtiyacı vardır. Ne ilginçtir ki yaşadığı dünyanın atmosferi tam ihtiyaç duyduğu miktarda oksijeni ona sağlar ve o da bu sayede rahatlıkla nefes alabilir. Yaşadığı gezegende canlılığın oluşabilmesi için bir ısı kaynağının varlığı zorunludur, tam da gereken ısı ve enerjiyi sağlayabilecek mesafede Güneş vardır. Yaşamını sürdürmek için beslenmeye ihtiyacı vardır. Dünya üzerinde nereye gözünü çevirse çeşit çeşit yiyecekle karşılaşır. Aynı şekilde suya ihtiyaç duyar, üzerinde bulunduğu gezegenin dörtte üçü sularla kaplıdır. Barınmaya ihtiyacı vardır. Çevresinde ona barınak oluşturabilecek pek çok mekan ve bu mekanları inşa edebileceği her türlü materyal mevcuttur.
Burada saydıklarımız insanın varlığından söz etmek için gerekli olan milyonlarca, milyarlarca detaydan yalnızca birkaçıdır. Özet olarak insan, tam olarak yaşamını sürdürebileceği, açıkça "insan için yaratılmış" bir mekanda hayata başlar.
Ama her nedense insan tüm bunları bir alışkanlık perdesinin ardından değerlendirir; onun için tüm bu anlatılanlar "olağan" şeylerdir. Oysa insan içinde bulunduğu durumu sorgulayarak etrafına bakabilirse, alışılmışlığın dışına çıkacak ve düşünmeye başlayacaktır:
Nasıl oluyor da gökyüzü dünya için koruyucu bir tavan görevi görüyor?
Nasıl oluyor da insan vücudundaki trilyonlarca hücrenin her biri kendi yapacağı işleri biliyor?
Nasıl oluyor da yeryüzü üzerinde olağanüstü bir ekolojik denge mevcut?…
İşte bunlara benzer soruları araştırarak düşünen kişi doğru yolda demektir. Etrafında her an olup bitenlere karşı duyarsız kalmıyor, olağanüstü bir şeyler olduğunu anlamazlıktan gelmiyor demektir. Sorular sorarak, bunların cevaplarını vererek düşünen kişi bir süre sonra herşeyin bir plan, bir düzen üzere olduğunu fark edecektir:
Tüm evrendeki kusursuz düzen nasıl meydana gelmiştir?
Dünyadaki dengeler kim tarafından sağlanmıştır?
İnanılmaz bir çeşitliliğe sahip olan dünyadaki canlılar nasıl ortaya çıkmıştır?
Bu gibi soruların cevaplarını araştıran insan çok açık bir gerçekle karşılaşır. Evrendeki herşey; her türlü düzen, her canlı, her mekanizma bir planın parçası, bir tasarımın ürünüdür. Bir böceğin kanadındaki kusursuz yapıdan, bitkilerin topraktan aldıkları suyu metrelerce yukarıya hiç zorlanmadan çıkarmalarını sağlayan taşıma sistemlerine, gezegenlerin yörüngelerindeki düzenden dünyanın atmosferindeki gazların oranına kadar her detayda benzersiz bir kusursuzluk vardır. Tüm bunların tesadüfen meydana gelmesi ise kesin olarak imkansızdır. Çünkü kusursuz düzenlerin, iç içe geçmiş mekanizmaların bulunduğu bir yerde elbette bir akıl, bilinçli bir düzenleme vardır.
İşte insan dünya üzerinde gözünü çevirdiği her yerde, gördüğü her detayda Yaratıcı’sını bulur. Herşeyi kontrolünde tutan, her türlü yaratmadan haberdar, tüm alemlerin Rabbi olan Allah varlığını bu kusursuzlukla ona tanıtır. Etrafımızdaki herşey; uçan kuşlardan atan kalbimize, insanın kendi doğumundan gökyüzünde güneşin varlığına kadar herşey Allah’ın sonsuz gücünü, yaratmada ortağı olmadığını bize gösterir. Allah’ın büyüklüğü sınırsızdır. O’nun gücü herşeye yeter. İnsana düşense bu gerçeği kavramaktır.
O halde siz de etrafınızdaki canlı cansız tüm varlıkların Allah’ın varlığını ve gücünü gösterdiğini anlamazlıktan gelmeyin. Çevrenizde gördüğünüz şeylere bakın ve Rabbiniz olan Allah'ın sonsuz kudretini, kadrini takdir etmeye çalışın.
Allah’ın varlığı APAÇIK bir gerçektir. Bu gerçeği anlamazlıktan gelmek, sadece kişinin kendine vereceği büyük zararların başlangıcı olur. Çünkü Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, yücedir, büyüktür. Allah gökten yere herşeyin sahibidir. Allah Kuran'da Zatı'nı şöyle tanıtır:
Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
EVRİMİN BİR ALDATMACA OLDUĞUNU, HERŞEYİ ALLAH'IN YARATTIĞINI ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Allah'ın varlığını kabul etmek istemeyen kimi insanlar, yeryüzündeki canlılığın varoluşu ile ilgili olarak tamamen akıl ve mantık dışı, bilimsel her türlü gerçekle çelişen bir "tesadüfler teorisi" ortaya atmışlardır. Evrim teorisi olarak isimlendirilen bu teori, yeryüzünde var olan tüm canlıların rastlantılar sonucu oluştuğunu iddia eder. Oysa evrimcilerin asılsız iddiaları incelendiğinde, bu teorinin "canlılığın nasıl ortaya çıktığı" konusunda tek bir makul açıklama dahi getiremediği ortaya çıkar.
Akıl ve vicdan gözüyle canlılardaki kusursuz sistemler incelendiğinde karşımıza APAÇIK bir gerçek çıkar: Canlılar yaratılmışlardır. Evrimcilerin canlıların oluşumu ile ilgili tüm iddiaları geçersizdir. Dünya üzerinde evrim diye bir süreç kesinlikle yaşanmamıştır. Tüm evren üstün akıl sahibi bir Yaratıcı tarafından, benzersiz bir şekilde yaratılmıştır ve evrim sadece bir aldatmacadır. Bu, kesin bir gerçektir.
Canlılıkla ilgili tüm bilimsel ve mantıki deliller APAÇIK BİR YARATILIŞI göstermesine rağmen, hala ısrarla evrimi savunmaya devam edenler vardır. Bu bölümde bilime bağlı olduklarını iddia eden kimi insanların, gerçekleri görmezden, anlamazdan gelerek nasıl akıl dışı iddialar öne sürebildiklerine göreceğiz. Ve körü körüne bağlı oldukları, geçersizliğini anlamazlıktan geldikleri teorinin, 20. yüzyılda gelişen bilim sayesinde nasıl temelinden yıkıldığına şahit olacağız.
Sakın Allah'ın varlığını reddetme çabası içinde olan bu insanların yanılgısına düşmeyin ve siz de herşeyin Yaratıcısı'nın Allah olduğunu, evrim diye bir sürecin yeryüzünde asla yaşanmadığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimciler, canlıların iki temel mekanizma sayesinde evrimleştiklerini iddia ederler. "Doğal seleksiyon" ve "mutasyonlar".
Doğal seleksiyon, yapısı doğal şartlara uyum sağlamayan canlıların bir süre sonra yok olacağını, yapısı uygun olanlarınsa nesillerini devam ettireceğini öne sürer. Oysa bu iddianın evrimsel bir süreçle hiçbir ilgisi yoktur. Doğal seleksiyon mekanizması ancak var olan bir tür içinde güçsüz olanların elenmesini, sonuç olarak güçlü bireylerden oluşan bir topluluğun ortaya çıkmasını sağlar. Yani doğal seleksiyon sonucunda doğada herhangi yeni bir canlı türünün oluşması söz konusu değildir
Evrimciler de aslında bu gerçeğin farkındadırlar. Ünlü bir evrimci olan İngiltere Doğa Tarihi Müzesi baş paleontoloğu Colin Patterson doğal seleksiyonun anlamsızlığını şu ifadeleriyle kabul etmektedir:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmaları ile yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu budur.
Evrimcilere göre evrimsel değişikliklerin diğer kaynağı, canlıların genetik yapısında meydana gelen rastgele mutasyonlardır. Küçük mutasyonların ardarda eklenerek yeni türler ortaya çıkardığını iddia ederler. Oysa mutasyonlar hücredeki tüm bilgilerin kodlu olduğu DNA’da sadece tahribat yaparlar. Mutasyonların net etkisi her zaman zararlıdır, yeni bir tür oluşturmaları da kesinlikle mümkün değildir. Mutasyonlar sonucunda sadece mongolizm, albinizm, cücelik, kanser gibi hastalıklar ve sakatlıklar ortaya çıkabilir. Yakın geçmişte Nagazaki ve Hiroşima’da kullanılan nükleer silahların etkisiyle oluşan radyasyonun canlılarda meydana getirdiği mutasyonlar bunun kesin birer örneğidirler.
Bu bilgiler ışığında evrimcilerin evrimleştirici olarak öne sürdüğü iki mekanizmanın da gerçekte hiçbir anlam ifade etmediğini ve yeryüzünde canlıları evrimleştirebilecek bir mekanizmanın var olmadığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimciler yeryüzündeki bütün canlı türlerinin, uzun bir zaman süreci içinde birbirlerinden evrimleşerek ortaya çıktığını iddia ederler. Teorinin bu iddiasının geçerli olabilmesi için, geçmişte sayısız ara türde canlının yaşamış olması gereklidir. Yani bildiğimiz canlıların yanında, yarı balık-yarı sürüngen, ya da yarı sürüngen-yarı kuş canlılar ortaya çıkmış olmalıdır. İşte evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali yaratıkları "ara-geçiş formu" olarak adlandırırlar.
Eğer bu hayali canlılar geçmişte gerçekten yaşamışlarsa, bu canlıların kalıntılarına fosil kayıtlarında da rastlanması gerekir. Çünkü şimdiye kadar yaşamış olan milyonlarca hayvan türünün fosillerine, dünyanın her yerinde rastlanmaktadır. Ama ne ilginçtir ki bugüne kadar yapılan araştırmalarda, büyük çoğunluğu bulunmuş olan fosil kayıtlarının içinde, evrimcilerin geçmişte yaşadıklarını iddia ettikleri ara geçiş formlarından tek bir tane bile bulunmamaktadır. Diğer canlıların fosil kayıtları son derece zenginken, ara-geçiş formu olduğu iddia edilen hayali canlılara ait tek bir fosil kaydı bile yoktur.
Bugüne kadar tek bir ara geçiş fosilinin bile bulunamamış olmasının, evrimci iddiaları tamamen saf dışı bıraktığını anlamazlıktan gelmeyin.
Evrimcilerin hayali senaryosuna göre, bazı balıklar çeşitli nedenlerle sudan karaya geçme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu ihtiyaç üzerine balıklarda değişmeler başlamış ve zamanla karaya çıkarak burada sürüngenlere dönüşmüşlerdir. Bu, evrimcilerin sudan karaya geçiş masalının kısa bir özetidir. Şimdi kısaca bir düşünelim: Bir balık bir gün karaya çıkmaya karar verirse ne olur? Yavaş yavaş sahile yaklaşan, sonra kumlara doğru ilerleyen, en sonunda da karaya çıkan bir balığın başına neler gelebilir? Kuşkusuz bu sorunun cevabı açıktır: Bir balık bilerek (!) veya bilmeyerek karaya çıktığında kısa bir süre içinde ölecektir. Hemen arkasında başka bir balık aynı şeyi denediğinde, o da ölecektir. Bunu milyonlarca yıl boyunca milyarlarca balık da denese sonuç değişmeyecektir; karaya ulaşan her balık başka bir şey yapmaya fırsat bulamadan kısa bir süre içinde ölecektir. Bu APAÇIK bir gerçektir.
ÇEVRENİZDEKİ CANLILARDAKİ MUCİZEVİ ÖZELLİKLERİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Önceki bölümlerde detaylı olarak ele alındığı gibi tek bir hücrenin dahi tesadüfen ortaya çıkması imkansızdır. Peki tek bir hücre tesadüfen ortaya çıkamıyorken canlılardaki bu sayısız çeşitlilik tesadüfen ortaya çıkmış olabilir mi? Bu sorunun cevabı kesinlikle "hayır"dır.
Çevrenizde ne kadar çok çeşitte canlı olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Gelin birlikte yeryüzündeki canlı çeşitliliğini öncelikle bitkilerden başlayarak düşünelim. Bazen etrafımızda gördüğümüz, bazen kitaplarda rastladığımız, bazen de televizyonda belgeseller seyrederek tanıdığımız bitkileri yeniden gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Karanfilleri, gülleri, papatyaları, nilüferleri, tropik bölgelerdeki dev yapraklı ağaçları, kivileri, ananasları, akasya ağaçlarını teker teker düşünelim. Yaprak yapılarını, lezzetlerini, renklerini, kokularını, fotosentez yapmalarını, topraktan metrelerce yukarıya besinlerini taşımalarını ve diğer detay özelliklerini de hatırlayalım.
Bu çeşitliliği bir de hayvanlar için düşünelim. Bildiğimiz bütün hayvanları gözümüzün önüne getirelim. Zürafaları, antilopları, filleri, tavukları, balık çeşitlerini, atmacaları, serçeleri, tavus kuşlarını, devekuşlarını, tavşanları, kelebekleri, çeşit çeşit böcekleri düşünelim. Bu canlıların vücutlarındaki mekanizmaları, yaşadıkları ortamları, üremelerini, avlanmalarını kendi içinde bölümlere ayırarak düşünelim.
Sadece bu kadarlık bir düşünmeyle bile yaşadığımız dünya üzerinde inanılmaz bir çeşitlilik olduğunu fark ederiz.
Allah'ın canlılarda yarattığı çeşitliliğe bir örnek vermek gerekirse, yalnızca yeryüzünde yaşayan kelebek türlerinin sayısı "200 bin"dir. Bu türlerin kendi içinde "1 milyon" kelebek cinsini barındırdığı doğa bilimciler tarafından tespit edilmiştir. Bunların hepsinin olağanüstü derecede kompleks ve birbirinden farklı sistemleri vardır, içinde yaşadıkları ortamda gizlenmelerini sağlayan çok farklı kamujlaj yöntemleri vardır. Kimilerinin üzerine düşmanlarını korkutmaya yarayan sahte göz şekilleri yerleştirilmiştir.
Bu olağanüstü çeşitlilikteki tasarımı göz önüne alarak düşünün. Bu kadar çok çeşitteki, üstelik de hepsi birbirinden bu derece farklı yapılardaki milyonlarca canlının, tesadüfen birbirlerinden türemesinin imkansız olduğunu ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
Akıl ve vicdan kullanarak canlılardaki çeşitliliği ve mucizevi özellikleri düşünen bir kişi kolaylıkla bunların nasıl ortaya çıktığı sorusuna bir cevap bulacaktır. Alemlerin Rabbi olan Allah tüm canlıları benzersiz bir şekilde yaratmıştır. Allah herşeye hakimdir.
Siz de etrafınızdaki canlılara baktığınızda rahatlıkla göreceğiniz bu apaçık gerçeği ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. (En’am Suresi, 101-102)
Bu çeşitliliğin yanısıra, doğadaki pek çok canlı son derece şaşırtıcı sistemlere ve kompleks vücut mekanizmalarına sahiptir. İnsanların, nasıl işlediğini çözmek için uzun yıllar uğraştıkları bu sistemleri, canlılar ilk yaratıldıkları günden beri kullanmaktadırlar. Bu mekanizmalardaki olağanüstü tasarımların evrim teorisinin iddia ettiği gibi tesadüflerle açıklanması ise imkansızdır. Her canlı bulunduğu ortamda rahatça yaşayabileceği şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Canlıların, bu sisteml eri bilinçli olarak kendilerinin oluşturmalarının imkanı yoktur. Canlılardaki kusursuz düzenlemeler onların yaratılışlarındaki mükemmellikten kaynaklanmaktadır.
Bu bölümde doğadaki sayısız çeşitliliğe sahip bitkiler ve hayvanlardaki mekanizmalardan sadece 1-2 örnek verilecektir.
Bunları okurken iyice düşünün, hayvanlardaki ve bitkilerdeki bu şaşırtıcı mekanizmaların kendi kendilerine oluşamayacak kadar kusursuz yapılar olduğunu sakın ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
"Hayvanlardaki kusursuz yapılar" dendiğinde akla değişik, hiç adı duyulmamış canlıların ilginç özellikleri kastediliyormuş gibi bir düşünce gelebilir. Oysa insanın yanıbaşında olan, her zaman görmeye alışık olduğu canlılarda da bu kusursuz özellikler mevcuttur. Çoğu zaman insanın bile başaramayacağı kadar karmaşık işlemler gerçekleştiren bu canlıların, örneğin bir sineğin ya da bir kuşun vücudunda olağanüstü bir tasarım vardır. Etrafındaki canlıları dikkatle inceleyen insan bu tasarımın üstün bir aklın ürünü olduğunu yani bu canlıların yaratıldığını görecektir.
Örneğin her gün, her yerde görmeye alışık olduğunuz sinekler uçmak için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden sineklerin diğer canlılardan daha farklı bir solunum sistemi vardır. Havadan aldıkları oksijen vücutlarındaki özel ince hava tüpleriyle hücrelere doğrudan ulaştırılır. İşte bu sayede aşamasız ve kesintisiz olarak, çok süratli ve verimli bir şekilde oksijenin yanması sağlanır. Bu, sineğin sahip olduğu mucizevi özelliklerden sadece bir tanesidir. Sinekler buna benzer daha pek çok yaratılış mucizesi ile donatılmışlardır. Allah sineğin yaratılışındaki üstünlüğe bir ayetinde şöyle dikkat çekmektedir:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız –hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)
Bir de arıları düşünelim. Arıların bal ürettikleri, altıgen hücrelerden petekler yaptıkları, toplu halde kovanda yaşadıkları herkes tarafından bilinir. Oysa arıların sahip oldukları özellikler sadece bunlarla sınırlı değildir. Balarıları için yaşadıkları kovanın bakımı çok önemlidir. Kovandaki ısının sabit tutulması, kovanın temizliği ve güvenliği gibi ihtiyaçların tümü işçi arılar tarafından karşılanır. Balarıları dışarının ısısı ne olursa olsun kovanın ısısını her zaman sabit tutarlar, özellikle kuluçka odalarının sıcaklığına çok dikkat ederler. Sabah vakitlerinde hava soğuk olduğunda işçiler petek çevresinde kümelenirler ve vücut sıcaklıkları ile yumurtaları ısıtırlar. Gün ilerledikçe ve hava ısınmaya başladıkça arılar tarafından sıkıca örülen küme yavaş yavaş dağılır. Eğer sıcaklık daha fazla artmaya devam ederse, işçilerin bir bölümü kanatlarını yelpaze gibi kullanmaya başlarlar. Bu havalandırma işlemini, kovanın girişine ve peteklerin üzerine doğru yönlendirerek kovan ısısını düşürmeye çalışırlar. Çok sıcak bir gündeyse bu işlem yeterli olmayacağı için arılar daha şiddetli bir soğutma yöntemi kullanmak zorundadırlar. Böyle durumlarda, sulandırılmış bal damlalarını boş hücrelerin ağızlarına yerleştirirler. Kanatları ile oluşturdukları hava akımı bu damlaların içerisindeki suyu buharlaştırır. Bu soğutma sistemiyle kovanın ısısı kısa sürede eski haline döner.4
Her an çevremizde gördüğümüz bu canlılarda kusursuz bir tasarım ve bilinçli davranışlar vardır. Üstelik burada sözünü ettiğimiz özellikler, canlılardaki olağanüstü yönlerin çok küçük bir bölümüdür. Düşünen bir insanın bu özelliklerde kolaylıkla görebileceği üstün akıl ve plan, bize tüm doğaya hakim olan Yaratıcı’nın yani Allah’ın varlığını ispatlayan APAÇIK bir delildir. Tüm canlılar Allah’ın ilhamıyla hareket etmektedirler.
Günümüz teknolojisinin henüz ulaşamadığı hedefe, var oldukları günden beri ulaşmış olan ateşböcekleri.
Ama insanların çoğu bunları hiç düşünmezler ya da düşündüklerinde bu canlıların yaptıkları işlerdeki mucizevi yönü görmezden gelirler. Ama siz Allah’ın yaratışındaki bu üstünlüğü ve benzersiz sanatı ve bu canlıların Allah’ın ilhamıyla hareket ettiklerini SAKIN ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
SAHİP OLDUĞUNUZ HERŞEYİ ALLAH'IN NİMET OLARAK VERDİĞİNİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"İçinde yaşadığımız dünyada sayısız güzellikler, nimetler mevcuttur. Her canlının tüm ihtiyaçları ayrı ayrı düşünülmüş ve gereken hiçbir ayrıntı eksik bırakılmamıştır.
Öncelikle kendimiz için düşünelim. Sabah kalktığımız andan itibaren neler yaparız, nelere ihtiyaç duyar, nelerle karşılaşırız, daha doğrusu ne gibi güzelliklerle nimetlendiriliriz bir bakalım.
Kalkar kalmaz nefes alabiliriz, kusursuz solunum sistemimiz sayesinde bunu yaparken hiç zorlanmayız, atmosferdeki gazların oranlarının doğru olup olmadığını düşünmek aklımıza bile gelmez.
Gözümüzü açar açmaz görebiliriz, gözümüzdeki benzersiz tasarım sayesinde netlik ayarı, renk ayarı, uzaklık ayarı gibi ayarlar yapmak zorunda kalmayız.
Yemek yeriz ve lezzet alırız. Yediğimiz her lokmada ayrı ayrı var olan vitaminlerin, minerallerin, karbonhidratların, proteinlerin nerelere gitmesi gerektiğini, oranlarını, fazlasının depolanması ya da atılması gibi işlemleri aklımıza bile getirmeyiz. Hatta içimizde böyle işlemlerin sürüp gittiğinden haberimiz bile olmaz çoğu zaman.
Elimize aldığımız bir cismin sert mi, yumuşak mı olduğunu hemen anlayabiliriz. Herhangi bir cismi hiçbir zihinsel çaba göstermeden rahatlıkla tutabiliriz.
İşte her saniye insan vücudunda bu örneklere benzer sayısız işlem yapılır. Bu işlemlerin her birinin yürütüldüğü organlar, bu organlarda da kompleks mekanizmalar vardır. İnsan vücudu adeta bir fabrika gibi çalışır. Bu fabrika insana verilmiş en büyük nimetlerden biridir çünkü insan bu fabrika sayesinde vardır, yaşamını bu fabrika sayesinde sürdürür.
Peki bu fabrikanın çalışması için gereken ham maddeler nasıl sağlanır? Yani insana güç veren yiyecekler, su, hava gibi maddeler nasıl oluşur?
Önce meyve ve sebzeleri düşünelim. Kara toprağa atılan ve bir tahta parçası görünümündeki tohumlar sayesinde oluşan karpuzları, kavunları, erikleri, kirazları, portakalları, biberleri, domatesleri, ananasları, dutları, çilekleri, patlıcanları ve bunlar gibi diğer bütün bitkisel besinlerimizi düşünelim. Alışmış olduğumuz düşünme şekliyle değil de farklı yönlerden yaklaşarak düşünelim. Çileğin o muhteşem kokusunu ve tadını, kavunun hiç değişmeyen o ünlü kokusunu ve lezzetini aklımıza getirelim. Bir de insanların laboratuvarlarda aynı kokuları tutturmak için harcadıkları zamanı, kullandıkları teknolojiyi düşünerek bir karşılaştırma yapalım. Laboratuvarlarda elde ettikleri sonuç doğadaki benzerlerinin kötü birer taklidi olmaktan öteye gitmez. Allah'ın insanlar için doğada yarattığı koku, lezzet ve renk çeşitliliği benzersiz bir kusursuzluğa sahiptir.
Bütün bitkisel besinlerin tadlarının, kokularının farklı olması, hepsinin kendilerine özgü renklerinin olması insan için özel olarak tasarlanmıştır. Bunların hepsi Rabbimiz tarafından nimetler olarak sunulmaktadır.
Aynı şekilde hayvanlar da insanlar için özel olarak yaratılmışlardır. İnsanların hem besin olarak faydalanacağı hem de görünüşlerinden zevk alacağı güzelliklerle donatılmışlardır. Denizaltındaki rengarenk balıklar, mercanlar, deniz yıldızları, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan birbirinden farklı süsleriyle tüm kuş çeşitleri, olağanüstü sevimlilikleriyle kediler, köpekler, yunuslar, penguenler ve diğerleri… Bunların tümü Allah'tan birer nimettirler. Allah bu konuyu birçok ayetiyle kullarına bildirmiştir:
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.
(İbrahim Suresi, 35)
Burada bahsedilenler Allah'ın sunduğu nimetlerin ve güzelliklerin çok küçük bir kısmıdır. İnsan dünya üzerinde gözünü nereye çevirse Allah'ın Berr (kullarına karşı iyiliği çok olan), Kerim (keremi bol, cömert), Latif (lütuf sahibi), Rezzak (rızık veren), Sani (nihayetsiz güzellikler yaratan) sıfatlarının tecellilerini görebilir.
İşte siz de şu an çevrenize bir göz atıp düşünün. "Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır…" (Nahl Suresi, 53) ayetiyle haber verildiği gibi size verilen sonsuz nimetlerin sahibinin Rabbiniz olduğunu asla ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
BU DÜNYADA UZUN SÜRE KALMAYACAĞINIZI ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Dünya üzerinde güzel olan, sağlam olan ne varsa bir gün gelir bozulur, çürür veya eskir. İnsanın da sonu böyledir ve bundan kaçış mümkün değildir. İnsan doğduğu andan itibaren geri dönüşü mümkün olmayan bir yaşlanma, ölüme doğru ilerleme sürecine girer. Bu apaçık gerçeği herkes bilir ama buna rağmen insanlar kendilerini gündelik yaşamın akışına kaptırmaktan alıkoyamazlar. Dünyanın geçici süslerine hak ettiğinden fazla değer verir, tutkuyla bağlanırlar.
Oysa bu bağlılıklarının bir anlamı yoktur. Çünkü dünyadaki yaşamın bir sonu vardır. Sonu olmayan yaşam ise ahiret hayatıdır. Sonsuz bir hayata karşılık dünyanın tükenecek yararının peşinde koşmanın akılcı bir tavır olmadığı da kesindir. İnsanın tüm bunları anlamamazlığa gelerek dünyaya yönelik yapacağı her hareket, onu ahirette telafisi mümkün olmayan bir pişmanlığın içine sokacaktır. Siz bu sonsuz pişmanlıktan kaçının ve dünyadaki hayatınızın bir gün mutlaka son bulacağı APAÇIK bir gerçekken sakın bunu anlamazlıktan gelmeyin.
Günlük işlerine dalarak ölümü düşünmeyen insanlar, beraberinde çok önemli bir gerçeği daha göz ardı etmektedirler. Dünyadaki hayat inanılmaz derecede kısadır. Sevdiğiniz ve sahip olduğunuz şeyleri şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Hepsi kısa sürede eskimiş, çürümüş, bozulmuş, yok olmuştur. Sevdiğiniz kişiler birer ikişer ölmüşlerdir, eşyalar kırılıp dökülmüşlerdir. Evler, binalar eskimiş, yıkılmış, giysiler sökülmüş, yırtılmışlardır. Kısacası sahip olduğunuz herşey hızla bozulmaya uğramıştır.
Dönüp arkanıza baktığınızda, zamanın müthiş bir süratle geçişinden dolayı hiçbir şeyden tam tatmin olamadığınızı görürsünüz. Belki belli bir zamana kadar bu gerçeği fark edememiş de olabilirsiniz. Ama bu keskin gerçeği anlamaya başlayan bir insan artık herşeyi daha akılcı düşünmeli, kendisini ve herşeyi yaratan Allah’ın insanlardan istediklerini öğrenmeli, hayatını da buna göre düzenlemelidir. En başta dünyada kendisine herşeyi veren, ahirette ise sonsuza kadar verecek olan Rabbini hoşnut etmeye çalışmalıdır. Çünkü bu gerçeği anlamazlıktan gelip kısacık dünya hayatlarını sorumsuzca tüketen inkarcılar, ahirette şiddetli bir şaşkınlık yaşayacaklardır. Diriltilip Allah’ın huzuruna getirildiklerinde dünyada çok kısa bir süre kaldıklarını anlayacaklardır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," (Müminun Suresi, 112-114)
İşte bu yüzden hayatın çok kısa olduğunu anlamazlıktan gelip, bu kısa ömürlü şeylere bu kadar bağlanmayın. Bu dünyadaki eksikliklerin cennete özlem duymanız için verildiğini bilin ve asıl gerçek yurda, sonsuz olan herşeyin bulunduğu ahirete hazırlık yapın.
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, “(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanma”, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir “çoğalma-tutkusu”dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş sonra o , bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza vardır). Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.
(Hadid Suresi, 20)
Allah insanı en güzel surette yaratmıştır. Ama son derece hikmetli bir şekilde insanı türlü acizliklerle birlikte yaşatmaktadır. Böylece insan, Rabbine karşı olan acizliğini anlasın, bu dünyaya hırsla bağlanıp kalmasın.
Ne kadar güzel, ne kadar zengin olursa olsun, her insan birbirinin benzeri acizliklerle ömrü boyunca içiçedir. Her insan susar, acıkır, yorulur. Üstelik sürekli temizlenmek zorundadır. Sadece temizlik bile insana ne kadar acizlik içinde olduğunu gösteren çok önemli bir olaydır. İnsanın yaptığı temizliğin geçici olması, sürekli tekrarlanmak durumunda olması çok özel bir durumdur. Mesela bir gül düşünün; toprağın içinden çıkıp dışarıda yetiştiği, toz, duman, pislik gibi türlü etkilere maruz kaldığı halde tertemizdir, son derece güzel kokar. Bunun için "temizlik" yapması gerekmez. O güzel kokusunu da hiçbir şekilde kaybetmez. Oysa insan için durum hiç de böyle değildir. Onun türlü önlemlerle elde ettiği "temizlik" geçicidir. Türlü çabalarla, birtakım takviyelerle elde ettiği güzel kokusu da hiçbir zaman sürekli değildir.
Hastalıklar da insanın aczini göstermesi açısından çok önemli örneklerdir. İnsan vücudu Allah tarafından son derece kusursuz sistemlere sahip olarak yaratıldığı halde ufacık bir virüse yenik düşmekten kurtulamaz. Tıbbın imkanları ne kadar seferber edilirse edilsin, ufacık bir yaradan vücuda girebilecek bir mikrop, insanı sakatlığa veya ölüme götürecek sonuçlar doğurabilir. Veya bedenin içinde aniden isyan eden bir hücre kanser meydana getirebilir. Üstelik bundan insanın haberi olduğunda son derece geç kalınmıştır. Bir sabah kalktığında ciddi bir kanser hastalığıyla karşı karşıyadır ve artık kurtuluş imkanı yoktur.
Kazalar da aynı şekilde, insanın her an başına gelebilecek olaylardır. Ne kadar kendinden uzak görürse görsün bir insanın ayağının dolanıp merdivenden düşmesi, sonucunda da sakat kalması, boğazına bir şey takılıp boğulması, çok sık olan trafik kazalarından birinde kendisinin de yaralanması basit sebeplere bağlı, her an olabilecek olaylardır. Böyle pamuk ipliğine bağlı, türlü acizlikler içinde hayatını sürdüren bir insan, Allah'a karşı olan muhtaçlığını anlamazlıktan gelmemelidir. Tüm bunları iyice düşünüp fark eden bir kişinin dünyaya bağlılık göstermesi de mümkün değildir. Bu yüzden siz de düşünen bir insan olarak bedeninizin Allah tarafından dünyaya bağlanmayı engelleyecek acizliklerle birlikte yaratıldığını anlamazlıktan gelmeyin. Hepsi birer hatırlatma, öğüt ve uyarı niteliği taşıyan bu olaylardan ve durumlardan kendinize gereken payı çıkartın. Ve hiçbir aczin, zorluğun, hastalığın, sıkıntının olmadığı cennet hayatını isteyip orası için çalışın.
Her gün gazetelerde onlarca kaza haberi çıkar. Unutmayın ki bu haberlerden birinde bir gün sizin veya bir yakınınızın isminin yer almaması için hiçbir neden yoktur.
Yaşlılık insanların hiç düşünmek istemedikleri, özellikle gençlik dönemlerinde hiçbir zaman konusunu dahi etmedikleri ama her insanın uğrayacağı kaçınılmaz bir sondur. Yaşlılığın insanlar üstündeki bedenen ve zihnen oluşturduğu etkileri ne yaparsa yapsın hiç kimse engelleyememiştir. Zengini de, fakiri de, güzeli de, çirkini de zaman hızla ilerledikçe yaşlanır.. Senelerin etkisi insanın aynaya baktığında rahatlıkla görebileceği kadar açıktır. Gençlikteki gergin ve parlak deri, artık kırışmaya başlamıştır ve o parlaklığını yitirerek rengi de solmuştur. Göz ve ağız kenarlarındaki belirgin çizgiler, kırışmayı en çok gösteren yerlerden biridir, ellerin ve boynun durumu ortadadır. Kemikler de eskisi gibi sağlıklı ve sağlam değildir, ayrıca hafızanın eski gücü de yoktur. Bunlar yaşlılık halinin kaçınılmaz gerçekleridir ve insan düşünmekten kaçsa da, onun peşini bırakmaz. Allah bir ayetinde yaşlılık için şöyle demektedir:
Allah sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey bilmesin diye, ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz, Allah bilendir, herşeye güç yetirendir. (Nahl Suresi, 70)
Sakın eninde sonunda bir gün bu insanlar gibi yaşlanacağınızı ve fiziksel gücünüzü yitireceğinizi anlamazlıktan gelmeyin. Ve bu gerçeği kendinizden çok uzak görmeyin.
İnsan yaşlılıkla birlikte gençken sahip olduğu tüm gücünü ve kabiliyetlerini yitirmeye başlar. Belirli bir yaştan sonra oluşan fiziksel ve zihinsel çöküş insanı adeta bir çocuk haline getirir. Aslında Allah dileseydi insana ölümden önce yaşlılığı yaşatmayıp son derece güçlü ve genç bir şekilde kalmasını sağlayabilirdi. Fakat Allah insana dünyanın geçiciliğini, yaşlılığı ve beraberinde gelen eksiklikleri de yaşatarak hatırlatmaktadır. Bu apaçık gerçekler karşısında dünyaya bir bağlılık göstermeyen insan, asıl yurt olan ahiret için bir hazırlık yapacaktır.
Siz de eninde sonunda bir gün yaşlanacağınızı, cildinizin kırışacağını, fiziksel fonksiyonlarınızın zayıflayacağını, üstelik zihninizin de yaşlılığın etkilerine maruz kalacağını sakın anlamazlıktan gelmeyin. Ve yaşınızın ilerlemesini beklemeden, fiziksel ve zihinsel bir güce sahipken bu gerçeği fark ederek ahiret için hazırlık yapmaya başlayın.
Dünya biz ne kadar farkında olmasak da dışarıdan ve içeriden bir çok tehdit unsuruyla doludur. Uzayda hızla ilerlerken karadelikler, meteorlar, kuyruklu yıldızlar gibi bazı tehditlerle karşı karşıya olan dünya, yerin derinliklerine inildiğinde binlerce derece sıcaklıktaki bir katmanı içinde barındırır. Tüm bu tehditlerin dışında, atmosferde fırtınalar, hortumlar, rüzgarlar gibi büyük zararlara sebep verebilen olaylar da gerçekleşebilmektedir.
İşte bu olaylar dünyada zaman zaman etkili olduğunda birtakım doğal afetler meydana gelir. Bu afetler büyük can ve mal kaybına sebep olabilir. Başta depremler olmak üzere, seller, volkan patlamaları, hortumlar, fırtınalar birbirinden farklı etkilere sahip olaylardır. Fakat her biri kısa sürede bir şehri ortadan kaldırabilir, canlıları yok edebilir, çok büyük maddi hasarlar meydana getirebilirler. Kimse de bu afetleri engelleme gücüne sahip değildir.
Bu gerçeği bilmelerine ve sık sık bu tür olaylara şahit olmalarına rağmen insanlar bu konuları anlamazlıktan gelirler. Oysa bu afetlerin her biri insanların öğüt alıp düşünebilmesi içindir. Allah bu şekilde insanların dünyaya olan bağlılıklarını kırmaktadır. Öğüt alabilenler de bu olaylardan gerekli dersi çıkarabilmektedir. Allah Kuran'da insanları sık sık belaya uğrattığını ve bu vesileyle onları düşünmeye, ibret almaya yönelttiğini haber vermiştir:
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)
Unutmayın ki, afetler insanlara dünyanın geçiciliğini ve güvensizliğini hatırlatırlar. Bu olaylar insanlara Allah tarafından bir uyarıdır. Bu gerçeği, yani insanların Allah tarafından uyarılıp korkutulduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
ÖLÜM GERÇEĞİNİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Ölüm, istisnasız bugüne kadar yaşamış her insanın kesin olarak karşılaştığı ve bundan sonraki insanların da karşılaşacağı bir sondur. Bu yüzden de dinden uzak olan insanların düşünmekten ve konuşmaktan kaçındıkları bir konudur. Bu kişiler ölümün ardından dünyada hırsla bağlandıkları herşeyden uzaklaşacaklarını, Allah'a hesap vereceklerini, cennetin ve cehennemin varlığını, akıllarına getirmek istemezler.
Peki bugüne kadar ölümü yaşamayan tek bir kişi dahi olmamasına rağmen insanlar nasıl böylesine gafil davranabilmektedirler? Sanki hiç ölümle karşılaşmayacakmışçasına bir yaşamı nasıl sürdürebilmektedirler?
İnsanların kendi kafalarında kurdukları bazı senaryolar vardır. Örneğin ölümün hep belirli bir yaştan sonra başlarına geleceğine ve o yaşa ulaşana kadar da daha önlerinde çok uzun bir vakit olduğuna kendilerini inandırırlar. Oysa hemen her gün gazetelerde genç yaşta ölen kişilerin haberlerini görürler, ölüm ilanlarının tek bir gün bile eksilmediğini bilirler. Televizyonlarda ve sokaklarda gördükleri cenaze arabaları, yanından geçip gittikleri büyük mezarlıklar bu insanlara sürekli ölümü hatırlattığı halde tüm bunları anlamazlıktan gelirler.
Oysa ölüm her insanın bir adım ilerisindedir. İnsan bir an "yaşıyorum" derken göz açıp kapama vakti kadar kısa bir süre sonra karşısında canını almak üzere gelmiş ölüm meleklerini bulabilir. İşte o andan itibaren sonsuz yaşamını kurtarmak için yapabileceği hiçbir şey yoktur. Gaflet içinde geçirdiği bir ömrü telafi etmesi mümkün değildir.
Siz sakın insanların kapıldığı bu derin gaflete kapılmayın, ve ölümün yalnızca bir anlık bir geçiş olduğunu, çok yakın ve kesin bir gerçek olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
Siz sakın insanların kapıldğı bu derin gaflete kapılmayın ve ölümün yalnızca bir anlık bir geçiş olduğunu, çok yakın ve kesin bir gerçek olduğunu anlamazdan gelmeyin.
İnsanlar ölüme karşı birtakım tedbirler alarak ondan kaçabileceklerini sanırlar. Fakat bu, son derece anlamsız bir düşüncedir. İnsan nerede olursa olsun, yanında kimler bulunursa bulunsun, ne kadar korunaklı bir yapıda yaşarsa yaşasın ölümden kaçması mümkün değildir. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle hatırlatmıştır:
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: "Bu, Allah'tandır" derler; onlara bir kötülük dokunsa: "Bu sendendir" derler. De ki: "Tümü Allah'tandır." Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar? (Nisa Suresi, 78)
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)
Her an insanın etrafında gelişen ölüm olayları, yakınlarının yavaş yavaş dünyadan ayrılması, ölümden kimsenin kaçamadığının APAÇIK bir delilidir. Genç, yaşlı, zengin, fakir, güzel, çirkin demeden ölümün insanı her zaman ve her yerde bulduğunu bilmek ise, insanın bu dünyaya bağlanmaması, asıl olarak ölümden sonraki sonsuz yurda hazırlık yapması gerektiğini anlamasını sağlar.
Ölümün uzak olduğunu düşünen bir insanın ne kadar büyük bir aldanış içinde olduğunu sakın anlamazlıktan gelmeyin. Ve bu apaçık gerçeğin insana verdiği şuur ve vicdanla her an ölebilecekmiş gibi, Allah’ın hoşnut olacağı bir yaşam sürün.
Ölümü akla getirmemek aniden ölünebileceği gerçeğini kesinlikle değiştirmez. Gayet sağlıklı bir insanken beklenmedik bir trafik kazasıyla ölen, geçirdiği ani bir beyin kanaması sonucunda hayatını kaybeden insanları ya görmüşsünüz ya da haberlerini duymuşsunuzdur. Acil bir iş toplantısına yetişmek üzere yolda giderken bir araba kazası geçirip veya bir merdivenden aşağı koşarken düşüp ani bir şekilde ölmeyeceğini hiç kimse iddia edemez. Bir insan için böyle bir iddia nasıl akıl dışıysa, bu konuyu hiç gündeme getirmeyip, üzerinde düşünmeyip, ölümün kendisini yakalayışını engelleyebileceğini zannetmek de öyledir. Hiçbir insan ne zaman, nerede öleceğini bilemez. Allah ölüm vakti gelmiş olan kişiye hiç ummadığı bir anda ölüm meleklerini göndererek canını alabilir.
İnsan günlük hayatı içinde gazetelerde, televizyonlarda bu manzaralara sık sık şahit olur. Ama nedense bir gün yakınlarının o tabutun içine kendi bedenini yerleştireceklerini ve onu mezara doğru taşıyacaklarını düşünmez. Oysa unutmayın ki, bir gün sizin tabutunuzu da bu şekilde taşıyacaklar. Bu dünyada kısa bir süre kalıp Rabbinize döndürüleceksiniz.
Günlük uğraşılar içinde, her sabah uyanıp yeni bir güne başlıyor olabilirsiniz. Çok meşgul, hep bir şeyler yetiştirmeye, bir şeyler üretmeye çalışan, ileriye yönelik yüzlerce planı olan bir insan da olabilirsiniz. Fakat tüm planlarınızı gerçekleştirmenizin kesinlikle mümkün olamayacağı açıktır. Ölüm her an karşılaşılabilecek, tüm planları altüst edebilecek bir gerçektir ve insan adeta bir "geri sayımdaymışçasına" her geçen saniye ölüm anına doğru ilerlemektedir.
Öyleyse bu APAÇIK gerçeği anlamazlıktan gelerek sakın ölüme gafil bir şekilde yakalanmayın. Ölümle beklemediğiniz bir anda buluşabileceğinizi anlamazlıktan gelmeyin.
KURAN'IN HAK KİTAP OLDUĞUNU, ONDAN HESABA ÇEKİLECEĞİNİZİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Allah’a iman eden bir insanın yapması gereken ilk şey, kendisini yaratan Rabbine karşı sorumluluklarının ne olduğunu öğrenmek olacaktır. Ve bunu öğrenebileceği tek kaynak da Kuran'dır. Allah, seçip beğendiği dininin hükümlerini, sınırlarını Kuran’da tüm insanlara bildirmiştir. İnsanlar ancak Allah’ın emrettiği bu hükümleri eksiksiz olarak uygulamak suretiyle kurtuluş bulabilirler. Ahirette, bu sınırları büyük bir şevkle uygulayan, tüm hayatı boyunca kendisini yaratan Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmış bir kişi ile bu sınırları gözardı edip, kendi zevkleri uğruna dünya hayatını tüketmiş bir kişinin görecekleri karşılığın aynı olmayacağı APAÇIK ortadadır.
Allah Kuran’da nasıl bir kuldan hoşnut olacağını çok ayrıntılı ve açık bir şekilde anlatmıştır. Dolayısıyla insanın en büyük sorumluluğu Allah’ın kitabında anlatılanları uygulamaktır. Allah hesap günü insanları Kuran’a uyup uymadıkları konusunda sorguya çekecektir:
Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. (Zuhruf Suresi, 43-44)
İşte bu yüzden tüm insanların yalnızca Allah’ın çağrısına icabet etmeleri gerektiğini ve bunun için de Kuran'ı çok iyi bilmeleri gerektiğini sakın anlamazlıktan gelmeyin.
İnsanın sonsuz hayatını kurtaracak olan her türlü çözümü içinde barındıran ve açıklayan Kuran, uyarıcı, hatırlatıcı, öğüt verici bir kitaptır. Allah Kuran’ın bu özelliklerini birçok ayetinde bildirmiştir:
İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Bu (Kur'an) insanlar için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür. (Al-i İmran Suresi, 138)
Gerçek (şu ki), o (Kur'an), elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müddesir Suresi, 54-55)
Allah’ın Kuran’da insanlara verdiği öğütler, yaptığı uyarılar kuşkusuz çok büyük önem taşır. İnsanlar bunlara göre hayatlarını düzene sokmalıdırlar. Aksi taktirde müthiş bir karmaşanın yaşandığı, huzursuzluklarla dolu, harama helale dikkat edilmediği için güvenilir olmayan, birbirlerinin hakkını çiğneyen insanlardan meydana gelen toplumlar oluşur. İşte bu yüzden Allah’ın ayetlerinin her birinin uygulanması çok büyük önem taşır. Allah’tan korkup sakınan insanlar Kuran’daki uyarıları, hatırlatmaları çok büyük bir hassasiyetle uygularlar, ayetlerden öğüt alıp düşünürler. Kuran’ın bu özelliklerini anlamazlıktan gelerek sürdürülen ve insanların kendi doğrularına göre şekillendirdikleri bir hayatın insana asla bir kurtuluş sağlamayacağı ise APAÇIKTIR.
Siz bu insanların hatasına düşmeyin. Kuran’dan başka bir rehberiniz olmadığını, Kuran’ın tüm insanlara bir öğüt, uyarı ve hatırlatma olduğunu sakın anlamazlıktan gelmeyin.
Allah’ın Kuran’da insanlara bildirdiği her ayet son derece anlaşılır ve açıktır. Kişi, "Kuran'ı okudum ama anlayamadım" diyerek sorumluluktan kaçmaya çalıştığında, asla hesabını veremeyeceği bir davranış içine girdiğini bilmelidir. Kuran ayetleri Allah’a samimiyetle yönelen herkesin rahatlıkla okuyup anlayabileceği ve hayatına geçirebileceği şekildedir. Elbette hükümlerin rahatlıkla anlaşılabilir olması, insanlara bunları yerine getirme sorumluluğunu da getirmektedir. Ve bu APAÇIK gerçeği anlamazlıktan gelmek, ayetleri anlayamadığını iddia etmek son derece vicdansız bir tavır olacaktır. Allah Kuran'ın son derece anlaşılır olduğu gerçeğini ayetlerinde şöyle haber vermiştir:
Allah'tan başka bir hakem mi arıyayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Enam Suresi, 114)
İşte Biz onu (Kur'an'ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir. (Hac Suresi, 16)
Sakın Allah’ın Kuran’da bildirdiği hükümlerin çok açık ve kolay olduğunu anlamazlıktan gelerek, sonradan pişmanlık duyacağınız bir yolu benimsemeyin.
Kuran Allah tarafından korunmuştur ve 1400 senedir hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Allah bu gerçeği ayetleriyle bize bildirir:
Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, bilendir. (En’am Suresi, 115)
Allah'ın bu vaatleri inananlar için yeterlidir. Fakat Allah bunların dışında Kuran'a birtakım bilimsel, rakamsal mucizeler koyarak, onun hak kitap olduğunu insanlara bir kez daha göstermiştir. Kuran 1400 sene önce vahyedilmiş olmasına rağmen, 1400 sene önce kesinlikle bilinmeyen, günümüzde bilimin ve teknolojinin son imkanları kullanılarak bulunmuş birçok bilimsel gerçeği insanlara bildirmektedir. Bu konuda Kuran'da çok fazla örnek vardır. Bilimadamları bu konuyu araştırdıkça her geçen gün yeni bir mucizeyle daha karşılaşmaktadırlar. (Detaylı bilgi için bkz. Düşünen İnsanlar İçin, Harun Yahya)
Bilimsel mucizeler dışında şu ana kadar tespit edilebilen Kuran mucizelerinden biri de, 19 sayısının ayetlerin içine şifresel bir biçimde yerleştirilmiş olmasıdır. Bu konudaki sayısız örnekten birkaçı şöyledir:
*Her surenin başlangıcında bulunan "Besmele" 19 harftir.
*Kuran 114 sureden oluşur ve 114 ise 19'un 6 katıdır.
*Kuran'da geçen "Allah" kelimelerinin toplam sayısı 2698 (19x142)dir.
*Kuran'da geçen "rahim" kelimesinin toplam sayısı 114 (19x6)'tür.
*Kuran'da geçen tüm sayıları (tekrarlar dikkate alınmadan) topladığımızda çıkan sayı; 162.146 yani 19x8534'tür.
*Vahyedilen ilk sure 19 ayete sahiptir.
Bir diğer mucize ise bazı kelimelerin tekrar sayılarındaki dikkat çekici yönlerdir. Bu konuda şimdiye kadar bulunmuş örnekler çok fazladır. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz;
*"Yedi gök" ifadesi 7 kere geçmektedir.
*"Dünya" ve "ahiret" kelimeleri 115'er kez tekrarlanmaktadır.
*"Gün" kelimesi 365 kez, "ay" kelimesi ise 12 kez tekrarlanmaktadır.
*"İman" (tamlama almadan) kelimesi Kuran boyunca 25 kere tekrarlanır, "küfür" kelimesi de...
*"De" kelimelerini saydığımızda çıkan sonuç 332. "Dediler" kelimesini saydığımızda da aynı rakamı görüyoruz.
*"Şeytan" kelimesi 88 kere geçiyor. "Melek" kelimesinin tekrar sayısı da 88.
Kuran'ın bu özellikleri, onun Allah katından indirilmiş olduğunu kesin olarak gösterir. Bu APAÇIK gerçeği anlamazlıktan gelmeyin.
VİCDANINIZIN SESİNİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"İnsan dünyada bulunduğu süre boyunca yaşadığı her olayda gösterdiği tepkilerle ve içinden geçirdiği düşüncelerle denenir. Bu deneme sırasında karşısında her zaman iki alternatif vardır: Ya daima kötülüğü emreden nefsinin sesine uyacaktır ya da kendisini bu kötülüklerden sakındıran vicdanının sesine. Allah, insanın içindeki bu iki sese ayetlerde dikkat çeker:
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). (Şems Suresi, 7-8)
Ayette de bildirildiği gibi nefis insanı en küçüğünden en büyüğüne kadar yaşadığı her olayda Allah'ın sınırlarını aşmaya, isyana ve kötülüğe çağırır. İnsanın kendi istek ve tutkularını ön plana çıkartarak Allah'ın rızasını göz ardı etmesini ister. Ve bunu da çok çeşitli bahaneler öne sürerek sinsice yapar. Öyle ki kişi eğer vicdanını dinlemezse nefsinin fısıltılarına kolaylıkla aldanır.
Oysa vicdan, insanın ömrünün sonuna kadar şartlar ve koşullar ne olursa olsun bir an dahi susmaz. Nefis sürekli birtakım mazeretlerini öne sürse bile vicdan, insana aralıksız olarak neyin doğru neyin yanlış olduğunu açıkça söyler.
Bu, Allah'ın insan için yaratmış olduğu mükemmel bir sistem ve büyük bir nimettir. İnsan, hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın, dünyanın neresine giderse gitsin, hangi kültürden olursa olsun içinde daima başvurabileceği bir doğruluk rehberine sahiptir. Unutmayın siz de bu doğruluk rehberine sahipsiniz. O halde sakın içinizdeki bu sesin söylediklerini anlamazlıktan gelmeyin.
Üstelik vicdan sadece müminlere has bir ilham değildir. Bu ses inkarcılar da dahil olmak üzere her insanın içinde vardır. Fakat müminlerin farkı, hayatlarının her anında vicdanlarını kullanmaları ve onun sesine uymalarıdır. İnkarcılar ise kendilerine hakkı gösterdiği halde vicdanlarının sesini dinlemeyip nefislerinin istek ve tutkularına uyarlar. Allah bu konuya Kuran’da Hz. İbrahim ile ilgili bir kıssada dikkat çekmiştir. Hz İbrahim, kavminin taptığı putları en büyükleri hariç olmak üzere paramparça edince kavmiyle aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" "Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." (Enbiya Suresi, 62-65)
Bu konuşmaları yapan insanlar, az sonra Hz. İbrahim’i ateşe atmaya karar veren insanlardır. Allah’ın kendilerini hidayete yöneltmesi için yolladığı peygamberlerini ateşe atmaya kalkışacak kadar zalim olan bu insanların dahi vicdanları, hakkı onlara bu derece açıklıkla söylemektedir. Ama ayette haber verildiği gibi bu insanlar vicdanlarının sesini duydukları halde "tepeleri üstüne ters dönmüş" ve gerçeği görmemezlikten, anlamazlıktan gelmişlerdir. Başka bir ayetin ifadesiyle, "körleşmişler ve sağırlaşmışlar"dır. (Maide Suresi, 71)
Her insan gibi sizin de içinizde vicdan ve nefis bir arada bulunmaktadır. Siz de karşılaştığınız her olayda vicdanınızın ve nefsinizin seslerini duyuyorsunuz. Eğer Allah'ı razı etmek, doğruya ulaşmak istiyorsanız sakın vicdanınızın sesini duymazlıktan, anlamazlıktan gelmeyin.
İnsan kendi içindeki sesleri birbirine karıştırmaktan, hangisinin doğruyu, hangisini yanlışı söylediğini anlayamamaktan endişe edebilir. Ama bilmek gerekir ki, vicdan doğruyu gördüğünde bir an dahi tereddüt etmez, hiçbir zaman insanı kararsızlık içinde bırakmaz ve doğruyu anında söyler. Ancak vicdanın bu sesinin hemen sonrasında nefis devreye girer ve vicdanın söylediğini kişiye yaptırmamak için binbir türlü bahaneler uydurur. Yani bir insanın karşılaştığı bir olay karşısında duyduğu ilk ses vicdanının sesidir. Arkasından gelen tüm mazeretler, olumsuzluklar ise nefis kaynaklıdır. Siz duyduğunuz anda, Allah rızası için en güzele çağıran o ilk sesin vicdanınıza ait olduğunu anlamazlıktan gelmeyin.
Eğer kişi vicdanını kullanmazsa ve o ilk sese uymazsa, bir süre sonra adeta nefsinin esiri olur ve her türlü kötülüğe açık hale gelir. Bu, tamamen kendi tercihi olduğundan imtihanı da kaybeder, nefsinin istekleri ve kibiri uğruna sonsuza kadar cehennemde yaşamaya mahkum olur. Çünkü insan Allah’a kullukla sorumludur ve kulluk da ancak vicdana uymakla mümkündür. Bunu anlamazlıktan gelenlerin sonunu ise Allah, yukarıda verdiğimiz nefisle ilgili ayetlerin devamında "yıkım" olarak nitelendirmiştir:
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 9-10)
Herkes pişmanlığın ne kadar can yakıcı bir duygu olduğunu bilir. İşte bu duygunun temelinde vicdanın sözünün dinlenmemesi yatar ve bu, insan için Allah’tan bir uyarı niteliği taşır. Kimi zaman insan hatalı tercihinden vazgeçene kadar da bu pişmanlık peşini bırakmaz, manevi bir azaba dönüşür. Öyleyse siz vicdan azabı çektiğiniz zaman bunu anlamazlıktan gelmeyin. Bu, bir yerde hata yaptığınızın göstergesidir ve nerede, hangi noktada hata yaptığınızı da size söyleyecek olan yine vicdanınızdır. Dünyada pişmanlığın telafi imkanı varken bu fırsatı değerlendirin. Çünkü ahiretteki pişmanlık dayanılmaz boyutlardadır ve sonsuza kadar da insanın peşini bırakmayacaktır.
Nefsiniz istemese de, kimi zaman size zor göstermeye çalışsa da vicdanınızın size daima doğruyu söylediğini sakın anlamazlıktan gelmeyin. Eğer siz vicdanlı olursanız bilin ki Allah sonsuz vicdan sahibidir; nefsinizden sakınarak ve vicdanınıza uyarak yaptığınız zerre kadar iyililiğinizin karşılığını size eksiksiz olarak verecektir. Ama vicdanlarını kullanmayanlar elbette kullanan insanlarla bir tutulmayacaktır.
ALLAH'IN GÜZEL AHLAKLI OLMAYI EMRETTİĞİNİ ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Aşağıdaki ayette haber verildiği gibi insanın yaratılışı din ahlakına yatkındır. Ve Allah insanlara yaratılışlarına en uygun olan ahlakı öğretmek üzere Kuran’ı indirmiştir. İnsan ancak Allah’ın kitabındaki emir ve tavsiyeleri yerine getirdiğinde ve Allah’ın sakındırdığı şeylerden sakınıp bu sınırları aşmadığında rahat, mutlu ve huzurlu olur.
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)
Allah’ın sınırlarını aşanlar ve Kuran’da öğretilen ahlakı göz ardı edenler ise tarifsiz bir sıkıntı içinde hayatlarını sürdürürler. Çünkü cahiliye toplumlarında insanların doğru yanlış kıstasları kişiden kişiye göre değişir ve birbirinden farklı milyonlarca doğruluk kıstası sürekli olarak birbiri ile çatışır. Herkes "bence" diyerek kendi çıkarına en uygun fikri ortaya atar ve yine kendi çıkarı doğrultusunda davranır. Oysa Kuran tüm insanları tek bir doğruya, Allah’ın doğru yoluna yöneltir. Kuran'daki iyilik kavramı ise şöyledir:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Kuran’a tabi olan insanlar Allah’ı olabilecek en fazla şekilde razı etmeye ve O'nun hoşnutluğunu kazanmaya çalışırlar. Bunun için Kuran'ın gösterdiği şekilde sürekli bir tavır mükemmelliği içinde, hayır, güzellik peşinde olurlar. Hiçbir karşılık ve takdir beklemeksizin fedakarlıkta bulunur, Allah'ın emrine uygun olarak kötülüğü iyilikle uzaklaştırırlar. Her kararları, konuşmaları, tavırları, tepkileri Allah korkusuna dayalı olduğundan yaşamlarının her anında olabilecek en güzel ahlakı sergilerler.
Ama dinden uzak yaşayan insanlarda Allah korkusu olmadığı için, bu insanları kötülükten engelleyen herhangi bir sebep de yoktur. Bir kere dünyaya gelmiş ve ortalama üç beş on yıl ömür sürüp ardından ölümle birlikte yok olacağına inanan bir insanın, fedakar olması, sabırlı olması, karşılık beklemeden iyilik yapması kısaca güzel davranışlarda bulunması için kendine göre bir neden yoktur. Tam tersine o, bunların her birini bir kayıp ya da saflık olarak değerlendirecektir. Yine aynı şekilde kendi menfaatlerine ulaşmak için de engel tanımayacaktır. Çünkü dünyada bir karşılık alacağına inanmadığı gibi ahiret inancına da sahip değildir. İnsan, sonucunda kesin olarak bir kayba uğrayacağı şeyden çekinir, hele ki şiddetli bir azapla karşılık göreceğini bilirse o harekete hiç yeltenmez. Ama dinden uzak yaşayan insanlarda bu çekinme hissi yoktur. Allah korkusunun olmadığı, O'nun sınırlarının aşıldığı bir toplumda insanlar her türlü kötülüğe ve dejenerasyona açıktır.
Tüm bunların sonucunda güzel ahlakın ancak Allah’ın sınırlarına uyulduğunda yaşanacağını, bunun aksinde ise nasıl bir ortam oluşacağını sakın anlamazlıktan gelmeyin. Eğer dünyada da güzel bir hayat sürmek istiyorsanız, mutlaka Allah'ın dinine yönelmeniz gerektiğini göz ardı etmeyin.
Allah'ın hoşnut olacağı bir ahlakın en önemli göstergelerinden biri, insanın Allah'a karşı olan samimiyeti ve dürüstlüğüdür. İnsan hiç kimseye karşı değil, yalnızca Allah’a karşı sorumludur ve ahirette kendisini hesaba çekecek olan da Allah’tır. Öyleyse dünyevi birtakım çıkarlar uğruna, Allah’ı unutup da insanların rızası için birtakım yalanlara, samimiyetsiz tavırlara başvurmak son derece anlamsızdır. Allah herşeyi görüp, işitiyorken ve şahitlik ediyorken sakın samimi ve dürüst olmaktan başka yolunuz olmadığını anlamazlıktan gelmeyin.
Yine güzel ahlakın en belirgin göstergelerinden bir diğeri tevazudur. Kibirle güzel ahlakın birarada yaşanması mümkün değildir. Büyüklenen bir insanın insanlara güzel söz söylemesi, sevgi ve saygı beslemesi, fedakarlıkta bulunması ya da dostane bir tavır içinde olması mümkün değildir. Oysa insan bilmelidir ki, kendisine kibir konusu yapabilecek hiçbir şeye sahip değildir. Kibir konusu yaptığı şey malı ise, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan tüm mülk zaten Allah’ındır. Zeka, güzellik, yetenekse bunları insana veren de Allah’tır ve dilediği zaman hemen almaya kadirdir. Kaldı ki insan ölümlü bir varlıktır. Allah canını aldığında o, geçici bir süre emanetçiliğini yaptığı herşeyi gerçek sahibine bırakıp yapayalnız ve yalın olarak Allah’ın huzuruna gidecektir. Ve Kuran'da bildirildiği gibi, dünyada kibirlenenler ahirette boyun bükmüş kimseler olarak cehenneme gireceklerdir.
Gerçek budur. İnsanın kendisine kibir konusu yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ne kadar zengin, ne kadar güzel, ne kadar ünlü, ne kadar itibar gören bir insan olursanız olun bunu sakın anlamazlıktan gelmeyin... İnsana kazanç sağlayacak olan yalnızca Allah'ın hoşnutluğu için göstereceği güzel bir ahlak, güzel bir teslimiyettir.
Allah Kuran'da güzel ahlaka dair pek çok detay bildirmiştir. Allah'a gönülden bağlanan ve hesap vereceğini bilen her insanın üzerinde taşıdığı bu ahlakın ana hatlarını şöyle sıralayabiliriz:
Güvenilirdir,
Kötülüğe karşı en güzel şekilde karşılık verir,
Daima hayırlarda ve güzelliklerde yarışır,
Hoşgörülü ve bağışlayıcıdır,
Müminlere karşı merhametli ve yumuşak huyludur,
Öfkesine kapılmaz,
Yaptığı iyilik ve yardımlara karşılık beklemez,
İtidalli bir yapı gösterir,
Alaycılık, kıskançlık, bencillik gibi özelliklerden kaçınır,
İnsanları maddi değerlere göre değil, yalnızca ahlaklarına ve takvalarına göre değerlendirir,
İnsanlara güzel söz söyler,
Sözüne ve emanetlerine sadıktır,
Şahitliğini doğru yapar,
Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirir,
Gerektiğinde her türlü fedakarlıkta bulunur,
Uzlaştırıcıdır,
Gösteriş yapmaktan uzak durur,
Sabırlıdır,
Alçakgönüllüdür…..
Yukarıda sıraladıklarımız yalnızca belli başlı mümin özellikleridir. Allah tüm bunlardan insanı sorgulayacaktır. Dünyada bu üstün ahlakı yaşayan insanları ise hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayatla ödüllendirecektir:
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (Nahl Suresi, 30-31)
Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)
İçinde bulunduğunuz şartlar ne olursa olsun, başta kendi ahiretiniz için güzel ahlaktan taviz vermemeniz gerektiğini sakın anlamazlıktan gelmeyin.
BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN KAYNAĞININ DİNSİZLİK OLDUĞUNU ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN
"Allah’ın varlığına inanan bir insan tüm yaşamı boyunca, O’nun kendisine gösterdiği yolda ilerler. O'nun emirlerine, hükümlerine büyük bir hassasiyet gösterir, ömrünü Rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için geçirir. Bunun için de Allah’ın insanlar için seçip beğendiği din olan İslam’a göre yaşar ve Kuran’ı kendisine rehber edinir. Yüksek vicdanları sayesinde Allah’ın kendilerinden istediği ve birçok ayetinde örneklerini bildirdiği güzel ahlakı tüm yaşamlarına yansıtırlar. Asla Rableri’nin hükümlerinin dışına çıkmaz, yasaklarını göz ardı etmezler. Bu, Allah'ın kendilerini yarattığı gibi, ölümü, hayatı ve ahireti de yarattığını bilerek O'ndan korkup sakınan insanlarda var olan bir ahlaktır.
Allah’ın varlığını inkarda direten, inkar etmese de O’nun kendilerine gönderdiği dine teslim olmayı kabul etmeyen insanlar ise bu güzel ahlakı asla yaşayamazlar. Kuran ahlakının gerektirdiği iyilikleri, güzellikleri hiçbir zaman yerine getiremezler. Bu yüzden dinin yaşanmadığı toplumlar her türlü ahlaksızlığı, çirkinliği korkusuzca, sonucunu düşünmeden yapan insanlardan oluşur.
Allah korkusu olmayan bir insan rahatlıkla yalan söyler, hırsızlık yapar, rüşvet alır, adam öldürür, intihar eder, kumar oynar, insanların haklarını çiğner, adaletsizlik yapar. Bunları ya açıkça yapar ya da kendince meşru bir zemine oturtarak tüm bu kötülükleri işler. Öfkesini tutamaz, kindardır, kıskançlık ve hırs yapar, insanları incitebilecek sözleri rahatlıkla sarf eder, fedakar değildir, kendi menfaatleri herşeyden önce gelir. Bu insanların arasından, "ben dindar değilim ama kindar da değilimdir, öfkeli de" diyenler çıkabilir. Fakat bu insan gün gelir, kendisini çileden çıkaracak bir olayla karşılaşır, Allah'a tevekkülü olmadığı için öfkelenir ve üzerine hiç kondurmadığı her türlü kötülüğü yapma hakkını kendinde görür. Hatta an gelir, adam öldürür ve arkasından "ama hak etmişti" der. Bu, Allah’tan korkup sakınan bir insanda ise asla olmayacak bir sonuçtur. Çünkü inançlı bir insan sabırlıdır ve Allah’ın yapma dediği bir şeyi yapmaz. Bu yüzden de asla öfkesine kapılmaz.
İnançsız bir insan "ben dinsizim, ama rüşvet almıyorum, dürüstüm" diyebilir. Ama bu, sadece bir iddiadır. Çünkü Allah’tan korkup sakınmayan bu kişi zorda kaldığında her kötülüğü rahatlıkla yapabilir. Mesela, "çocuklarımı okutabilmek için rüşvet aldım" gibi kendince meşru bir mazeret uydurabilir. Oysa dindar bir insan için böyle bir şey hiçbir zaman söz konusu olmaz. Ahirette hesabını veremeyeceğini bildiği bir tavrı Allah’tan korkup sakınan bir insan asla yapmaz.
Hırsızlık da bu samimiyetsiz tavra iyi bir örnektir. Hırsızlık gibi toplumun genelinde hoş karşılanmayan bir suç bile bu kişiler arasında, bazı şartlarda meşru görülebilir. Örneğin otellerden, lokantalardan alınan havlu, çatal-bıçak gibi eşyalar hırsızlık olarak görülmez. Oysa dine göre bu, her halikarda bir ahlaksızlıktır.
İşte bunların tümü Allah’tan korkup sakınmayan insanların ortak karakteridir. Bu karakteri anlatmak için daha başka yüzlerce örnek verilebilir. Böyle insanlar güzel bir ahlak için asla iradelerini kullanmazlar. Ancak bir çıkarları söz konusu olduğunda bazı fedakarlıklar yapabilirler. Ve bu fedakarlık söz konusu çıkarın ortadan kalkmasıyla sona erer. Oysa dindar bir insanın iradesi son derece kuvvetlidir. Allah korkusu bunu gerektirir. Bu korku, dinin topluma sağladığı güvenli ortamların da garantisidir.
Aile ortamını meydana getiren vefa, bağlılık, sevgi ve saygı gibi değerler de dinsiz bir toplumda ortadan kalkar. Güzel ahlakın getirdiği bu davranışları hiçbir karşılık beklemeden yaşayanlar, yalnızca Allah’tan korkan ve tüm yaptıklarının hesabını ahirette vereceklerini bilen inançlı insanlardır.
Merhamet, sevgi ve fedakarlık üzerine kurulan, Kuran ahlakına dayalı aile yapıları bir toplumun geleceği ve huzuru açısından son derece hayati önem taşır. Ama bu değerlerin ortadan kalktığı dinsiz ortamlarda, toplumun temel direği olan aile yapısı bozulduğundan toplum yapısı da bozulur.
Ancak Kuran’ı rehber edinmekle elde edilen bu huzurlu ortamları oluşturmak ancak insanların Allah inancı ve korkusuyla mümkün olabilir. Bunlar kesin olan APAÇIK gerçeklerdir.
Dinsizliğin hakim olduğu toplumlarda sosyal anarşi meydana gelir. Zengin fakiri ezer, fakirler de onlara kinlenir, patron işçiye, işçi de patrona karşı anlayışsız ve saldırgan bir tutum izler. İhtiyaç içinde olan insanlara merhamet değil tam tersine kızgınlık duyulur. Baba çocuğuna çocuk da babasına karşı saldırgan bir tavır içine girer.
Gazetelerde bir gün bile eksilmeyen cinayet ve intihar haberlerinin kaynağını hep dinsizlik oluşturmaktadır. Sadece öfkelendiği, kin güttüğü ya da o kişinin ölümünden bir çıkar elde edebileceği için gözünü bile kırpmadan soğukkanlılıkla adam öldüren bir insan ahirette bu yaptıklarının hesabını vereceğini düşünmemektedir elbette. Allah’tan korkup sakınmayan bir insanın rahatlıkla işleyeceği bu suçlar, tüm toplumun düzenini bozacak, huzuru yok edecek davranışlardır.
Böyle toplumlarda yardımlaşma, cömertlik gibi kavramlar yok olmuştur. İnsanlar birbirlerini kollamaz, sağlıklarını, rahatlarını asla düşünmez, insanlara dokunabilecek zararları engelleme yoluna hiç gitmezler. Örneğin yolda rahatsızlanıp yere düşen bir insana gereken ilgi gösterilmez, insanlar kendi başlarının çaresine bakmaya bırakılırlar. Herkes birbirinden maksimum faydalanmaya bakar, bu yüzden birbirlerini "dolandırmaktan" çekinmezler. Benzinci benzine su katar, market süresi dolmuş bir ürünü vermekten kaçınmaz… Verilen hizmetler de hep sınırlıdır, doktor ancak çok iyi bir müşteriyse gereken ihtimamı gösterir, ancak iyi para kazanacağını düşünürse iyi hizmet verir. Sonuç olarak bu insanların çoğu sadece dünyevi bir menfaat söz konusuysa birtakım fedakarlıklara katla