BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN İLK HAYATINDAKİ TALEBELERİNDEN
MOLLA HAMİD EKİNCİ
Hâtıralar
MOLLA HAMİD EKİNCİ
Hâtıralar
1- Üstadımız bir gün Van'da teyzemgilin dükkânında oturmuştu. Külâhını masanın üzerine koyarak elini üstüne vurdu ve külâha hitaben. "Sen bana kaç bin liraya mal oldun?" dedi. Ben de, "Üstadım, senin her şeyin böyle pahalı mı olur? Bu külâh on beş kuruşluk bir şeydir." dedim. Bunun üzerine Üstadımız dedi ki: "Ruslar benim kıyafetimi hiç sevmezlerdi. Bu kilâhımı da çıkarmamı isterlerdi. "Sen bunları çıkar at! Sana elbise verelim, onları giy. Sana maaş bağlayalım." derlerdi. Ben onlara, "Sizin maaşınızla kıyafetimi değiştirmem." dedim. Şimdi, hesab edelim, üç sene kadar esarette kaldım. Bağlıyacakları banknot üzerinden hesab et, kaç lira tutar? Ona göre kıyafetimin kıymetini anla!" dedi.
2- Üstadımız anlattı: "Ruslar dömuzları fırınlara canlı canlı atarlar ve pişirirlerdi. Sonra, o fırınlarda ekmek yapıyorlardı. Böylece domuz yağı ekmeklere de karışırdı, necis oluyordu. Onun için ekmek yemiyordum. Ben ayrıca un alıyordum veya buğday alıp el değirmeni ile öğütüp kendim saçta ekmek yapardım. Yumurta veya patates alıp pişirirdim. Benim bu hâlimi gören Ruslar, "Delidir!" diyorlardı.
3- Üstadımız, eski Van Müftüsü Ömer Efendiye, (Esaret hayatı ve oradan nasıl kurtulduğu hakkında) bazı şeyler anlatmış. Ben de, aklımda kaldığı kadarı ile size söyleyeceğim: "Rusya'da iken bazan kimsesiz yerlerde dolaşırdım. Düşünüyordum, "Ben bunların arasında ölsem, beni bir müslüman bulur mu? Nasıl kaldırırlar, bu gâvurlar? Y a Rabbi, sen bilirsin, bana bir kapı aç!" diye düşüne düşüne kaldığım yere geliyordum. Üç dört merkebin önünde Arab kıyafetli, entarili birisi, yanımdan geçerken bana, "Esselâmü Aleyküm. Seni buradan çıkarsam, Türkiye'ye gider misin?" dedi. Ben, "Giderim, fakat buradan nasıl çıkacağız?" dedim. Dıyar-ı Bekir kal'ası gib, etrafı kapalı ve dört kapısı bulunan bir yerde bulunuyordum. Kapılarda bizim resimlerimiz bulunuyordu. "Nöbetçiler bizi tanırlar. Nasıl geçerim? dedim. O şahıs, "Sen benim zebunumu giy, merkebleri sür. Sen ilerden git. Ben sana yetişirim." dedi. "Bu adam boş adama benzemiyor." dedim, kendi kendime. Onun elbiselerini giydim, merkebleri sürüp gittim. Kapıdan geçtim. Nöbetçi bir şey demedi. Kapıdan çıkınca, ekmek hâtırıma geldi. "Ben ne yapacağım?"diye düşündüm. Baktım torbada, aynı benim ekmeğim gibi dört beş ekmek var. O şahısla 24 saat beraber gittik. Benim ayaklarım şişmişti. O, "Ben buradan ayrılıyorum, seninle gelemem. İlerde Çerkez'ler var. Onlar senin dilini bilirler." dedi ve ayrıldı. Ben düşündüm, "Doğru yoldan gitsem, Ruslar, Ermeniler var. Onların dilini bilmem, beni geri çevirirler." Ayrıca ince bir yol vardı. Onu takib edip, akşama kadar gittim. Yol bir dağa çıktı. Orada yol filan yoktu, şaşırdım. Baktım o dağda bir inek var. "Onu sürersem bir şenliğe rastlarım." deyip ineği sürdüm. İnek bir mağaranın önüne geldi ve orada durdu. "Bre hayvan, sen burada neye durursun?" diye düşünürken baktım mağaradan bir pîr-i fânî-i âbid çıktı. Beni ismen, cismen biliyordu. Bana, "Hoş geldin. Ehlen ve sehlen." dedi. Beni içeriye aldı. "Benim ekmeğim filan yok! Bu ineği kış yaz sütünü sağar içerim." dedi. Bana süt sağıp getirdi.
Daha böyle lezzetli süt içmemiştim. O gece orada kaldım. Bana dedi ki: "Sen Türkiyeye gidesin. Türk kardaşlarıma çok selâm et. Başlarında çok musibetler var, felâketler var. Üç şeye riâyet etsinler: Biri Kur'an dersine, Biri, Ezân-ı Muhammediyi dâima yüksek sesle okumaya, Biri de cemaatden ayrılmasınlar." dedi. (Rusya seyahat hikâyesi burada bitti.)
4- Deminki nasihatler için Üstadımız yanına gelen köylülere, ziyaretçilere dâima diyordu: "Köyünüzde hoca var mı? Kimdir, ne dersi okutuyor? Caminiz var mı?" "Hocamız yok, camimiz yok!" derlerse, onlara kızardı."Eviniz harab olsun! Camisiz, hocasız yerde nasıl duruyorsunuz?" diye hiddet ederdi.
5- Müftü Ömer Efendi bir gün Üstada sordu: "Böyle bir çok yerleri gezdin, dolaştın. Şam'a gittin. Neden Hicaza da gidip üzerindeki farzı kaldırmadın?" Bu suale ilk seferde cevab vermemişti, sözü karıştırmıştı. Fakat Ömer Efendi tekrar sorunca: "İnsan günde beş def'a Huzur-u Beyt'e durmazsa, senede bir def'a veya ömründe bir kaç def'a gitse ne feyiz alabilecek?" dedi, ben buna şahidim. Bize de tavsiye etti: "Teveccehtü ilâ Beytik-eş Şerif" demeyince niyet getirmeyin." Dedi. Merhum Bayram Ağabey çıkarmış!