Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh" hacda iken, hâcılar Minada kurban kesiyorlardı. “Bizim de kurban kesmemiz lâzım. Fakat biz oğlumuzu kurban edeceğiz,” buyurdu. Talebeleri bu sözde bir hikmet vardır diyerek, o günün târîhini kaydettiler. Hacdan sonra Buhârâya döndüklerinde, Behâeddîn-i Buhârî’nin "kuddise sirruh" o sözü söylediği gün, oğlunun vefât ettiğini öğrendiler. Oğlunun vefâtı üzerine buyurdu ki: Allahü teâlâ’nın ihsânı ile oğlumun vefât etmesi husûsunda da, Resûlullah efendimize "aleyhissalâtü vesselâm" uymuş oldum. Çünkü Peygamberimizin de oğlu vefât etti. Resûlullah’ın başından geçen işlerin hepsi benim başımdan da geçti. Yapmış olduğu her işle amel ettim. Hiçbir sünneti terk etmedim. Hepsini yerine getirdim ve netîcesini buldum.
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri hacda iken, Kâ’beyi tavâf sırasında, ak sakallı bir ihtiyârın, Kâ’benin örtüsüne sarılarak ağladığını ve göz yaşları ile orayı ıslattığını gördü. İmrenilecek bir hâlde olan ihtiyârın, bir de kalbine teveccüh etti. Keşfiyle gördü ki, ihtiyârın kalbi tamâmen dünyâlık şeylerle meşgûldür. Minâ pazarında ise genç bir tüccar gördü. Bu genç tüccar, aşağı yukarı elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu. Görünüşte tamâmen dünyâya dalmış gözüken gencin kalbine teveccüh ettiğinde, kalbini hep Allahü teâlâ’yı zikr etmekle meşgûl bir hâlde gördü.
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh", asrının en meşhûr âlimi ve mürşid-i kâmili idi. Tasavvufta en yüksek dereceye ulaşmıştı. Yıllarca insanların hidâyete, kurtuluşa, doğru yola kavuşmasına sebep olmuş, nice gönüller onun feyizleriyle nûrlanmıştır.
Alâüddîn-i Attâr hazretleri "kuddise sirruh" şöyle anlatmıştır: Hâce Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin vefâtı sırasında, Yâsîn-i şerîfi okuyorduk. O da bizimle okuyordu. Yarısına gelince, nûrlar gözükmeye başladı. Kelime-i tevhîdi söyleyerek son nefeslerini verdiler. Kasır-ı Ârifânda toprağa verildi. Talebeleri, üzerine güzel bir türbe yaptırdılar. Dahâ sonra türbenin yanına genişçe bir mescit inşâ edildi. Gelen pâdişâhlar o mescit için vakıflar kurdular. Oranın bakımını yapmak, şânını, şerefini duyurmak için çok itinâ gösterdiler. Bu muhabbet günümüze kadar devâm etmiştir. Temiz rûhu vesîle edilerek Allahü teâlâ’dan yardım istenmektedir. Eşiğinin toprağı gözlere sürme gibidir. Dar zamânlarda onun kapısına sığınılır.
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri hacda iken, Kâ’beyi tavâf sırasında, ak sakallı bir ihtiyârın, Kâ’benin örtüsüne sarılarak ağladığını ve göz yaşları ile orayı ıslattığını gördü. İmrenilecek bir hâlde olan ihtiyârın, bir de kalbine teveccüh etti. Keşfiyle gördü ki, ihtiyârın kalbi tamâmen dünyâlık şeylerle meşgûldür. Minâ pazarında ise genç bir tüccar gördü. Bu genç tüccar, aşağı yukarı elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu. Görünüşte tamâmen dünyâya dalmış gözüken gencin kalbine teveccüh ettiğinde, kalbini hep Allahü teâlâ’yı zikr etmekle meşgûl bir hâlde gördü.
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh", asrının en meşhûr âlimi ve mürşid-i kâmili idi. Tasavvufta en yüksek dereceye ulaşmıştı. Yıllarca insanların hidâyete, kurtuluşa, doğru yola kavuşmasına sebep olmuş, nice gönüller onun feyizleriyle nûrlanmıştır.
Alâüddîn-i Attâr hazretleri "kuddise sirruh" şöyle anlatmıştır: Hâce Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin vefâtı sırasında, Yâsîn-i şerîfi okuyorduk. O da bizimle okuyordu. Yarısına gelince, nûrlar gözükmeye başladı. Kelime-i tevhîdi söyleyerek son nefeslerini verdiler. Kasır-ı Ârifânda toprağa verildi. Talebeleri, üzerine güzel bir türbe yaptırdılar. Dahâ sonra türbenin yanına genişçe bir mescit inşâ edildi. Gelen pâdişâhlar o mescit için vakıflar kurdular. Oranın bakımını yapmak, şânını, şerefini duyurmak için çok itinâ gösterdiler. Bu muhabbet günümüze kadar devâm etmiştir. Temiz rûhu vesîle edilerek Allahü teâlâ’dan yardım istenmektedir. Eşiğinin toprağı gözlere sürme gibidir. Dar zamânlarda onun kapısına sığınılır.