Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şâh-ı Nakşibend Behaeddîn-i Buhârî "rahmetullahi aleyh" hazretleri (1 Kullanıcı)

gamzeli73

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
103
Tepki puanı
1
Puanları
0
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh" hacda iken, hâcılar Minada kurban kesiyorlardı. “Bizim de kurban kesmemiz lâzım. Fakat biz oğlumuzu kurban edeceğiz,” buyurdu. Talebeleri bu sözde bir hikmet vardır diyerek, o günün târîhini kaydettiler. Hacdan sonra Buhârâya döndüklerinde, Behâeddîn-i Buhârî’nin "kuddise sirruh" o sözü söylediği gün, oğlunun vefât ettiğini öğrendiler. Oğlunun vefâtı üzerine buyurdu ki: Allahü teâlâ’nın ihsânı ile oğlumun vefât etmesi husûsunda da, Resûlullah efendimize "aleyhissalâtü vesselâm" uymuş oldum. Çünkü Peygamberimizin de oğlu vefât etti. Resûlullah’ın başından geçen işlerin hepsi benim başımdan da geçti. Yapmış olduğu her işle amel ettim. Hiçbir sünneti terk etmedim. Hepsini yerine getirdim ve netîcesini buldum.

Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri hacda iken, Kâ’beyi tavâf sırasında, ak sakallı bir ihtiyârın, Kâ’benin örtüsüne sarılarak ağladığını ve göz yaşları ile orayı ıslattığını gördü. İmrenilecek bir hâlde olan ihtiyârın, bir de kalbine teveccüh etti. Keşfiyle gördü ki, ihtiyârın kalbi tamâmen dünyâlık şeylerle meşgûldür. Minâ pazarında ise genç bir tüccar gördü. Bu genç tüccar, aşağı yukarı elli bin altın değerinde alış veriş yapıyordu. Görünüşte tamâmen dünyâya dalmış gözüken gencin kalbine teveccüh ettiğinde, kalbini hep Allahü teâlâ’yı zikr etmekle meşgûl bir hâlde gördü.

Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh", asrının en meşhûr âlimi ve mürşid-i kâmili idi. Tasavvufta en yüksek dereceye ulaşmıştı. Yıllarca insanların hidâyete, kurtuluşa, doğru yola kavuşmasına sebep olmuş, nice gönüller onun feyizleriyle nûrlanmıştır.

Alâüddîn-i Attâr hazretleri "kuddise sirruh" şöyle anlatmıştır: Hâce Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin vefâtı sırasında, Yâsîn-i şerîfi okuyorduk. O da bizimle okuyordu. Yarısına gelince, nûrlar gözükmeye başladı. Kelime-i tevhîdi söyleyerek son nefeslerini verdiler. Kasır-ı Ârifânda toprağa verildi. Talebeleri, üzerine güzel bir türbe yaptırdılar. Dahâ sonra türbenin yanına genişçe bir mescit inşâ edildi. Gelen pâdişâhlar o mescit için vakıflar kurdular. Oranın bakımını yapmak, şânını, şerefini duyurmak için çok itinâ gösterdiler. Bu muhabbet günümüze kadar devâm etmiştir. Temiz rûhu vesîle edilerek Allahü teâlâ’dan yardım istenmektedir. Eşiğinin toprağı gözlere sürme gibidir. Dar zamânlarda onun kapısına sığınılır.
 

gamzeli73

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
103
Tepki puanı
1
Puanları
0
Büyük âlimlerden birisi anlatır: Gençlik zamânında, Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerini "kuddise sirruh" çok severdim. Himmetleri ile bende şaşılacak hâller meydâna geldi. Bana dâimâ; “Beni hâtırından çıkarma!” derdi. Ben de dâimâ onları düşünür, hâtırlardım. Bu hâl üzere iken babam hacca gitti. Beni de berâberinde götürdü. Giderken Hirat şehrine uğradık. Hirat şehrini seyrederken, Hâce hazretlerini unuttum. Bağlılık hâtırımdan çıktı. O anda bendeki hâller gitti. Sonra İsfehâna gittim. Orada bir büyük âlim var idi. Bütün İsfehânlılar ondan himmet ve duâ isterlerdi. O zâtdan çok kerâmetler meydâna gelmişti. Babam beni alıp, o zâtın huzûruna getirdi. Benim için ondan himmet istedi. Fakat ben, Hâce hazretlerinden çok korktuğumdan, o zâtın huzûrundan dışarı çıktım. Sonra Mekke-i mükeremeye vardık. Beytullahı ziyâret ettik. Dönüşte, Hâce hazretlerinin ziyâreti ile şereflendiğim zamân, onu unuttuğum için çok çekiniyordum. Korktuğumu anlayıp; “Korkma, biz kusûru afv ederiz. Sen benim oğlumsun. Benim oğullarıma kimsenin tasarruf etmeye haddi yoktur,” buyurup, latîfe yollu; “Hirata gidince niçin beni unuttun?” buyurup, “Unutmak katiyen dostluğa sığmaz,” mısrâını okudular.”

Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî "kuddise sirruh", Tûs şehrine gidip, birkaç gün kaldı. Bir gün talebe ve ahbâbıyla Şeyh Mâşuk-ı Tûsînin kabrini ziyârete gittiler. Mezârın yanına gelince: “Esselâmü aleyke, yâ Mâşuk-ı Tûsî, nasılsın, iyimisin?” buyurdu. Kabrden; “Ve aleykesselâm. İyiyim, çok râhatım,” diye bir ses geldi. Yanındakilerin hepsi, bu cevabı duydular. Orada bulunanlardan biri, Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin büyüklüğüne inanmazdı. Bu kerâmeti görünce, tövbe etti. Bundan sonra talebelerinden ve sevdiklerinden oldu.

Talebesinden biri şöyle anlatmıştır: Kasır-ı Ârifânda bir bostân ektim. Sulama vakti geldi. Fakat sular kesildiğinden, bostânı sulayamadım. Hâce hazretleri o günlerde bostânıma geldi ve buyurdu ki: “Bostânın sulama zamânı geldi.” Ben de; “Sulama vakti geldi ama, sular kesildi,” dedim. Hâce hazretleri buyurdu ki: “Yer ve gökleri yaratan, sana su vermeğe kâdirdir. Sen su yollarını aç.” Acele ile su yollarını açtım. O gece sabâh oluncaya kadar suyu bekledim. Sabâh vaktinde su geldi. Bostânı suladım. Hattâ bir miktâr soğan ve sarımsak var idi. Onları da suladım. Sonra su kesildi. Dağlara yağmur mu yağdı diye düşündüm. Gittim, ırmak tarafına su akıyor mu diye baktım. Asla sudan bir iz göremedim. Acabâ bu su nereden geldi, diye şaştım kaldım. Sonra Hâce hazretlerinin ziyâretine gittim. “Bostânı suladın mı?” buyurdu. “Evet, suladım,” dedim. “Su kesildikten sonra ne yaptın?” buyurdu. “Irmağa gittim ve hiç su görmedim. Şaştım kaldım. Suyun nereden geldiğini anlayamadım,” dedim. Hâce hazretleri; “Bunu sen gördün, kimseye söyleme,” buyurdu.
 

haya87

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Şub 2009
Mesajlar
234
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Şâh-ı Nakşibend Behaeddîn-i Buhârî "rahmetullahi aleyh" hazretleri
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh", bir defasında, Buhârâda Gülâbâd mahallesinde bir dostunun evinde, talebeleri ile sohbet ediyordu. Talebelerinden Molla Necmeddîne dönüp; ”Sana ne söylersem, sözümü tutup söylediğimi yapar mısın?“ dedi. Molla Necmeddîn, ”Elbette yaparım efendim,” dedi. ”Eğer bir günâh işlemeni söylesem yapar mısın? Meselâ hırsızlık yap desem yapar mısın?“ dedi. Bunun üzerine Molla Necmeddîn; ”Mâzur görünüz efendim, hırsızlık yapamam,” dedi. “Mâdem ki bu husustaki isteğimizi kabûl etmiyorsun, meclismizi terk et!” buyurdu. Molla Necmeddîn bunu duyunca, dehşet içinde kalıp, olduğu yere düştü ve bayıldı. Orada bulunanlar Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine yalvarıp, onun afv edilmesini istediler. Kabûl edip afv etti. Molla Necmeddîn de kendine gelip kalktı. Bundan sonra hep berâber o evden dışarı çıktılar. Semerkand Vâdisi denilen tarafa doğru gittiler. Behâeddîn-i Buhârî hazretleri yolda giderlerken, bir ev duvarı gösterip, talebelerine dedi ki: Bu duvarı delin. Evin içinde falan yerde bir çuval kumaş vardır. Onu alıp getirin. Talebeleri bu emre uyup, duvarı yardılar. Kumaş dolu çuvalı buldular ve çıkarıp getirdiler. Sonra bir köşeye çekilip bir müddet oturdular. Bu sırada bir köpek sesi işitildi. Behâeddîn-i Buhârî hazretleri, talebesi Molla Necmeddîne; “Bir arkadaşınla gidip, evin etrâfına bakın, ne vardır,” dedi. Gidip baktılar ki, eve hırsızlar gelmiş, başka bir duvarı yarıp, evde ne varsa almışlar. Gidip bu durumu Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine haber verdiler. Talebeler bu hâle şaştılar. Sonra tekrâr talebeleri ile birlikte önceki misâfir oldukları eve döndüler. Sabâhleyin, gece o evden aldırdığı kumaş dolu çuvalı sahibine gönderdi. Talebelerine; “Gece buradan geçerken, bu malınızı alarak hırsızların çalmasına mâni’ olduk, bu malınızı hırsızlardan kurtardık,” demelerini tembih etti. Onlar da götürüp sahibine teslîm ederek durumu anlattılar. Behâeddîn-i Buhârî, bundan sonra talebesi Molla Necmeddîne dönüp; “Eğer sen emrimize uyup da bu hizmeti yapsaydın, sana çok sırlar açılacak ve çok şey kazanacaktın. Neyleyelim ki, nasibin yokmuş,” dedi. Molla Necmeddîn ise, yaptığına çok pişmân olup, yanıp yakındı.

Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî “kaddesallahü sirrehül’azîz”, Allahü teâlâ’nın kullarına şefkat ve acımasının çokluğundan, on iki gün başını secdeye koyup, Allahü teâlâ’dan, kolay ilerlenen, kolay ele geçen ve elbette kavuşturucu olan bir yol istedi. Duâsı kabûl edildi. Bu yol; yemekte, içmekte, giyimde, oturmakta ve âdetlerde orta derecede olmaktır. Kalbi çeşitli düşüncelerden korumaktır. Her ân güzel ahlâkla ahlâklanmaktır.

Buyurdular ki;

Yolun esâsı, kalbe teveccühtür. Kalp ile de, Allahü teâlâ’ya teveccühtür. Kalp ile çok zikr etmektir. Farz ve sünnetleri edâ etmektir. Yemek, içmek, giymek ve oturmakta, işlerde ve âdetlerde orta derecede olmaktır. Kalbi kötü düşüncelerden, vesveseden korumaktır. Kendisine rehber olan âlimin sohbetini ganîmet bilmektir. Hocasının huzûrunda iken ve uzakta iken edebe uymaktır. Bu yoldan maksat ve ele geçen şey; Allahü teâlâ’nın devâmlı huzûrunda olmaktır. Eshâb-ı kirâm zamânında buna “ihsân” denilmişti. Bu yolda ilerleme esnâsında; nefsin arzûlarını yok etmek, nûrlara ve hâllere gömülmek, fenâ ve bekâ makâmlarına ulaşmak, üstün ahlâk ile ahlâklanmak gibi on makâm ele geçer.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt