Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Eyyub Aleyhisselâm geniş servete sahip bulunuyordu. Evlatları, pek çok malı-mülkü, arazisi, bağ ve bahçeleri, her türlü hayvanlardan sürüleri vardı. Allah-u Teâlâ önce onu bu bol lütuflarla, zenginlik ve rahatlıkla, sıhhat ve âfiyetle imtihan etti.
O ise bunların hiçbirine aldanmadı, bir an bile gaflete dalmadı, zikrine ve şükrüne bütün ihlâsı ile devam etti. Dünyalık onu şaşırtmıyor, kulluğunu yapmaya, insanları Allah yoluna dâvet etmeye mâni olmuyordu.
Daha sonra Allah-u Teâlâ onu ibtilâ ve musibetlere karşı sabır ve teslimiyette insanlara numune olarak göstermek üzere, büyük bir imtihana tâbi tuttu. Ona bahşettiği maddi imkânların hepsini geri aldı.
Bütün serveti, malı-mülkü sonuncusuna varıncaya kadar elinden çıktı, çocukları öldü. Kendisi de şiddetli bir hastalığa yakalandı, vücud-u nebevîlerini ıstırap verici bir hastalık sardı.
Şu muhakkak ki onun bu hastalığı insanlara nefret verecek, çirkin görünüş verecek bir hastalık değildi. Zira peygamberler o gibi nefret verici hastalıklardan korunmuşlardır.
İlahî takdirin bir cilvesi olarak bir takım musibetler ardarda gelmeye devam ediyordu. Hanımının dışında akraba ve dostları kendisinden yüz çevirdi, yanına kimse uğramaz oldu.
Vaktiyle bir ev halkı gibi geçindirdiği kimseler, kendisini tanımaz oldu, bütün hakları inkâr edildi. Aradan seneler geçmiş, hastalığı uzadıkça uzamıştı. O ise Allah için sabrediyor, sabah-akşam, gece-gündüz Mevlâ’yı zikrediyor, O’na hamd-ü senâda bulunmaktan ayrılmıyor, ibadetlerini hiç aksatmıyordu. Bu durumu gören şeytan, onu bu kulluk makamından düşürmek ve imtihanı kaybettirmek için var gücü ile musallat oldu.
Derdin de devânın da aynı kaynaktan geldiğini çok iyi bilen Eyyub Aleyhisselâm ise; Allah-u Teâlâ’nın kendisini yalnız bırakmayacağına, güzel bir sabır bahşedeceğine dair bir inançla Zât-ı Bâri’ye sığındı, şeytanı şikâyette bir mahzur görmedi.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Kulumuz Eyyub’u da an!
O Rabbine ’Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi.’diye nidâ etmişti.” (Sâd: 41)
Eyyub Aleyhisselâm mal ve servetini kaybetmiş olmaktan, bütün yakınlarının kendisinden yüz çevirmesinden, böyle acılı bir hastalığa yakalanmış olmaktan daha çok, şeytanın kendisine durmadan vesvese yoluyla eziyet etmesinden ve yorgun düşürmesinden yakınıyordu.
Hanımı da dahil olmak üzere, kendisine vefâkârlığını devam ettiren dostlarına da şeytan türlü türlü vesveseler vermekten geri kalmıyordu. Şeytanın tahriklerine aldanan bazı kimseler: “Eğer Allah Eyyub’u sevseydi onu mihnetlere mübtelâ etmezdi.” diyorlardı. Bazıları ise:
“Allah Eyyub’da bir hayır görseydi, bu musibet ona erişmezdi.” diyordu. “Bu kadar senedir sıkıntı içinde yaşıyor, Allah ona acımıyor, kimbilir ne günah işledi ki kendisinden bu ibtilâyı kaldırmıyor?” diyenler de vardı. O ise bütün bunları işitiyor, işittiklerini içine atıyor, hiçbir zaman ümidini kesmiyor, halkı yine vahdaniyete çağırmaya devam ediyordu.
Allah-u Teâlâ onun iyi bir kul oluşu, Hakk’a yönelip boyun eğmesi sebebiyle Âyet-i kerime’sinde meth-ü senâ etmiştir:
“Doğrusu biz onu çok sabırlı bulmuştuk. O ne iyi kul idi! Daima Allah’a yönelirdi.” (Sâd: 44)
Sabır çağlayanı Eyyub Aleyhisselâm, başına gelen bütün bu musibetlere biiznillâh-i Teâlâ sabır ve tahammül gösterdi, ibtilâları görmüyordu bile, çok ıstıraplı günler geçirmesine rağmen, halinden hiçbir zaman şikâyet etmedi. İtimadını hiçbir zaman sarsmadı. Takdirine rızâ ile boyun eğdi. Sabrını Mevlâ’sına sığınmakta buldu, “Allah’ım! Sen aldın sen verdin!” buyururdu.
Bütün olanlar sadece sabrını, ümidini, hamdini ve şükrünü artırdı. Hiçbir ibtilâ ve sıkıntı onu bir an bile Mevlâ’sından alıkoymadığı gibi, bilhassa yaklaştırdı. Nihayet takdir edilen süre tamamlanınca, tam bir teslimiyet ve merbudiyetle ilk ve son olarak naz ile niyaz etti:
“Bana bir dert gelip çattı. Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (Enbiyâ: 83)
Böyle bir itimat, böyle bir yöneliş içinde iken, merhametlilerin en merhametlisi olan Cenâb-ı Hakk Eyyub’unun duâsına icabet buyurdu, çilesine son verdi, imtihanını nihayete erdirdi. Ona kendi katından şifâların en güzeli ile şifa vermeyi murad edince, önce zâhiri sebepleri harekete geçirdi ve:
“Ayağını yere vur!” buyurdu. (Sâd: 42)
Artık vaktin saatin geldiğini anlayan Eyyub Aleyhisselâm, kemâl-i teeddüble ayağını yere vurdu, yerden su kaynayıp akmaya başladı.
Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu:
“İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su!” (Sâd: 42)
Yerden fışkıran bu şifalı soğuk su ile hem yıkandı hem de kana kana içti. Bir mucize olarak iç ve dış hastalıklarının hepsinden derhal şifâya ve âfiyete kavuştu, yorgunluğu dinlendi, yüreği soğudu, sapasağlam olarak ayağa kalktı.
Eskisinden daha sıhhatli ve kuvvetli, önce olduğundan daha güzel ve daha üstün oldu. İlk anda karısı bile neredeyse onu tanıyamayacaktı, gülümseyince ancak tanıyabildi.
Sabrın ne güzel neticelere vesile olduğuna dair Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Biz de onun bu niyazını kabul etmiş, uğradığı sıkıntıyı kaldırmış, tarafımızdan bir rahmet ve KULLUK EDENLER için bir hatıra olmak üzere ona hem ailesini hem de kaybettikleriyle beraber bir mislini daha vermiştik.” (Enbiyâ: 84)
İşte Hakk’a gönülden bağlı olanların mükâfatı budur.
O ise bunların hiçbirine aldanmadı, bir an bile gaflete dalmadı, zikrine ve şükrüne bütün ihlâsı ile devam etti. Dünyalık onu şaşırtmıyor, kulluğunu yapmaya, insanları Allah yoluna dâvet etmeye mâni olmuyordu.
Daha sonra Allah-u Teâlâ onu ibtilâ ve musibetlere karşı sabır ve teslimiyette insanlara numune olarak göstermek üzere, büyük bir imtihana tâbi tuttu. Ona bahşettiği maddi imkânların hepsini geri aldı.
Bütün serveti, malı-mülkü sonuncusuna varıncaya kadar elinden çıktı, çocukları öldü. Kendisi de şiddetli bir hastalığa yakalandı, vücud-u nebevîlerini ıstırap verici bir hastalık sardı.
Şu muhakkak ki onun bu hastalığı insanlara nefret verecek, çirkin görünüş verecek bir hastalık değildi. Zira peygamberler o gibi nefret verici hastalıklardan korunmuşlardır.
İlahî takdirin bir cilvesi olarak bir takım musibetler ardarda gelmeye devam ediyordu. Hanımının dışında akraba ve dostları kendisinden yüz çevirdi, yanına kimse uğramaz oldu.
Vaktiyle bir ev halkı gibi geçindirdiği kimseler, kendisini tanımaz oldu, bütün hakları inkâr edildi. Aradan seneler geçmiş, hastalığı uzadıkça uzamıştı. O ise Allah için sabrediyor, sabah-akşam, gece-gündüz Mevlâ’yı zikrediyor, O’na hamd-ü senâda bulunmaktan ayrılmıyor, ibadetlerini hiç aksatmıyordu. Bu durumu gören şeytan, onu bu kulluk makamından düşürmek ve imtihanı kaybettirmek için var gücü ile musallat oldu.
Derdin de devânın da aynı kaynaktan geldiğini çok iyi bilen Eyyub Aleyhisselâm ise; Allah-u Teâlâ’nın kendisini yalnız bırakmayacağına, güzel bir sabır bahşedeceğine dair bir inançla Zât-ı Bâri’ye sığındı, şeytanı şikâyette bir mahzur görmedi.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Kulumuz Eyyub’u da an!
O Rabbine ’Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi.’diye nidâ etmişti.” (Sâd: 41)
Eyyub Aleyhisselâm mal ve servetini kaybetmiş olmaktan, bütün yakınlarının kendisinden yüz çevirmesinden, böyle acılı bir hastalığa yakalanmış olmaktan daha çok, şeytanın kendisine durmadan vesvese yoluyla eziyet etmesinden ve yorgun düşürmesinden yakınıyordu.
Hanımı da dahil olmak üzere, kendisine vefâkârlığını devam ettiren dostlarına da şeytan türlü türlü vesveseler vermekten geri kalmıyordu. Şeytanın tahriklerine aldanan bazı kimseler: “Eğer Allah Eyyub’u sevseydi onu mihnetlere mübtelâ etmezdi.” diyorlardı. Bazıları ise:
“Allah Eyyub’da bir hayır görseydi, bu musibet ona erişmezdi.” diyordu. “Bu kadar senedir sıkıntı içinde yaşıyor, Allah ona acımıyor, kimbilir ne günah işledi ki kendisinden bu ibtilâyı kaldırmıyor?” diyenler de vardı. O ise bütün bunları işitiyor, işittiklerini içine atıyor, hiçbir zaman ümidini kesmiyor, halkı yine vahdaniyete çağırmaya devam ediyordu.
Allah-u Teâlâ onun iyi bir kul oluşu, Hakk’a yönelip boyun eğmesi sebebiyle Âyet-i kerime’sinde meth-ü senâ etmiştir:
“Doğrusu biz onu çok sabırlı bulmuştuk. O ne iyi kul idi! Daima Allah’a yönelirdi.” (Sâd: 44)
Sabır çağlayanı Eyyub Aleyhisselâm, başına gelen bütün bu musibetlere biiznillâh-i Teâlâ sabır ve tahammül gösterdi, ibtilâları görmüyordu bile, çok ıstıraplı günler geçirmesine rağmen, halinden hiçbir zaman şikâyet etmedi. İtimadını hiçbir zaman sarsmadı. Takdirine rızâ ile boyun eğdi. Sabrını Mevlâ’sına sığınmakta buldu, “Allah’ım! Sen aldın sen verdin!” buyururdu.
Bütün olanlar sadece sabrını, ümidini, hamdini ve şükrünü artırdı. Hiçbir ibtilâ ve sıkıntı onu bir an bile Mevlâ’sından alıkoymadığı gibi, bilhassa yaklaştırdı. Nihayet takdir edilen süre tamamlanınca, tam bir teslimiyet ve merbudiyetle ilk ve son olarak naz ile niyaz etti:
“Bana bir dert gelip çattı. Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (Enbiyâ: 83)
Böyle bir itimat, böyle bir yöneliş içinde iken, merhametlilerin en merhametlisi olan Cenâb-ı Hakk Eyyub’unun duâsına icabet buyurdu, çilesine son verdi, imtihanını nihayete erdirdi. Ona kendi katından şifâların en güzeli ile şifa vermeyi murad edince, önce zâhiri sebepleri harekete geçirdi ve:
“Ayağını yere vur!” buyurdu. (Sâd: 42)
Artık vaktin saatin geldiğini anlayan Eyyub Aleyhisselâm, kemâl-i teeddüble ayağını yere vurdu, yerden su kaynayıp akmaya başladı.
Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu:
“İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su!” (Sâd: 42)
Yerden fışkıran bu şifalı soğuk su ile hem yıkandı hem de kana kana içti. Bir mucize olarak iç ve dış hastalıklarının hepsinden derhal şifâya ve âfiyete kavuştu, yorgunluğu dinlendi, yüreği soğudu, sapasağlam olarak ayağa kalktı.
Eskisinden daha sıhhatli ve kuvvetli, önce olduğundan daha güzel ve daha üstün oldu. İlk anda karısı bile neredeyse onu tanıyamayacaktı, gülümseyince ancak tanıyabildi.
Sabrın ne güzel neticelere vesile olduğuna dair Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Biz de onun bu niyazını kabul etmiş, uğradığı sıkıntıyı kaldırmış, tarafımızdan bir rahmet ve KULLUK EDENLER için bir hatıra olmak üzere ona hem ailesini hem de kaybettikleriyle beraber bir mislini daha vermiştik.” (Enbiyâ: 84)
İşte Hakk’a gönülden bağlı olanların mükâfatı budur.