nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Ebubekir Sıddîk (r.a) bir kuşa hitaben 'Ey kuş! Keşke senin gibi olsaydım. Beşer olarak yaratılmasaydım!' demiştir.
Ebu Zer ve Talha 'Isınlan bir ağaç olmak isterdim!' demişlerdir.
Hz. Osman 'Öldüğüm zaman dirilmemek isterdim!' demiştir. Hz. Aişe 'Unutulmuş olmayı isterdim!' demiştir.
Hz. Ömer Kur'an'dan bir ayet dinlediği zaman, korkusundan bayılarak düşerdi. Birkaç gün hastadır diye ziyaret edilirdi. Birgün yerden bir saman çöpü alarak şöyle dedi: 'Keşke ben bu çöp olsaydım. Keşke ben anılır birşey olmasaydım. Keşke ben unutulmuş olsaydım. Keşke annem beni doğurmasaydı'.
Hz. Ömer'in yanağında göz yaşlarından iki siyah iz vardı. O şöyle demiştir: 'Kim Allah'tan korkarsa öfkesini dindirmez, tüm Allah'tan ittika ederse, her istediğini yapmaz. Eğer kıyamet olma-saydı muhakkak sizin gördüğünüzün hilâfı olacaktı!'
Hz. Ömer 'Güneş durulduğu (ve ışığı söndürüldüğü) zaman' ayetini okuyup 'Defterler açıldığı zaman' (Tevkir/10) ayetine varınca bayılıp düştü. Birgün başkasının evinin yanından geçti. Ev sahibi namaz kılıyor ve Tûr suresini okuyordu. Hz. Ömer durup dinledi. Kişi 'Rabbinin azabı muhakkak vukû bulacaktır. Onu geri çevirecek hiçbirşey yoktur (Tûr/7-8) ayetine gelince, merkebinden indi, duvara yaslandı. Bir zaman durduktan sonra evine dönüp bir ay hasta yattı. Halk durmadan onu ziyaret etti ve hastalığının sonucunu bilmiyorlardı.
Hz. Ali (r.a), sabah namazından selâm vererek çıktığında üzüntüye kapılmış bir halde mübarek elini evirip çeviriyor ve şöyle diyordu 'Ben Hz. Muhammed'in ashabını gördüm. Bugün onlara benzer bir kişi görmüyorum. Onlar tozlu topraklı, benizleri sapsarı ve gözlerinin arasında keçinin dizlerinde olduğu gibi izler olduğu halde sabahlardı. Onlar bütün geceyi secde ve kıyam etmek sûretiyle Allah'ın kitabını okuyarak alın ve ayakları arasında uyuklarlardı! Sabahladıkları zaman, Allah'ı anarlar, ağaçların rüzgârlı bir günde, sağa sola eğildiği gibi uzanırlardı. Elbiselerini ıslatacak kadar gözlerinden yaşlar akardı. Yemin olsun, sanki ben şu kavmi gafil olarak gecelemiş görüyorum!'
Hz. Ali bunları söyledikten sonra kalkıp meclisten ayrıldı. Artık İbn Mülcem denilen adam tarafından vuruluncaya kadar güldüğü görülmedi.
İmrân b. Hüseyin der ki: 'İstiyordum ki bir kül olaydım. Şiddetli bir günde rüzgârlar beni saçıp savursaydı!'
Ebu Ubeyde Âmir b. Cerrah (r.a) şöyle demiştir: Bir koç olup ailemin beni kesip etimi yeyip suyumu içmelerini isterdim'.
Ali Zeynelâbidîn b. Hüseyin'in abdest aldığı zaman, beti benzi sararırdı. Ehli kendisine 'Abdest anında sende meydana gelen bu durum nedir?' diye sorunca, şöyle demiştir: 'Siz kimin huzurunda duracağımı biliyor musunuz?'
Musa b. Mes'ud der ki: 'Biz Süfyan es-Sevrî'nin yanına oturduğumuzda sanki ateş bizi çepeçevre sarmıştı. Bu da onun gözümüze görünen korku ve üzüntüsünden ileri geliyordu'.
Mudir el-Karî birgün 'İşte kitabınız! Aleyhinize konuşuyor, gerçeği söylüyor. Çünkü biz yaptıklarınızı yazıyorduk!' (Câsiye/29) ayetini okuduğunda Abdülvahid b. Zeyd bayılıncaya kadar ağladı. Ayıldığında şunları haykırdı: 'Senin izzetine yemin olsun. Gücüm yettiği müddetçe artık ebediyyen sana isyan etmeyeceğim. Bu bakımdan tevfîkinle taatin üzerinde bana yardımcı ol!'
Onun yanında bir ayet okunduğu zaman gür bir çığlık atar ve birkaç gün ne yaptığını bilmez olurdu. Hatta 'Husâm' kabilesinden bir kişi onun yanına vardı ve kendisine 'Takva sahiplerini binek üzerinde ikram ile Rahman''ın huzuruna toplayacağımız gün, mücrimleri de yaya ve susuz olarak cehenneme süreceğiz'. (Meryem/85-86) ayetini okuduğunda dedi ki: 'Ben mücrimlerde-nim, muttakîlerden değilim. Ey hafız! Bu ayeti bana ikinci bir defa okur musun?' Bunun üzerine hafız ayeti ikinci bir defa okudu. Adamdan bir çığlık koptu ve ahirete iltihak etti.
Yahya el-Bekka'nın103 yanında "Sen onların rablerine arzedildiklerini (hesaba çekildiklerini) göreydin' (En'âm/30) ayeti okunduğunda bir çığlık atarak bayıldı ve dört ay hasta yattı. Onu Basra'nın civarında yaşayanlar bile ziyarete geldiler.
Mâlik b. Dinar der ki: Ben Kâbe-i Muazzama 'yi ziyaret ederken ibadet eden bir cariye gördüm. Kâbe'nin örtüsüne sarılmış şöyle diyordu: 'Yarab! Nice şehvetler vardır ki lezzetleri gitti, mesuliyetleri kaldı. Yarab! Acaba ateşten başka senin vereceğin bir cezan yok mudur?' Bunu hem söylüyor, hem ağlıyordu. Fecir doğuncaya kadar bu hale devam etti.
Mâlik dedi ki: Bunu gördüğüm zaman elimi başıma koyup çığlık kopararak şöyle dedim: 'Ey Mâlik! Annen senin matemini tutsun! (İşte bu kadından ibret al)!'
Rivayet ediliyor ki Fudayl b. Iyaz, Arefe günü, halk dua ederken, o ciğeri yanmış ve ilk evladını kaybetmiş bir anne gibi, güneş bâtıncaya kadar ağladı. Güneş battıktan sonra sakalını tutup başını göğe kaldırdı ve şöyle dedi: 'Eğer affetmişsen de onun (kendi nefsini kastediyor) senden duyduğu mahcubiyeti ne korkunç!' Bunları söyledikten sonra halka katıldı.
İbn Abbas'a (r.a) korkanların hali sorulunca şöyle dedi: "Onların kalpleri, korkudan ötürü yaralıdır. Gözleri yaşlıdır. Onlar 'Biz nasıl sevinelim? Zira arkamızda ölüm vardır! derler. Kıyamet ise "bizim va'dolunduğumuz yerdir. Cehennem üzerinde yolumuz vardır. Rabbimiz olan Allah'ın huzurunda duracağımız yer vardır".
Hasan Basrî, katıla katıla gülen bir gencin yanından geçip onun bir kavimle beraber bir mecliste oturduğunu gördü ve şöyle dedi:
- Ey genç! Sen sırat köprüsünü geçtin mi?
- Hayır!
- Sen cennet veya cehenneme gideceğini biliyor musun?
- Hayır!
- O halde, bu gülmek nereden geliyor?
Râvî diyor ki o genç, o günden itibaren gülerken görülmedi.
Hammâd b. Abdirabbihi, oturduğu zaman bacakları üzerinde otururdu. Kendisine 'Bağdaş kurarak otursan olmaz mı?' diye soruldu. O da 'Bağdaş kurarak oturmak, Allah'ın azabından emin olanın oturuşudur. Ben ise, emin değilim! Çünkü Allah'a isyan etmişimdir' diye cevap verdi!
Ömer b. Abdülâziz 'Allah Teâlâ, bu gafleti kullarının kalbine bir rahmet-i ilâhîsi olarak bırakmıştır ki kullar, Allah'ın korkusundan ölmesinler' demiştir.
Mâlik b. Dinar derdi ki: 'Ben isterdim ki öldüğüm zaman etrafımdakilere emredeyim. Beni bağlasınlar, boynuma zincirler taksınlar. Sonra kaçan kölenin efendisine götürüldüğü gibi rabbimin huzuruna götürsünler'.
Hatem el-Esamm şöyle derdi: 'Elverişlidir diye hiçbir yere aldanma! Çünkü cennetten daha elverişli yer yoktur. Oysa Adem'in başına gelen felâket cennette geldi. İbadetin çokuğu ile aldanma! Çünkü, İblis, uzun ibadetten sonra o düçar olduğu felâkete maruz kaldı. İlminin çokluğu ile aldanma! Çünkü Bel'am b. Baura Allah'ın. İsmi azamini biliyordu. Buna rağmen neye uğradığını dikkatle izle! Salih kimseleri görerek mağrur olma. Allah katında Hz. Muhammed Mustafa'dan daha büyük dereceli bir kimse olmadığı halde, kâfir akrabalarıyla düşmanları onun mülakatından fayda görmediler'.
Sırrî es-Sakatî şöyle demiştir: 'Muhakkak ki ben, hergün burnuma birkaç defa bakıyorum. Bunu da yüzümün kararması korkusundan yapıyorum'.
Ebu Hafs dedi ki: 'Kırk seneden beri Allah Teâlâ'nın bana öfke nazarıyla baktığını düşünüyorum. Benim amellerim de buna delâlet eder'.
İbn Mübârek, birgün arkadaşlarının huzuruna çıktı ve şöyle dedi: 'Ben dün akşam Allah'a karşı cüretkârlık yaptım. Ondan cennet istedim'.
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin annesi, oğluna dedi ki:
- Ey oğul! Ben seni küçük iken de büyük iken de iyi bilirim. Sanki sen helâk edici bir yoldasın. Gördüklerimden anladığım kadarıyla bunu da gecen ve gündüzünde yapmış
olduklarından hissediyorum.
- Anneciğim! Allah Teâlâ'nın, ben günah işlerken muttali olup da benden nefret ettiğini, 'izzet ve celâlime yemin ederim seni affetmeyeceğim' dediğini işitmediğimden ben nasıl emin olabilirim?
Fudayl b. Iyaz der ki: 'Ben ne gönderilmiş bir peygamberin haline, ne de dergâh-ı izzete yakın olan bir meleğin haline ve ne de salih bir kulun haline gıpta ederim. Acaba bunlar kıyamet gününü görmeyecekler mi? Ancak ben, yaratılmamış bir kimsenin haline gıpta ediyorum'.
Rivayet ediliyor ki; Ensar-ı kiramdan bir gencin içine ateş korkusu girdi, durmadan ağlıyordu, bu durum onu evde hapsetti. Bunun üzerine, Hz. Peygamber gelip onun yanına girdi, boynuna sarıldı ve o genç o anda ölerek yere düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Arkadaşınızın cenazesini techiz edin! Ateş korkusu, onun ciğerini parçalamıştır.104
İbn Meysere105 yatağına yattığı zaman şöyle derdi: 'Keşke annem beni doğurmasaydı'.
Bunun üzerine annesi kendisine 'Ey Meysere! Allah Teâlâ sana ihsân etmiştir. Seni İslâm dinine hidayet etmiştir' dedi.
O cevap olarak 'Evet! Fakat Allah Teâlâ bize ateşe varacağımızı bildirdi! Ateşten çıkacağımızı ise bildirmedi' dedi.
Ferkad b. Yakub es-Sebhî'ye şöyle soruldu: İsrailoğulları'ndan kulağına gelen en acaip şeyi bize haber verir misin?' Cevap olarak şöyle dedi: Kulağıma geldiğine göre, 'Beyt'ulMakdis'e beşyüz bakire kız girdi. Elbiseleri yün ve mesuh idi. Onlar Allah Teâlâ'nın vereceği sevap ve cezayı müzakere ettiler ve hepsi bir günde öldüler'.
Atâ es-Sülemî korkan kullardan biriydi. Hiçbir zaman Allah'tan cenneti istemezdi. Ancak Allah'tan af isterdi. Ona, hastalığında denildi ki: 'Senin canın hiçbir şey istemiyor mu?' O dedi ki: 'Cehennem korkusu, kalbimde şehvet için yer bırakmamıştır'. Deniliyor ki: Atâ ne başını kaldırıp göğe bakmış ne de kırk sene boyunca gülmüştür. Birgün başını kaldırdı, ürktü, düştü. Karnında büyük bir kopma meydana geldi. Gecenin bir kısmında mesh olma korkusundan bedenini yokluyordu. Onlara bir rüzgâr veya bir şimşek veya bir yiyecek kıtlığı isabet ettiği zaman derdi ki: 'Bu musibet, benden dolayı, halka isabet etmiştir!'
Derdi ki: 'Eğer Atâ (yani kendisi) ölseydi halk rahata kavuşurdu'.
Atâ der ki: Utbet'ül Gulâm ile beraber yola çıktık. İçimizde ihtiyar ve gençler vardı. Bunlar yatsı abdestiyle sabah namazını kılarlardı. Uzun zaman ayakta kaldıklarından dolayı ayakları şişti. Gözleri çukurlaştı. Derileri kemiklerine yapıştı. Damarları tambur teli gibi kaldılar. Derileri kavun kabukları gibi olduğu halde sabahlarlardı. Sanki mezardan çıkmışlardı. Allah'ın itaat eden kullarına nasıl ikrâm ettiğini, âsî kullarını nasıl perişan ettiğini anlatırlardı. Yürüdükleri sırada, onlardan biri bir yerden geçerken bayılarak düştü ve arkadaşları etrafında toplanıp ağlaştılar. Şiddetli soğuğa rağmen alnından ter dökülüyordu!
Arkadaşları su getirip onun yüzünü sildiler. O, gözlerini açınca arkadaşları durumunu sordular. Dedi ki: 'Ben Allah'a fiilen isyan ettiğimi hatırladım da ondan böyle oldum!'
Salih el-Murrî der ki: Âbid kişilerden birinin yanında "Yüzleri ateşin içinde "Vah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik! Peygamber'e itaat etseydik' diyeceklerdir". (Ahzab/66)
ayetini okuduğumda o kişi bayıldı. Ayıldıktan sonra 'Ey salih! Bana biraz daha okur musun? Ben kalbimde üzüntü görüyorum' dedi. Bu dilek üzerine şu ayeti okudum:
Oradan (o) gamdan her çıkmak istediklerinde oraya geri çevrilirler ve kendilerine 'Haydi tadın yangın azabını!' denir.(Hacc/22)
Bunun üzerine ölerek yere düştü.
Zurare b. Ebî Evfa106 cemaatin önünde sabah namazınıkıldırırken 'O sûr'a üfürüldüğü zaman...' (Müddesir/8) ayetiniokurken vefat etti.
Ebu Zer ve Talha 'Isınlan bir ağaç olmak isterdim!' demişlerdir.
Hz. Osman 'Öldüğüm zaman dirilmemek isterdim!' demiştir. Hz. Aişe 'Unutulmuş olmayı isterdim!' demiştir.
Hz. Ömer Kur'an'dan bir ayet dinlediği zaman, korkusundan bayılarak düşerdi. Birkaç gün hastadır diye ziyaret edilirdi. Birgün yerden bir saman çöpü alarak şöyle dedi: 'Keşke ben bu çöp olsaydım. Keşke ben anılır birşey olmasaydım. Keşke ben unutulmuş olsaydım. Keşke annem beni doğurmasaydı'.
Hz. Ömer'in yanağında göz yaşlarından iki siyah iz vardı. O şöyle demiştir: 'Kim Allah'tan korkarsa öfkesini dindirmez, tüm Allah'tan ittika ederse, her istediğini yapmaz. Eğer kıyamet olma-saydı muhakkak sizin gördüğünüzün hilâfı olacaktı!'
Hz. Ömer 'Güneş durulduğu (ve ışığı söndürüldüğü) zaman' ayetini okuyup 'Defterler açıldığı zaman' (Tevkir/10) ayetine varınca bayılıp düştü. Birgün başkasının evinin yanından geçti. Ev sahibi namaz kılıyor ve Tûr suresini okuyordu. Hz. Ömer durup dinledi. Kişi 'Rabbinin azabı muhakkak vukû bulacaktır. Onu geri çevirecek hiçbirşey yoktur (Tûr/7-8) ayetine gelince, merkebinden indi, duvara yaslandı. Bir zaman durduktan sonra evine dönüp bir ay hasta yattı. Halk durmadan onu ziyaret etti ve hastalığının sonucunu bilmiyorlardı.
Hz. Ali (r.a), sabah namazından selâm vererek çıktığında üzüntüye kapılmış bir halde mübarek elini evirip çeviriyor ve şöyle diyordu 'Ben Hz. Muhammed'in ashabını gördüm. Bugün onlara benzer bir kişi görmüyorum. Onlar tozlu topraklı, benizleri sapsarı ve gözlerinin arasında keçinin dizlerinde olduğu gibi izler olduğu halde sabahlardı. Onlar bütün geceyi secde ve kıyam etmek sûretiyle Allah'ın kitabını okuyarak alın ve ayakları arasında uyuklarlardı! Sabahladıkları zaman, Allah'ı anarlar, ağaçların rüzgârlı bir günde, sağa sola eğildiği gibi uzanırlardı. Elbiselerini ıslatacak kadar gözlerinden yaşlar akardı. Yemin olsun, sanki ben şu kavmi gafil olarak gecelemiş görüyorum!'
Hz. Ali bunları söyledikten sonra kalkıp meclisten ayrıldı. Artık İbn Mülcem denilen adam tarafından vuruluncaya kadar güldüğü görülmedi.
İmrân b. Hüseyin der ki: 'İstiyordum ki bir kül olaydım. Şiddetli bir günde rüzgârlar beni saçıp savursaydı!'
Ebu Ubeyde Âmir b. Cerrah (r.a) şöyle demiştir: Bir koç olup ailemin beni kesip etimi yeyip suyumu içmelerini isterdim'.
Ali Zeynelâbidîn b. Hüseyin'in abdest aldığı zaman, beti benzi sararırdı. Ehli kendisine 'Abdest anında sende meydana gelen bu durum nedir?' diye sorunca, şöyle demiştir: 'Siz kimin huzurunda duracağımı biliyor musunuz?'
Musa b. Mes'ud der ki: 'Biz Süfyan es-Sevrî'nin yanına oturduğumuzda sanki ateş bizi çepeçevre sarmıştı. Bu da onun gözümüze görünen korku ve üzüntüsünden ileri geliyordu'.
Mudir el-Karî birgün 'İşte kitabınız! Aleyhinize konuşuyor, gerçeği söylüyor. Çünkü biz yaptıklarınızı yazıyorduk!' (Câsiye/29) ayetini okuduğunda Abdülvahid b. Zeyd bayılıncaya kadar ağladı. Ayıldığında şunları haykırdı: 'Senin izzetine yemin olsun. Gücüm yettiği müddetçe artık ebediyyen sana isyan etmeyeceğim. Bu bakımdan tevfîkinle taatin üzerinde bana yardımcı ol!'
Onun yanında bir ayet okunduğu zaman gür bir çığlık atar ve birkaç gün ne yaptığını bilmez olurdu. Hatta 'Husâm' kabilesinden bir kişi onun yanına vardı ve kendisine 'Takva sahiplerini binek üzerinde ikram ile Rahman''ın huzuruna toplayacağımız gün, mücrimleri de yaya ve susuz olarak cehenneme süreceğiz'. (Meryem/85-86) ayetini okuduğunda dedi ki: 'Ben mücrimlerde-nim, muttakîlerden değilim. Ey hafız! Bu ayeti bana ikinci bir defa okur musun?' Bunun üzerine hafız ayeti ikinci bir defa okudu. Adamdan bir çığlık koptu ve ahirete iltihak etti.
Yahya el-Bekka'nın103 yanında "Sen onların rablerine arzedildiklerini (hesaba çekildiklerini) göreydin' (En'âm/30) ayeti okunduğunda bir çığlık atarak bayıldı ve dört ay hasta yattı. Onu Basra'nın civarında yaşayanlar bile ziyarete geldiler.
Mâlik b. Dinar der ki: Ben Kâbe-i Muazzama 'yi ziyaret ederken ibadet eden bir cariye gördüm. Kâbe'nin örtüsüne sarılmış şöyle diyordu: 'Yarab! Nice şehvetler vardır ki lezzetleri gitti, mesuliyetleri kaldı. Yarab! Acaba ateşten başka senin vereceğin bir cezan yok mudur?' Bunu hem söylüyor, hem ağlıyordu. Fecir doğuncaya kadar bu hale devam etti.
Mâlik dedi ki: Bunu gördüğüm zaman elimi başıma koyup çığlık kopararak şöyle dedim: 'Ey Mâlik! Annen senin matemini tutsun! (İşte bu kadından ibret al)!'
Rivayet ediliyor ki Fudayl b. Iyaz, Arefe günü, halk dua ederken, o ciğeri yanmış ve ilk evladını kaybetmiş bir anne gibi, güneş bâtıncaya kadar ağladı. Güneş battıktan sonra sakalını tutup başını göğe kaldırdı ve şöyle dedi: 'Eğer affetmişsen de onun (kendi nefsini kastediyor) senden duyduğu mahcubiyeti ne korkunç!' Bunları söyledikten sonra halka katıldı.
İbn Abbas'a (r.a) korkanların hali sorulunca şöyle dedi: "Onların kalpleri, korkudan ötürü yaralıdır. Gözleri yaşlıdır. Onlar 'Biz nasıl sevinelim? Zira arkamızda ölüm vardır! derler. Kıyamet ise "bizim va'dolunduğumuz yerdir. Cehennem üzerinde yolumuz vardır. Rabbimiz olan Allah'ın huzurunda duracağımız yer vardır".
Hasan Basrî, katıla katıla gülen bir gencin yanından geçip onun bir kavimle beraber bir mecliste oturduğunu gördü ve şöyle dedi:
- Ey genç! Sen sırat köprüsünü geçtin mi?
- Hayır!
- Sen cennet veya cehenneme gideceğini biliyor musun?
- Hayır!
- O halde, bu gülmek nereden geliyor?
Râvî diyor ki o genç, o günden itibaren gülerken görülmedi.
Hammâd b. Abdirabbihi, oturduğu zaman bacakları üzerinde otururdu. Kendisine 'Bağdaş kurarak otursan olmaz mı?' diye soruldu. O da 'Bağdaş kurarak oturmak, Allah'ın azabından emin olanın oturuşudur. Ben ise, emin değilim! Çünkü Allah'a isyan etmişimdir' diye cevap verdi!
Ömer b. Abdülâziz 'Allah Teâlâ, bu gafleti kullarının kalbine bir rahmet-i ilâhîsi olarak bırakmıştır ki kullar, Allah'ın korkusundan ölmesinler' demiştir.
Mâlik b. Dinar derdi ki: 'Ben isterdim ki öldüğüm zaman etrafımdakilere emredeyim. Beni bağlasınlar, boynuma zincirler taksınlar. Sonra kaçan kölenin efendisine götürüldüğü gibi rabbimin huzuruna götürsünler'.
Hatem el-Esamm şöyle derdi: 'Elverişlidir diye hiçbir yere aldanma! Çünkü cennetten daha elverişli yer yoktur. Oysa Adem'in başına gelen felâket cennette geldi. İbadetin çokuğu ile aldanma! Çünkü, İblis, uzun ibadetten sonra o düçar olduğu felâkete maruz kaldı. İlminin çokluğu ile aldanma! Çünkü Bel'am b. Baura Allah'ın. İsmi azamini biliyordu. Buna rağmen neye uğradığını dikkatle izle! Salih kimseleri görerek mağrur olma. Allah katında Hz. Muhammed Mustafa'dan daha büyük dereceli bir kimse olmadığı halde, kâfir akrabalarıyla düşmanları onun mülakatından fayda görmediler'.
Sırrî es-Sakatî şöyle demiştir: 'Muhakkak ki ben, hergün burnuma birkaç defa bakıyorum. Bunu da yüzümün kararması korkusundan yapıyorum'.
Ebu Hafs dedi ki: 'Kırk seneden beri Allah Teâlâ'nın bana öfke nazarıyla baktığını düşünüyorum. Benim amellerim de buna delâlet eder'.
İbn Mübârek, birgün arkadaşlarının huzuruna çıktı ve şöyle dedi: 'Ben dün akşam Allah'a karşı cüretkârlık yaptım. Ondan cennet istedim'.
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin annesi, oğluna dedi ki:
- Ey oğul! Ben seni küçük iken de büyük iken de iyi bilirim. Sanki sen helâk edici bir yoldasın. Gördüklerimden anladığım kadarıyla bunu da gecen ve gündüzünde yapmış
olduklarından hissediyorum.
- Anneciğim! Allah Teâlâ'nın, ben günah işlerken muttali olup da benden nefret ettiğini, 'izzet ve celâlime yemin ederim seni affetmeyeceğim' dediğini işitmediğimden ben nasıl emin olabilirim?
Fudayl b. Iyaz der ki: 'Ben ne gönderilmiş bir peygamberin haline, ne de dergâh-ı izzete yakın olan bir meleğin haline ve ne de salih bir kulun haline gıpta ederim. Acaba bunlar kıyamet gününü görmeyecekler mi? Ancak ben, yaratılmamış bir kimsenin haline gıpta ediyorum'.
Rivayet ediliyor ki; Ensar-ı kiramdan bir gencin içine ateş korkusu girdi, durmadan ağlıyordu, bu durum onu evde hapsetti. Bunun üzerine, Hz. Peygamber gelip onun yanına girdi, boynuna sarıldı ve o genç o anda ölerek yere düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Arkadaşınızın cenazesini techiz edin! Ateş korkusu, onun ciğerini parçalamıştır.104
İbn Meysere105 yatağına yattığı zaman şöyle derdi: 'Keşke annem beni doğurmasaydı'.
Bunun üzerine annesi kendisine 'Ey Meysere! Allah Teâlâ sana ihsân etmiştir. Seni İslâm dinine hidayet etmiştir' dedi.
O cevap olarak 'Evet! Fakat Allah Teâlâ bize ateşe varacağımızı bildirdi! Ateşten çıkacağımızı ise bildirmedi' dedi.
Ferkad b. Yakub es-Sebhî'ye şöyle soruldu: İsrailoğulları'ndan kulağına gelen en acaip şeyi bize haber verir misin?' Cevap olarak şöyle dedi: Kulağıma geldiğine göre, 'Beyt'ulMakdis'e beşyüz bakire kız girdi. Elbiseleri yün ve mesuh idi. Onlar Allah Teâlâ'nın vereceği sevap ve cezayı müzakere ettiler ve hepsi bir günde öldüler'.
Atâ es-Sülemî korkan kullardan biriydi. Hiçbir zaman Allah'tan cenneti istemezdi. Ancak Allah'tan af isterdi. Ona, hastalığında denildi ki: 'Senin canın hiçbir şey istemiyor mu?' O dedi ki: 'Cehennem korkusu, kalbimde şehvet için yer bırakmamıştır'. Deniliyor ki: Atâ ne başını kaldırıp göğe bakmış ne de kırk sene boyunca gülmüştür. Birgün başını kaldırdı, ürktü, düştü. Karnında büyük bir kopma meydana geldi. Gecenin bir kısmında mesh olma korkusundan bedenini yokluyordu. Onlara bir rüzgâr veya bir şimşek veya bir yiyecek kıtlığı isabet ettiği zaman derdi ki: 'Bu musibet, benden dolayı, halka isabet etmiştir!'
Derdi ki: 'Eğer Atâ (yani kendisi) ölseydi halk rahata kavuşurdu'.
Atâ der ki: Utbet'ül Gulâm ile beraber yola çıktık. İçimizde ihtiyar ve gençler vardı. Bunlar yatsı abdestiyle sabah namazını kılarlardı. Uzun zaman ayakta kaldıklarından dolayı ayakları şişti. Gözleri çukurlaştı. Derileri kemiklerine yapıştı. Damarları tambur teli gibi kaldılar. Derileri kavun kabukları gibi olduğu halde sabahlarlardı. Sanki mezardan çıkmışlardı. Allah'ın itaat eden kullarına nasıl ikrâm ettiğini, âsî kullarını nasıl perişan ettiğini anlatırlardı. Yürüdükleri sırada, onlardan biri bir yerden geçerken bayılarak düştü ve arkadaşları etrafında toplanıp ağlaştılar. Şiddetli soğuğa rağmen alnından ter dökülüyordu!
Arkadaşları su getirip onun yüzünü sildiler. O, gözlerini açınca arkadaşları durumunu sordular. Dedi ki: 'Ben Allah'a fiilen isyan ettiğimi hatırladım da ondan böyle oldum!'
Salih el-Murrî der ki: Âbid kişilerden birinin yanında "Yüzleri ateşin içinde "Vah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik! Peygamber'e itaat etseydik' diyeceklerdir". (Ahzab/66)
ayetini okuduğumda o kişi bayıldı. Ayıldıktan sonra 'Ey salih! Bana biraz daha okur musun? Ben kalbimde üzüntü görüyorum' dedi. Bu dilek üzerine şu ayeti okudum:
Oradan (o) gamdan her çıkmak istediklerinde oraya geri çevrilirler ve kendilerine 'Haydi tadın yangın azabını!' denir.(Hacc/22)
Bunun üzerine ölerek yere düştü.
Zurare b. Ebî Evfa106 cemaatin önünde sabah namazınıkıldırırken 'O sûr'a üfürüldüğü zaman...' (Müddesir/8) ayetiniokurken vefat etti.