SABAHA UYANMAK
Sabah ezanı okunuyor. Etrafın sessizliği yankının büyümesine, çağrının en ücra yerlere kadar sokulmasına ve vaktin hissedilmesine yardımcı oluyor. Allah memleketimizi ezansız bırakmasın diye dua ediyor kimileri yataklarından doğrulurken, hiçbir ses duymadan uykunun derinliğinde geziyor kimileri, uykusunu bölen bu sese kızıyor kimi ama söylenmeye cesaret edemiyor ve kimi uyanmış, yatağında bekliyor. :A
Faruk da duydu ezanı. Şimdi artık hiç duymamış, hiç uyanmamış gibi yapmak, uykuya kaçmak olmaz. Kimi kandırıyor? Bismillah deyip kalksa, şöyle güzel bir abdest alıp şeytanı bertaraf etse, namazını kılsa. Sonra yine devam eder uykusuna kaldığı yerden. Ama kaldığı yerden devam edemiyor ki. Uykusu bölündü mü bir daha öyle kolay uykuya dalamıyor. Sonra uykusuz uykusuz işe gidecek, verimsiz olacak, oradaki insanların da hakkına girecek. Kul hakkı her şeyden önemli; namazın affı var ama kul hakkının affı yok. O insanların verdiği parayı çoluk çocuğa yediriyor. Evlatlarını hak etmediği para ile, haram lokma ile mi büyütsün? Haşa! Namaz önemli de bunlar önemli değil mi? Nice Müslüman namaz kılıyor da harama helale onun kadar dikkat etmiyor. Hak hukuk dinlemiyor. Ne oldu şimdi onların namazı, boş. Hem demiyor mu, bir mü’minin kalbini kırdıysan bu kıldığın namaz değil. Öyle insanların kıldığı namazdan ne olacak? Çok şükür kendisi o tiplerden değil. Dürüstlüğüyle, hak hukuk bilirliğiyle, çalışkanlığıyla tanınıyor çevresinde. Fakiri fukarayı da gözetiyor. Allah biliyor ya zekâtını sadakasını hiç ihmal etmiyor.
Uzaklardaki başka camilerin ezan sesi duyuluyor hafif hafif. Aslında kalkıp namazını kılması gerek. Dört rekât, ne olacak. Kısa surelerden okursa hemen biter. Gerçi diğer namazlarda da uzun sure okuduğu yok ya, sabah namazı ayrı. Uykuyla uyanıklık arası bir yerlerde kılıyor namazı çoğu kez. Çocukken annesi mutlaka kaldırırdı sabah namazına. Büyük bir sevinç ile uyanır, kendisinin de artık evin esas üyelerinden biri olduğunu düşünerek sevinir, kimsenin ilişmediği kardeşlerine acıyarak bakar, duyduğu gururu kendine saklardı. Soğuk sularla abdest alır ve üşüyen her uzvunda onu kardeşlerinden ayıran bir yön bularak namaza hazırlanırdı. Elleri, kolları, ayakları kendisinin değilmişçesine uzaklaşır, bilmediği bir yerlerde, bilmediği iklimlerde ısınır geri dönerdi. Ne kısa gelirdi sabah namazı o vakitler. Uzatmak için her rekâtta kısa surelerden birkaç tane okur, secdeleri de uzun tutarak içindeki huzuru çoğaltmaya çalışırdı :A
Babası namazdan sonra Kur’an okur; fakat sabah okula gideceği için onun okumasına izin vermezdi. Namazı kılar kılmaz yatması gerekirdi. Oysa bütün vakitlerden, o beyaz iplikle siyah ipliğin ayrıldığı nokta gibi ayrılan bu sabahlar Faruk’un gizli hazinesiydi. Herkes uyuyordu, kardeşleri, komşuları, arkadaşları… O, annesi ve babası uyanıktı. Vaktin bütün sihrini toplayıp gizlice bölüşüyor, bunu birbirlerinden dahi sır gibi saklıyor, hiç sözünü etmiyorlardı. Dile dökülmeyen, sabahın yarı karanlığında sözcüklerden saklanan bir mutluluk vardı. Neye elini atsa sabah namazıydı. Havlusu, yün çorapları, küçük seccadesi, banyonun ışığı, kardeşlerinin uyuyan yüzü, annesinin tatlı sesi, babasının kıpır kıpır dudakları… Hepsi hepsi sabah namazı demekti. Belki bu kadar çok şeye karşılık geldiği için, namazın nasıl ifade bulacağını bilmiyor; bu vaktin ellerine konan ışığından kimseye bahsetmiyordu. Vaktin hükümranlığını ele geçirmek demekti. Geceden sabaha geçişe, güneşin herkesin kolay kolay rastlayamayacağı bir salınımla gelişine, evdeki lambanın odaya dolmaya başlayan ışığın gücüyle sönmesine
erkenin bereketine vakıf olmak demekti. :A
Uyku, günün bu ıssız vaktinde kalbini hafifleten esintiye güç yetiremezdi. Yastığıyla yorganıyla, onların sıcağıyla barışık bir esintiydi bu. Çocukken ve yeni yeni yeşertirken ötelere dair duyduklarını, insan nasıl da umarsızdır dünyaya karşı. Onu dünyaya bağlayan şeylerin sayıca azlığından çok henüz kök salmamış olması şanslı kılar. Makamı mevkisi yoktur, çoluğu çocuğu, işi gücü, karısı patronu, malı mülkü yoktur. Dünya tam da layık olduğu kadar bir değere sahiptir. Bir sabah vakti, Faruk’un çocukluğu için onu namazdan alıkoyabilecek şeyler, kendisi gibi hayata uyanırcasına namaza uyanan anne babası ve sıcak yatağıdır. Dünya bu kadarcık bir dairedir. Çapı namazın yarıçapını dahi bulamaz. Şimdi öyle mi ya? Geçen yıllar dünyasını büyüttü de büyüttü. Namazı, bu büyüklük karşısında şaşkın ve güçsüz bir çocuk gibi çoğu zaman yine kendi mazisinden beslenerek hayatta kaldı. Kaç vakit, kaç namaz kaynayıp gitti gündelik telaşların ömürlük yanılgısının coğrafyasında. Namaz eski ve tanıdık bir dosttu. Onu anlardı. Hatalarını bağışlardı. Sonra dönüp dolaşıp vardığı yer yine seccadesinin yıpranmış yerlerinden çizdiği cennet haritası değil miydi? Bile bile yenilemiyordu seccadesini. Bu eskimişlikten gizli bir gurur duyuyor; fakat bu gizlilik içine sığmıyor olacak ki, dizlerini koyduğu yerlerden başlayarak ömrünün âhirete uzanan yolunu çizen seccadeyi gözler önüne sermekte sakınca görmüyordu.
Kendini yeterince emniyette hissetmediği zamanlarda, seccadesini serip üzerine oturuyor, kaç vakit namazın eserinin nefsinde iz bırakmamış olmasına içerliyordu. Hâlbuki işte seccadesi ortadaydı. Kaç defa buluşmuştu alnı meleklerin kanatlarıyla, kaç kere selam vermişti etrafındakilere, kaç kere yenilemişti bu kapıdan başka yerde huzur bulamayacağının kaçınılmaz yeminini? Kaç vakit namazı diğer vakitle kesişirken kendisi ezanları duymazlıktan gelmişti? Aklından hızla geçen surelere yetişemeyen dilini ne kadar zorlamıştı? Zaman kıymetliydi, yapılacak işler vardı, bir an önce namazı kılıp hayatın kalabalığından nasibini almalıydı. Seccadesi kıldığı ne çok namaza şahit, kılmadığı ne çoğuna hasretti. Olmuyordu. Her seferinde bundan sonra, alnını secdede aklamadan güne başlamamaya karar veriyor ve verdiğinden daha kolay şekilde alnını karartan hayatına geri dönüyordu. Allah rahman ve rahimdi. Kullar acizdi. Şeytan haindi. Nefis kaimdi. Bütün bu kuşatılmışlık içinde kaçırılan namazlar belki de affedilirdi. :A
Sabah ezanı okunuyor. Etrafın sessizliği yankının büyümesine, çağrının en ücra yerlere kadar sokulmasına ve vaktin hissedilmesine yardımcı oluyor. Allah memleketimizi ezansız bırakmasın diye dua ediyor kimileri yataklarından doğrulurken, hiçbir ses duymadan uykunun derinliğinde geziyor kimileri, uykusunu bölen bu sese kızıyor kimi ama söylenmeye cesaret edemiyor ve kimi uyanmış, yatağında bekliyor. :A
Faruk da duydu ezanı. Şimdi artık hiç duymamış, hiç uyanmamış gibi yapmak, uykuya kaçmak olmaz. Kimi kandırıyor? Bismillah deyip kalksa, şöyle güzel bir abdest alıp şeytanı bertaraf etse, namazını kılsa. Sonra yine devam eder uykusuna kaldığı yerden. Ama kaldığı yerden devam edemiyor ki. Uykusu bölündü mü bir daha öyle kolay uykuya dalamıyor. Sonra uykusuz uykusuz işe gidecek, verimsiz olacak, oradaki insanların da hakkına girecek. Kul hakkı her şeyden önemli; namazın affı var ama kul hakkının affı yok. O insanların verdiği parayı çoluk çocuğa yediriyor. Evlatlarını hak etmediği para ile, haram lokma ile mi büyütsün? Haşa! Namaz önemli de bunlar önemli değil mi? Nice Müslüman namaz kılıyor da harama helale onun kadar dikkat etmiyor. Hak hukuk dinlemiyor. Ne oldu şimdi onların namazı, boş. Hem demiyor mu, bir mü’minin kalbini kırdıysan bu kıldığın namaz değil. Öyle insanların kıldığı namazdan ne olacak? Çok şükür kendisi o tiplerden değil. Dürüstlüğüyle, hak hukuk bilirliğiyle, çalışkanlığıyla tanınıyor çevresinde. Fakiri fukarayı da gözetiyor. Allah biliyor ya zekâtını sadakasını hiç ihmal etmiyor.
Uzaklardaki başka camilerin ezan sesi duyuluyor hafif hafif. Aslında kalkıp namazını kılması gerek. Dört rekât, ne olacak. Kısa surelerden okursa hemen biter. Gerçi diğer namazlarda da uzun sure okuduğu yok ya, sabah namazı ayrı. Uykuyla uyanıklık arası bir yerlerde kılıyor namazı çoğu kez. Çocukken annesi mutlaka kaldırırdı sabah namazına. Büyük bir sevinç ile uyanır, kendisinin de artık evin esas üyelerinden biri olduğunu düşünerek sevinir, kimsenin ilişmediği kardeşlerine acıyarak bakar, duyduğu gururu kendine saklardı. Soğuk sularla abdest alır ve üşüyen her uzvunda onu kardeşlerinden ayıran bir yön bularak namaza hazırlanırdı. Elleri, kolları, ayakları kendisinin değilmişçesine uzaklaşır, bilmediği bir yerlerde, bilmediği iklimlerde ısınır geri dönerdi. Ne kısa gelirdi sabah namazı o vakitler. Uzatmak için her rekâtta kısa surelerden birkaç tane okur, secdeleri de uzun tutarak içindeki huzuru çoğaltmaya çalışırdı :A
Babası namazdan sonra Kur’an okur; fakat sabah okula gideceği için onun okumasına izin vermezdi. Namazı kılar kılmaz yatması gerekirdi. Oysa bütün vakitlerden, o beyaz iplikle siyah ipliğin ayrıldığı nokta gibi ayrılan bu sabahlar Faruk’un gizli hazinesiydi. Herkes uyuyordu, kardeşleri, komşuları, arkadaşları… O, annesi ve babası uyanıktı. Vaktin bütün sihrini toplayıp gizlice bölüşüyor, bunu birbirlerinden dahi sır gibi saklıyor, hiç sözünü etmiyorlardı. Dile dökülmeyen, sabahın yarı karanlığında sözcüklerden saklanan bir mutluluk vardı. Neye elini atsa sabah namazıydı. Havlusu, yün çorapları, küçük seccadesi, banyonun ışığı, kardeşlerinin uyuyan yüzü, annesinin tatlı sesi, babasının kıpır kıpır dudakları… Hepsi hepsi sabah namazı demekti. Belki bu kadar çok şeye karşılık geldiği için, namazın nasıl ifade bulacağını bilmiyor; bu vaktin ellerine konan ışığından kimseye bahsetmiyordu. Vaktin hükümranlığını ele geçirmek demekti. Geceden sabaha geçişe, güneşin herkesin kolay kolay rastlayamayacağı bir salınımla gelişine, evdeki lambanın odaya dolmaya başlayan ışığın gücüyle sönmesine
erkenin bereketine vakıf olmak demekti. :A
Uyku, günün bu ıssız vaktinde kalbini hafifleten esintiye güç yetiremezdi. Yastığıyla yorganıyla, onların sıcağıyla barışık bir esintiydi bu. Çocukken ve yeni yeni yeşertirken ötelere dair duyduklarını, insan nasıl da umarsızdır dünyaya karşı. Onu dünyaya bağlayan şeylerin sayıca azlığından çok henüz kök salmamış olması şanslı kılar. Makamı mevkisi yoktur, çoluğu çocuğu, işi gücü, karısı patronu, malı mülkü yoktur. Dünya tam da layık olduğu kadar bir değere sahiptir. Bir sabah vakti, Faruk’un çocukluğu için onu namazdan alıkoyabilecek şeyler, kendisi gibi hayata uyanırcasına namaza uyanan anne babası ve sıcak yatağıdır. Dünya bu kadarcık bir dairedir. Çapı namazın yarıçapını dahi bulamaz. Şimdi öyle mi ya? Geçen yıllar dünyasını büyüttü de büyüttü. Namazı, bu büyüklük karşısında şaşkın ve güçsüz bir çocuk gibi çoğu zaman yine kendi mazisinden beslenerek hayatta kaldı. Kaç vakit, kaç namaz kaynayıp gitti gündelik telaşların ömürlük yanılgısının coğrafyasında. Namaz eski ve tanıdık bir dosttu. Onu anlardı. Hatalarını bağışlardı. Sonra dönüp dolaşıp vardığı yer yine seccadesinin yıpranmış yerlerinden çizdiği cennet haritası değil miydi? Bile bile yenilemiyordu seccadesini. Bu eskimişlikten gizli bir gurur duyuyor; fakat bu gizlilik içine sığmıyor olacak ki, dizlerini koyduğu yerlerden başlayarak ömrünün âhirete uzanan yolunu çizen seccadeyi gözler önüne sermekte sakınca görmüyordu.
Kendini yeterince emniyette hissetmediği zamanlarda, seccadesini serip üzerine oturuyor, kaç vakit namazın eserinin nefsinde iz bırakmamış olmasına içerliyordu. Hâlbuki işte seccadesi ortadaydı. Kaç defa buluşmuştu alnı meleklerin kanatlarıyla, kaç kere selam vermişti etrafındakilere, kaç kere yenilemişti bu kapıdan başka yerde huzur bulamayacağının kaçınılmaz yeminini? Kaç vakit namazı diğer vakitle kesişirken kendisi ezanları duymazlıktan gelmişti? Aklından hızla geçen surelere yetişemeyen dilini ne kadar zorlamıştı? Zaman kıymetliydi, yapılacak işler vardı, bir an önce namazı kılıp hayatın kalabalığından nasibini almalıydı. Seccadesi kıldığı ne çok namaza şahit, kılmadığı ne çoğuna hasretti. Olmuyordu. Her seferinde bundan sonra, alnını secdede aklamadan güne başlamamaya karar veriyor ve verdiğinden daha kolay şekilde alnını karartan hayatına geri dönüyordu. Allah rahman ve rahimdi. Kullar acizdi. Şeytan haindi. Nefis kaimdi. Bütün bu kuşatılmışlık içinde kaçırılan namazlar belki de affedilirdi. :A