Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Saba (sebe)halkı (1 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,536
Tepki puanı
876
Puanları
113
Yaş
65
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Saba (sebe)halkı

SABÂ (SEBE') HALKI
Sabâ (Sebe') Halkının Yaşadığı Bölge
Sabâ'lılar Güney Arabistan'da ticaretle uğraşan bir millettiler. Sabâ ülkesinin merkezi, bugün Güney Yemen'in başkenti olan San'a'nın 55 mil kuzey-doğusunda bulunan Mârib idi. Sabâ memleketinin gelişme ve refah devri, Ma'yîn saltanatının çöküşünden sonra takriben M.Ö. 1100'de başladı ve Sabahlar tam bin yıl bütün Arap yarımadasında egemenlik kurdular. M.Ö. 115'de Güney Arabistan'ın Himyer adlı başka bir kavmi onların yerine geçti. Bu kavim Arabistan'da Yemen, Hadramut ve Afrika'da Habeşistan'a kadar hakimiyetini kurdu.
13.7.2. Tanınmış ve Çalışkan Bir Millet

Sabâ halkı çalışkan olup çevredeki bütün memleketlerde tanınıyordu. Doğu Afrika, Hindistan, Uzak Doğu ve bizzat Arabistan'dan Mısır'a, Suriye'ye, Yunanistan'a ve Roma'ya kadar uzanan ticari bağlantılarda Sabâ'lıların rolü büyüktü. Hatta bu uzun ve büyük ticaret yolunun Sabâ'lıların elinde bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu sebepten dolayıdır ki, bu ulus, serveti, malı ve mülkü bakımından ün kazanmıştı. O kadar ki, Yunan tarihçileri Sabahların, dünyanın en zengin milleti olduğunu söylüyorlardı. Ticaretin yanı sıra ziraat ve çiftçilik de Sabâ topluluğunun refahında büyük rol oynuyordu. Sabâ ülkesinde birçok yerde barajlar kurulmuş ve geniş bir sulama sistemi meydana getirilmişti. Bereket, tabii güzellik ve yeşil sahalar yüzünden bir cennete çevrilmişti. Yunan tarihçileri bu memleketin tabii güzelliği, manzaraları ve refahının kasidesini yazmışlardır. Kur'ân-ı Kerîm'in Sebe' sûresinin ikinci rükûsunda da Sebe'nin mamur ve müreffeh bir belde olduğu dile getirilmiştir.
"Doğrusu Sebe' kavminin meskenlerinde (Cenab-ı Hakkın kudretine delâlet eden) bir ibret vardır. Her ev sağdan soldan iki bahçe ile çevrili idi. Onlara (Peygamberleri): Rabbinizin rızkından yeyin. Ve 'Ona şükredin. (Memleketiniz) çok güzel bir beldededir. Rabbiniz de Gafûr'dur.'" demişti." (Sebe; 15)
Tarihe bakılırsa, Sabâ veya Sebe', Güney Arabistan'ın gelmiş geçmiş en büyük kavminin adıdır. Bu kavim bazı büyük aşiretlerden müteşekkildi. İmam Ahmed, İbn-i Cerîr, İbn Ebî Hâtim İbn-i Abd-il Berr ve Tirmizî'nin, Hz. Peygamber (a.s.)'e dayanarak naklettiklerine göre, Sabâ (Sebe') mümtaz bir Arap şahsiyetiydi. Bu şahsın soyundan Arabistan'ın şu kabile¬leri meydana geldi: Kinde, Himyer, Ezd Eş'ariyyin, Mezhic, Emmâr (ki bunun iki kolu vardı: Has’um ve Becîle), Âmile, Cüzam, Lahm ve Gassân.
Çok eski çağlardan beri Arap dünyasında bu ulusun adı herkesin dilinde idi. M.Ö. 2400 yıllarına ait olan Ur şehrinin kalıntılarından çıkarılan kitabelerde bu kavmin adı "Sabum" olarak geçmektedir. Daha sonraki devirlere ait olan ve Babil ile Asur yazıtlarında ve İncil'de de bu kavimden sık sık bahsedilmiştir. Saba'lıların yaşadığı bölge, bugün Kuzey ve Güney Yemen olarak bilinen Arabistan'ın güneybatı kesimiydi. M.Ö. 1100'de şöhreti her tarafa yayılmaya başlayan bu millet, Hz. Davud (a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.) dö¬neminde en zengin ulus olarak şan ve şöhretinin doruğuna ulaşmıştı.
Sabâ (Sebe') Kavminin Dini Tarihi
Sabâ kavmi ilk önce güneşe tapardı. Daha sonra, Sabâ Melikesi, Hz. Süleyman'a (M.Ö. 965-926) iman edince Sabahların çoğu müslüman oldu. Fakat daha sonra nedense bunlar tekrar cehalete ve dalâlete sürüklendi ve her tarafa şirk ve putperestlik yayıldı. Sabâ'lıların bu dönemin ön¬de gelen putları, El-Maka (Ay tanrısı), Astar (Venüs), Güneş tanrıçası, Hobus, Hürmetem, Harimat vs. idiler. El-Maka, Sabâ kavminin en büyük tanrısıydı. Sabâ'lı hükümdarlar, işte bu tanrının naibi sıfatıyla, halkın kendilerine itaat etmelerini isterlerdi. Yemen'den çıkarılan kitabelerden, bütün ülkede çeşitli tanrılar, özellikle El-Maka'nın putları ve tapınakları bulunduğu ve önemli günlerde halkın bunlara taptığı ve dini tören düzenlediği anlaşılıyor.
Günümüzde birçok arkeolog ve tarihçi Yemen'de üç binden fazla kitabe bulmuşlardır. Bu kitabeler Sabâ kavmi ve yaşadığı dönemle ilgili kıymetli bilgileri ihtiva etmektedirler. Ayrıca, Arap geleneklerinden, Yunanca ve Latince tarih kitaplarından Sabâ halkı ve ülkesi hakkında geniş bilgiler elde etmek mümkündür. Bu kaynaklardan Sabâ halkının tarihi şöyle özetlenebilir.
M.Ö. 650'den Önceki Dönem
Bu dönemde Saba veya Sebe' hükümdarlarının unvânı, "Saba Mukarribi"ydi. Öyle sanılıyor ki, bu kelime Arapça "Mukarrib" ile eş anlamda idi. Yani kral ve hükümdarlar kendilerini, Tanrı'nın yakını olarak gösterirlerdi. Bu hükümdarlar kendilerini Tanrı ve kullar arasında bir vasıta sayı¬yorlardı veya başka bir deyimle Kâhin Hükümdar idiler. Bu dönemde Saba memleketinin merkezi Servâh idi, ki bunun kalıntıları bugün Mârib'in batısında bir günlük mesafededir ve Harîbe olarak bilinmektedir. Aynı dö¬nemde Mârib liman şehrinin temeli atıldı ve çeşitli hükümdarlar bu liman ve şehri genişlettiler.
M.Ö. 650 ilâ M.Ö. 115 Arasındaki Dönem
Bu dönemde. Sabâ hükümdarı, "Mukarrib" lakabını terk edip, Melik (padişah veya kral) unvanını kabul ettiler. Demek ki, bu dönemde din aşı¬rı etkisini kaybetmiş ve hükümdarlar daha çok lâik bir siyaset izlemişlerdir. Aynı dönemde hükümdarlar Servâh yerine Mârib'i saltanat merkezi olarak seçtiler ve burayı görülmemiş şekilde büyütüp geliştirdiler. Bu yer, denizden 1300 metre yükseklikte San'a'nın 55 mil kuzeyindedir ve bugün dahi bu şehrin kalıntıları, burasının uygar ve gelişmiş bir ulusun merkezi olduğunu göstermektedir.
M.Ö. 115 ilâ M.S. 300 Arasındaki Dönem
Himyeriler bu dönemde Sabâ memleketine hâkim olmuşlardır. Aslında Himyer, Saba kavminin bir kabilesiydi ve insan gücü bakımından diğer bütün kabilelerden üstündü. Bu devirde, Mârib kenti tahrip ve yağ¬ma edilerek Redyân, Himyer saltanatının merkezi haline getirildi, ki son¬radan Zafâr adıyla meşhur oldu. Bu şehrin kalıntıları bugün Güney Yemen'in Yeryim kenti yakınlarında bir tepede bulunmaktadır. Buraya yakın bir yerde Himyer adında küçük bir kabile yaşamaktadır. Bu kabileyi gören bir kişi, bunların bir zamanlar büyük bir krallık kurduğuna inanamaz. Söz konusu devirde "Yemnet" ve "Yemnât" kelimeleri ilk defa kullanılmaya ve yavaş yavaş bütün Arabistan'da duyulmaya başlandı. Bu kelime¬nin daha sonra " Yemen"e dönüştüğü kuvvetli bir ihtimaldir. Bu, Sabahla¬rın çöküş ve sükût devresidir.
M.S. 300'den İslâmiyet'in Doğuşuna Kadar Olan Dönem
Bu, Saba halkının dağılıp yok olması dönemidir. Bu dönemde Yemen'in her tarafında kavga, çatışma ve huzursuzluklar vardı. Yabancı milletler bu bölgeye sızmaya ve müdahale etmeye başladılar. Ticaret zedelendi. Ziraat ve çiftçilik para etmez oldu. Ve nihayet. Sabahların bağım¬sızlığı ve egemenliği ortadan kalktı. Önce Habeşliler; Reydânî, Himyeri ve Hamedanîlerin aralarındaki kavga ve çekişmeden istifade ederek M.S. 340'tan 378'e kadar Yemen'e hakim oldular. Bundan sonra Sabâ'lılar tekrar özgürlük ve bağımsızlıklarına kavuştularsa da Mârib'in meşhur barajında gedikler açılmaya başladı, ve nihayet 450-451 yıllarında baraj tamamıyla yıkıldı ve bunun neticesinde öyle korkunç bir sel felâketi geldi ki, Kur'ân-ı Kerim'e bile geçti. (Bk: Sebe' suresi). Gerçi bundan sonra Ebrehe dönemine kadar bu barajın tamiri devam etti. Fakat bir kerre dağılan nüfus toparlanamadı. Ayrıca, sulama tesisleri, şebekesi ve ziraatı öylesine ağır darbeler yedi ki bunlar tekrar raylarına konamadı.

M.S. 523'de Yemen'in Yahudi kralı Zünvâs, Necran bölgesinin Hıristiyanlarına büyük zulüm yaptı. Bu olay, Kur'ân-ı Kerîm'de Eshâb-ul Uhdûd adıyla geçmiştir. Hıristiyanlara yapılan bu mezalimin intikamını almak üzere Habeşistan'ın Hıristiyan saltanatı Yemen'e saldırdı ve bütün ülkeyi fethetti. Daha sonra Yemen'in Habeşli valisi Ebrehe M.S. 570-71'de (Hz. Peygamber'in doğuşundan ancak birkaç gün önce) Mekke'ye yürüdü ve Kâbe'yi yerle bir etmek istedi. Ancak Ebrehe kötü emeline ulaşamadı ve ordusu büyük bir bozguna uğradı. Bu vaka Kur'ân-ı Kerîm'de Eshâb-ı Fil adıyla anlatılmıştır. Nihayet, M.S. 575'de Persliler (İranlılar) Yemen'e hâkim oldular ve M.S. 628'de İranlı vali Bâzân'ın İslâmiyeti kabul etmesiyle, Sabahlar tamamıyla tarihe karışmış oldular.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,536
Tepki puanı
876
Puanları
113
Yaş
65
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Sebe kaviminin yükselişi

Sabâ (Sebe') Kavminin Maddi Yükselişi
Saba veya Sebe' kavminin yükselişi ve şöhretinin iki başlıca kaynak*ları vardı: Ziraat ve Ticaret. Sabahlar ziraat'ı eski çağlarda eşi görülmemiş bir şekilde geliştirdiler. Bunu elde etmek için müthiş bir sulama sistemi oluşturdular. Bu öyle bir mükemmel sistemdi ki, bunun örneği ancak eski Babil'de görülebilirdi. Yemen'de nehir veya su kaynaklarının sayısı çok azdı. Yağmur yağınca dağlardan akan sular kanallar haline getirilir ve üzerine barajlar inşa edilirdi. Bu şekilde meydana getirilen göllerden ka*nallar çıkarılarak kuru topraklar sulanır ve bereketli araziler haline getiri*lirdi. Kur'ân-ı Kerim'in dediği gibi bu sulama sistemi sayesinde Yemen'in her tarafı bağ ve bahçeler haline gelmişti. Bu muazzam sulama şebekesi*nin merkezi Mârib şehri yakınlarında Balk dağının eteğinde inşa edilen barajdı. Fakat bu kavim Cenâb-ı Allah'a isyanda ileri gidince beşinci yüz*yılın ortalarında bu barajda büyük delikler açıldı ve bilâhare barajın tama*mıyla çökmesi neticesinde meydana gelen korkunç su baskını yoldaki di*ğer bütün küçük büyük bent ve barajları yıkıp yok etti. Böylece ülkenin o güzelim sulama sistemi mahvoldu ve aynı zamanda büyük can ve mal kaybı meydana geldi.
Ticaret için ise Yemenliler veya başka bir deyimle Sahalılar biçilmiş bir kaftandı. Cenâb-ı Allah kendilerine seyahat ve ticaret yolunun tam or*tasında bir mevki ve ayrıca ticaretle uğraşmak için gereken kabiliyeti de ihsan etmişti. Sabâ'lılar da bundan oldukça istifade ettiler. Nitekim tam bin yıl bu millet Doğu ile Batı arasında ticaretin odağını teşkil etti. Yemen limanlarına bir yandan Çin ipeği, Endonezya ve Malabar baharatı, Hindis*tan'dan kumaş ve kılıçlar, Kuzey Afrika'dan zenci köleler, maymun, deve kuşu tüyleri ve fildişi gelirdi ve diğer yandan bu kıymetli mallar buralar*dan Mısır ve Suriye pazarlarına gönderilirdi. Mısır ve Suriye'den de Yu*nanistan'a ve Roma'ya kadar giderdi. Ayrıca, Yemen ve çevresinde de ûd, sandal ağacı, amber, misk, sülfer v.s. gibi kokulu ağaç, bitki ve maddeler yetişirdi ki, bunlar da iyi para getirirdi ve Suriye, Mısır, Yunanistan ve Roma'da iyi alıcılar bulurdu.
Sabâ'lıların hâkim olduğu ticaret yolu hem karadan hem denizden ge*çerdi. Deniz ticaret yolu yukarıda belirttiğimiz gibi bin yıl kadar Sabâ'lıla*rın ellerinde kaldı. Çünkü, Kızıldeniz'in iklimini, hava şartlarındaki âni değişiklikleri, su altındaki kayaları ve gemilerin demirlenecek liman ve yerlerini yalnız kendileri belirlerdi ve başka uluslar bunları pek iyi bil*mezlerdi. Sabâ'lılar bu güç, çetin ve tehlikelerle dolu deniz yoluyla malla*rını Suriye ve Mısır limanlarına ulaştırırlardı. Kara ticaret yolları ise Aden ve Hadramût'tan geçerek Mârib'te birleşirdi ve buradan bir yol Mekke-Cidde-Medine, El-Ulâ Tebûk ve Eyle'den Petra'ya kadar uzanırdı. Bir baş*ka yol Mısır'a, yine başka bir yol Suriye'ye kadar giderdi. Kur'ân-ı Ke*rîm'de belirtildiği gibi Yemen sınırından Suriye'ye kadarki yolda Sabâ'lı*ların çeşitli yerleşim bölgeleri vardı ve gece gündüz ticaret kafileleri ge*çerdi. Bu yerleşim bölgelerinin kalıntıları hala bulunuyor ve buralardan çok sayıda Saba ve Himyer dilinde yazılmış kitabeler çıkarılmıştır.
Ticarette Çöküşün Başlaması
M.S. Birinci yüzyılda bu ticaret çöküş devresine girdi. Bu zamana ka*dar Ortadoğu'da pek çok ülke Romalılar ile Yunanlıların egemenliğine girmişti ve artık Batılılar, ticareti Arap'ların ve özellikle Sahalıların teke*linden çıkarmak istediler. Onlara göre Arap tüccarlar, durumu istismar ediyor ve mallar için keyiflerine göre fiyat istiyorlardı. Bundan kurtulmak için bizzat kendilerinin bu sahada söz sahibi olmaları gerekiyordu. Bu maksatla, evvelâ Mısır'ın Yunan asıllı hükümdarı, II. Betlimus (M.Ö. 285-246), 1700 sene evvel, Fir'avun Sosositeris'in Nil nehrini Kızıldeniz'e bağ*lamak üzere kazdığı kanalı yeniden açtı. Böylece, ilk Mısır ticaret filosu bu kanaldan Kızıldeniz'e indi. Fakat Mısırlıların bu hareketi, Sabâ'lılara karşı pek başarılı olamadı. Daha sonra Mısır'a Romalılar hâkim olunca dâha güçlü bir ticaret filosu Kızıldeniz'e indirildi. Bu filonun arkasında da güçlü bir donanma vardı. Sabâ'lılar buna karşı koyacak durumda değiller*di. Bundan sonra Romalılar Kzıldeniz sahil şeridinde ve Arap yarımada*sının güney sahili boyunca muhtelif liman ve tersaneler inşa ettiler ve bu limanların etrafında Romalı yerleşim merkezleri de kuruldu. Buralarda gelen ve giden bütün gemilerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak teknik im*kânlar vardı. Ayrıca, çoğu yerlerde askeri birlikler görevlendirilirdi. Hatta öyle bir zaman geldi ki Aden tamamıyla Romalıların eline geçti. Bu ara*da, Romalı ve Habeşli yöneticilerle onlara bağlı devletçikler de, gelen ya*bancılarla işbirliği yaparak Sabahların hâkimiyetine ve hatta hürriyetleri*ne son verdiler.


Deniz ticaret yolunun Sebe'lilerin elinden çıkmasından sonra sadece kara ticaret yolu geçim kaynakları olmuştu. Fakat çeşitli sebeplerden do*layı bu geçim kaynakları da ellerinden çıktı. İlk önce Nebtîler, Petra'dan El-Ulâ'ya kadar uzanan yukarı Hicâz ve Ürdün'den bütün Sebe'lileri ihraç ettiler. Dalla sonra, M.S. 106'da Romalılar Nebtî'lerin hakimiyetine son vererek Hicaz'ın sınırlarına kadar olan Suriye ve Ürdün'ün tümünü ele ge*çirdiler. Daha sonra, Romalılar ile Habeşliler aralarında işbirliği yaparak Sebe'lilerin ticaretteki son etkinliğini de ortadan kaldırmak amacıyla çeşit*li yollara başvurdular. Nitekim bu dönemde Habeşliler Yemen'e sürekli olarak saldırılar düzenlemek suretiyle ekonomi ve dolayısıyla ticaretin be*lini kırdılar ve en nihayet, bu bölgeyi kendi topraklarına kattılar.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt