Konumuz: RUH.
Biliyorsunuz ki, biz insanlar fizik vücut, nefs ve ruh olmak üzere üç ayrı vücudu sahipleniriz. Allahû Tealâ insanı bir fizik bedenle yaratmıştır. Nefsi sevva edip insanın içine yerleştirmiştir. Ruhu da üfürmüştür. Allahû Tealâ insanı salsalinden veya tînden halk ettiğini (yarattığını) ifade etmektedir.
Allahû Tealâ çamuru, organik hüviyeti olan bir balçığı şekillendirmiş ve insan vücudu haline getirmiştir. Ve çok uzun bir zaman devresinden sonra o şekillenmiş, organik hüviyeti kazanmış olan insana ruhundan üfürmüştür.
-15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.
-91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
Allahû Tealâ insana evvelâ can vermiş sonra da ruhundan üfürmüştür. Daha sonra da etrafındaki bütün meleklere ve şeytana: ”Ben ona ruhumdan üfürdüm. Şimdi hepiniz onun önünde secde edin.” emrini vermiştir.
-7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.
Ne demektir bu? Yani Allahû Tealâ: “O, şu anda hepinizden daha değerli bir pozisyona geldi. Çünkü sizin hiçbirinize Ben ruh vermedim. Size sadece hayat verdim. Ona da hayat verdim. Ama bu hayatın ötesinde ona bir de ruh, bir emanet verdim. Ve şimdi ona secde edin. Çünkü o, Bana ait olan bir nesneyi, bir vücudu bünyesinde barındırıyor.” diyor.
Unutmayın! Fizik vücudunuz bir mekândır. Nefsiniz de o mekânın içindeki bir varlıktır, bir rehinedir. Ruhunuz da o mekânın içindeki bir varlık, bir emanettir. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Biz emaneti göklere, dağlara ve yere teklif ettik. Onlar emaneti yüklenmekten kaçındılar. Sonra emaneti insana teklif ettik. İnsan emaneti yüklendi. O insan ki, zalim ve cahildir.”
-33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.
İşte bu yüklendiğimiz emanetin adı ruhtur. Ruh, muhtevasında 19 grup haslet olan bir muhteşem yaratıktır. Allahû Tealâ’nın bir mahlûkudur. Kur’ân-ı Kerim’de: “Size ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Ve bilin ki ruhtan size bilgi olarak çok az şey verilmiştir.” buyurulmaktadır.
-17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.
Şimdi bana: “Biz ruhumuzu görebilecek miyiz?” diye sorarsanız, elbette göreceksiniz. Ne zaman Allahû Tealâ, size gök katlarını göstermeye başlarsa, o katlarda hayatta bulunanlar hep ruhlardır. Melekler ve ruhlar, gök katlarının sakinleridir. Öyleyse kendi ruhunuzu da göreceksiniz. Başka ruhları da göreceksiniz, insan şeklinde, tam sizin hüviyetinizde. Sizin ruhunuz ve herkesin kendi vücudunun içinde bulunduğu noktada, o hüviyette insanlar, o insanların ruhları.
Acaba Allahû Tealâ “Ruh Rabbinin emrindendir.” ifadesiyle ne demek istiyor? Emir nedir? Allah’ın katından gelen, bir görev yapan, bu görevden sonra tekrar Allah’ın katına geri dönen herşey emirdir. Nötrinolar bir emirdir. Allahû Tealâ diyor ki: “Allah gökten ineni, yere gireni, yerden çıkanı ve göğe yükseleni en iyi bilendir.”
-34/SEBE-2: Ya’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmul gafûr(gafûru).
(O, Allah) yere gireni ve ondan çıkanı, semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O; Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir), Gafûr’dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren).
“Kâinatta hiçbir zerre yoktur ki; her an Allah’ı tespih eder olmasın.”
-17/İSRÂ-44: Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinn(fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûren).
7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O’nu (Allah’ı) tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Hakîm’dir, Gafûr’dur (mağfiret edendir).
Nötrinolar, enerji partikülleridir. Bu enerji partikülleri, Allah’ın katından kâinatın her noktasına ulaşırlar. O noktalar elektronlardan ve karşıt elektronlardan ulaşmıştır. Nötrinolar, elektronlara; karşıt nötrinolar karşıt elektronlara gelirler. Ve dönerek gelirler. Bu dönüş enerjilerinden onlara aktararak, tekrar geriye dönerler. Belirli periyotlarda, birbirinin ardından gelen nötrinolar, ulaştıkları her elektronu, mutlaka dönüş hızlarını onlara aktarmak suretiyle, döndürürler, dönmelerini sağlarlar. Her elektron bir bölük gibi programlanmıştır. Nasıl bir düdüğe kim üfürürse üfürsün, düdük aynı sesi çıkarıyorsa, düdükten mutlaka bir hava akımının geçmesi lâzımsa, elektronun da dönmesi söz konusudur. Her dönüşünde bir ismi tekrar eder. Bu onların kendi lisanlarına göre Allah lafzıdır. Allahû Tealâ, âyet-i kerimeyi “Ama siz onların lisanını anlayamazsınız.” diye bitirmiş. Bütün laboratuarlarda yapılan araştırmaların sonucu aynıdır. Bütün elektronlar ses çıkartır. Kendi lisanlarıyla Allah ismini telaffuz eder, tekrar ederler.
Nötrinolar, birer emirdir. Ama elektronlar emir değildir. Allahû Tealâ’nın size gönderdiği sekinet isimli enerji de bir emirdir. Allah’ın size gönderdiği rahmet, fazl ve salâvât nurları da bir emirdir. Bütün emirler, görev yapmak üzere gelirler, görevlerini tamamlarlar. Misyonu tamamlamış olarak tekrar Rablerinin huzuruna, İndi İlâhi’ye geri dönerler. İşte bunlardan bir tanesi de ruhtur. Ruh; insana üfürülen bir emanettir. Bir çok dîn âlimi zannederler ki: “Ruhla nefs aynı şeydir. İyi olursa ruh adını alır, kötü olursa nefs adını alır.” Bu, baştan aşağı yanlış bir ifadedir. Dînin bütün kesimlerinin insanlar tarafından şeytanın telkinleriyle asırlar boyunca aslından uzaklaştırıldığını görüyoruz. İşte ruh ve nefs kavramları da tıpkı bunun gibidir.
Ruh, Allah’tan bize verilen bir emanettir. Ve ister bu dünya hayatında onu Allah’a ulaştıralım -ki Allah’ın böylece ermiş hüviyetinde bir evliyası oluruz- istersek ulaştırmayalım, cehennemlik olalım ve ruhumuz ölümden sonra bizden alınsın ve Allah’a ulaşsın; her ikisinde de sonuç aynıdır. Bu muhtevaya dikkatle bakın. Ruhumuz Allah’tan gelir, bir emanettir ve mutlaka Allah’a geri dönecektir. Nefsimiz Allah’tan gelmemiştir ve Allah’a geri dönmeyecektir. Fizik vücudumuzla beraber hesaba çekilecekler.
Nefs ve ruh iki ayrı varlıktır. Kıyâmet günü, nefsimiz ve fizik vücudumuz tekrar birleşecektir. Ve cehennemde bir azap söz konusuysa beraber çekeceklerdir. Cennette bir mutluluk söz konusuysa, bu mutluluğu beraber yaşayacaklardır. Ruh adı verilen bu varlık, bünyesinde %100 hasletler taşır. Bütün ruhlar, sadece hasletlerden oluşmuştur. Kalplerinde sadece hasletler vardır. Ruhun bünyesinde afetlerden hiçbir şey yoktur. Yani nefsteki; öfke, kin, intikam, düşmanlık, haset gibi afetlerin hiçbirisi ruhta mevcut değildir. Ruh, 19 grup hasletin bütününe sahiptir. Hiçbir afette nasibi yoktur. Ruhun kalbinde asla afet oluşması mümkün değildir. Zaten ruhun kalbi hiç değişmez.
Ruhumuz, nefsimiz ve fizik vücudumuz hayata beraberce başlar. Nefsimizin kalbi %100 afetlerle doludur, ruhumuzun kalbi %100 hasletlerle doludur. Ve ruhumuzun kalbi pırıl pırıl nurdur. Nefsimizin kalbi ise zifiri karanlıktır. Doğuşumuzdan itibaren bu olayla karşı karşıyayız. İki ayrı vücut…
İçinizde nefsini görmeyen hiç kimse yoktur. Her rüyada nefsinizin gözleriyle olaylara bakarsınız. Ama ruhunuzu görebilmeniz için mutlaka Allahû Tealâ’nın kalp gözünüzü açması ve size gök katlarını göstermesi lâzımdır. Başka ruhları gördükten sonra, kendi ruhunuzu da Allahû Tealâ bir gün gösterecektir. Ruhun görüntüsüne baktığınız zaman görüntü itibariyle bu fizik vücudunuzdan hiçbir farkının olmadığını göreceksiniz.
Eğer insanların ruhlarıyla beraber, cinlerin de görüntüsünü alırsanız Allahû Tealâ size cinleri de gösterirse, sizin normal renginize karşılık, cinlerin yeşil renkte olduğunu göreceksiniz. Gayb âlemi ile bu âlemin arasındaki renk farklılığı, burada kırmızı görülen herşeyin orada yeşil, orada kırmızı görülen herşeyin burada yeşil olması gerçeğidir. Bütün sarılar mavi, maviler de sarı olarak görülür. Tonlara göre farklılıklar oluşur. Ama ana kanun budur: Kırmızıların yeşil, yeşillerin de kırmızı görülmesi.
Allahû Tealâ herşeyi öylesine güzel bir dizayn içinde kurmuş ki; O’na sadece hayranlık duyarsınız. Demiştik ki; ruhumuz Allah’tan bize verilen bir emanettir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Allahû Tealâ: “İnsanın içine ruhumdan üfürdüm.” diyor.
Allahû Tealâ Âdem (A.S)’a ve hepimize ruhundan üfürmüştür. Ruhumuz, fizik vücudumuzun herşeyiyle aynı görüntüsüne sahip olan bir dizayn içerisindedir. Allah ile olan ilişkilerimizde herşeye dikkatle bakın. Ruh, Allah’ı temsil eder. İnsanın kâinattaki bütün varlıklardan üstünlüğü, muhtevasında ruh adı verilen bir emanetin var olmasından kaynaklanır. Onun için Allahû Tealâ’nın meleklere ve iblise verdiği secde emri, Âdem (A.S)’ın zatına değildir. Âdem (A.S)’ın topraktan yaratılmış olan zatına secde edilmiyor. O zatın içinde bulunan Allah’ın emanetine, ruha secde edilmektedir. Ve iblis, her zamanki şeytanlığıyla Âdem (A.S)’a secde etmiyor. Ve Allahû Tealâ’nın: “Ey iblis, seni Âdem (A.S)’a secde etmekten men eden nedir?” sualine, “Beni enerjiden, dumansız ateşten yarattın, onu topraktan yarattın. Ben ondan üstünüm.” diyor. Toprağı necis olarak görüyor, kirli olarak görüyor. Âdem (A.S)’da ruh var, ibliste yok. Âdem (A.S) Allah’tan bir varlığı, bir emaneti bünyesinde taşıyor, iblis taşımıyor. Ve secde edilmesi lâzımgelen Âdem (A.S)’ın zatı değil, O’nun muhtevasında bulunan ruhtur.
-7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.
Öyleyse, ruhun dizaynına dikkatle bakın. Ruh, fizik vücudumuzdan dilediği an ayrılmak yetkisinin sahibidir. Kim ruhunu Allah’a göndermemişse, ruh onun fizik vücudundaysa, hiçbir günaha iştirak etmez. Mutlaka fizik vücuttan ayrılır. Nefs ve fizik vücut günahı işlerler. Ruh elindeki mizanla olayı gözlemektedir. Ve arkasından nefse bir azap tatbik edecektir. Nasıl her işlediğimiz günahtan sonra, Allahû Tealâ biz insanlara azap ediyorsa, her kötülük yapan insan o kötülüğü işledikten sonra içinde bir azap duyuyorsa, aslında bu, o kişinin Allah tarafından kendisine verilmiş olan cezasıdır. Allah, fizik vücudu azaplandırır. Duygu sistemi orada fizik vücuda aittir. Allah onu azaplandırır. Kişi, azap duyar, mutsuzluk duyar, sıkıntı duyar. Azabı hisseder. Kendisine sıkıntı verildiğini, Allahû Tealâ’nın kendisine azap ettiğini hisseder. Buna insanlar, “vicdan azabı” derler. Ama ruh da nefse huzursuzluk verir, sıkıntı verir. Peki neden? Ne hakkı var? Ruhun nefse azap vermeye hakkı vardır. Çünkü ruhun Allah’a dönebilmesi Allahû Tealâ’nın 12 defa üzerimize farz emridir. Ruhumuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmak. Bu ulaşma, nefsin kendine düşen görevi yapmasıyla mümkündür. 7 kademede nefsimizin kalbinin %100 olan karanlıklardan, afetlerden, %51 nura dönüşmesi, afetlerden kurtularak %51 nura dönüşmesi söz konusudur. Bunun %49’u fazilettir, fazıldır, %2’si de rahmettir. Her iki grup da nurdur. Rahmet nuru ve fazl nuru.
Öyleyse, ruhumuzun durumunda bir değişiklik yok. Ruhumuz bizim doğumumuzdan sonra bizde kaldığı sürece hiçbir değişiklik göstermez. Tekâmülün zirvesinde yaratılmıştır. Allah’ın bütün emirlerine mutlak itaat eden, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğin sahibidir. Bütün hasletler, ruhumuzda mevcut olan 19 grup hasletin hepsi, Allah’ın bütün emirlerine mutlak itaat eden, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen özelliklerden oluşur. Vücudumuzun emir ve kumanda mekanizması, Allah’ın herkese eşit olarak dağıttığı akıldan kaynaklanır. Vücudumuza hükümferma olan akıldır.
Ruhunuz dilediği zaman vücudunuzu terk edebilir. Hiçbir günaha iştirak etmez, günah işlendiği an dışardadır. Elindeki mizanla işlenen günahın derecesine bakar. Aynı miktarda azabı, mutlaka huzursuzluk olarak nefse çektirecektir. Allahû Tealâ fizik vücudumuza azap eder. Bu vicdan azabıdır. Ruhunuz da nefsinize azap eder, bu duyduğunuz huzursuzluktur, sıkıntıdır.
Neden azap etmek yetkisini vermiş, Allahû Tealâ? Huzursuzluk oluşturmak yetkisini vermiş? Çünkü nefsinizin kalbinde afetlerin adım adım azalması lâzım. %51 nur geldiği zaman ancak ruhunuz 7 tane gök katını aşıp, Allah’ın Zat’ına ulaşabilir. Bir başka ifadeyle, ruhunuzun Allah’a ulaşabilmesi, ancak nefsinizin tezkiyesi ile mümkündür.
Ruhunuz gerçekten siz hayattayken Allah’a dönmek mecburiyetinde midir? Evet, mecburiyetindedir. Eğer mecburiyetinde ise o zaman, “Ruh insana hayat verir, ruh çıkınca insan ölür.” sözleri sadece bir uydurmadır. Ne yazık ki bunu diyen Kur’ân-ı Kerim meâlleri var. Onlar Kur’ân’dan hiç haberdar olmayan, gerçekten insanları çok yanlış noktalara ulaştıran zavallılardır.
“Ruh, vücuttan çıkarsa, insan ölür.” diyenlere şu âyetleri sıralayın; Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
“Üzerinize azap gelmeden önce…” İster kabir azabı deyin, ister cehennem azabı deyin netice değişmez. Azaptan evvel olduğuna göre Allahû Tealâ bu dünya hayatından bahsediyor. Yani “Bu dünya hayatını yaşarken, Rabbinize yönelin. Allah’a ruhunuzu ulaştırmayı dileyin. Sonra da Allah’a teslim olun. Yani ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de Allah’a teslim edin.” diyor. Ruhunuzun Allah’a teslimi, bir emanet olan ruhunuzun emanetin sahibine geri verilmesi şekli ile tecelli eder.
-