bugrahancan61
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 18 Haz 2007
- Mesajlar
- 120
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 32
- Konum
- Boztepe-Trabzon
- Web Sitesi
- www.teksen.org
Risaletin tekliği,Sahabenin çokluğu ve İslam'ı anlamak
Sahabe, İslam’ı anlaşılır kılan cemiyet kadrosudur. İslam’ın anlaşılması, Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Risaletpenah’ın (SAV) anlaşılmasıdır. Her ikisinin anlaşılması ise sahabenin anlaşılmasına bağlıdır.
Sahabe, İslam’ı anlaşılır kılan cemiyet kadrosudur. İslam’ın anlaşılması, Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Risaletpenah’ın (SAV) anlaşılmasıdır. Her ikisinin anlaşılması ise sahabenin anlaşılmasına bağlıdır.
Sahabenin sahip olduğu mana ve icra ettiği vazife, İslam’ın anlaşılması bahsinde mühimdir. Sahabe, İslam’ın veya İslam’ın ihtiva ettiği mananın ikinci tezahür alanı ve derecesidir. İslam, öz haliyle vahiy, Hz. Risaletpenah’da (SAV) hayat, sahabede nizam bulmuştur. Hz. Risaletpenah (SAV) ferdi hakikati temsil ederken, cemiyet gerçekliğini sahabe temsil etmiştir. Hz. Risaletpenah (SAV) İslam’ın tüm manalarını şahsında cem ederken, sahabe kadrosu üzerinden cemiyete saçmıştır. Cem edilmiş mana, açılıp hayatın içine saçılmadan, her insanın mizaç ve akıl çeşitliliğinde meydana gelen farklı “hayat gerçeklikleri”nde tezahür aynaları ve fikir mahfazaları bulması mümkün değildir.
Sahabe, İslam’ı anlaşılır kılan cemiyet kadrosudur. İslam’ın anlaşılması, Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Risaletpenah’ın (SAV) anlaşılmasıdır. Her ikisinin anlaşılması ise sahabenin anlaşılmasına bağlıdır.
Böyle şey olur mu? Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Risaletpenah’ın (SAV) anlaşılması başka şarta bağlanabilir mi? Doğrusu bu soruya evet cevabını vermek çok zordur ve eğer evet cevabı verilirse ortaya çıkan durum ağır bir durumdur. Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasını başka bir şarta bağlamak, onun zaman ve mekân üstü olduğu hususunu ve yeryüzünde kıyamete kadar yaşayacak tüm insanlara hitap etme konusunu anlamamak demek değil midir? Böyle hissetmek insana yanlış gelmemektedir. Fakat durum gerçekte bu mudur?
Varlık, insan ve hayat bahislerindeki birçok hususiyetin İslam’ı anlamanın ön şartı olduğunu söylemek ıstırap vericidir. Fakat vaka budur. En basitinden misaller vermek gerekirse, “dil” bahsi Kur’an-ı Kerim’i anlamanın ilk ön şartıdır. Dilden kastımız Arapça değil, genel manada dildir. Dil bilmeyen (dolayısıyla konuşamayan, düşünemeyen) bir insanın herhangi bir metni anlaması imkânsızdır. Dil misalindeki bedahet bize gösterir ki, muallâkta bulunan manalar yekûnuna (İslam’a) ulaşabilmenin birçok şartı, vasıtası ve yolu vardır.
Sahabe bu şartların en mühimlerinden biridir. Özellikle de bir alanda en mühimidir. O da sahabenin İslam’ın ilk cemiyet teşkili olmasıdır. Cemiyet teşkilinden kastımız, bir cemiyet modeli oluşturmak bakımından değil, İslam’ın, hayatın içtimai sahadaki mana tezahürlerine teşne olmasıyla ilgili boyutudur. Sahabenin İslam cemiyet modeli oluşturmak bakımından ehemmiyeti malumdur fakat burada üzerinde duracağımız nokta, bir mananın, içtimai genişlik içinde vücut bulabilecek insan ve vaka çeşitliliğinde nasıl tecelli edebileceği hususudur.
İnsan tabiatının (mizacının) tüm hususiyetlerini ve hayatın tamamını bir ferdin kendinde cem etmesi imkânsızdır. Hz. Âdem’den (AS) başlamış olan dürülü bükülü insan mizaç hususiyetleri, her dönem insan sayısınca çoğalmış ve çeşitlenmiş olarak zuhur etmiştir. Hz. Âdem (AS) de tüm mizaç hususiyetlerinin mahfuz (potansiyel) olarak bulunması mecburiyeti, tamamının tek kişide zuhurunun mümkün olduğunu göstermez.
İnsan mizacının tüm hususiyetlerinin bir fertte cem olması mümkün olsa bile tek kişinin, hayatın tüm gerçekliklerini kendi merkezinde yaşama imkânını bulamayacağı anlaşılmalıdır. Bir insan hayatı, hayatın tüm boyutlarını ihtiva etse dahi tüm hadise çeşitliliğini ihata etme imkânına kavuşamaz. Bir hadisede hem uç noktada (veya lüzumu kadar) celadet ve şecaat gösterilip hem de misilsiz bir korkaklık tavrı sergilenemez. Hulasa; bir insanın, tüm insanların yaşayabileceği hadise çeşitliliğini yaşayabileceği kabulü yanlıştır, bu ihtimal muhaldir.
Mizaç hususiyetlerinin cem edilmesi…
Bir şahsın; mazi, hal ve istikbalde yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan insanların tamamında zuhur edecek mizaç hususiyetlerini kendinde cem etmesi ve her mizaç hususiyetinin şahsiyete ve hayata katkısının ve müdahalesinin nasıl ve hangi kıvamda olması gerektiğini göstermesi imkansızdır. Aslında insan tabiatında (mizacında) bulunan tüm hususiyetlerin her insanda bulunduğu vakadır. Fakat her hususiyetin her insanda farklı kuvvette ve mahiyette bulunduğu ve bunların toplamından meydana gelen kıvamın o insanın mizacını meydana getirdiği malumdur. Mesele tüm mizaç hususiyetlerinin aynı kuvvette varolabilmesi ile ilgilidir. Mümkün olmayan budur.
İnsanların mizaçları, hayatı nasıl yaşayacaklarına dair ön fikirler gibidir. Mizaç hususiyetlerinin her biri (özellikle mühim ve kuvvetli olanlar) hayatta bir mecra açmakta ve kişinin hayatını o mecraya sürüklemektedir. Kuvvetli mizaç hususiyetleri (ki bunlar istidatlardır) hayatı vakumlamakta ve kendi oluşturdukları alan veya mecrada hayatı yaşamayı kolaylaştırmaktadır. Hem anlamayı ve hem de yaşamayı kolaylaştırdıkları için kişi, daha iyi ve daha derin anladığı ve daha kolay ve daha rahat yaşadığı/yaşayacağı bu mecralara savrulmaktadır.
İnsan hangi mecraya giriyor, hangi alanda dolaşıyor ve hangi istikamete dönüyorsa, hayatın geri kalanına kör hale geliyor. Bu durum insanı, hayatın tamamını yaşamak ve anlamak imkânından mahrum ediyor. Bir alanda mütehassıs olan insan başka bir alanda kelimenin tüm manalarıyla cahil kalabiliyor. Bu insanın, hayatı ihata edici çapta anlaması kabil olmadığı gibi, hayatın yekûnuna dair bir söz söylemesi de yanlıştır.
Mizaç hususiyetlerinin farklı terkip kıvamlarındaki zuhuru, insan ve hayat çeşitliliklerini meydana getirmek bakımından mühim ve lüzumludur. Fakat bir de hayatı cem edici bir kavrayış ve bakış gerekmektedir ki, bunu yapabilmek için tüm mizaç hususiyetlerinin aynı kuvvette bir insanda cem olması gerekir. Ne var ki, tüm mizaç hususiyetleri bir insanda aynı kuvvette cem olmaz. Bu durum insan mizacının fikir dünyasına sunduğu tabii sınırlardan biridir.
Bir insanda mizaç hususiyetlerinin tamamının cem olması neden ve nasıl imkânsızdır? Öncelikle birbiriyle tezat teşkil eden hususiyetlerin bir insanda cem olmayacağı bedahettir. İnsan hem şecaat sahibi ve hem de korkak olamaz. İnsan hem cömert ve hem de cimri olamaz. Hem deha ve hem de gerizekalı olamaz. Zıt mizaç hususiyetlerinin bir insanda mevcut olamaması, insan tabiatının tüm hususiyetlerinin bir kişide cem olmasına manidir ve bu durum tabii sınırlardan biridir.
Mizaç hususiyetlerinin bir insanda cem olması ihtimali ancak zıtlık ilişkisinin bir tarafındaki hususiyetler için sözkonusu olabilir. İyi mizaç hususiyetlerinin tamamının bir insanda toplanması ihtimali, zıtlık ilişkisinin imkânsız kıldığı durum değildir. Öyleyse iyi hususiyetler veya kötü hususiyetlerin bir insan mizacında toplanmasına mani bir hal görünmemektedir. Gerçekten böyle midir? Hayır… Hakikaten bir insan, mizaç hususiyetlerinden iyi olanları kendinde toplayacak ve tabii olarak da kötü mizaç hususiyetlerinin tamamını kendinden uzaklaştıracak imkâna sahip değildir. Veya şu ifade daha doğrudur. Hiçbir insan tüm iyi mizaç hususiyetlerine sahip olacak kadar “kıymetli” veya tüm kötü mizaç hususiyetlerine sahip olacak kadar “değersiz” olamaz. Bu misaller, yaratıcı iradenin sünnetine muhaliftir. Zaten tüm iyi mizaç hususiyetlerine sahip olma ihtimalinde “imtihan”ın lüzumu ortadan kalkar, çünkü o kişi mizacı gereği zaten hayatı “iyi”, “doğru” ve “güzel” yaşar. Bunun mefhumu muhalifi de doğrudur. Yani bir insan kötü mizaç hususiyetlerinin tamamına sahip olduğunda ve iyi mizaç hususiyetlerine de sahip olmadığında hayatı “kötü”, “yanlış” ve “çirkin” yaşar. İyi mizaç hususiyetlerinin tamamına sahip olmakla melek, tüm kötü mizaç hususiyetlerine sahip olmakla şeytan olunur. Oysa biz insandan bahsediyoruz. Bu durum insandaki tabii sınırlardan biridir.
Hz. Risaletpenah’ın (SAV) büyük mucizelerinden birisi de işte budur. Tüm iyi ve güzel mizaç hususiyetlerini şahsında cem etmiştir. İyi ve güzel hususiyetleri mizacına yerleştiren Hz. Allah, “mutlak doğru”nun tecelli edeceği bir şahsiyet mahfazası yaratmıştır. Mutlak doğrunun insan gibi zalim ve cahil olan bir varlıkta tecelli etmesi lüzumu, iyi ve güzel mizaç hususiyetlerinin her birinin zirvesinin hem de mutena bir muvazene ve kıvam halinde bir şahısta billurlaşmasını şart kılmaktadır. Hz. Risaletpenah’ın (SAV), mizaç ve ahlak terkibinden meydana gelen şahsiyeti, Mustafa isminin lüzumundan olmalı ki, seçilmişlikten başka bir şey değildir. İyi ve güzel mizaç hususiyetlerinin her birinin aynı kuvvette ve zirvede olarak en mütekâmil terkibe kavuşturulması, imtihandan azade kılındığını da göstermektedir. Bütün bunlar O’nu kul olmaktan çıkarmaz fakat kulların en büyüğü olduğunu delillendirir.
Hz. Risaletpenah’ın (SAV) tüm mizaç hususiyetlerinin iyi ve güzel olması O’nun Risaletinin delillerinden ve büyük mucizelerinden biridir. İnsan tabiatı ile açıklanabilir bir vaka değildir. İnsan tabiatındaki sınırlar böyle bir mizaç terkibine müsaade etmez.
İyi ve güzel mizaç hususiyetlerinin tamamına sahip olmak emsal teşkil etmek bakımından mucizevî bir vaka olmasına rağmen, diğer mizaç hususiyetlerine parça parça sahip olan insanların hayatlarını nasıl yaşamaları gerektiğini göstermek noktasında, paradoksal bir probleme işaret etmektedir. Güzel olan mizaç hususiyeti (mesela cömertlik) emsal teşkil ederken, kötü olan mizaç hususiyetine (mesela cimriliğe) sahip olanın da hayatı nasıl yaşaması gerektiğini beyan ve tanzim edecektir. Güzel olanın emsal teşkil etme imkânına mukabil, çirkin olan insanın hayatını nasıl yaşaması gerektiğini göstermekteki zorluk aşikârdır.
Risaletin görevlerinden biri de tam bu noktada ortaya çıkar. İnsanlardaki doğuştan varolan mizaç hususiyetlerine ek olarak onlara ahlak kazandırmaktır. Şahsiyet kesbi ahlak ile fıtri ahlakın (mizaç) mütekâmil muvazeneye kavuşması ile inşa edilir. İnsan, doğuştan sahip olduğu mizacına ahlakı katarak “insanileşme” sürecine girer ve mizaç ile ahlakın terkip kıvamını bulduğunda insanileşme sürecinin nihayetine ererek şahsiyet sahibi olur.
Devamı Alt Taraftadır !