Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Risale-i Nur'un Matbaada Neşredilmesi (1 Kullanıcı)

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Kardeşim, artık risaleleri ne elle, ne de teksirle yetiş*ti**re*miyoruz. Çok talep var. Risale-i Nur’ların matbaada ba*sıl*ması hususunda manevî ihtar aldım” dedi.
Ve talebesine Sözler’in daktilo edilmiş bir nüshasıyla birlikte 1200 lira verdi.
Yıl 1954’tü. Said Özdemir üç arkadaşıyla birlikte Ankara’da Risale-i Nur’ları matbaada bastırmaya başladı.
Tabi bu iş gizli yapılıyordu. O günlerde dinî bir eser bulundurmak, okumak, hele de basmak çok büyük bir suçtu.
Böyle bir atmosferde ve imkânsızlıklar içinde ilk kitap “Sözler” basıldı, ciltlendi. Said Özdemir basılan bu kitabı alarak Üstadı ziyarete geldi.
Bediüzzaman, gelen talebesini kucakladı, kitabı da bağ*rına bastı. Odada dönmeye başladı. Çocuklar gibi sevinmişti. Dünyalar onun olmuştu.
Şöyle diyordu:
“Değil mi ki, bu eserler, bu gelen gençliğin okuyup anlayacağı bir lisanla basıldı. Elhamdülillâh, ben vazifemi yap*tım.”
Ve kitabın fiyatını sordu.
“25 lira Üstadım” dedi Said Özdemir.
Bediüzzaman cüzdanından 25 lira çıkardı, talebesine verdi.
“Üstadım olur mu?” dedi talebesi. “Bu sizin kendi eseriniz. Hem bu işte sizin de paranız var. Bir de para mı vereceksiniz?”
“Evet kardeşim, bu işte ihlâs olması için kendi eserimi, kendi paramla almam lâzım.”
25 lirayı verdi ve bir adet Sözler aldı. Sonra şöyle dedi:
“Yalnız her 25 lirayı verene de vermeyin. 25 kişiye okutturacağım diyenlere verin.”
 

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Nurun fedakar talebelerinden merhum Mustafa Türkmenoğlu’nun Risale-i Nur Külliyatı’nın ilk neşri ve matbaalarda Latince olarak basılması hususunda hatıralarını sunuyoruz.
Mustafa Türkmenoğlu, Said Özdemir, Atıf Ural gibi nur talebeleri nurların matbaada ilk basımını yapmışlardır. Nurların Latince olarak basılması hususundaki hatıraları şöyledir:

Üstad Hazretleri, Risaleleri Diyanet bassın istiyordu. Onun için bize haber gönderdi, “Diyanet’in Risaleleri basması için teşebbüse geçin” dedi. Biz talebeyiz, pek Diyanete tesirimiz olmaz diye, rahmetli “Isparta Meb’usu Dr. Tahsin Tola” görev aldı. Biz onunla tanışmıştık, Ziyaretine gittik ve durumu anlattık. rahmet etsin çok mübarek bir zattı, çok temiz bir insandı, bizim önümüze düştü ve Diyânet’e kadar gittik. O içeriye Reis’in yanına girdi, biz dışarıda bekledik. Reis’e teklifi yapmış. Reis demiş ki:“Başbakan bize emir vermediği müddetçe, bunları basamayız.”

Bunun üzerine rahmetli “Menderes”i ziyaret ettik beraber, ama biz yine dışarıda bekliyoruz, Tahsin ağabey durumu Menderes’e anlatmış. Menderes de demiş ki: “Ben sizi vekil tâyin ettim, gidin Diyânet İşleri Başkanına söyleyin, bassın.” Biz tekrar Diyânet İşleri Başkanına gittik, yine rahmetli Tahsin Tola içeri girdi, fakat Reis: “Ben Başbakanla kendim konuşmadıkça basamam” diyerek kabul etmemiş. Neyse Reis Başbakanla görüşmek için çok uğraştığı hâlde muvaffak olamıyor, en sonunda Başbakanın müsteşarı “Ahmet Salih Korur” ile görüşüyor. Bu adam zannımca 33 dereceli bir masondu.. O zamanlar Başbakan Müsteşârının bakanlardan daha çok sözü geçerdi. Diyanet İşleri Reisi bu adamla konuşuyor. Müsteşar Üstad’ımızın ismini göstererek: “Bu eserlerin basılmaması için bu isim kâfi değil mi?” diyor ve kabul etmiyor. Bunun üzerine Reis, Tahsin ağabeye gelerek: “bu durumda ben bu eserleri basamam” demiş. Tahsin ağabey de bize bildirdi, biz de Isparta’da bulunan Üstad’a bildirdik. Üstad’dan bize derhâl bir emir geldi: “Bu azîm sevab onlara nasip olmayacak, derhâl siz basacaksınız” dedi.
 

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Sene 1956, Üstad’dan bu emir geldi, ama öyle bir durum var ki, bizde ne para var, ne pul var, matbaacılık hakkında da hiç bir bilgimiz yok. Üstad’dan da “Risaleleri basın” diye böyle bir emir geldi. Bunun üzerine biz rahmetli Atıf’la beraber bir mektup hazırladık. Mektup öyle uzun bir şey değil iki-üç satırlık bir şey. Mektubu Anadolu’daki kardeşlere göndereceğiz, ama postane ile göndermek lâzım pul için bile paramız yok, biz de Ankara’ya muhtelif vesîlelerle gelen kardeşlerle mektubu gönderiyoruz. Mektupta: “Biz Büyük Sözler Mecmûasını tab’ edeceğiz, fiatı 25 liradır, orada kaç kişi abone olacaksa, parasını gönderin, bilâhare kitapları göndereceğiz.” Tabî biz talebeyiz, elimizde para olmuyor. Zaten elimize üç kuruş geçse, bir kuruşunu hizmete ayırıyoruz, cüz’i de olsa katkı olsun diye, ama yetmiyor. Ama Üstadımızın da emri var.

Bu mektûptan sonra muhtelif yerlerden bize para gelmeye başladı, diyelim ki sen Kütahya’dasın iki kişi abone olmuş, bize göndermişsin, Afyon’dan üç kişi, Urfa’dan beş kişi gibi.. Van’da “Hamid Kuralkan” diye bir kardeş vardı. 1967’lerde vefat etti. O zamanın parasıyla iyi hatırlıyorum, Ziraat Bankası kanalıyla benim adıma, “beş yüz” lira göndermişti. Bir de rahmetli “Nazif Çelebi” (İnebolu) ağabey de beş yüz lira kadar gönderdi. Bütün gelen paralarla biz ancak basılacak kitapların yarısının kâğıt parasını verebilirdik, matbaacıya verilecek para yok. Sonra Tahsin ağabey’i alarak “Yıldız matbaası”na gittik, kaça basarsınız diye pazarlık ettik, fiyatını unuttum ama kâğıdını biz vermek üzere anlaştık.
 

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Elimizdeki kitaplar Osmanlıca, biz bunları matbaaya versek basamazlar, yeni harflere çevirmek lâzım. Bizim bunları daktilo ile yeni harfle çevirmemiz lâzımdı. Önce Üstad’dan bize üç tane “Büyük Sözler” geldi. Bunların hepsi de bizzat Üstad’ın tashihinden geçmişlerdi. Birimiz Osmanlıcadan okur meselâ, ben diğer kitaptan takip ederim, bir de Hayri ağabey diye binbaşılıktan ayrılma biri vardı, o da daktilo ile yazardı. Biliyorsunuz Osmanlıcada; büyük harf, nokta, virgül yoktur, meselâ cins isim de, özel isim de küçük harfle yazılır. Ama Türkçede özel isimler büyük harfle yazılır. İşte düz yazılan o daktilo yazısını Âtıfla ben satırbaşı, nokta, virgül.. koyarak düzeltiyorduk. Bu iş tasarrufumuzda idi, matbaaya da öyle târif ettik. “Said Özdemir” kardeş aramıza Sözler’in yarısından sonra gelmişti.

Önemli yerleri eğik yazı ile yazardık. Üstad karışmazdı.
-Koyu harflerle yazılan cümleler var, bunlarda mı sizin tasarrufatınızda idi?
-Evet bazı önemli gördüğümüz cümleleri koyu veya eğik “itâlik” yazı ile yazıyorduk. Yâni bu da bizim tasarrufumuzla oluyordu. Ama esas ve her harf tamâmen Üstad’ın idi, Üstad’ın tashihinden geçmişti. Bugün basılan Risalelerde bu koyulaştırılan yerler değiştirilmiş olabilir, zaten biz daha çok “itâlik” harf kullanıyorduk nazar-ı dikkati çekmesi için. Karışmazdı Üstad böyle şeylere. O zaman ben noktalamaları yanlış yapmayayım diye fakültede okuduğum hâlde imlâ kılavuzu almıştım.
 

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Nihayet matbaaya verdik, ama Üstad’dan da haber üstüne haber geliyor bize “derhâl basacaksınız” diye. Fakat bizde zaten acemilik var, para yok, onun için “1.Sözden 23.Söz”e kadar olan kısmı “Yıldız Matbaası” na verdik, “24.Söz”den itibaren de “Doğuş Matbaası” na verdik. Yâni ilk Sözler iki cilt hâlinde basılmıştı mecburen. Doğuş Matbaası o zamanlar Ankara’nın en iyi matbaası idi, rahmetli Tahsin ağabey de onlara gitti geldi, ilgilendi. O insanlar biraz çekinerekten bile olsa şarklı olmaları hesabiyle kabul ettiler. Fakat çok para istediler.

Üstadın tashihi
Üstad çok güzel ve tashihli basım üzerinde çok dururdu, çok ehemmiyet verirdi. Biz artık bir o matbaaya, bir öbürüne gidiyorduk. Risaleler önce kolon hâlinde uzun basılır, biz de noktasını virgülünü tashih ederdik hata var mı diye. Sonra sayfa hâlinde basılması için kurşun harfleri dizerler numune sayfaları tekrar tashih ederdik, en son basıma girmeden her sayfayı yeniden dikkatle tashih ederdik. Matbaalarda ekseri yüzde seksen ben dururdum. İlk tashihatları evde yapardık, fakat baskıdan çıkan ilk sayfayı hemen hata var mı diye yine bakardık, yanlış varsa durdururduk, şunu düzeltin, yeniden basın derdik.

Risaleler Üstadın sağlığında basıldı
-Üstad’ımızın onayı nasıl olurdu bu basılan sayfalara?
Meselâ iki forma, üç forma çıktı mı, Üstad’a gidenlerle bunları gönderirdik. Yahut bizden biri giderdi. Diyelim Erzurum’dan biri geldi, Üstad’a gidecek onunla gönderirdik, zaten Üstadımız hizmetle alâkalı olmayınca ziyaretçi kabul etmezdi, ama o kişi formayla giderse o forma hatırı için yüzde doksan dokuz kabul ederdi.
Hatta iyi hatırlarım, ben Zübeyr ağabey ile Ankara 27 numarada bir buçuk seneye yakın beraber kalmıştım.1960 ihtilâlinde onları Urfa’dan çıkarmışlardı. O zaman anlatmıştı: “Biz Üstadla kırlara giderdik, Üstad orada hem tefekkür eder hem de tashihat yapardı. Fakat bazen yeni gelmişiz, ortada hiç bir şey yokken Üstad: “Hemen dönmemiz lâzım, bizi bekleyen var” derdi. Biz de hemen döner bakarız ki, kapıda biri elinde bir forma ile bekliyor.
Üstad Risale ile gelenleri hemen içeri alır, açar Osmanlıca Risaleyi, başlar yeni basılan formaları okutmaya. Ekseri Zübeyr ağabeye okutur, eksik var mı, atlama var mı diye tashih edermiş. Üstad tashih ettiği formayı verip geriye bize yollardı. Üstad’ın bir tashihatı varsa o formayı değiştirirdik. Bilâ istisna bütün formalar Üstad’ın tashihinden mutlaka geçmiştir. Formalar tamamlanınca ciltletip kitap hâline getirirdik.
Üstadımızın sağlığında bütün büyük risaleler basıldı, bizzat biz bastık ’ın inâyeti ile. Hepsi Üstad’ın tashihinden ve tasvibinden geçer, çok duâ eder ve memnun olurdu. Küçük Risalelerin bazıları büyük risalelerin arasında basılırdı. “Küçük Sözler, Gençlik Rehberi, Zühret-ün Nur..” gibi.. onlar da giderdi Üstad’ın tashihine. Üstad matbaa parasını verir, takdir ve tasvip ederdi, öyle yeni Türkçeye rızası olmasa hiç para verir mi, dua eder mi?
 

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
1959 da bütün büyük kitapların basımı bitti
Emniyet el koymasın diye formalar basıldıkça biz matbaadan kaçırırdık. Normalde basılan her şeyin resmi yerlere verilmesi lâzımdır. Biz formaları paketlerle kaçırır, hepsi bittikten ciltlendikten sonra tekrar matbaacıya getirir, matbaacı kanunen verilmesi lâzım gelen; İçişleri bakanlığı, emniyet, milli kütüphâneye.. verirdi. O şekilde verirdik ki, bastıkları vakit matbaada hiç bir şey bulamasınlar. Bu şekilde 1956 senesinde ’ın inâyeti ile matbaada basma işi başlamış oldu. “Sözler”den sonra “Lem’alar”ı bastırdık, arkasından “Mektûbat”ı bastık... 1959 da bütün büyük kitapların basımı bitti.

Acip bir istihdam hâdisesi: “Ne Hürriyeti !!!”
Matbaa iki üç katlı bir yerdi, en üst katta bize bir oda vermişlerdi. Ama karanlık bir oda idi, gündüz bile elektrik yakardık, namazları da orada kılardık. Sabah namazından sonra doğru matbaaya gider, ekseriye yatsı namazına kadar çalışır, namazı orada kılıp çıkardık. Yemekleri de orada yerdik, yemek dediğimde aperatif, zeytin ekmek, peynir ekmek gibi, lokantaya gidecek paramız olmazdı.
Bazen ilâhiyatlı talebeler gelir tashihata yardım ederlerdi. Onlar yazın tatile memleketlerine gittiler, bir arkadaşımızın da dünyevî işi çıktı evine gitti, bir arkadaş da üç aylar girdi diye mecbûren muhtelif yerlere vaaz etmeye gitti, o zaman ben matbaada yalnız kaldım bir müddet. Gerçi sağdan soldan yardıma gelenler oluyordu, ama hem acemiler, hem de fazla tutamıyorsun ki. İşler çok zorlaşmıştı. Ben de: “Ben de vâlidemi on onbeş gün ziyaret edeyim, hem de arkadaşlar yavaş yavaş gelmeye başlarlar, sonra hep beraber devam ederiz” diye düşündüm. Memleketim İstanbul, Pendik.
Matbaa tren istasyonuna yakındı, o zamanlar otobüs yoktu. Fakat tam gitmeye karar veriyorum İstanbul’a, tren istasyonuna giderken bir kuvvet beni zorla matbaaya çeviriyor, bir türlü gidemiyorum. Ertesi gün kati gideceğim diyorum, fakat yine yönümü bir kuvvet çeviriyor. Sonra düşündüm “ben niye gidemiyorum acaba” birinci, ikinci, üçüncü.. gün aynı. Düşünüyorum “ben niye vâlideme gidemiyorum, halbuki biraz kalsam ne olur, 20 gün geç bitse ne olur” diye düşünüyorum.
Böyle bir gün yine o karanlık odada yalnız başıma tashihatla meşgûl iken dedim: “Yâ Rabbi! ben hürriyetime sâhip değil miyim? Benim hürriyetim elimde değil mi? Ben niçin istediğim yere gidemiyorum? Yâ Rabbi! ben hürriyetime sâhip değil miyim?” diye odanın içinde kendi kendime bağırmaya başladım. Bir müddet geçtiği hâlde yine gidemiyorum, ben de “Hürriyetim yok mu?” diye hep söyleniyorum, ama kendi başımayım hiç kimse yok, kimse duymuyor. Odadaki masalar sandalyeler, kapılar duyuyordu yalnız.(!)
Neyse arkadaşlar geldiler, ben de bari şimdi üç beş gün gideyim vâlideyi ziyaret edeyim dedim. Üstad Isparta’da, benim memleketim İstanbul Pendik. Üstad’ı ziyaret edeyim de öyle gideyim vâlideme diye düşündüm.
Isparta’ya gittim, arkadaşlar kapıyı açtılar, Üstad “gelsin” demiş, merdivenlerden üst kat’a çıkıyorum, merdivenlerden çıkar çıkmaz sol tarafta oda vardır. Biliyorsunuz, orası şimdi müze oldu. Arkadaşlar “sen gir” dediler, ben girdim, Üstad yatağın üstünde oturmuş, arkadaşlar kapıyı açık bıraktılar, Üstad’ın elini öpmeğe gidiyorum ben.
Üstad şöyle hafifçe doğruldu: “Ne hürriyeti!!!” diye şiddetle bağırdı bana. “Ne hürriyeti!!. Ne hürriyeti!!” çok şiddetli bağırdı bana. Ben şaşırdım kaldım. (Türkmenoğlu ağabey bu hâdiseyi anlatırken Üstadımızın sesini taklid ediyor, sanki aynı heyecanı yaşıyor ve bizlere de yaşatıyordu. Ömer Özcan)
Halbuki ben ne Üstad’ın yanında, ne de hiç kimsenin yanında dememiştim, hatta dersane de bile değil, matbaadaki karanlık odada kendi kendime demiştim. Hiç kimsenin yanında “hürriyetim yok mu?” demedim. Ama Üstad duymuştu, artık nasıl duymuştu?...
O zaman Üstad çok güzel bir ders verdi bize, hayatım boyunca unutamam o dersi. Elini öptüm, yanına oturdum. Diğer kardeşler de geldi. Çok net bir şekilde: “Kardeşim” dedi “Öyle kimseler gelmiş ki Kur’anın bir tek harfinin mânasına kendini feda etmiş. Bize ne oluyor ki, şimdi Kur’anın bütününe taarruz var, biz niçin kendimizi feda etmiyelim? ilh...” Bir ders verdi biz hiç ses çıkarmadan öylece dinledik, sonra “haydi dön” dedi bana. Ben de İstanbul’a falan gitmeden doğru tekrar Ankara’ya döndüm, vâlideye gidememiştim. Vâlidem yaşlıydı, ben yedinci çocuğu idim, dört sene ziyaretine gidememiştim, dile kolay dört sene, rahmet etsin..
 

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Risalelerin basımı üstadın hayatında iken yapılmıştır ve dolayısıyla Latince'ye de bu şekilde izin verilmiştir. Risale-i Nur'da Latinceye izin verildiğine dair pek çok yer vardır. Hem ekser nur talebeleri ve nur talebelerinin azamları bu meselede ittifak ediyorlarsa o zaman bu meselenin doğru olduğu ortaya çıkar. Çünkü ümmet dalalet üzerine ittifak etmez. Öyle ise nur talebelerinin ekseriyeti bu meseleyi bu şekilde kabul ediyorsa ve üstada ittiba ediyorsa, o zaman azınlığın düşüncesi kabul görmez. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, "mesleğim haktır ve güzeldir ve doğrudur diyebilirsin, yalnız en güzel benim mesleğim ve meşrebimdir diyemezsin." Bu nur hizmetinde herkese ihtiyaç var. Yazıcısına da okuyucusuna da... Öyle ise her birimiz kendi vazifemizi en iyi şekilde ifade ve ifa etmeliyiz. Fakat unutmamalıyız ki başka meslek ve meşrebi kötülemez veya hatasını ortaya çıkarmaya çalışmak bir Nur Talebesinin işi değildir. İhlası esas alan nur talebesi unutmamalıdır ki kendi gittiği yol en güzeldir fakat sadece güzel olan kendi gittiği yol değildir. Eğer kendi gittiği yolun en güzel olmadığı kanaatinde olursa zaten o yolda gitmez. Öyle ise birbirimiz arasındaki husumetin kimseye bir faydası olmaz. Bu tür husumetlerle de hizmet olmaz. Ancak boş yere vaktimizi zayi etmiş oluruz.
 

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Pek çok nur talebesi bu şekilde Risalelerin basılmasına şahit olmuş ve bu kişilerden hayatta olanlar vardır. Pek çok nur talebesi bu konuda ittifak halindeyse o zaman bize bir söz düşmez. Herkes kendi vazifesine en azami şekilde çalışsın ve başkasıyla uğraşacağına nefsinin kusurlarıyla meşgul olsun.
 

Hakendiş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Nis 2008
Mesajlar
112
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Pek çok nur talebesi bu şekilde Risalelerin basılmasına şahit olmuş ve bu kişilerden hayatta olanlar vardır. Pek çok nur talebesi bu konuda ittifak halindeyse o zaman bize bir söz düşmez. Herkes kendi vazifesine en azami şekilde çalışsın ve başkasıyla uğraşacağına nefsinin kusurlarıyla meşgul olsun.


Allah razı olsun. Bu konuyu dile getirdiğin için... Bir üst konuda ben bunları dile getirmiştim. Risalelerin(külliyatın) latince neşri, ayan beyan sabittir. Ama her nedense ısrarla bir iki risale için müsade edilmiştir gibi yanlış bir bilginin yayılma çabası var. Böyle yanlış söylemler olunca tabiki doğrusunu belirtmeden geçmek daha büyük yanlış olur zannımca. Bu eserlerin sahibinin latince neşir konusundaki tutumuna rağmen ısrarla muhalefet etmemek gerektiğini düşünüyorum. Yoksa muhalefet etmeyen, latince okuyanların, savunanların nurcu olmadığını söylemeyen, hatt-ı Kur'an'ı muhafaza adına yazan bütün arkadaşlarımız kardeşimizdir. Kardeşim, amacımız; binlerce kişinin ziyaret ettiği bölümleri, yanlış bilgilerden arındırmak... Yoksa kimseyi tenkid etmek değil...

Allah'a emanet ol...
 

Kenz-i mahfî

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2008
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Bir meselede ekseriyetin ittifakı varsa o mesele haktır. Hem hizmet bu şekilde milyonların imanının kurtulmasına sebep oluyorsa demek ki muvaffakiyet var. Hem unutmamak gerekir ki, hatt-ı Kur'an meselesi imanın erkanından değildir. Bu da medar-ı dikkat bir meseledir. Her nur talebesi Hatt-ı Kur'an'ı öğrenmesi gerekir. Bu da mühim bir vazifedir. Fakat asıl vazife bu değildir. Asıl vazife öncelikle imanı kurtaracak olan bu nurlu eserlerden istifade edebilmektir. Bunun için okumak, yazmak, dinlemek gibi yolları deneyebilir. Yani Nurlarla muhtelif şekillerde meşgul olunabilir.
 

_SeNaToR_

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2008
Mesajlar
1,220
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Oysaki Üstad mecliste gel eserlerini matbaalarımızda latince basarım diyenlere karşı gelmedimi..hatt-ı Kur'anı savunmak nerde..Latin harflerini kabul etmek delaletin biadını kabul etmek değil mi boyun bükmek değil mi...her neyse biz biadları kabul edenlerden olmayacağız.
 

Hakendiş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Nis 2008
Mesajlar
112
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Oysaki Üstad mecliste gel eserlerini matbaalarımızda latince basarım diyenlere karşı gelmedimi..hatt-ı Kur'anı savunmak nerde..Latin harflerini kabul etmek delaletin biadını kabul etmek değil mi boyun bükmek değil mi...her neyse biz biadları kabul edenlerden olmayacağız.


Selamün aleyküm, Üstadımız(r.a.) o zaman, o dönemde onu söylemiştir. Ama daha sonraki şartlar değişmiştir. Ve bizzat Kendisi zorunluluktan dolayı müsaade etmiştir. Zat'ın, hatt-ı Kur'an'a olan tavrı bellidir onda bir değişiklik yoktur. Ama 1920lerin şartlarıyla 1950li yılların şartları veya günümüzün şartları, bir değildir. Latin alfabesi hayatın her alanına girmiştir.(ne kadar istemesek te) Peki binlerce bu hakikatlere muhtaç olan insanlar sırf Osmanlıca bilmedikleri için mahrum mu kalsınlar? Herkes senin gibi bizim gibi, dersaneye kapanıp öğrenemez. O kadar çok mani var ki... Yani bunu söylemek bile boş... Ortada Üstadımızın bu konuda belli bir tavrı var( kastamonu lahikasındaki yerleri cımbızla çıkarıp tekdüze yorum yapmayın. Oralar 1930lu yıllarda yazılmıştır. O yıllardaki ahvalle 1950li yılların ahvali farklıdır.) Üstadımız, 1950li yıllarda bütün külliyatın latince basımı bizzat kendisi tashihini yaparak tamamlanmıştır. Bu bellidir. Şimdi bu eserlerin sahibinin tavrı bizim için ölçüt değil midir? Şimdi hala latince basıma şiddetle karşı çıkmak, latinceye taraftar olanlara nurcu gözüyle bakmamak, bu eserlerin sahibine muhalefet etmek demek değil midir?
 

yasam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
53
Tepki puanı
0
Puanları
0
yazık çok üzüldüm bu konuyu neye dayanarak yazdığını bilmiyorum ama üstadım çok üzülmüştür seni kınamıyorum ister latince ister osmanlıca oku senin bileceğin konu yanlız bilmeni isterim üstad boşyere sürgün gezmiş liyakatsiz olmuş osmanlıca niye yazmışda latinceye çevirmiş yazı yazanlar kullanılmışda matbaacılar sefamı sürmüş maddiyat dünyalıktır üstad ticaret yapmaz külliyatı satmaz sen bu masalları sağda solda yazıp milletin zihnini bulandırma:a43:
 

islamoglu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2006
Mesajlar
233
Tepki puanı
0
Puanları
0
Saidi Nursi Hazretleri (K.S) büyük bir zat dır onun yaptığı işler gördüğümüz kadarı ile sünnetede uygundur. Birincisi meclisde verdiği tepki Haksızlık edene boyun eğme emrine uymak içindir ikincisi ise kendisininde dediği gibi < Şimdi yatma uyuma zamanı değildir dine hücum ediliyor Kur-ana hücum ediliyor insanlarımızı dinsiz yapmak için çaba gösteriyorlar >
Mademki osmanlıca veyahut arabca eserler yasak (yahu diyelimki serbest ama okuyacak genç mi var ) risalet leri Latin harfle basdırmasaydı kim ne bilecekti içinde ne yazdıklarını. Kardeşim biri hakkında tepki vermeden önce bi bakın bu kim.Saidi Nursi hazretlerinden Yüce Mevla eminim razıdır ama bende niyaz ediyorum ki razı olsun;Saidi Nursi hazretlerinin Erzurumdan öğrencisi Mehmet Kırkıncıhoca yı tanıdık Elhamdülillah öyle insanları yetişdirmiş onun da bir çok eserleri var.Allah (c.c) hepsinden razı olsun sırlarına ermeği bizde muvaffak etsin gani gani rahmet etsin...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
42
Selamün Aleyklüm
Bütün kitaplar tek bir kitabı anlamak içindir,
Bütün bilgiler tek bir bilgiye ulaşmak içindir,
Bütün hakikatler tek bir hakikat içindir,
Bütün dinler tek bir dine kavuşmak içindir,
Bütün güzellikler tek bir güzeli görmek içindir,
Bütün yollar tek bir yolu yürümek içindir,
Bütün şeyler tek birşeyi anlamak içindir,
Aslında herşey tek birşey ve aynı şeydir...
Selametle
 

gırgır

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 May 2008
Mesajlar
57
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
delil

delil

[QUOT799853]hakendiş;Allah razı olsun. Bu konuyu dile getirdiğin için... Bir üst konuda ben bunları dile getirmiştim. Risalelerin(külliyatın) latince neşri, ayan beyan sabittir. Ama her nedense ısrarla bir iki risale için müsade edilmiştir gibi yanlış bir bilginin yayılma çabası var.
())))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))))

hayırlı günler
ben söylediginiz veya savundugunuz işin müdavimi degilim lakin müthiş bir bilgi kapasitem var bu konuda
siz yukarıda tüm risaleler ile izin var diyorsunuzda
peki bunları nasıl inkar ediyorsunuz
OKUYUN






3. Risalelerin Latince Neşri:

a. Yeni Hurufa Zaruret Derecesinde Müsaade Olunur.



Üstad “Kastamonu Lahikası” adlı eserinde şöyle der::
(Haşiye)Risale-i nurun bir vazifesi hurufu kuraniyyeyi muhafaza olduğundan yeni hurufa zaruretderecesinde inşallah müsaade olur. (Kastamonu Lâhikası : s.1650 )
Fıkıhta meşhur kaidedir “zaruret haramı helal hale getirir”. الضرورات تبيح المحظورات Fakat alimler bu kaidenin mutlak olmadığını da zikrederler. ( İctihad risalesine bakılabilir.)
Ayrıca Üstad zaruret hakkında şöyle der: الضرورات تقدر بقدرها(zaruretler zaruret mikdarınca sınırlandırılır) sırrıyla, haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. (Lem’alar: iktisad Risalesi.) ( Ayrıca bkz: Mecellenin : 21 ve 22 maddeleri. Istılahatı fıkhıyye kamusu. : C.1. S. 261-2)
Zaruret yeme içme durumunda böyle olduğu gibi diğer mevzularda da aynıdır. Risale-i Nuru öğrenmek isteyen istediği şekilde okuyabilir. Kimsenin bu hususta bir şey deme hakkı yoktur. Fakat “ben nur talebesi olmak istiyorum” diyenlerin İslam harflerini öğrenmesi zorunludur.
İlim öğrenmede Latin harfleri bidat olduğuna göre, ona da ancak zaruret derecesinde izin verilir. Bu zaruret ise İslam harflerini öğreninceye kadardır. İslam harflerini öğrenmemek, kabul etmemek, aleyhinde bulunmak bir zaruret değil bidat taraftarlığıdır.
Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. Fakat, yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder. (Kastamonu: )

b. Üstad Yeni Hurufla Risalelerin Neşrinden Çekiniyor.



Üstad Her ne kadar zaruret derecesinde müsaade olur demişse de yinede o cihete sıcak bakmadığı ifadelerinden anlaşılıyor. Şöyle diyor:


Kastamonu Lâhikası - Mektup No: 133 - s.1651
Salisen: İzharına bu zamanda izin yok. Fakat, madem şakirtlerin gayret ve şevk ve himmetleri şimdiye kadar matbaalara ihtiyaç bırakmamışlar, inşaallah o kudsî hizmette devam edip, o elmas kalemlerle neşr-i envar edecekler. Madem bütün bütün mesleğimize muhalif olan yeni hurufu bir iki risale için kabul ettiğimiz halde matbaacılar çekindiler, o hayr-i azîmi kaybettiler. Siz, o iki risaleyi, bizim hesabımıza, kahraman kardeşlerimizden yirmi otuz zâta tevzi ederek, yirmi otuz nüshayı eski hurufla yazdırınız. Yazan kalem sahiplerine dâimî hasenat kazandıran o pek büyük hayrı siz kazanınız. Eğer yeni hurufla, el makinesiyle o iki risaleden yazılmış nüshalar varsa, bize bazı nüshalar gönderiniz.


Kastamonu Lâhikası - Mektup No: 142 - s.1656
Şimdilik, evvelce nazlanan matbaacılara lüzum yok. Hem mesleğimize muhalif yeni hurufa, Risale-i Nur'un bir nevi müsaadesi hükmüne geçtiği için, lâzım değil. Sizler, el makinesiyle yazdığınız miktar yeter. Zaten Nazif de, el makinasıyla bir derece çalışıyor. Tashihine çok dikkat etmek lâzım. Eski hurufla elmas kalemli kardeşlerim matbaaya ihtiyaç bırakmıyor. Bize yardım etsinler.


Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 48 -s.1711
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin bu defa neş'eli, güzel mektuplarınız, Risale-i Nur'un serbestiyeti ve matbaa kapısıyla intişarı hakkında beni çok mesrur eyledi ve kahraman Tahirî'nin yine bu ehemmiyetli işte çalışması için buraya gelmesi, beni şiddetle dünyaya bakmaya sevk etti. Kalben dedim: Madem kardeşlerim bu derece istiyorlar, çaresini arayacağız. Gecede kalbime geldi ki: İki ehemmiyetli sebepten inayet-i İlâhiye tam serbestiyet ve eski harflerle tamamını tab etmek tam müsaade etmiyor.
Birinci sebep: İmam-ı Ali'nin (r.a.) işaret ettiği gibi, perde altında her müştak, kendi kalemiyle veyahut başka kalemi çalıştırmasıyla büyük bir ibadet ve âhirette şehidlerin kanıyla râcihane muvazene edilen mürekkep ile mücahede hükmündeki kitabetle envâr-ı imanı neşretmektir. Eğer tabedilse, herkes kolayca elde ettiği için, kemal-i merakla ona çalışamaz, bilfiil neşrine hizmet vazifesini kaybeder.
İkinci sebep: Risale-i Nur'un mühim bir vazifesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek olduğundan, tab' yoluyla işe girişilse, şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla tab etmek lâzım gelecek. Bu ise, Risale-i Nur'un yeni hurufa bir fetvası olup şakirtleri de o kolay yazıyı tercih etmeye sebep olur. Onun için, şimdiye kadar pek çok müstehak ve lâyık iken, Risale-i Nur'a serbestiyet verilmemişti. Lillâhilhamd, şimdi hakikatlerinin kuvvetiyle serbestiyeti kazandı. Hattâ eski harfle tab' yasak iken, Âyetü'l-Kübrâ'yı bize teslim ettirip bir keramet-i ekber gösterdi.
Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 8 - s.1684
Aziz sıddık kardeşlerim,
Şimdi bir emrivaki karşısında bulunuyorum. Benim iaşem için her gün iki buçuk banknot, hem yeniden benim için bir hane-mobilyasıyla beraber ve istediğim tarzda-yaptırmak için emir gelmiş. Halbuki elli-altmış senelik bir düstur-u hayatım bunu kabul etmemek iktiza eder. Gerçi Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyede bir iki sene maaşı kabul ettim, fakat o parayı kitaplarımın tab'ına sarf ederek ve ekserini meccânen millete verip, milletin malını yine millete iade ettim. (…)
Eğer kabul etsem, yetmiş senelik hayatım gücenecek; ve bu zamandan haber verip tama' ve maaş yüzünden bid'alara giren ve ihlâsı kaybeden âlimleri tokatlayan İmam-ı Ali Radıyallahu Anh dahi benden küsecek ihtimali var; ve Risale-i Nur'un hakiki ve sâfi olan ihlâsı beni de ihlâssızlıkla itham etmek ciheti var. Ben, hakikaten tahayyürde kaldım.
18. lem’da İmam Ali bidakar alimleri tokatlarken Latin hurufundan da bahseder ve İslam harflerini muhafaza edenleri över. Üstad İslam harflerini bütün bütün terk etse, kendisiyle çelişecek, bid’aya fetva vermiş olacak ve İmam Alinin tokatladığı kimseler sınıfına girecektir.
M ŞEVKET EYGİ hatıralarında Latince neşir hakkında şöyle diyor.
Daha önceleri de el yazısıyla, İslâm harfleriyle çoğaltılıyormuş. Başlangıçta Üstad, (Bediüzzaman için bu ün kullanılırdı) Risâlelerin yeni frenk yazısıyla basılmasına müsaade etmemişti. Daha sonra, İslâm yazısını bilmeyen genç nesillerin istifade edebilmesi için müsaade verdi.(c.4.s.322)..
Şevket Eyginin sözlerine dikkat edilirse Üstad Latince risaleleri İslam yazısı bilmeyen gençler için kabul etmiştir. Yoksa kendi talebelerine hitaben “siz İslam harfleriyle yazmayı okumayı terk edin” dememiştir. Bilakis hayatı boyunca İslam harfleriyle yazmak ve okumak üzerinde hassasiyetle durmuştur.
Emirdağ lahikası: 1753. nesil.
Evet, bir âdi mektubum için "Kim yazmış?" diye sekiz defa bana resmen sıkıntı ve eziyet verildiği aynı zamanda, sekiz yüz sayfayı bin beşyüz nüshaya ve bir milyon sayfalara çıkaran o makine, elbette gaybdan imdadımıza gelmiş Nurcu ve bin kalemli bir kâtiptir. Onun için bazı sayfaları sönük çıksa, zarar yoktur. Parlak kısmı bize şimdilik yeter. İyi okunmayan kısmı ayrı yapılsın; sonra elmas kalemliler, her biri bir iki nüshayı ıslah etsin.
Bir zaman bir memlekete şimendifer geldiği vakit, arabacılar telâş edip dediler: "Bizim san'atımız bozuldu." Halbuki şimendiferin gelmesiyle memlekette faaliyet çoğaldığından, faytonculuğa iki kat ziyade ihtiyaç olmuş. İnşaallah, onun gibi Nur yazıcıları, değil tevakkuf, belki daha ziyade yazı ile defter-i a'mâllerine hasenat kaydedecekler.
Üstadın talebelerinden Hasan Atıf Egemen şöyle diyor:
Bir Isparta ziyaretimde kendisini çok müteessir bulmuştum. Bana üzüntüsünü şöyle bildirmişti : "Atıf kardaşım, kardaşlar kalemi bıraktılar, bence teksirin kıymeti yoktur, kaleme sarılsınlar, yazıyı bıraktıkları için çok canım sıkılıyor." ( Necmeddin Şahiner. Son Şahidler: c.2.s.230)

SORUSU OLAN
HAYIRLI GÜNLERE=
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt