HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
Resul'ün Müctehid Olması Caiz Değildir
--------------------------------------------------------------------------------
Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in; “bazı hükümlerde içtihat ettiği ve ictihadında hata yaptığı ardından da Allahu Teâla'nın onun bu hatasını düzelttiği” sözünün anlamı şudur: “Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem vahiyden alarak değil içtihat ederek insanlara Şeriatı tebliğ etmiştir ve İslâm Şeriatından insanlara tebliğ ettiklerinin bir kısmından dolayı masum değildir”, demektir.
Oysa bu sözün tamamı hem aklen hem de Şer'an batıldır. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, diğer nebiler ve resuller gibi nebi ve resuldür ve Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğde hatadan masumdur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem akli delille kesinlikle ismet sahibidir.
Üstelik Resulün tebliğ ettiklerinin hem tamamını hem de cüziyatını ancak vahy ile yaptığına delalet eden hem sübutu hem de delaleti kat'i Şer’î deliller vardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ancak vahiyden aldığı hükümleri tebliğ ediyordu. Allahu Teâla Enbiya suresinde şöyle buyurmaktadır:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahy ile uyarıyorum."[1]
Yani, Ey Muhammed onlara; ‘ben sizi ancak bana indirilen vahy ile uyarıyorum, benim uyarmam ancak vahy çerçevesindedir’ de, demektir. Necm Suresinde ise;
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى "O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[2]
Ayette geçen مَا يَنْطِقُ "konuşmamaktadır" kelimesi genellik ifade eden siygalardan olup içeriğine Kur'an'ı ve Sünneti de almaktadır. Bu tabiri Kur'an ile tahsis edecek Kur'an'da da Sünnette de bir delil yoktur. Dolayısıyla ifade genel olarak kalır. Yani Resul’ün teşriden/Şeriat belirlemekle alakalı konuştuklarının tamamı vahiydir. Yalnızca Kur'an ile tahsis etmek doğru değildir. Bilakis hem Kur’an’ı hem de Hadisi kuşatıcı olarak kalması gerekir. Nitekim bunu Necm Suresi 3. ayet şu şekilde pekiştirmektedir:
إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى “Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[3]
Resulün Allah Subhenehû ve Teala'dan alıp tebliğ ettiği konuların, hem teşri ile alakalı olan ve hem de teşriin dışında olan hükümlerle akaidle, fikirlerle ve kıssalar ile tahsis edilip ziraat, sanayi bilimsel konular vb dünya işlerinden sayılan vesileleri ve üslupları kapsamamasına gelince; Bu tahsis iki işte görülmektedir.
Birincisi; Teşride onu tahsis eden diğer nassların gelmesi. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hurma ağaçlarının aşılanması konusunda şöyle demektedir:
أنتم أدرى بأمور دنياكم "Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz."[4]
Ve yine Bedir savaşında ordunun konaklayacağı yer hakkında: “Bu Allah’tan gelen bir vahiy midir yoksa görüş savaş ve hile midir?” diye Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e sorulduğunda Allah Subhenehû ve Teala’nın Resulü şöyle dedi: هو الرأي والحرب والمكيدة " O görüş, savaş ve hiledir."[5]
İşte, bu nasslar vahyin; dünya işlerinin ve savaş taktiği cinsinden olan konuların dışındakilerle tahsis edildiğinin delilleridir.
İkincisi: Vahyin teşrii, akaid ve hükümlere ait konularla tahsis edildiği apaçık ortadadır. Şüphesiz ki O, bir elçidir. Söz konusu olan onun kendisi ile gönderildiği husustur. Bu durumda da tahsis edilen şey söz konusu olmakta ve genellik siygası ise genel olarak kalmaktadır. Ancak tahsis bütün konuları değil yalnızca geldiği konuları ilgilendirir. Evet, “sebebin hususi/özel olmasına değil lafzın umumi/genel olmasına itibar edilir” kaidesi doğrudur. Ancak sebepten kasıt Kur'an'ın nüzul sebebini teşkil eden olaydır. Dolayısıyla konu, yalnızca ona has olmayıp bütün olayları kapsar. Fakat tahsiste bütün konular söz konusu değildir. Hâlbuki içtihat meselelerinde söz konusu olan şey vahiydir. Yani uyarmadır, teşridir ve hükümlerdir. Zira ayette Allahu Teâla şöyle demektedir:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki; Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum."[6]
إِنْ يُوحَى إِلَيَّ إِلا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ "Bana sadece vahy olunuyor. Doğrusu ben ancak apaçık uyarıcıyım."[7]
Vahiyden kastın; Resulün gönderildiği inançlar, hükümler, tebliğ etmekle ve uyarmakla emrolunduğu her şey olduğu açıkça görülmektedir. Bu nedenle vahiy yürümek, konuşmak yemek vb. insan tabiatından sayılan fiilleri ve üslûpları kapsamına almaz. Akaid ve hükümler kapsamına girmeyen üslûp ve vesile türünden şeyler dışında yalnızca inanılması gereken şeylerle ve Şer’î hükümlerle alakalı konulara tahsis edilir. Buna göre; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in getirdiklerinden tebliğ etmekle emrolunduğu; kulların fiilleri ve fikirlerle alakalı şeylerin tamamı Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen vahiydir.
Vahiy, Resulün fiillerini, sözlerini ve gördüğü bir konu hakkındaki sükûtunu da kapsar. Bu nedenle biz ona tabi olmakla görevliyiz. Zira Allahu Teâla ayette şöyle buyurmaktadır:
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا "Resul size neyi getirdiyse onu alın neyi yasakladıysa onu da bırakın."[8]
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ "Allah’ın Resulünde sizin için en güzel örnek vardır."[9]
Resulün sözleri, fiilleri ve sükûtu Şer’î delildir ve bunların tamamı Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen bir vahiydir.
Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah Subhenehû ve Teala'dan kendisine gelen vahyi alıyor ve onu tebliğ ediyordu. İşleri vahye göre çözüyor, kesinlikle vahyin dışına çıkmıyordu. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى "Ancak bana vahyolunana tabi olurum."[10]
إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي "De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım."[11]
Yani Rabbimin bana vahyettiğinden başkasına asla uymam. Böylece Resulün uyduğu şeyler vahiyle sınırlandırılmaktadır. Bunların tamamı genel olarak açık ve net şeylerdir. Yalnızca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in tebliğ etmekle emrolunduğu şeyler vahyin konusunu oluşturmaktadır. İnsanlara hükümleri açıklamada, teşride ve diğer konularda Resulün hayatı bu minval üzeredir. Zihar, lian ve bunların dışında birçok konudaki hükmü belirtmek için Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem vahyin gelmesini bekliyordu. Allah Subhenehû ve Teala'dan vahiy gelmedikçe bir mesele hakkındaki hükmü söylemiyor, teşri ile alakalı bir fiili yapmıyor veya sükût etmiyordu.
Bazı zamanlarda Sahabe, kullara ait fiillerden bir fiille ilgili hükmün, bir şey hakkında görüş belirtmekle mi, üslûpla mı yoksa vesile ile mi alakalı olduğunda karışıklığa düşüyorlar ve ‘bu vahiy midir yoksa şûra kapsamına giren işlerden midir ya Resulallah?’ diye soruyorlardı. Eğer Resul onlara bunun vahiy olduğunu söylerse susuyorlardı. Çünkü yaptığı şeyin kendisine ait bir davranış olmadığını biliyorlardı. Eğer onlara, şûra ve görüş belirtme cinsindendir derse o zaman Resulle tartışıyorlardı. Çoğu kere de Bedir savaşında, Uhud'da ve Hendek savaşında olduğu gibi Resul Sahabenin görüşüne uyuyordu. Allah'tan aldığı tebliğle alakalı olmayan konular hakkında ise şöyle diyordu: أنتم أدرى بأمور دنياكم "Siz dünya işlerinizi daha iyi biliyorsunuz." Hurma ağaçlarının aşılanması meselesinde olduğu gibi.
Eğer Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem teşri ile alakalı konularda da vahyin dışında konuşsaydı bir konuda hüküm vermek için vahyin gelmesini beklemezdi. Ve Sahabe de ona; "Vahiy midir yoksa görüş müdür?" diye sormazdı. Kendiliğinden cevap vermiş olsaydı böyle bir soru sormaya gerek duymaksızın Sahabe Resul ile tartışırdı. Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den, Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen vahyin dışında ne bir söz, ne bir fiil ne de sükût görülmemiştir. Çünkü davranışları kendine ait görüşün sonucu değildi.
Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kesinlikle ictihad yapmamıştır. İçtihad yapması aklen de Şer'an da doğru değildir.
Şer'an, ictihad yapmadığına ve Allah Subhenehû ve Teala’dan aldığı tebliğle ilgili meselelerin tamamının vahiy ile sınırlı olduğuna delalet eden şu sarih ayetler kesin delillerdir.
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahiy ile uyarıyorum."[12]
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى "Ancak bana vahyolunana tabi olurum."[13]
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى "Hevasından konuşmaz."[14]
Kendisine sorulan bir soru hakkında Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmünü açıklamaya gerçekten muhtaç olduğu halde cevap vermeyip vahyin gelmesini beklemesi ise bu konudaki akli delildir. Eğer ictihad etmesi caiz olsaydı vahyi beklemeden hemen ictihad eder ve cevap verirdi. Hâlbuki o, vahiy gelinceye kadar hükmü geciktiriyordu. Bu da onun ictihad yapmadığına ve ictihad yapmasının da caiz olmadığına delalet etmektedir. Eğer ictihad yapması caiz olsaydı cevabını vermek zorunda olduğu bir hükmü bekletmezdi.
Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e uymak vaciptir. Dolayısıyla hata ettiğinde de ona uymak gerekir. Bu ise batıldır. Çünkü Allah Subhenehû ve Teala hata olan bir şeye uymayı emretmez. Üstelik Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem tebliğde hatadan masumdur. Bu nedenle Resulün tebliğde hata ettiğini söylemek kesinlikle caiz değildir. Çünkü Resulün hata yapmasının caiz olması, risaleti ve nübüvveti yok eder. Risaleti ve nübüvveti kabullenmek Resulün hata yapmasının caiz olmamasını gerektirir. Tebliğde hatadan yoksun olması ise kesinlikle gereklidir. Bu nedenle Resulün Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğ etmede hata yapması kesinlikle mümkün değildir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ictihad yapması da caiz değildir. Sözlü, fiili ve takrir yoluyla ulaştırdığı hükümlerin tamamı yalnızca Allahu Teâla'dan vahiydir.
Şöyle söylenemez:
“Resul ictihad yapıp ictihadında hata ettiğinde Allah Subhenehû ve Teala onu hatada durdurmaz ve ona en kısa sürede doğru olanı açıklar. Çünkü Resul ictihadında hata ettiği zaman bu haliyle Müslümanların üzerine farz olur ve doğrusu açıklanıncaya kadar da ona uymaları gerekir. Bu açıklama ise önceden verilmiş olan hükmün dışında yeni bir hüküm özelliğini kazanıp hatalı olan birinci hükmü terkedip ikinci hükme uymalarını gerektirir.”
Bu batıldır ve Allah Subhenehû ve Teala, insanlara ilk önce hatalı olan bir şeye uymalarını emredip sonra da onu terkedip doğru olana uymalarını emretti anlamına gelir ki böyle bir söz Allahu Teâla için geçersizdir. Resul hakkında da; bir hükmü tebliğ edip ardından da Sahabeye bu hüküm hatalıdır, çünkü benim ictihadımdır, doğru olan ise Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen şu hükümdür, diyerek hatalı hükmü terketmelerini ve doğru hükmü almalarını onlara tebliğ etmesi gibi bir şey söylemek doğru değildir.
Burada şöyle bir itiraz da ileri sürülemez:
“Siz yukarıda Şer’î bir husus hakkında akli bir delil ortaya koydunuz ki bu caiz değildir. Çünkü Şer’î bir işin delilinin de Şer’î olması gerekir.”
Evet, böyle bir itiraz doğru değildir. Zira yalnızca Şer’î hükümle alakalı bir hususun delilinin Şer’î delil olması gerekir. Akide ile ilgili konularda ise delil, akli de olur Şer’î de olur. Resulün müctehid olması veya olmaması konusu Şer’î hükümler kapsamına giren konulardan değil, akide kapsamına giren konulardandır. Dolayısıyla delili Şer’î de olur akli de.
Böylece Resulün müctehid olmaması hem akli hem de Şer’î delille sabittir. Çünkü Resulün müctehid olması konusu akide ile ilgili konulardandır.
Şöyle de söylenmez:
“Resul birçok meselede fiilen ictihad etti, ancak Allahu Teâla Resulün hatalı ictihadını indirdiği ayetle düzelterek hükmünü açıkladı ve böylece yanlışı düzeltti.”
Böyle bir şey söylenemez, çünkü Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Allah Subhenehû ve Teala’nın hükümlerinden herhangi bir hükmü tebliğde ictihad ettiği kesinlikle görülmemiştir. Tam tersine Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in vahiy ile tebliğ ettiği hem Kur'an'ın hem de sahih sünnetin nassı ile sabittir. Hem teşri ile ilgili, hem akaidle ilgili meseleleri hem de bunlara benzer konuları vahiy gelmedikçe tebliğ etmediği sabittir. Herhangi bir konuda vahiy inmediği zaman vahiy ininceye kadar beklerdi.
Resulün bilfiil ictihad yaptığını söyleyenlerin kullandıkları ayetlere gelince: Onlar Resulün bu ayetlerle ilgili olarak ictihad yaptığı vehmine kapıldılar. Oysa böyle bir şey olmadığı gibi herhangi bir ayetle ilgili olarak Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem ictihad da yapmamıştır. Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ictihad yaptığını iddia edenlerin delil olarak kullandıkları ayetlerin bazıları şunlardır.
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَنْ يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأرْضِ "Yeryüzünde savaşırken düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir nebiye yakışmaz."[15]
عَفَا اللَّهُ عَنْكَ لِمَ أَذِنتَ لَهُمْ "Allah seni affetsin onlara niye izin verdin."[16]
وَلا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ "Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma mezarı başında da oturma."[17]
عَبَسَ وَتَوَلَّى (1) أَنْ جَاءَهُ الأعْمَى "Yanına kör bir kimse geldi diye (resul) yüzünü asıp çevirdi."[18]
Bu türden ayetler ve hadisler bir hükümde ve hükmün insanlara tebliğinde ictihat kabilinden şeyler değildir. Bu ayetler ancak, Resulün yapması evla/daha uygun ve öncelikli bir konuda Resule itab/uyarı türünden gelen ayetlerdir. Öyleyse Resulün insanlara belirli bir hükmü tebliğ ettiği, ardından da hükümdeki ve ictihadındaki hatasını gösteren bir ayetin indiği, sonra da Resulden hatasını düzelten doğru hükmü tebliğ etmesinin istendiği gibi bir durum söz konusu değildir. Oysa buradaki olayın aslı şudur:
Daha önce vahy ile kendisine inen Allah Subhenehû ve Teala’nın hükümlerinden bir hükmü tebliğ etmek amacıyla bir iş yapan Resulün, bu hükme göre yapması evla olana muhalif bir şekilde insanlara hükmü tebliğ etmesinden ve bu muhalefetinden dolayı itab edilmesinden ibarettir. Yoksa bu itab, yeni bir hükmün teşri edilmesi değildir. Hüküm zaten önceden teşri edilmiş ve Resul de onunla emrolunmuştu. Buna göre de Resul onu tebliğ ediyordu. Bu olaylar nedeniyle gelen bu ayetler, ancak Resulün Allah Subhenehû ve Teala’nın kendisine emrettiği bir emri yerine getirmek için çalışırken evla olanın tersine hareket etmesi nedeniyle Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'e gelen bir itabtır. Ayetler de, Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in evla olanın tersine davranması ile ilgili olarak gelen itab ayetleridir. Yoksa ayetler ne daha önceden olmayan hükümleri teşri ediyor, ne herhangi bir ictihadı tashih ediyor/düzeltiyor, ne de Resulün yaptığı hatalı bir ictihadın hükmüne muhalif olan bir başka hükmü teşri kılıyordu.
Resullerin ve nebilerin aklen de Şer'an da evla olana aykırı bir fiili yapmaları caizdir. Çünkü evla olana aykırılık, mübah olan bir hüküm demektir. Ancak bazı amelleri bazısından daha evladır. Veya mendup hükmünü taşıyan bir olay olup bazı davranışları diğerinden daha evladır. Kişinin şehirde oturması da köyde oturması da mübahtır. Ancak şehirde oturmak yönetim ile ilgili işlere önem vermek ve yöneticileri muhasebe açısından köyde oturmaktan daha evladır. Sadakayı açık vermek de gizli olarak vermek de menduptur. Ancak gizli olarak vermek açıktan vermekten daha iyidir. Açıkça sadaka verilirse evla olana ters davranılmış olur. Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in de evla olana aykırı bir davranışı yapması caizdir. Hatta Resulün masiyetler kapsamına girmeyen fiillerin hepsini yapması bile caizdir. Resul evla olana aykırı bir fiili yapmış Allahu Teâla'da onu itab etmiştir. Ayetleri inceleyen kimse, ayetlerin mantukunun, mefhumlarının ve delaletlerinin ancak bunu gösterdiğini görür. Şimdi bu konudaki ayetleri sırasıyla inceleyelim:
--------------------------------------------------------------------------------
Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in; “bazı hükümlerde içtihat ettiği ve ictihadında hata yaptığı ardından da Allahu Teâla'nın onun bu hatasını düzelttiği” sözünün anlamı şudur: “Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem vahiyden alarak değil içtihat ederek insanlara Şeriatı tebliğ etmiştir ve İslâm Şeriatından insanlara tebliğ ettiklerinin bir kısmından dolayı masum değildir”, demektir.
Oysa bu sözün tamamı hem aklen hem de Şer'an batıldır. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, diğer nebiler ve resuller gibi nebi ve resuldür ve Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğde hatadan masumdur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem akli delille kesinlikle ismet sahibidir.
Üstelik Resulün tebliğ ettiklerinin hem tamamını hem de cüziyatını ancak vahy ile yaptığına delalet eden hem sübutu hem de delaleti kat'i Şer’î deliller vardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ancak vahiyden aldığı hükümleri tebliğ ediyordu. Allahu Teâla Enbiya suresinde şöyle buyurmaktadır:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahy ile uyarıyorum."[1]
Yani, Ey Muhammed onlara; ‘ben sizi ancak bana indirilen vahy ile uyarıyorum, benim uyarmam ancak vahy çerçevesindedir’ de, demektir. Necm Suresinde ise;
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى "O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[2]
Ayette geçen مَا يَنْطِقُ "konuşmamaktadır" kelimesi genellik ifade eden siygalardan olup içeriğine Kur'an'ı ve Sünneti de almaktadır. Bu tabiri Kur'an ile tahsis edecek Kur'an'da da Sünnette de bir delil yoktur. Dolayısıyla ifade genel olarak kalır. Yani Resul’ün teşriden/Şeriat belirlemekle alakalı konuştuklarının tamamı vahiydir. Yalnızca Kur'an ile tahsis etmek doğru değildir. Bilakis hem Kur’an’ı hem de Hadisi kuşatıcı olarak kalması gerekir. Nitekim bunu Necm Suresi 3. ayet şu şekilde pekiştirmektedir:
إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى “Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[3]
Resulün Allah Subhenehû ve Teala'dan alıp tebliğ ettiği konuların, hem teşri ile alakalı olan ve hem de teşriin dışında olan hükümlerle akaidle, fikirlerle ve kıssalar ile tahsis edilip ziraat, sanayi bilimsel konular vb dünya işlerinden sayılan vesileleri ve üslupları kapsamamasına gelince; Bu tahsis iki işte görülmektedir.
Birincisi; Teşride onu tahsis eden diğer nassların gelmesi. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hurma ağaçlarının aşılanması konusunda şöyle demektedir:
أنتم أدرى بأمور دنياكم "Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz."[4]
Ve yine Bedir savaşında ordunun konaklayacağı yer hakkında: “Bu Allah’tan gelen bir vahiy midir yoksa görüş savaş ve hile midir?” diye Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e sorulduğunda Allah Subhenehû ve Teala’nın Resulü şöyle dedi: هو الرأي والحرب والمكيدة " O görüş, savaş ve hiledir."[5]
İşte, bu nasslar vahyin; dünya işlerinin ve savaş taktiği cinsinden olan konuların dışındakilerle tahsis edildiğinin delilleridir.
İkincisi: Vahyin teşrii, akaid ve hükümlere ait konularla tahsis edildiği apaçık ortadadır. Şüphesiz ki O, bir elçidir. Söz konusu olan onun kendisi ile gönderildiği husustur. Bu durumda da tahsis edilen şey söz konusu olmakta ve genellik siygası ise genel olarak kalmaktadır. Ancak tahsis bütün konuları değil yalnızca geldiği konuları ilgilendirir. Evet, “sebebin hususi/özel olmasına değil lafzın umumi/genel olmasına itibar edilir” kaidesi doğrudur. Ancak sebepten kasıt Kur'an'ın nüzul sebebini teşkil eden olaydır. Dolayısıyla konu, yalnızca ona has olmayıp bütün olayları kapsar. Fakat tahsiste bütün konular söz konusu değildir. Hâlbuki içtihat meselelerinde söz konusu olan şey vahiydir. Yani uyarmadır, teşridir ve hükümlerdir. Zira ayette Allahu Teâla şöyle demektedir:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki; Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum."[6]
إِنْ يُوحَى إِلَيَّ إِلا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ "Bana sadece vahy olunuyor. Doğrusu ben ancak apaçık uyarıcıyım."[7]
Vahiyden kastın; Resulün gönderildiği inançlar, hükümler, tebliğ etmekle ve uyarmakla emrolunduğu her şey olduğu açıkça görülmektedir. Bu nedenle vahiy yürümek, konuşmak yemek vb. insan tabiatından sayılan fiilleri ve üslûpları kapsamına almaz. Akaid ve hükümler kapsamına girmeyen üslûp ve vesile türünden şeyler dışında yalnızca inanılması gereken şeylerle ve Şer’î hükümlerle alakalı konulara tahsis edilir. Buna göre; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in getirdiklerinden tebliğ etmekle emrolunduğu; kulların fiilleri ve fikirlerle alakalı şeylerin tamamı Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen vahiydir.
Vahiy, Resulün fiillerini, sözlerini ve gördüğü bir konu hakkındaki sükûtunu da kapsar. Bu nedenle biz ona tabi olmakla görevliyiz. Zira Allahu Teâla ayette şöyle buyurmaktadır:
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا "Resul size neyi getirdiyse onu alın neyi yasakladıysa onu da bırakın."[8]
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ "Allah’ın Resulünde sizin için en güzel örnek vardır."[9]
Resulün sözleri, fiilleri ve sükûtu Şer’î delildir ve bunların tamamı Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen bir vahiydir.
Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah Subhenehû ve Teala'dan kendisine gelen vahyi alıyor ve onu tebliğ ediyordu. İşleri vahye göre çözüyor, kesinlikle vahyin dışına çıkmıyordu. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى "Ancak bana vahyolunana tabi olurum."[10]
إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي "De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım."[11]
Yani Rabbimin bana vahyettiğinden başkasına asla uymam. Böylece Resulün uyduğu şeyler vahiyle sınırlandırılmaktadır. Bunların tamamı genel olarak açık ve net şeylerdir. Yalnızca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in tebliğ etmekle emrolunduğu şeyler vahyin konusunu oluşturmaktadır. İnsanlara hükümleri açıklamada, teşride ve diğer konularda Resulün hayatı bu minval üzeredir. Zihar, lian ve bunların dışında birçok konudaki hükmü belirtmek için Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem vahyin gelmesini bekliyordu. Allah Subhenehû ve Teala'dan vahiy gelmedikçe bir mesele hakkındaki hükmü söylemiyor, teşri ile alakalı bir fiili yapmıyor veya sükût etmiyordu.
Bazı zamanlarda Sahabe, kullara ait fiillerden bir fiille ilgili hükmün, bir şey hakkında görüş belirtmekle mi, üslûpla mı yoksa vesile ile mi alakalı olduğunda karışıklığa düşüyorlar ve ‘bu vahiy midir yoksa şûra kapsamına giren işlerden midir ya Resulallah?’ diye soruyorlardı. Eğer Resul onlara bunun vahiy olduğunu söylerse susuyorlardı. Çünkü yaptığı şeyin kendisine ait bir davranış olmadığını biliyorlardı. Eğer onlara, şûra ve görüş belirtme cinsindendir derse o zaman Resulle tartışıyorlardı. Çoğu kere de Bedir savaşında, Uhud'da ve Hendek savaşında olduğu gibi Resul Sahabenin görüşüne uyuyordu. Allah'tan aldığı tebliğle alakalı olmayan konular hakkında ise şöyle diyordu: أنتم أدرى بأمور دنياكم "Siz dünya işlerinizi daha iyi biliyorsunuz." Hurma ağaçlarının aşılanması meselesinde olduğu gibi.
Eğer Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem teşri ile alakalı konularda da vahyin dışında konuşsaydı bir konuda hüküm vermek için vahyin gelmesini beklemezdi. Ve Sahabe de ona; "Vahiy midir yoksa görüş müdür?" diye sormazdı. Kendiliğinden cevap vermiş olsaydı böyle bir soru sormaya gerek duymaksızın Sahabe Resul ile tartışırdı. Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den, Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen vahyin dışında ne bir söz, ne bir fiil ne de sükût görülmemiştir. Çünkü davranışları kendine ait görüşün sonucu değildi.
Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kesinlikle ictihad yapmamıştır. İçtihad yapması aklen de Şer'an da doğru değildir.
Şer'an, ictihad yapmadığına ve Allah Subhenehû ve Teala’dan aldığı tebliğle ilgili meselelerin tamamının vahiy ile sınırlı olduğuna delalet eden şu sarih ayetler kesin delillerdir.
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahiy ile uyarıyorum."[12]
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى "Ancak bana vahyolunana tabi olurum."[13]
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى "Hevasından konuşmaz."[14]
Kendisine sorulan bir soru hakkında Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmünü açıklamaya gerçekten muhtaç olduğu halde cevap vermeyip vahyin gelmesini beklemesi ise bu konudaki akli delildir. Eğer ictihad etmesi caiz olsaydı vahyi beklemeden hemen ictihad eder ve cevap verirdi. Hâlbuki o, vahiy gelinceye kadar hükmü geciktiriyordu. Bu da onun ictihad yapmadığına ve ictihad yapmasının da caiz olmadığına delalet etmektedir. Eğer ictihad yapması caiz olsaydı cevabını vermek zorunda olduğu bir hükmü bekletmezdi.
Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e uymak vaciptir. Dolayısıyla hata ettiğinde de ona uymak gerekir. Bu ise batıldır. Çünkü Allah Subhenehû ve Teala hata olan bir şeye uymayı emretmez. Üstelik Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem tebliğde hatadan masumdur. Bu nedenle Resulün tebliğde hata ettiğini söylemek kesinlikle caiz değildir. Çünkü Resulün hata yapmasının caiz olması, risaleti ve nübüvveti yok eder. Risaleti ve nübüvveti kabullenmek Resulün hata yapmasının caiz olmamasını gerektirir. Tebliğde hatadan yoksun olması ise kesinlikle gereklidir. Bu nedenle Resulün Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğ etmede hata yapması kesinlikle mümkün değildir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ictihad yapması da caiz değildir. Sözlü, fiili ve takrir yoluyla ulaştırdığı hükümlerin tamamı yalnızca Allahu Teâla'dan vahiydir.
Şöyle söylenemez:
“Resul ictihad yapıp ictihadında hata ettiğinde Allah Subhenehû ve Teala onu hatada durdurmaz ve ona en kısa sürede doğru olanı açıklar. Çünkü Resul ictihadında hata ettiği zaman bu haliyle Müslümanların üzerine farz olur ve doğrusu açıklanıncaya kadar da ona uymaları gerekir. Bu açıklama ise önceden verilmiş olan hükmün dışında yeni bir hüküm özelliğini kazanıp hatalı olan birinci hükmü terkedip ikinci hükme uymalarını gerektirir.”
Bu batıldır ve Allah Subhenehû ve Teala, insanlara ilk önce hatalı olan bir şeye uymalarını emredip sonra da onu terkedip doğru olana uymalarını emretti anlamına gelir ki böyle bir söz Allahu Teâla için geçersizdir. Resul hakkında da; bir hükmü tebliğ edip ardından da Sahabeye bu hüküm hatalıdır, çünkü benim ictihadımdır, doğru olan ise Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen şu hükümdür, diyerek hatalı hükmü terketmelerini ve doğru hükmü almalarını onlara tebliğ etmesi gibi bir şey söylemek doğru değildir.
Burada şöyle bir itiraz da ileri sürülemez:
“Siz yukarıda Şer’î bir husus hakkında akli bir delil ortaya koydunuz ki bu caiz değildir. Çünkü Şer’î bir işin delilinin de Şer’î olması gerekir.”
Evet, böyle bir itiraz doğru değildir. Zira yalnızca Şer’î hükümle alakalı bir hususun delilinin Şer’î delil olması gerekir. Akide ile ilgili konularda ise delil, akli de olur Şer’î de olur. Resulün müctehid olması veya olmaması konusu Şer’î hükümler kapsamına giren konulardan değil, akide kapsamına giren konulardandır. Dolayısıyla delili Şer’î de olur akli de.
Böylece Resulün müctehid olmaması hem akli hem de Şer’î delille sabittir. Çünkü Resulün müctehid olması konusu akide ile ilgili konulardandır.
Şöyle de söylenmez:
“Resul birçok meselede fiilen ictihad etti, ancak Allahu Teâla Resulün hatalı ictihadını indirdiği ayetle düzelterek hükmünü açıkladı ve böylece yanlışı düzeltti.”
Böyle bir şey söylenemez, çünkü Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Allah Subhenehû ve Teala’nın hükümlerinden herhangi bir hükmü tebliğde ictihad ettiği kesinlikle görülmemiştir. Tam tersine Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in vahiy ile tebliğ ettiği hem Kur'an'ın hem de sahih sünnetin nassı ile sabittir. Hem teşri ile ilgili, hem akaidle ilgili meseleleri hem de bunlara benzer konuları vahiy gelmedikçe tebliğ etmediği sabittir. Herhangi bir konuda vahiy inmediği zaman vahiy ininceye kadar beklerdi.
Resulün bilfiil ictihad yaptığını söyleyenlerin kullandıkları ayetlere gelince: Onlar Resulün bu ayetlerle ilgili olarak ictihad yaptığı vehmine kapıldılar. Oysa böyle bir şey olmadığı gibi herhangi bir ayetle ilgili olarak Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem ictihad da yapmamıştır. Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ictihad yaptığını iddia edenlerin delil olarak kullandıkları ayetlerin bazıları şunlardır.
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَنْ يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأرْضِ "Yeryüzünde savaşırken düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir nebiye yakışmaz."[15]
عَفَا اللَّهُ عَنْكَ لِمَ أَذِنتَ لَهُمْ "Allah seni affetsin onlara niye izin verdin."[16]
وَلا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ "Onlardan ölen kimsenin namazını sakın kılma mezarı başında da oturma."[17]
عَبَسَ وَتَوَلَّى (1) أَنْ جَاءَهُ الأعْمَى "Yanına kör bir kimse geldi diye (resul) yüzünü asıp çevirdi."[18]
Bu türden ayetler ve hadisler bir hükümde ve hükmün insanlara tebliğinde ictihat kabilinden şeyler değildir. Bu ayetler ancak, Resulün yapması evla/daha uygun ve öncelikli bir konuda Resule itab/uyarı türünden gelen ayetlerdir. Öyleyse Resulün insanlara belirli bir hükmü tebliğ ettiği, ardından da hükümdeki ve ictihadındaki hatasını gösteren bir ayetin indiği, sonra da Resulden hatasını düzelten doğru hükmü tebliğ etmesinin istendiği gibi bir durum söz konusu değildir. Oysa buradaki olayın aslı şudur:
Daha önce vahy ile kendisine inen Allah Subhenehû ve Teala’nın hükümlerinden bir hükmü tebliğ etmek amacıyla bir iş yapan Resulün, bu hükme göre yapması evla olana muhalif bir şekilde insanlara hükmü tebliğ etmesinden ve bu muhalefetinden dolayı itab edilmesinden ibarettir. Yoksa bu itab, yeni bir hükmün teşri edilmesi değildir. Hüküm zaten önceden teşri edilmiş ve Resul de onunla emrolunmuştu. Buna göre de Resul onu tebliğ ediyordu. Bu olaylar nedeniyle gelen bu ayetler, ancak Resulün Allah Subhenehû ve Teala’nın kendisine emrettiği bir emri yerine getirmek için çalışırken evla olanın tersine hareket etmesi nedeniyle Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'e gelen bir itabtır. Ayetler de, Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in evla olanın tersine davranması ile ilgili olarak gelen itab ayetleridir. Yoksa ayetler ne daha önceden olmayan hükümleri teşri ediyor, ne herhangi bir ictihadı tashih ediyor/düzeltiyor, ne de Resulün yaptığı hatalı bir ictihadın hükmüne muhalif olan bir başka hükmü teşri kılıyordu.
Resullerin ve nebilerin aklen de Şer'an da evla olana aykırı bir fiili yapmaları caizdir. Çünkü evla olana aykırılık, mübah olan bir hüküm demektir. Ancak bazı amelleri bazısından daha evladır. Veya mendup hükmünü taşıyan bir olay olup bazı davranışları diğerinden daha evladır. Kişinin şehirde oturması da köyde oturması da mübahtır. Ancak şehirde oturmak yönetim ile ilgili işlere önem vermek ve yöneticileri muhasebe açısından köyde oturmaktan daha evladır. Sadakayı açık vermek de gizli olarak vermek de menduptur. Ancak gizli olarak vermek açıktan vermekten daha iyidir. Açıkça sadaka verilirse evla olana ters davranılmış olur. Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in de evla olana aykırı bir davranışı yapması caizdir. Hatta Resulün masiyetler kapsamına girmeyen fiillerin hepsini yapması bile caizdir. Resul evla olana aykırı bir fiili yapmış Allahu Teâla'da onu itab etmiştir. Ayetleri inceleyen kimse, ayetlerin mantukunun, mefhumlarının ve delaletlerinin ancak bunu gösterdiğini görür. Şimdi bu konudaki ayetleri sırasıyla inceleyelim: