HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in; “bazı hükümlerde içtihat ettiği ve ictihadında hata yaptığı ardından da Allahu Teâla'nın onun bu hatasını düzelttiği” sözünün anlamı şudur: “Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem vahiyden alarak değil içtihat ederek insanlara Şeriatı tebliğ etmiştir ve İslâm Şeriatından insanlara tebliğ ettiklerinin bir kısmından dolayı masum değildir”, demektir.
Oysa bu sözün tamamı hem aklen hem de Şer'an batıldır. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, diğer nebiler ve resuller gibi nebi ve resuldür ve Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğde hatadan masumdur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem akli delille kesinlikle ismet sahibidir.
Üstelik Resulün tebliğ ettiklerinin hem tamamını hem de cüziyatını ancak vahy ile yaptığına delalet eden hem sübutu hem de delaleti kat'i Şer’î deliller vardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ancak vahiyden aldığı hükümleri tebliğ ediyordu. Allahu Teâla Enbiya suresinde şöyle buyurmaktadır:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahy ile uyarıyorum."[1]
Yani, Ey Muhammed onlara; ‘ben sizi ancak bana indirilen vahy ile uyarıyorum, benim uyarmam ancak vahy çerçevesindedir’ de, demektir. Necm Suresinde ise;
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى "O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[2]
Ayette geçen مَا يَنْطِقُ "konuşmamaktadır" kelimesi genellik ifade eden siygalardan olup içeriğine Kur'an'ı ve Sünneti de almaktadır. Bu tabiri Kur'an ile tahsis edecek Kur'an'da da Sünnette de bir delil yoktur. Dolayısıyla ifade genel olarak kalır. Yani Resul’ün teşriden/Şeriat belirlemekle alakalı konuştuklarının tamamı vahiydir. Yalnızca Kur'an ile tahsis etmek doğru değildir. Bilakis hem Kur’an’ı hem de Hadisi kuşatıcı olarak kalması gerekir. Nitekim bunu Necm Suresi 3. ayet şu şekilde pekiştirmektedir:
إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى “Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[3]
Resulün Allah Subhenehû ve Teala'dan alıp tebliğ ettiği konuların, hem teşri ile alakalı olan ve hem de teşriin dışında olan hükümlerle akaidle, fikirlerle ve kıssalar ile tahsis edilip ziraat, sanayi bilimsel konular vb dünya işlerinden sayılan vesileleri ve üslupları kapsamamasına gelince; Bu tahsis iki işte görülmektedir.
Birincisi; Teşride onu tahsis eden diğer nassların gelmesi. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hurma ağaçlarının aşılanması konusunda şöyle demektedir:
أنتم أدرى بأمور دنياكم "Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz."[4]
Ve yine Bedir savaşında ordunun konaklayacağı yer hakkında: “Bu Allah’tan gelen bir vahiy midir yoksa görüş savaş ve hile midir?” diye Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e sorulduğunda Allah Subhenehû ve Teala’nın Resulü şöyle dedi: هو الرأي والحرب والمكيدة " O görüş, savaş ve hiledir."[5]
İşte, bu nasslar vahyin; dünya işlerinin ve savaş taktiği cinsinden olan konuların dışındakilerle tahsis edildiğinin delilleridir.
İkincisi: Vahyin teşrii, akaid ve hükümlere ait konularla tahsis edildiği apaçık ortadadır. Şüphesiz ki O, bir elçidir. Söz konusu olan onun kendisi ile gönderildiği husustur. Bu durumda da tahsis edilen şey söz konusu olmakta ve genellik siygası ise genel olarak kalmaktadır. Ancak tahsis bütün konuları değil yalnızca geldiği konuları ilgilendirir. Evet, “sebebin hususi/özel olmasına değil lafzın umumi/genel olmasına itibar edilir” kaidesi doğrudur. Ancak sebepten kasıt Kur'an'ın nüzul sebebini teşkil eden olaydır. Dolayısıyla konu, yalnızca ona has olmayıp bütün olayları kapsar. Fakat tahsiste bütün konular söz konusu değildir. Hâlbuki içtihat meselelerinde söz konusu olan şey vahiydir. Yani uyarmadır, teşridir ve hükümlerdir. Zira ayette Allahu Teâla şöyle demektedir:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki; Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum."[6]
إِنْ يُوحَى إِلَيَّ إِلا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ "Bana sadece vahy olunuyor. Doğrusu ben ancak apaçık uyarıcıyım."[7]
Vahiyden kastın; Resulün gönderildiği inançlar, hükümler, tebliğ etmekle ve uyarmakla emrolunduğu her şey olduğu açıkça görülmektedir. Bu nedenle vahiy yürümek, konuşmak yemek vb. insan tabiatından sayılan fiilleri ve üslûpları kapsamına almaz. Akaid ve hükümler kapsamına girmeyen üslûp ve vesile türünden şeyler dışında yalnızca inanılması gereken şeylerle ve Şer’î hükümlerle alakalı konulara tahsis edilir. Buna göre; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in getirdiklerinden tebliğ etmekle emrolunduğu; kulların fiilleri ve fikirlerle alakalı şeylerin tamamı Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen vahiydir.
Vahiy, Resulün fiillerini, sözlerini ve gördüğü bir konu hakkındaki sükûtunu da kapsar. Bu nedenle biz ona tabi olmakla görevliyiz. Zira Allahu Teâla ayette şöyle buyurmaktadır:
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا "Resul size neyi getirdiyse onu alın neyi yasakladıysa onu da bırakın."[8]
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ "Allah’ın Resulünde sizin için en güzel örnek vardır."[9]
Resulün sözleri, fiilleri ve sükûtu Şer’î delildir ve bunların tamamı Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen bir vahiydir.
Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah Subhenehû ve Teala'dan kendisine gelen vahyi alıyor ve onu tebliğ ediyordu. İşleri vahye göre çözüyor, kesinlikle vahyin dışına çıkmıyordu. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى "Ancak bana vahyolunana tabi olurum."[10]
إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي "De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım."[11]
Yani Rabbimin bana vahyettiğinden başkasına asla uymam. Böylece Resulün uyduğu şeyler vahiyle sınırlandırılmaktadır. Bunların tamamı genel olarak açık ve net şeylerdir. Yalnızca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in tebliğ etmekle emrolunduğu şeyler vahyin konusunu oluşturmaktadır. İnsanlara hükümleri açıklamada, teşride ve diğer konularda Resulün hayatı bu minval üzeredir. Zihar, lian ve bunların dışında birçok konudaki hükmü belirtmek için Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem vahyin gelmesini bekliyordu. Allah Subhenehû ve Teala'dan vahiy gelmedikçe bir mesele hakkındaki hükmü söylemiyor, teşri ile alakalı bir fiili yapmıyor veya sükût etmiyordu.
Bazı zamanlarda Sahabe, kullara ait fiillerden bir fiille ilgili hükmün, bir şey hakkında görüş belirtmekle mi, üslûpla mı yoksa vesile ile mi alakalı olduğunda karışıklığa düşüyorlar ve ‘bu vahiy midir yoksa şûra kapsamına giren işlerden midir ya Resulallah?’ diye soruyorlardı. Eğer Resul onlara bunun vahiy olduğunu söylerse susuyorlardı. Çünkü yaptığı şeyin kendisine ait bir davranış olmadığını biliyorlardı. Eğer onlara, şûra ve görüş belirtme cinsindendir derse o zaman Resulle tartışıyorlardı. Çoğu kere de Bedir savaşında, Uhud'da ve Hendek savaşında olduğu gibi Resul Sahabenin görüşüne uyuyordu. Allah'tan aldığı tebliğle alakalı olmayan konular hakkında ise şöyle diyordu: أنتم أدرى بأمور دنياكم "Siz dünya işlerinizi daha iyi biliyorsunuz." Hurma ağaçlarının aşılanması meselesinde olduğu gibi.
Eğer Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem teşri ile alakalı konularda da vahyin dışında konuşsaydı bir konuda hüküm vermek için vahyin gelmesini beklemezdi. Ve Sahabe de ona; "Vahiy midir yoksa görüş müdür?" diye sormazdı. Kendiliğinden cevap vermiş olsaydı böyle bir soru sormaya gerek duymaksızın Sahabe Resul ile tartışırdı. Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den, Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen vahyin dışında ne bir söz, ne bir fiil ne de sükût görülmemiştir. Çünkü davranışları kendine ait görüşün sonucu değildi.
Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kesinlikle ictihad yapmamıştır. İçtihad yapması aklen de Şer'an da doğru değildir.
Şer'an, ictihad yapmadığına ve Allah Subhenehû ve Teala’dan aldığı tebliğle ilgili meselelerin tamamının vahiy ile sınırlı olduğuna delalet eden şu sarih ayetler kesin delillerdir.
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahiy ile uyarıyorum."[12]
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى "Ancak bana vahyolunana tabi olurum."[13]
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى "Hevasından konuşmaz."[14]
Kendisine sorulan bir soru hakkında Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmünü açıklamaya gerçekten muhtaç olduğu halde cevap vermeyip vahyin gelmesini beklemesi ise bu konudaki akli delildir. Eğer ictihad etmesi caiz olsaydı vahyi beklemeden hemen ictihad eder ve cevap verirdi. Hâlbuki o, vahiy gelinceye kadar hükmü geciktiriyordu. Bu da onun ictihad yapmadığına ve ictihad yapmasının da caiz olmadığına delalet etmektedir. Eğer ictihad yapması caiz olsaydı cevabını vermek zorunda olduğu bir hükmü bekletmezdi.
Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e uymak vaciptir. Dolayısıyla hata ettiğinde de ona uymak gerekir. Bu ise batıldır. Çünkü Allah Subhenehû ve Teala hata olan bir şeye uymayı emretmez. Üstelik Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem tebliğde hatadan masumdur. Bu nedenle Resulün tebliğde hata ettiğini söylemek kesinlikle caiz değildir. Çünkü Resulün hata yapmasının caiz olması, risaleti ve nübüvveti yok eder. Risaleti ve nübüvveti kabullenmek Resulün hata yapmasının caiz olmamasını gerektirir. Tebliğde hatadan yoksun olması ise kesinlikle gereklidir. Bu nedenle Resulün Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğ etmede hata yapması kesinlikle mümkün değildir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ictihad yapması da caiz değildir. Sözlü, fiili ve takrir yoluyla ulaştırdığı hükümlerin tamamı yalnızca Allahu Teâla'dan vahiydir.
Şöyle söylenemez:
“Resul ictihad yapıp ictihadında hata ettiğinde Allah Subhenehû ve Teala onu hatada durdurmaz ve ona en kısa sürede doğru olanı açıklar. Çünkü Resul ictihadında hata ettiği zaman bu haliyle Müslümanların üzerine farz olur ve doğrusu açıklanıncaya kadar da ona uymaları gerekir. Bu açıklama ise önceden verilmiş olan hükmün dışında yeni bir hüküm özelliğini kazanıp hatalı olan birinci hükmü terkedip ikinci hükme uymalarını gerektirir.”
Bu batıldır ve Allah Subhenehû ve Teala, insanlara ilk önce hatalı olan bir şeye uymalarını emredip sonra da onu terkedip doğru olana uymalarını emretti anlamına gelir ki böyle bir söz Allahu Teâla için geçersizdir. Resul hakkında da; bir hükmü tebliğ edip ardından da Sahabeye bu hüküm hatalıdır, çünkü benim ictihadımdır, doğru olan ise Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen şu hükümdür, diyerek hatalı hükmü terketmelerini ve doğru hükmü almalarını onlara tebliğ etmesi gibi bir şey söylemek doğru değildir.
Oysa bu sözün tamamı hem aklen hem de Şer'an batıldır. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, diğer nebiler ve resuller gibi nebi ve resuldür ve Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğde hatadan masumdur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem akli delille kesinlikle ismet sahibidir.
Üstelik Resulün tebliğ ettiklerinin hem tamamını hem de cüziyatını ancak vahy ile yaptığına delalet eden hem sübutu hem de delaleti kat'i Şer’î deliller vardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ancak vahiyden aldığı hükümleri tebliğ ediyordu. Allahu Teâla Enbiya suresinde şöyle buyurmaktadır:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahy ile uyarıyorum."[1]
Yani, Ey Muhammed onlara; ‘ben sizi ancak bana indirilen vahy ile uyarıyorum, benim uyarmam ancak vahy çerçevesindedir’ de, demektir. Necm Suresinde ise;
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى "O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[2]
Ayette geçen مَا يَنْطِقُ "konuşmamaktadır" kelimesi genellik ifade eden siygalardan olup içeriğine Kur'an'ı ve Sünneti de almaktadır. Bu tabiri Kur'an ile tahsis edecek Kur'an'da da Sünnette de bir delil yoktur. Dolayısıyla ifade genel olarak kalır. Yani Resul’ün teşriden/Şeriat belirlemekle alakalı konuştuklarının tamamı vahiydir. Yalnızca Kur'an ile tahsis etmek doğru değildir. Bilakis hem Kur’an’ı hem de Hadisi kuşatıcı olarak kalması gerekir. Nitekim bunu Necm Suresi 3. ayet şu şekilde pekiştirmektedir:
إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى “Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[3]
Resulün Allah Subhenehû ve Teala'dan alıp tebliğ ettiği konuların, hem teşri ile alakalı olan ve hem de teşriin dışında olan hükümlerle akaidle, fikirlerle ve kıssalar ile tahsis edilip ziraat, sanayi bilimsel konular vb dünya işlerinden sayılan vesileleri ve üslupları kapsamamasına gelince; Bu tahsis iki işte görülmektedir.
Birincisi; Teşride onu tahsis eden diğer nassların gelmesi. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hurma ağaçlarının aşılanması konusunda şöyle demektedir:
أنتم أدرى بأمور دنياكم "Siz dünya işlerinizi daha iyi bilirsiniz."[4]
Ve yine Bedir savaşında ordunun konaklayacağı yer hakkında: “Bu Allah’tan gelen bir vahiy midir yoksa görüş savaş ve hile midir?” diye Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e sorulduğunda Allah Subhenehû ve Teala’nın Resulü şöyle dedi: هو الرأي والحرب والمكيدة " O görüş, savaş ve hiledir."[5]
İşte, bu nasslar vahyin; dünya işlerinin ve savaş taktiği cinsinden olan konuların dışındakilerle tahsis edildiğinin delilleridir.
İkincisi: Vahyin teşrii, akaid ve hükümlere ait konularla tahsis edildiği apaçık ortadadır. Şüphesiz ki O, bir elçidir. Söz konusu olan onun kendisi ile gönderildiği husustur. Bu durumda da tahsis edilen şey söz konusu olmakta ve genellik siygası ise genel olarak kalmaktadır. Ancak tahsis bütün konuları değil yalnızca geldiği konuları ilgilendirir. Evet, “sebebin hususi/özel olmasına değil lafzın umumi/genel olmasına itibar edilir” kaidesi doğrudur. Ancak sebepten kasıt Kur'an'ın nüzul sebebini teşkil eden olaydır. Dolayısıyla konu, yalnızca ona has olmayıp bütün olayları kapsar. Fakat tahsiste bütün konular söz konusu değildir. Hâlbuki içtihat meselelerinde söz konusu olan şey vahiydir. Yani uyarmadır, teşridir ve hükümlerdir. Zira ayette Allahu Teâla şöyle demektedir:
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki; Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum."[6]
إِنْ يُوحَى إِلَيَّ إِلا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُبِينٌ "Bana sadece vahy olunuyor. Doğrusu ben ancak apaçık uyarıcıyım."[7]
Vahiyden kastın; Resulün gönderildiği inançlar, hükümler, tebliğ etmekle ve uyarmakla emrolunduğu her şey olduğu açıkça görülmektedir. Bu nedenle vahiy yürümek, konuşmak yemek vb. insan tabiatından sayılan fiilleri ve üslûpları kapsamına almaz. Akaid ve hükümler kapsamına girmeyen üslûp ve vesile türünden şeyler dışında yalnızca inanılması gereken şeylerle ve Şer’î hükümlerle alakalı konulara tahsis edilir. Buna göre; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in getirdiklerinden tebliğ etmekle emrolunduğu; kulların fiilleri ve fikirlerle alakalı şeylerin tamamı Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen vahiydir.
Vahiy, Resulün fiillerini, sözlerini ve gördüğü bir konu hakkındaki sükûtunu da kapsar. Bu nedenle biz ona tabi olmakla görevliyiz. Zira Allahu Teâla ayette şöyle buyurmaktadır:
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا "Resul size neyi getirdiyse onu alın neyi yasakladıysa onu da bırakın."[8]
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ "Allah’ın Resulünde sizin için en güzel örnek vardır."[9]
Resulün sözleri, fiilleri ve sükûtu Şer’î delildir ve bunların tamamı Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen bir vahiydir.
Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah Subhenehû ve Teala'dan kendisine gelen vahyi alıyor ve onu tebliğ ediyordu. İşleri vahye göre çözüyor, kesinlikle vahyin dışına çıkmıyordu. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى "Ancak bana vahyolunana tabi olurum."[10]
إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي "De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım."[11]
Yani Rabbimin bana vahyettiğinden başkasına asla uymam. Böylece Resulün uyduğu şeyler vahiyle sınırlandırılmaktadır. Bunların tamamı genel olarak açık ve net şeylerdir. Yalnızca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in tebliğ etmekle emrolunduğu şeyler vahyin konusunu oluşturmaktadır. İnsanlara hükümleri açıklamada, teşride ve diğer konularda Resulün hayatı bu minval üzeredir. Zihar, lian ve bunların dışında birçok konudaki hükmü belirtmek için Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem vahyin gelmesini bekliyordu. Allah Subhenehû ve Teala'dan vahiy gelmedikçe bir mesele hakkındaki hükmü söylemiyor, teşri ile alakalı bir fiili yapmıyor veya sükût etmiyordu.
Bazı zamanlarda Sahabe, kullara ait fiillerden bir fiille ilgili hükmün, bir şey hakkında görüş belirtmekle mi, üslûpla mı yoksa vesile ile mi alakalı olduğunda karışıklığa düşüyorlar ve ‘bu vahiy midir yoksa şûra kapsamına giren işlerden midir ya Resulallah?’ diye soruyorlardı. Eğer Resul onlara bunun vahiy olduğunu söylerse susuyorlardı. Çünkü yaptığı şeyin kendisine ait bir davranış olmadığını biliyorlardı. Eğer onlara, şûra ve görüş belirtme cinsindendir derse o zaman Resulle tartışıyorlardı. Çoğu kere de Bedir savaşında, Uhud'da ve Hendek savaşında olduğu gibi Resul Sahabenin görüşüne uyuyordu. Allah'tan aldığı tebliğle alakalı olmayan konular hakkında ise şöyle diyordu: أنتم أدرى بأمور دنياكم "Siz dünya işlerinizi daha iyi biliyorsunuz." Hurma ağaçlarının aşılanması meselesinde olduğu gibi.
Eğer Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem teşri ile alakalı konularda da vahyin dışında konuşsaydı bir konuda hüküm vermek için vahyin gelmesini beklemezdi. Ve Sahabe de ona; "Vahiy midir yoksa görüş müdür?" diye sormazdı. Kendiliğinden cevap vermiş olsaydı böyle bir soru sormaya gerek duymaksızın Sahabe Resul ile tartışırdı. Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den, Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen vahyin dışında ne bir söz, ne bir fiil ne de sükût görülmemiştir. Çünkü davranışları kendine ait görüşün sonucu değildi.
Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kesinlikle ictihad yapmamıştır. İçtihad yapması aklen de Şer'an da doğru değildir.
Şer'an, ictihad yapmadığına ve Allah Subhenehû ve Teala’dan aldığı tebliğle ilgili meselelerin tamamının vahiy ile sınırlı olduğuna delalet eden şu sarih ayetler kesin delillerdir.
قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahiy ile uyarıyorum."[12]
إِنْ أَتَّبِعُ إِلا مَا يُوحَى "Ancak bana vahyolunana tabi olurum."[13]
وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى "Hevasından konuşmaz."[14]
Kendisine sorulan bir soru hakkında Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmünü açıklamaya gerçekten muhtaç olduğu halde cevap vermeyip vahyin gelmesini beklemesi ise bu konudaki akli delildir. Eğer ictihad etmesi caiz olsaydı vahyi beklemeden hemen ictihad eder ve cevap verirdi. Hâlbuki o, vahiy gelinceye kadar hükmü geciktiriyordu. Bu da onun ictihad yapmadığına ve ictihad yapmasının da caiz olmadığına delalet etmektedir. Eğer ictihad yapması caiz olsaydı cevabını vermek zorunda olduğu bir hükmü bekletmezdi.
Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e uymak vaciptir. Dolayısıyla hata ettiğinde de ona uymak gerekir. Bu ise batıldır. Çünkü Allah Subhenehû ve Teala hata olan bir şeye uymayı emretmez. Üstelik Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem tebliğde hatadan masumdur. Bu nedenle Resulün tebliğde hata ettiğini söylemek kesinlikle caiz değildir. Çünkü Resulün hata yapmasının caiz olması, risaleti ve nübüvveti yok eder. Risaleti ve nübüvveti kabullenmek Resulün hata yapmasının caiz olmamasını gerektirir. Tebliğde hatadan yoksun olması ise kesinlikle gereklidir. Bu nedenle Resulün Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğ etmede hata yapması kesinlikle mümkün değildir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ictihad yapması da caiz değildir. Sözlü, fiili ve takrir yoluyla ulaştırdığı hükümlerin tamamı yalnızca Allahu Teâla'dan vahiydir.
Şöyle söylenemez:
“Resul ictihad yapıp ictihadında hata ettiğinde Allah Subhenehû ve Teala onu hatada durdurmaz ve ona en kısa sürede doğru olanı açıklar. Çünkü Resul ictihadında hata ettiği zaman bu haliyle Müslümanların üzerine farz olur ve doğrusu açıklanıncaya kadar da ona uymaları gerekir. Bu açıklama ise önceden verilmiş olan hükmün dışında yeni bir hüküm özelliğini kazanıp hatalı olan birinci hükmü terkedip ikinci hükme uymalarını gerektirir.”
Bu batıldır ve Allah Subhenehû ve Teala, insanlara ilk önce hatalı olan bir şeye uymalarını emredip sonra da onu terkedip doğru olana uymalarını emretti anlamına gelir ki böyle bir söz Allahu Teâla için geçersizdir. Resul hakkında da; bir hükmü tebliğ edip ardından da Sahabeye bu hüküm hatalıdır, çünkü benim ictihadımdır, doğru olan ise Allah Subhenehû ve Teala'dan gelen şu hükümdür, diyerek hatalı hükmü terketmelerini ve doğru hükmü almalarını onlara tebliğ etmesi gibi bir şey söylemek doğru değildir.