Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Resulullah'tan Kalan Miras: Evliyaullah (1 Kullanıcı)

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Zincirin halkaları gibi Resulullah’a ulaşırlar
İlim çevrelerinde çok meşhur bir söz vardır: “Ağızdan alınmayan ilim merduttur (reddedilmiştir)”. Fıkıhtan tasavvufa kadar her ilim, muhaddisten müfessire kadar her alim sahabe vasıtasıyla Efendimize (sav) dayanmak zorundadır. İcazeti olmayanın, ister fıkıhta, ister hadiste, isterse tasavvufta olsun söylediği söz; verdiği hüküm veya fetva geçersizdir.
İcazet; bir şeyi uygun makul görmek, izin vermek anlamına gelir ki bizim anladığımız mana da icazet; talebenin artık olgunlaştığına, ilimde ehl-i kemal olduğuna üstadının veya şeyhinin uygun görmesi anlamındadır. Her alim veya şeyh icazet sahibi olmalıdır ki silsile yoluyla sahabeye; dolayısıyla da Efendimize dayandığı anlaşılabilsin. Bunu Tasavvufi muhitler “El Ele, El Hakka” diye anlamlandırmışlardır. Nedeni de, bu ilimlerin bize Asr-ı Saadet döneminden günümüze gönülden gönüle nakledilerek ta Allah Resulüne uzandığını ve bu ilimlerin Resulullah’tan miras kaldığını anlatmak içindir.
Diğer bir ifadeyle her alim ve şeyh kendisini hocasına; o da kendi üstadına dayandırmak mecburiyetindedir. Bu isnad zinciri, hocasından, silsile yoluyla Efendimiz (sav)’e intikal etmelidir. Bu hususta Abdullah b. Mübârek şöyle demiştir: "İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, her rast gelen, aklına geleni rivâyet etmeye kalkışırdı".[1]
“Açın gözünüzü! Allah'ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. Onlar ki, iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten sakınmışlardır. Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah'ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu en büyük kurtuluştur.” (Yunus: 62-63-64)
Ayet-i Kerime’de haber verildiği üzere; Evliyaullahın kalbinde Allah korkusu öyle bir yer tutmuştur ki; artık o kalpler de dünyevi hiçbir korku ve endişeye mahal olamayacağına işaret vardır. Velilere vaat edilenlerden sonra istikballeri; bugünkünden veya geçmişlerinden daha iyi olacağından, başlarına gelen herhangi bir sıkıntı, elem veya keder verici hiçbir olayın onları mahzunlaştıramayacağı beyan edildikten sonra, Allah’a dost olanların tarifi verilmektedir.
İlk olarak onların mü’min oldukları belirtilmektedir ki; tam ve yakin bir bilgi ile iman etmişlerdir. Artık onların imanında şek, şüphe veya vesvese yoktur. Burada imanın ilk önce zikredilmesinin birkaç hikmeti vardır:
Birincisi; iman etmeyen kimsenin yaptığı hiçbir salih amel makbul değildir.
İkincisi; de herhangi bir insanın gösterdiği olağanüstü hallerin iman olmadan hiçbir kıymetinin olmadığıdır.
Kâfir olandan veya şeriatı yaşamayandan meydana gelen olağanüstü hallere din ıstılahında ‘istidraç’ denir. Yani her işin başı, her güzelliğin kaynağı imandır.
İman, Evliyaullah’ın kalplerine yerleşmiş ve onlar takva ehli olmuşlardır. Allah’ın emirlerini ve Sünnet-i Seniyye’yi yerine getirmekte; yasaklardan ve şüphelilerden kaçınmakta zerre kadar tembellik ve gaflet göstermemektedirler. Kalplerini masivadan temizlemişlerdir. Masiva; Allah’tan alıkoyan her şey anlamına gelir. Kalplerinde sadece maksat olarak Allah kalmıştır ve talep ettikleri ise ancak ve ancak O’nun rızasıdır. “İlahi ente maksudi ve rizake matlubi” yani “Allah’ım maksadım sensin, isteğim rızandır” sözü bütün amellerinin özünü teşkil etmektedir.
Evliyaullah kimlerdir?
Evliyaullah tabiri kullanıldığında kimler anlaşılmalıdır? Said İbni Cübeyir (ra)’den rivayet edilen hadis-i şerifte “Evliyaullah o kimselerdir ki görüldükleri zaman Allah hatırlanır.”[2] Bu hadise benzer bir hadis-i şerifi İmam Ahmed bin Hanbel’in de rivayet etmiş olması, gelen mananın sahihliğini daha da pekiştirmiştir.[3]
Bu kimselerin, görüldüklerinde Allah’ın hatırlanması; onların cismani yapılarından ziyade, ruhlarının manevi kemalatlarındandır. Bu manevi kemalat, batıni olgunluktan ve ledün ilminden başka bir şey değildir. Bir kalpte nurların nuru olan Allah’ın nuru hakim olursa, o nur sahibinin yüzüne vurur; o nuru gören kimse Allah’ın azamet ve celalini hatırlar. Bir hadiste; “Mümin, müminin aynasıdır “(Taberani) buyrulmuştur.
Madem mü’min mü’mine ayna vazifesi görmektedir; o zaman kalbi Allah’ın nuruyla dolu olanın yüzüne bakmakla nur-u ilahiden bakana da aksedeceği kesindir. Ayrıca Ebu Hureyre (ra)’dan rivayet edilen hadis-i şerifte: “Beş şey ibadettendir; az yemek, camilerde oturmak, Kabe’ye bakmak, okumadan da olsa mushafa bakmak, alimin yüzüne bakmak”.[4] Alimlerle beraber olmak ve onların yüzüne bakmakta ibadettir; kişiye sevap kazandırması açısından manevi bir kazançtır.
Allah’ın dostları hem dünya da hem de ahirette büyük müjde ve mükafatlara erişmişlerdir. Dünyadaki müjdeyi İmam-ı Taberi Hazretleri, salih rüyalar olarak tefsir etmektedir.[5] Nübüvvetin kırk altı cüzünden bir parça olan salih ve sadık rüyalar vasıtasıyla (ki, altı ay kadar Efendimize vahiy rüya yoluyla gelmiştir), Allah’ımız (cc) onlara müjdeler ve mükafatlar vermektedir. Bu sadık rüyalar ahirette karşılaşacakları nimetlerin gösterilmesi olabileceği gibi Abdullah bin Zeyd (ra)’ e Ezan-ı Muhammedi’nin tarif edilmesi gibi gaybi bir işarette olabilir.
Efendimiz (sav)’in ahirete irtihalinden sonra muhakkak ki, vahiy kesilmiştir. Ancak Evliyaullah’ın yukarıdaki ayette dünyadaki müjde olarak nitelendirilen sadık rüyaları devam edecektir. Çünkü Efendimiz (sav): “Nübüvvetten ümmete yalnız mübeşşirat kalmıştır” Mübeşşirât nedir, ya Rasûlüllah?” diye sorulduğunda; “Sâlih rüyalardır” buyurdu.[6]
Efendimiz (sav) bu hususta bir başka hadis-i şeriflerinde: “Kıyamet yaklaşınca (ahir zamanda) mü'minin rüyası yalan çıkmaz."[7] buyurmuşlardır. Kaldı ki Efendimizin rüya tabiri için salih ve insanlara Hakkı tavsiye edenlerin tercih edilmesini istemesinin sebebi de budur.
Dünyadaki müjde ve mükafatlardan bir diğeri de keramettir. Zaten izah edilen salih rüyalar da Şah Veliyullah Dehlevi’ye göre kerametin bir diğer çeşididir. Elmalılı Hamdi Efendi’ye göre bahsedilen ayeti celile kerametin en büyük delili ve isnatlarından birisidir. Keramet ıstılahta salih ve mü’min kimseden ortaya çıkan harikulade haller demektir. Allah dostlarının keramet göstermesi haktır, vakidir; ancak şart değildir.
Kur’an’da geçen, Hz. Meryem tarafından kuru dal sallanınca yaş hurma düşmesi, Hz. Meryem’in yanında Allah’tan gelen bir rızkın olması, Ashab-ı Kehf’in kıssası veya Hz. Süleyman (asm)’ın veziri Asaf bin Berhiya’nın, Saba Melikesi Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirmesi gibi bir çok hadise kerametin hak oluşuna örnektir.
İmam-ı Tirmizi’nin rivayet ettiği: “Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuru ile bakar” hadisi de bu ayette zikredilen müjdenin kerametler olduğuna bir izahat mahiyetindedir. Ancak Salihler en büyük keramet olarak yaşantıda gösterilecek olan istikameti kabul etmişlerdir. Nitekim takva bir yaşantı ve doğruluktaki istikametin önemi bir başka ayette şöyle vurgulanmaktadır: “Rabbimiz Allah'tır” deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Cennette sizin için canınızın çektiği ve istediğiniz her şey vardır.” (Fussilet: 30-31)
Asıl önemli olan kişinin kalbini, zihnini ve amelini şeytan ve nefsin şerlerinden muhafazasıdır. Bu ise çok zordur ve ancak Salih kimselerin yapabileceği bir iştir. Çünkü Salihler, nefsin afetlerine karşı her an tetikte beklemektedir (askerlerin sınırlar da düşmanı beklemesi gibi) ve gaflete düşmemek için çaba harcamaktadır. Bu ayette de anlatıldığı üzere asıl iş istikamet üzere dosdoğru olmaktadır.
“Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve: ‘Ben gerçekten müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet: 33)
İnsanları ihlas ve sıdkla Allah’ın yoluna çağıran; iyiliği emreden, kötülükten sakındıran ve dahası Ademoğullarına anlattıklarını kendi nefsinde tatbik eden; amellerine riya karıştırmayanlar ne kadar güzel övülmektedirler.
Salihler insanlara tebliğ yaparlarken anlattıklarını önce kendi nefislerinde tatbik etmekte; yapmadıklarını insanlara anlatmamaktadırlar. İşte Allah dostları da böyledir ve onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği ve bizlerin de her gün hidayet edilmeyi istediğimiz sırat-ı müstakim üzeredirler. Fatiha Suresinde bu beyan edilmiştir. Bir başka ayette de Salihler ile beraber olmak müminlere emir ve vazife olarak gelmiştir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe: 119)
Burada hemen bir hatırlatma yapalım ki ayetin hitabı müminleredir ki bu da bizlere ‘sıdk’ makamının hususi bir makam ve hal olduğunu ispatlamaktadır. Anlaşılmaktadır ki ‘sıdk’ mertebesinde bulunan herkes mü’mindir ancak; her mümin ‘sıdk’ mertebesinde değildir.
Sadıklar ile beraberlik ise ancak iki türlü olur. Birincisi bedenen onların yanında olmaktır. Diğeri ise manevi beraberliktir ki, bu da ancak onları düşünerek, kendi ahvalini onların yaşantısına ve amellerine göre tertip ederek ve onları hayalinde canlandırarak olur ki biz buna tasavvuf ıstılahında ‘rabıta’ diyoruz.
Nitekim Ruhul Beyan Tefsiri’nin müellifi, büyük alim İsmail Hakkı Bursevi (ks) bu ayette geçen sadıklardan kastın kamil mürşidler olduğunu beyan etmiştir.
“İman edip iyi işler yapanları, muhakkak salihler (zümresi) içine katarız.” (Ankebut: 9) ayetinden de anlaşılacağı üzere salih kullar hususi bir zümredir. Bu hususi kulların arasına girmek buraya kadar izah edilen ayetlerdeki dünyevi ve uhrevi mükafatlara kavuşmak demektir. Allah sizi ve bizleri salih amel işleyip; salihler ile beraber dünyevi ve uhrevi mükafatlara erişenlerden eylesin. (Amin)
Acizane anlatmaya çalıştığımız ‘Allah Adamları’, asr-ı saadetten günümüze miras kalmış ilmin varisi, yaşayıcısı ve taşıyıcısı salih ve sıddık kimselerdir.
Ahmed Ozan ÖZBEKEN
[1] Müslim, Sahih,Mukaddime.

[2] Nesai; Sünen; Tefsir (6/362).

[3] Ahmed bin Hanbel Müsned 6 /291.

[4] Suyuti, Fethul Kebir 1/566.

[5] Tefsir-i Taberi C2 / 889.

[6] Tecrid-i Sarih Tercemesi, 4/34.

[7] İbn Mâce, Rüya; 9.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt