HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
RASÛLULLAH İÇTİHAD YAPMADI
Sahabeler, bir şey hakkında itiraz ettikleri zaman, vahyden olup olmadığını soruyorlardı. Bu genellikle ahkâmı uygulamakla ilgili olup uslûplarda oluyordu. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, fikir beyan ediyor veya bir amelin hükmünü bildiriyor ve teşriler gösteriyordu. Bunların uygulama metodunu da bilfiil tatbik ederek göstermekteydi. Fakat, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem metodla ilgili hususlarda değişik uslûplar kullanmaktaydı.
Uslûplar değişkendir ve her vakıada değişebilir. Metod ise, düşünceyi uygulamak için sabit ve değişmeyen keyfiyettir. Onun için, metod değiştirilemez. Allah ve Rasûlü, her konunun hükmünü (düşüncesini) göstermiştir. Ayrıca her hükmün (düşüncenin) uygulama keyfiyetini (metodunu) da göstermiştir.
Uslûplar, metodu uygulamak için her vakıada değişebilen keyfiyettir. Sahabeler bu uslûpları görünce görüşlerini aktarıyorlardı. Fakat, önce mesele üzerinde vahyin belirlediği bir uslûp olup-olmadığını soruyorlardı. Bu savaşla, fenle ve ilimle ilgili meseleler üzerinde zuhur ediyordu. Mesele netleştikten sonra uygun olan tatbik edilmekte idi. Bu konu ile alakalı misallerden bazıları şunlardır:
-Bedir savaşından hemen önce Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bedirde en yakın suyun yanında konakladı. Bunun üzerine Hubâb bin Münzir: “Ey Allah’ın elçisi bu konaklama bizim söz sahibi olmayacağımız bir emir/vahy midir, O zaman ne ileri gideriz ne de geri döneriz. Yoksa, görüş gösterme, harp sanatı ve hile kurma meselesi midir?" Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Kendi görüşüm ve savaş tekniğidir, vahiy değildir.” buyurdular.
Bu cevabı alan Hubâb Radıyallahu Anh şu teklifte bulundu: “Ey Allah’ın elçisi, bu davranış vahiy gereği olmadığına göre halkı kaldır, kavme en yakın suya kadar yürüyelim sonra diğer kuyuları kapatalım ve suyla dolduralım suyu biz içelim düşman içmesin.”
Teklifi dinleyen Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem “Doğru bir görüş ortaya attın.”diyerek kalktılar beraberindeki Müslümanlar da onunla birlikte hareket ettiler, kavme en yakın suya yaklaşıncaya kadar yürüdüler ve orada konakladılar. Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kuyuların kapatılmasını emretti ve kuyular kapatıldı. Yalnız karargâh kurulan kuyunun üzerine havuz yapıldı ve dolduruldu.” (İbn Hişam c.3)
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu görüşü kabul etti ve uyguladı. Bu vakıa, stratejik uslûplarla alakalıdır. Uygun olan uslûp alınır ve uygulanır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in bunu kabul etmesi ümmeti için Şer’î delildir. Yani bu gibi stratejik uslûplarda doğru görüş kabul edilir. Aynı anda bu şûra konusunu açıklığa kavuşturmaktadır.
Bu hususta Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وشاورهم "Onlarla iş hakkında danış." (Ali İmran 159)
Fakat bu ayet, mücmeldir; detayları belirtmedi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Bedir vakıasında şûranın detaylarının bir kısmını göstermiş oldu. Bundan dolayı, "Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem önce içtihad etti, sonra bir sahabe onu düzeltti" denilemez. Burada, içtihad yoktur. Ancak, şûrayı uygulama konusu vardır. Çünkü Allahu Teala Rasûlü'ne; "Onlarla iş hakkında danış." buyurdu.
-Hendek Vakıasında sahabeleriyle danıştı.
Râsulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem (s.a.s) müttefiklerin girişimini haber alır almaz derhal bir savaş meclisi topladı. Mecliste düşmana karşı ne gibi tedbirler alınması, nasıl bir savaş taktiği izlenmesi gerektiği konusunda istişare edildi. Ashâbın çoğunluğu Medine'yi içerden savunmanın uygun olacağı görüşünde idi. Bu görüş benimsendikten sonra Selman-ı Farisî hazretleri; "Bizde bir şehir üstün kuvvetlerle kuşatıldığı zâman daima çevresine bir hendek kazılır ve şehir bu şekilde savunulur." şeklinde görüş bildirince, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu uygun görerek, savunma planının bu doğrultuda hazırlanmasını emretti. (İbn Hişam, II, 255)
Böylece ortaya çıkıyor ki; stratejik uslûplarda şûra oluşturulur ve şurada ortaya çıkan doğru görüş kabul edilir.
İslâm Devleti için bir örnek teşkil eder. İslâm Devleti çatısı altında oluşturulan Ümmet Meclisi'nde, Halife stratejik uslûplarla ilgili hususlarda, üyelere danışarak doğru olan görüşü kabul eder. Burada önemli olan çoğunluk değil doğru olanın kabulü söz konusudur.
-Hurma ağaçlarının aşılanması konusunda, rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hurma ağaçlarının aşılanması ile ilgili olarak şöyle demiştir: "Dünya işlerini sizler daha iyi bilirsiniz. Dinden birşey gösterdiğimde onu benden alın.” (Müslim, Kitabu’l-Fedai, 4358)
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem burada ilmi konuda görüş beyan etmiştir. Hurma ağaçları meyve vermeyince Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem; "Dünya işlerini sizler daha iyi bilirsiniz.” diyerek Müslümanlara bir şey öğretmek istemiştir.
Dünya işlerinden maksat; vakıayı teşhis etmek, ilmi araştırma ve neticeler, bir şeyin aslının faydalı veya zararlı olup olmamasını tesbit etmek, stratejik plan ve uslüpler göstermek gibidir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem;in bu tür hususlar insanlara bırakıldığını göstermesi de bir teşridir. “Dinden olunca onu benden alın” demesinin anlamı; bir şey hakkında helal veya haram, farz veya mendup, mekruh olarak göstermesidir. Ayrıca akaid ve gaiple ilgili haber vermesi hususlarını kapsar.
İlmi konular, insanların görüşlerine bırakılır. Bu konuda doğru söyleyen kişinin görüşü geçerlidir ve ümmet için de bir Şer’î delildir.
İslâm Devleti'nin Ümmet Meclisi'nde ilmi hususlar tartışılırken, doğru görüş alınır. Burada da çoğunluğun görüşü yerine doğru olan görüşü Halife benimser.
-Uhud Vakıasında, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Müslümanlara danıştı.
Rasûlüllah Sallallahu Aleyhi Vesellem Müslümanlar ile Mekke müşriklerinin ikinci büyük savaşı olan Uhud harbinden önce de stratejinin belirlenmesi için ashabın fikrini almıştır. Savaşın Medine dışında yapılması ya da sadece şehrin savunulması şeklindeki iki görüş müzakere edilmiş, genel kanaat birinci alternatif üzerinde yoğunlaşınca bu görüş benimsenmişti. (İbn Hişam. III, 52.)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’ın görüşü Medine'de düşmanlarla karşılaşmaktı. Fakat, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu görüşünden vazgeçip çoğunluğa uydu. Müslümanlar, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in kendi görüşünden vazgeçip de kendi görüşlerine uyduğunu görünce, bu görüşlerinden vazgeçip Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in görüşüne uymak istediler. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, bunu kabul etmedi. Onların görüşüne uyarak orduyu düşmanlarla karşılaşmak için Medine'nin dışına çıkarttıp Uhud mevkiinde konakladı.
Bu hâdise incelenirse, içtihad konusu görülmez. Çünkü Cihad, Medine'nin içinde de olabilir, dışında da. Bu konuda Müslümanlar, işlerine uygun olanı yaparlar, işin menfaatini gözetmeye çalışırlar, işin menfaati hususunda çoğunluğun görüşüne uyulur.
Bu vakıada stratejik, ilmi ve fenni konu yoktur ve bu hususlarla ilgili tartışmada olmadı. İşin menfaati tartışıldı. Hangisi daha faydalı olacağı görüşüldü. Yani savaş Medine'de mi yoksa Medine dışında mı gerçekleştirilmeliydi?
Böylece, İslâm Devleti'nin Ümmet Meclisi'nde bir işin menfaati tartışıldığı takdirde Halife çoğunluğa uyar, çoğunluğun görüşü bağlayıcı olur. Meselâ; herhangi bir yere bir yol veya bir köprü daha yapılsın mı veya yapılmasın mı? tartışmasında çoğunluk ne istiyorsa o benimsenir. Alınan bu karadan sonra yol veya köprüyle ilgili fenni hususlar tartışılıyorsa bu noktada çoğunluğa uyulmaz, doğru görüş aranır. Bununla ilgili helal veya haram tarafı incelenir, dinle ilgili olan yönüne bakılır. Konu hakkında isabetli Şer’i hüküm gösterilebilir. Örneğin; yapılacak yol veya köprü özel araziden geçtiği takdirde arazinin sahiplerine karşı nasıl davranılacağı konusu için Şer’iata müracaat edilir.
İşte, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in o vakıada davranışı ümmeti için Şer’î delil oldu. Böylece Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem o davranışları ile şûranın detaylarını açıklamıştır.
-Hudeybiye Vakıasına gelelim:
Hicretin 6. yılında Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Kureyş'le belli bir müddet için sulh/barış yapmak istedi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve beraberindekiler, Kabe’yi ziyaret için yola çıkmış fakat Mekkeliler tarafından Hudeybiye'de durdurularak şehre girmelerine müsaade edilmemişti. Burada yapılan anlaşma maddeleri görünürde Müslümanların lehine değildi. Dolayısıyla Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem;in yardımcısı olan Hz. Ömer, Hudeybiye anlaşması maddelerinden duyduğu memnuniyetsizliğini dile getirdi. Belirtildiğine göre Ömer, Peygamber'e gelerek; "Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin? Biz doğru yolda onlar batıl üzere değiller mi?" diye çıkıştı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in; "Evet" demesi üzerine Ömer; "O halde neden dinimizden taviz veriyoruz" dedi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ise; "Ben Allah'ın Rasulüyüm ve ona karşı gelecek değilim." dedi. (İbn Hişam c.3) Bunun üzerine Müslümanlar sustular.
Buna göre; İslâm Devletinde teşri konusunda -yani bir Şer’î hüküm benimseyip kanun haline getirme hususunda- vahye tabi olunur. Halife, bir Şer’î hüküm benimseyip onu kanun haline getirmek istediğinde Ümmet Meclisi'ndeki Müslüman üyelerin görüşlerini dinler ve sadece delili kuvvetli olan hükmü kabul eder. Bu hususta Meclis'in görüşü bağlayıcı değildir. Onun için şu Şer’î kaide çıkartılmıştır: "Ne kadar mesele çıkarsa imamın (Halife'nin) bunlar hakkında birer Şer’î hükmü benimseme hakkı vardır."
İşte, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in yukarıda geçen vakıalardaki tutumu ve hareketi Müslümanlar için Şeriat'tır. Müslümanlar buna göre hareket eder. Raşid Halifeler de bu hususlara dikkat edip uygulamalarını ona göre belirlediler.
Böylece stratejik uslûplar;
-İlmi ve fenni konularda doğru görüş kabul edilir ve çoğunluğa bakılmaz.
-İşin menfaati konusuna göre çoğunluğa uyulur, doğru olup olmadığına bakılmaz.
-Bir mesele için Şer’î hüküm benimsemek isteniyorsa çoğunluğa bakılmaz, Şer’î delilin kuvvetliliğine ve sağlamlığına bakılır.
Bunların hepsi şûra için Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem 'in gösterdiği detaylardır. Bu şekilde getirip uygulaması ancak Allahu Teala’nın ondan bunların yapılmasını istemesinden dolayıdır.
Bazı kişiler; Bedir esirleri, ölen münafıklar üzerine cenaze namazı kılmak, Tebük Savaşına gitmek istemeyene izin verme ve bir âmâya yüzünü asması ve buna benzer meselelerin Rasûl'ün birer içtihadları olduğu kanaatine vardılar veya zannederler. Bu meselelere aydın bir bakışla yaklaşılıp incelendiği takdirde herhangi içtihadi konu bulunmadığı görülecektir.
-Bedir esirleri meselesine gelince:
Bu mesele durumu değerlendirmekle ilgili idi. Düşmanı korkutmak maksadıyla çok katl (öldürme) işi gerçekleştirip gerçekleştirilmeyeceğine dair bir vakıa teşhisidir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Kureyşten yetmiş kişi (bunların çoğunluğu Kureyşin önde gelenlerindendi) öldürülünce çok katlin (öldürmenin) gerçekleştiğini gördü. Bu olay şöyle gerçekleşmişti:
Bedir harbinden sonra müşriklerden yetmiş kadar esir ele geçmişti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunlara nasıl muamele yapılacağı hususunda ashabıyla istişarede bulundu. Konuyla ilgili olarak Ebu Zümeyl, İbn Abbas’dan şöyle rivayet etmektedir:
Esirler geldiklerinde Hz. Ebu Bekir: “ Ya Rasulüllah! Bunlar bizim amca çocuklarımızdır ve aşiretlerimize mensup kişilerdir. Ben fidyenin alınıp, alınan bu fidyenin kafirlerle olan mücadelemizde kullanılmasının daha hayırlı olacağı kanaatindeyim. Böylece bu kimselerin ileride Müslüman olmaları da muhtemeldir.” dedi. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Ey Hattab’ın oğlu Ömer! Sen ne diyorsun?” diye sorunca Hz. Ömer, “ Ey Allah’ın Rasulü! Ben Ebu Bekir’in görüşüne katılmıyorum. Bence izin ver hepsini kılıçtan geçirelim. Ali’ye kardeşi Akil’i, bana da falanı öldürme imkanını ver. Bunlar küfrün ileri gelen, önder durumunda ki kimselerdir.” diye cevap verdi. Ancak Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Hz. Ebu Bekir’in görüşünü kabul etti. Olayın devamını Hz. Ömer şöyle anlatıyor: “Ertesi gün olduğun da Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ile Ebu Bekir’in ağladıklarını gördüm. “ Ey Allah’ın Rasulü!” dedim; “ Seni ve arkadaşını ağlatan nedir? Şayet ağlaya bilirsem bende ağlayayım. Yoksa ağlar gözükeyim.”
Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yakınında bulunan bir ağaca işaret ederek; “ Arkadaşlarının fidye almış olmalarına ağlıyorum. Onların azabı bana şu ağaçtan daha yakın olarak gösterildi.” dedi. (İbn-i Hişam c.2)
Aslında esirler konusunda herhangi bir kargaşa yoktur. Burada tercih söz konusudur. Hz. Ebu Bekir Radıyallahu Anh; hemen esir alınması yönündeki hükmü kabul etmiş, Hz. Ömer Radıyallahu Anh’da önce öldürme sonra teslim alma hükmünü kabul etmiştir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Ebu Bekir Radıyallahu Anh'ın görüşünü uygun gördü ve onu uyguladı.
Bunun akabinde, Allahû Teâlâ şu ayeti indirdi:
ما كان لنبي أن يكون له أسرى حتى يثخن في الأرض "Yeryüzünde savaşırken düşmanı yere sermeden esir almak hiç bir Peygamber'e yaraşmaz." (Enfal 67)
Burada, ‘Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem içtihad etti daha sonra Allahu Teala onu düzeltti’ diyenlerin iddiasını doğrulayan hiçbir delil yoktur. Çünkü, içtihad hükmü bilinmeyen hususun hükmünü Şer’î delillerden çıkartma meselesidir. Burada, bu mesele/esirler hakkında Şer’î hükümler biliniyordu.
‘Çünkü esirler hususunda daha önceden nazil olmuş iki Şer’î hüküm vardı.
Esirler hakkındaki hüküm, Kur’an’ın kati/kesin nassı ile sabittir. O da; yöneticinin/halifenin esirleri ya fidye karşılığı serbest bırakması ya da karşılıksız serbest bırakması hususunda serbest olmasıdır. Esirler ile ilgili ya karşılıksız ya da fidye karşılı serbest bırakmak hükmü Allahu Teâlâ’nın şu sözünden dolayıdır:
فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Kafirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.” (Muhammed 4)
Bu ayet, esirlerle ilgili hüküm hakkında gayet açıktır. Bu, şu birkaç yönden dolayı belirlenmiş hükümdür:
- Bu sarih/gayet açık nass Muhammed süresinde geçmektedir. Bu sûre ise savaş hakkında indirilen ilk süredir. Bu sürenin indirilmesi Rasulün Mekke’den Medine’ye varışından sonra olmuştur. “Kıtal süresi” olarak da isimlendirilmiştir. Bu süre Hadid süresinden sonra Bedir savaşından önce indirilmiştir. Dolayısıyla bu süre, herhangi bir çarpışma olmadan ve esirler olmadan önce esirlerin hükmünü açıklamıştır. Buna ilaveten denilebilir ki; bu ayet, esirlerin ne yapılacağı hususunda gayet açık bir şekilde açıklanan tek ayettir. Bu da onun, esirlerin hakkında bir nass olduğunu ve bu nassın bu hususta asıl olduğunu, esirler hakkındaki diğer bir nassın ona döndürüldüğünü açıklamaktadır.
- Bu hükmün esirler hakkında olduğunu belirleyen yönlerden birisi de şudur: Esirlerin hükmünün içinde geçtiği ayet, إما –“Ya” sigasıyla gelmiştir. Bu da üçüncüsü olmayan iki şey arasındaki seçeneğe delâlet eder. Zira diyor ki; الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.” (Muhammed 4) إما -edatı iki şey arasında geçtiğinde ikisinde seçeneğe hasredilir, ikisinden başkasının olması men edilir. Böylece iki şey arasındaki (إما) edatı ile seçeneğin sınırlandırılmasından, esirlerin hükmünde Kur’an’ın serbest bıraktığı husustan başkasının olmasının caiz olmadığı açığa çıkmıştır. Bunu Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Yemâme halkının lideri Sumâme b. Usâl’ı, Ebu İzzet Eşşâir, Ebu el-Âs b. Rebi’i karşılıksız serbest bırakması ve Bedir esirleri hakkındaki şu sözü teyit etmektedir: لَوْ كَانَ الْمُطْعِمُ بْنُ عَدِيٍّ حَيًّا ثُمَّ كَلَّمَنِي فِي هَؤُلاءِ النَّتْنَى لَتَرَكْتُهُمْ لَهُ “Mut’im b. Adiy sağ olup o pis kokulu kişiler hakkında benimle konuşsaydı, onları onun için serbest bırakırdım.” (Buhari, K. Fardu’l Hamse, 2906) Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, yetmiş üç kişi olan Bedir esirlerini bir adama iki adam karşılığı serbest bıraktı.
- Aişe’den şöyle dediği rivayet edildi: “Mekke yöneticileri, esirlerinin fidye karşılığı bırakılması için haber gönderdiğinde, Zeyneb Ebu el-Âs’ın fidye karşılığı serbest bırakılması hakkında bir mal ile gönderildi. Bu hususta Zeyneb, Hatice’nin yanında olan kendisine ait bir kolye ile gönderildi. Ebu el-Âs’a karşılık o kolye de Zeyneb ile dahil edildi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Zeyneb’i gördüğünde ona çok nazik davrandı. Ve şöyle dedi: إِنْ رَأَيْتُمْ أَنْ تُطْلِقُوا لَهَا أَسِيرَهَا وَتَرُدُّوا عَلَيْهَا الَّذِي لَهَا فَقَالُوا نَعَمْ “Size ona ait olanı ona geri vererek onun için esirini kurtarmayı mı uygun gördünüz? Onlar; Evet, dediler.” (Ebu Davud, K. Cihâd, 2317)
- Umran b. Husayn’dan şöyle dediği rivayet edildi: “Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem, Benu Akil müşriklerinden bir adam karşılığı iki Müslüman’ı fidye karşılığı kurtardı.”
- İbn Abbas’tan şöyle dediği rivayet edildi: “Bedir günü, fidyeleri olmayan bir takım esirler vardı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onları Ensar’ın çocuklarına yazmayı öğretmelerine karşılık serbest bıraktı.”
Ayet ile birlikte bu Hadisler, esirlerle ilgili hükmün ya karşılıksız serbest bırakmak ya da fidye karşılığı serbest bırakmak olduğuna açık bir şekilde delâlet etmektedirler.’ (Şahsiye c.2)
Bu meselede içtihad değil hangisinin daha uygun veya hangisinin daha evlâ olduğu konusu vardır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, daha uygun olanı veya daha evlâ olanı seçebilir veya seçmeyebilir. Daha önce esirler konusunda şu ayet nazil olmuştu:
الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.” (Muhammed 4)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kafirlerden yetmiş kişi öldürülünce fazla katlin (öldürmenin) gerçekleştiğini gördü. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu takdir etmişti. Zira çok öldürmekten maksat düşmanı korkutmaktı.
Böylece Müslümanlar için, bu şekilde hareket etmek Şer’î bir mesele olur. Ki o da, daha evlâ ve daha uygun olanı arayıp seçmektir.
Şu var ki, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, bundan sonra birçok savaşlarda çok öldürme işi yapmadan da esirler aldı. Allahû Teâlâ, Rasûlü'ne bunun daha evlâ olup olmadığına hakkında ayetler indirmedi. Dolayısıyla diğer savaşlarda esir alınmasında hükmen hiçbir engel yoktu ve evlâ olan da bu idi. Çünkü Bedir savaşı, kafirlerle yapılan ilk savaştı. Onları korkutmak gerekirdi.
-Ölen münafıklar üzerine cenaze namazı kılma meselesine gelince:
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onların üzerine cenaze namazı kılıyordu. Münafık Abdullah b. Ubey ölünce Ömer Radıyallahu Anh, ölen münafıklar üzerine Rasûl'ün namaz kılmasına itiraz etti.
İbn-i Ömer Radiyallahu Anh anlatıyor: Abdullah İbn-i Ubey İbn-i Selul öldüğü zaman oğlu Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in huzur-i âlilerine çıkıp, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini talep etti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem talebi kabul edip verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını kıldırıvermesini talep etti. Rasulullah Aleyhissalatu Vesselam bu talebi de kabul etti ve namaz kıldırmak üzere kalktı. Ancak, Hz. Ömer Radiyallahu Anh, kalkarak Rasulullah Aleyhissalatu vesselam'ın elbisesinden tuttu ve; "Ey Allah'ın Rasulü, Rabbin seni, ona namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın?" diye müdahale etti. Rasulullah Aleyhissalatu Vesselam: "Allah beni muhayyer bırakmıştır. Zira; استغفر لهم أو لا تستغفر لهم إن تستغفر لهم سبعين مرة فلن يغفر الله لهم "Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır." (Tevbe, 80) buyurmaktadır. Ben yetmişten de fazla bağışlama talebinde bulunacağım" dedi. Hz. Ömer Radiyallahu Anh: "Ama, o münafıktır!" dedi.
Sahabeler, bir şey hakkında itiraz ettikleri zaman, vahyden olup olmadığını soruyorlardı. Bu genellikle ahkâmı uygulamakla ilgili olup uslûplarda oluyordu. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, fikir beyan ediyor veya bir amelin hükmünü bildiriyor ve teşriler gösteriyordu. Bunların uygulama metodunu da bilfiil tatbik ederek göstermekteydi. Fakat, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem metodla ilgili hususlarda değişik uslûplar kullanmaktaydı.
Uslûplar değişkendir ve her vakıada değişebilir. Metod ise, düşünceyi uygulamak için sabit ve değişmeyen keyfiyettir. Onun için, metod değiştirilemez. Allah ve Rasûlü, her konunun hükmünü (düşüncesini) göstermiştir. Ayrıca her hükmün (düşüncenin) uygulama keyfiyetini (metodunu) da göstermiştir.
Uslûplar, metodu uygulamak için her vakıada değişebilen keyfiyettir. Sahabeler bu uslûpları görünce görüşlerini aktarıyorlardı. Fakat, önce mesele üzerinde vahyin belirlediği bir uslûp olup-olmadığını soruyorlardı. Bu savaşla, fenle ve ilimle ilgili meseleler üzerinde zuhur ediyordu. Mesele netleştikten sonra uygun olan tatbik edilmekte idi. Bu konu ile alakalı misallerden bazıları şunlardır:
-Bedir savaşından hemen önce Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bedirde en yakın suyun yanında konakladı. Bunun üzerine Hubâb bin Münzir: “Ey Allah’ın elçisi bu konaklama bizim söz sahibi olmayacağımız bir emir/vahy midir, O zaman ne ileri gideriz ne de geri döneriz. Yoksa, görüş gösterme, harp sanatı ve hile kurma meselesi midir?" Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Kendi görüşüm ve savaş tekniğidir, vahiy değildir.” buyurdular.
Bu cevabı alan Hubâb Radıyallahu Anh şu teklifte bulundu: “Ey Allah’ın elçisi, bu davranış vahiy gereği olmadığına göre halkı kaldır, kavme en yakın suya kadar yürüyelim sonra diğer kuyuları kapatalım ve suyla dolduralım suyu biz içelim düşman içmesin.”
Teklifi dinleyen Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem “Doğru bir görüş ortaya attın.”diyerek kalktılar beraberindeki Müslümanlar da onunla birlikte hareket ettiler, kavme en yakın suya yaklaşıncaya kadar yürüdüler ve orada konakladılar. Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kuyuların kapatılmasını emretti ve kuyular kapatıldı. Yalnız karargâh kurulan kuyunun üzerine havuz yapıldı ve dolduruldu.” (İbn Hişam c.3)
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu görüşü kabul etti ve uyguladı. Bu vakıa, stratejik uslûplarla alakalıdır. Uygun olan uslûp alınır ve uygulanır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in bunu kabul etmesi ümmeti için Şer’î delildir. Yani bu gibi stratejik uslûplarda doğru görüş kabul edilir. Aynı anda bu şûra konusunu açıklığa kavuşturmaktadır.
Bu hususta Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وشاورهم "Onlarla iş hakkında danış." (Ali İmran 159)
Fakat bu ayet, mücmeldir; detayları belirtmedi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Bedir vakıasında şûranın detaylarının bir kısmını göstermiş oldu. Bundan dolayı, "Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem önce içtihad etti, sonra bir sahabe onu düzeltti" denilemez. Burada, içtihad yoktur. Ancak, şûrayı uygulama konusu vardır. Çünkü Allahu Teala Rasûlü'ne; "Onlarla iş hakkında danış." buyurdu.
-Hendek Vakıasında sahabeleriyle danıştı.
Râsulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem (s.a.s) müttefiklerin girişimini haber alır almaz derhal bir savaş meclisi topladı. Mecliste düşmana karşı ne gibi tedbirler alınması, nasıl bir savaş taktiği izlenmesi gerektiği konusunda istişare edildi. Ashâbın çoğunluğu Medine'yi içerden savunmanın uygun olacağı görüşünde idi. Bu görüş benimsendikten sonra Selman-ı Farisî hazretleri; "Bizde bir şehir üstün kuvvetlerle kuşatıldığı zâman daima çevresine bir hendek kazılır ve şehir bu şekilde savunulur." şeklinde görüş bildirince, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu uygun görerek, savunma planının bu doğrultuda hazırlanmasını emretti. (İbn Hişam, II, 255)
Böylece ortaya çıkıyor ki; stratejik uslûplarda şûra oluşturulur ve şurada ortaya çıkan doğru görüş kabul edilir.
İslâm Devleti için bir örnek teşkil eder. İslâm Devleti çatısı altında oluşturulan Ümmet Meclisi'nde, Halife stratejik uslûplarla ilgili hususlarda, üyelere danışarak doğru olan görüşü kabul eder. Burada önemli olan çoğunluk değil doğru olanın kabulü söz konusudur.
-Hurma ağaçlarının aşılanması konusunda, rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hurma ağaçlarının aşılanması ile ilgili olarak şöyle demiştir: "Dünya işlerini sizler daha iyi bilirsiniz. Dinden birşey gösterdiğimde onu benden alın.” (Müslim, Kitabu’l-Fedai, 4358)
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem burada ilmi konuda görüş beyan etmiştir. Hurma ağaçları meyve vermeyince Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem; "Dünya işlerini sizler daha iyi bilirsiniz.” diyerek Müslümanlara bir şey öğretmek istemiştir.
Dünya işlerinden maksat; vakıayı teşhis etmek, ilmi araştırma ve neticeler, bir şeyin aslının faydalı veya zararlı olup olmamasını tesbit etmek, stratejik plan ve uslüpler göstermek gibidir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem;in bu tür hususlar insanlara bırakıldığını göstermesi de bir teşridir. “Dinden olunca onu benden alın” demesinin anlamı; bir şey hakkında helal veya haram, farz veya mendup, mekruh olarak göstermesidir. Ayrıca akaid ve gaiple ilgili haber vermesi hususlarını kapsar.
İlmi konular, insanların görüşlerine bırakılır. Bu konuda doğru söyleyen kişinin görüşü geçerlidir ve ümmet için de bir Şer’î delildir.
İslâm Devleti'nin Ümmet Meclisi'nde ilmi hususlar tartışılırken, doğru görüş alınır. Burada da çoğunluğun görüşü yerine doğru olan görüşü Halife benimser.
-Uhud Vakıasında, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Müslümanlara danıştı.
Rasûlüllah Sallallahu Aleyhi Vesellem Müslümanlar ile Mekke müşriklerinin ikinci büyük savaşı olan Uhud harbinden önce de stratejinin belirlenmesi için ashabın fikrini almıştır. Savaşın Medine dışında yapılması ya da sadece şehrin savunulması şeklindeki iki görüş müzakere edilmiş, genel kanaat birinci alternatif üzerinde yoğunlaşınca bu görüş benimsenmişti. (İbn Hişam. III, 52.)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’ın görüşü Medine'de düşmanlarla karşılaşmaktı. Fakat, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu görüşünden vazgeçip çoğunluğa uydu. Müslümanlar, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in kendi görüşünden vazgeçip de kendi görüşlerine uyduğunu görünce, bu görüşlerinden vazgeçip Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in görüşüne uymak istediler. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, bunu kabul etmedi. Onların görüşüne uyarak orduyu düşmanlarla karşılaşmak için Medine'nin dışına çıkarttıp Uhud mevkiinde konakladı.
Bu hâdise incelenirse, içtihad konusu görülmez. Çünkü Cihad, Medine'nin içinde de olabilir, dışında da. Bu konuda Müslümanlar, işlerine uygun olanı yaparlar, işin menfaatini gözetmeye çalışırlar, işin menfaati hususunda çoğunluğun görüşüne uyulur.
Bu vakıada stratejik, ilmi ve fenni konu yoktur ve bu hususlarla ilgili tartışmada olmadı. İşin menfaati tartışıldı. Hangisi daha faydalı olacağı görüşüldü. Yani savaş Medine'de mi yoksa Medine dışında mı gerçekleştirilmeliydi?
Böylece, İslâm Devleti'nin Ümmet Meclisi'nde bir işin menfaati tartışıldığı takdirde Halife çoğunluğa uyar, çoğunluğun görüşü bağlayıcı olur. Meselâ; herhangi bir yere bir yol veya bir köprü daha yapılsın mı veya yapılmasın mı? tartışmasında çoğunluk ne istiyorsa o benimsenir. Alınan bu karadan sonra yol veya köprüyle ilgili fenni hususlar tartışılıyorsa bu noktada çoğunluğa uyulmaz, doğru görüş aranır. Bununla ilgili helal veya haram tarafı incelenir, dinle ilgili olan yönüne bakılır. Konu hakkında isabetli Şer’i hüküm gösterilebilir. Örneğin; yapılacak yol veya köprü özel araziden geçtiği takdirde arazinin sahiplerine karşı nasıl davranılacağı konusu için Şer’iata müracaat edilir.
İşte, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in o vakıada davranışı ümmeti için Şer’î delil oldu. Böylece Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem o davranışları ile şûranın detaylarını açıklamıştır.
-Hudeybiye Vakıasına gelelim:
Hicretin 6. yılında Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Kureyş'le belli bir müddet için sulh/barış yapmak istedi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve beraberindekiler, Kabe’yi ziyaret için yola çıkmış fakat Mekkeliler tarafından Hudeybiye'de durdurularak şehre girmelerine müsaade edilmemişti. Burada yapılan anlaşma maddeleri görünürde Müslümanların lehine değildi. Dolayısıyla Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem;in yardımcısı olan Hz. Ömer, Hudeybiye anlaşması maddelerinden duyduğu memnuniyetsizliğini dile getirdi. Belirtildiğine göre Ömer, Peygamber'e gelerek; "Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin? Biz doğru yolda onlar batıl üzere değiller mi?" diye çıkıştı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in; "Evet" demesi üzerine Ömer; "O halde neden dinimizden taviz veriyoruz" dedi. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ise; "Ben Allah'ın Rasulüyüm ve ona karşı gelecek değilim." dedi. (İbn Hişam c.3) Bunun üzerine Müslümanlar sustular.
Buna göre; İslâm Devletinde teşri konusunda -yani bir Şer’î hüküm benimseyip kanun haline getirme hususunda- vahye tabi olunur. Halife, bir Şer’î hüküm benimseyip onu kanun haline getirmek istediğinde Ümmet Meclisi'ndeki Müslüman üyelerin görüşlerini dinler ve sadece delili kuvvetli olan hükmü kabul eder. Bu hususta Meclis'in görüşü bağlayıcı değildir. Onun için şu Şer’î kaide çıkartılmıştır: "Ne kadar mesele çıkarsa imamın (Halife'nin) bunlar hakkında birer Şer’î hükmü benimseme hakkı vardır."
İşte, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in yukarıda geçen vakıalardaki tutumu ve hareketi Müslümanlar için Şeriat'tır. Müslümanlar buna göre hareket eder. Raşid Halifeler de bu hususlara dikkat edip uygulamalarını ona göre belirlediler.
Böylece stratejik uslûplar;
-İlmi ve fenni konularda doğru görüş kabul edilir ve çoğunluğa bakılmaz.
-İşin menfaati konusuna göre çoğunluğa uyulur, doğru olup olmadığına bakılmaz.
-Bir mesele için Şer’î hüküm benimsemek isteniyorsa çoğunluğa bakılmaz, Şer’î delilin kuvvetliliğine ve sağlamlığına bakılır.
Bunların hepsi şûra için Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem 'in gösterdiği detaylardır. Bu şekilde getirip uygulaması ancak Allahu Teala’nın ondan bunların yapılmasını istemesinden dolayıdır.
Bazı kişiler; Bedir esirleri, ölen münafıklar üzerine cenaze namazı kılmak, Tebük Savaşına gitmek istemeyene izin verme ve bir âmâya yüzünü asması ve buna benzer meselelerin Rasûl'ün birer içtihadları olduğu kanaatine vardılar veya zannederler. Bu meselelere aydın bir bakışla yaklaşılıp incelendiği takdirde herhangi içtihadi konu bulunmadığı görülecektir.
-Bedir esirleri meselesine gelince:
Bu mesele durumu değerlendirmekle ilgili idi. Düşmanı korkutmak maksadıyla çok katl (öldürme) işi gerçekleştirip gerçekleştirilmeyeceğine dair bir vakıa teşhisidir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Kureyşten yetmiş kişi (bunların çoğunluğu Kureyşin önde gelenlerindendi) öldürülünce çok katlin (öldürmenin) gerçekleştiğini gördü. Bu olay şöyle gerçekleşmişti:
Bedir harbinden sonra müşriklerden yetmiş kadar esir ele geçmişti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunlara nasıl muamele yapılacağı hususunda ashabıyla istişarede bulundu. Konuyla ilgili olarak Ebu Zümeyl, İbn Abbas’dan şöyle rivayet etmektedir:
Esirler geldiklerinde Hz. Ebu Bekir: “ Ya Rasulüllah! Bunlar bizim amca çocuklarımızdır ve aşiretlerimize mensup kişilerdir. Ben fidyenin alınıp, alınan bu fidyenin kafirlerle olan mücadelemizde kullanılmasının daha hayırlı olacağı kanaatindeyim. Böylece bu kimselerin ileride Müslüman olmaları da muhtemeldir.” dedi. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Ey Hattab’ın oğlu Ömer! Sen ne diyorsun?” diye sorunca Hz. Ömer, “ Ey Allah’ın Rasulü! Ben Ebu Bekir’in görüşüne katılmıyorum. Bence izin ver hepsini kılıçtan geçirelim. Ali’ye kardeşi Akil’i, bana da falanı öldürme imkanını ver. Bunlar küfrün ileri gelen, önder durumunda ki kimselerdir.” diye cevap verdi. Ancak Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Hz. Ebu Bekir’in görüşünü kabul etti. Olayın devamını Hz. Ömer şöyle anlatıyor: “Ertesi gün olduğun da Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ile Ebu Bekir’in ağladıklarını gördüm. “ Ey Allah’ın Rasulü!” dedim; “ Seni ve arkadaşını ağlatan nedir? Şayet ağlaya bilirsem bende ağlayayım. Yoksa ağlar gözükeyim.”
Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yakınında bulunan bir ağaca işaret ederek; “ Arkadaşlarının fidye almış olmalarına ağlıyorum. Onların azabı bana şu ağaçtan daha yakın olarak gösterildi.” dedi. (İbn-i Hişam c.2)
Aslında esirler konusunda herhangi bir kargaşa yoktur. Burada tercih söz konusudur. Hz. Ebu Bekir Radıyallahu Anh; hemen esir alınması yönündeki hükmü kabul etmiş, Hz. Ömer Radıyallahu Anh’da önce öldürme sonra teslim alma hükmünü kabul etmiştir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Ebu Bekir Radıyallahu Anh'ın görüşünü uygun gördü ve onu uyguladı.
Bunun akabinde, Allahû Teâlâ şu ayeti indirdi:
ما كان لنبي أن يكون له أسرى حتى يثخن في الأرض "Yeryüzünde savaşırken düşmanı yere sermeden esir almak hiç bir Peygamber'e yaraşmaz." (Enfal 67)
Burada, ‘Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem içtihad etti daha sonra Allahu Teala onu düzeltti’ diyenlerin iddiasını doğrulayan hiçbir delil yoktur. Çünkü, içtihad hükmü bilinmeyen hususun hükmünü Şer’î delillerden çıkartma meselesidir. Burada, bu mesele/esirler hakkında Şer’î hükümler biliniyordu.
‘Çünkü esirler hususunda daha önceden nazil olmuş iki Şer’î hüküm vardı.
Esirler hakkındaki hüküm, Kur’an’ın kati/kesin nassı ile sabittir. O da; yöneticinin/halifenin esirleri ya fidye karşılığı serbest bırakması ya da karşılıksız serbest bırakması hususunda serbest olmasıdır. Esirler ile ilgili ya karşılıksız ya da fidye karşılı serbest bırakmak hükmü Allahu Teâlâ’nın şu sözünden dolayıdır:
فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Kafirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.” (Muhammed 4)
Bu ayet, esirlerle ilgili hüküm hakkında gayet açıktır. Bu, şu birkaç yönden dolayı belirlenmiş hükümdür:
- Bu sarih/gayet açık nass Muhammed süresinde geçmektedir. Bu sûre ise savaş hakkında indirilen ilk süredir. Bu sürenin indirilmesi Rasulün Mekke’den Medine’ye varışından sonra olmuştur. “Kıtal süresi” olarak da isimlendirilmiştir. Bu süre Hadid süresinden sonra Bedir savaşından önce indirilmiştir. Dolayısıyla bu süre, herhangi bir çarpışma olmadan ve esirler olmadan önce esirlerin hükmünü açıklamıştır. Buna ilaveten denilebilir ki; bu ayet, esirlerin ne yapılacağı hususunda gayet açık bir şekilde açıklanan tek ayettir. Bu da onun, esirlerin hakkında bir nass olduğunu ve bu nassın bu hususta asıl olduğunu, esirler hakkındaki diğer bir nassın ona döndürüldüğünü açıklamaktadır.
- Bu hükmün esirler hakkında olduğunu belirleyen yönlerden birisi de şudur: Esirlerin hükmünün içinde geçtiği ayet, إما –“Ya” sigasıyla gelmiştir. Bu da üçüncüsü olmayan iki şey arasındaki seçeneğe delâlet eder. Zira diyor ki; الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.” (Muhammed 4) إما -edatı iki şey arasında geçtiğinde ikisinde seçeneğe hasredilir, ikisinden başkasının olması men edilir. Böylece iki şey arasındaki (إما) edatı ile seçeneğin sınırlandırılmasından, esirlerin hükmünde Kur’an’ın serbest bıraktığı husustan başkasının olmasının caiz olmadığı açığa çıkmıştır. Bunu Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Yemâme halkının lideri Sumâme b. Usâl’ı, Ebu İzzet Eşşâir, Ebu el-Âs b. Rebi’i karşılıksız serbest bırakması ve Bedir esirleri hakkındaki şu sözü teyit etmektedir: لَوْ كَانَ الْمُطْعِمُ بْنُ عَدِيٍّ حَيًّا ثُمَّ كَلَّمَنِي فِي هَؤُلاءِ النَّتْنَى لَتَرَكْتُهُمْ لَهُ “Mut’im b. Adiy sağ olup o pis kokulu kişiler hakkında benimle konuşsaydı, onları onun için serbest bırakırdım.” (Buhari, K. Fardu’l Hamse, 2906) Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, yetmiş üç kişi olan Bedir esirlerini bir adama iki adam karşılığı serbest bıraktı.
- Aişe’den şöyle dediği rivayet edildi: “Mekke yöneticileri, esirlerinin fidye karşılığı bırakılması için haber gönderdiğinde, Zeyneb Ebu el-Âs’ın fidye karşılığı serbest bırakılması hakkında bir mal ile gönderildi. Bu hususta Zeyneb, Hatice’nin yanında olan kendisine ait bir kolye ile gönderildi. Ebu el-Âs’a karşılık o kolye de Zeyneb ile dahil edildi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Zeyneb’i gördüğünde ona çok nazik davrandı. Ve şöyle dedi: إِنْ رَأَيْتُمْ أَنْ تُطْلِقُوا لَهَا أَسِيرَهَا وَتَرُدُّوا عَلَيْهَا الَّذِي لَهَا فَقَالُوا نَعَمْ “Size ona ait olanı ona geri vererek onun için esirini kurtarmayı mı uygun gördünüz? Onlar; Evet, dediler.” (Ebu Davud, K. Cihâd, 2317)
- Umran b. Husayn’dan şöyle dediği rivayet edildi: “Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem, Benu Akil müşriklerinden bir adam karşılığı iki Müslüman’ı fidye karşılığı kurtardı.”
- İbn Abbas’tan şöyle dediği rivayet edildi: “Bedir günü, fidyeleri olmayan bir takım esirler vardı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onları Ensar’ın çocuklarına yazmayı öğretmelerine karşılık serbest bıraktı.”
Ayet ile birlikte bu Hadisler, esirlerle ilgili hükmün ya karşılıksız serbest bırakmak ya da fidye karşılığı serbest bırakmak olduğuna açık bir şekilde delâlet etmektedirler.’ (Şahsiye c.2)
Bu meselede içtihad değil hangisinin daha uygun veya hangisinin daha evlâ olduğu konusu vardır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, daha uygun olanı veya daha evlâ olanı seçebilir veya seçmeyebilir. Daha önce esirler konusunda şu ayet nazil olmuştu:
الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.” (Muhammed 4)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kafirlerden yetmiş kişi öldürülünce fazla katlin (öldürmenin) gerçekleştiğini gördü. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu takdir etmişti. Zira çok öldürmekten maksat düşmanı korkutmaktı.
Böylece Müslümanlar için, bu şekilde hareket etmek Şer’î bir mesele olur. Ki o da, daha evlâ ve daha uygun olanı arayıp seçmektir.
Şu var ki, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, bundan sonra birçok savaşlarda çok öldürme işi yapmadan da esirler aldı. Allahû Teâlâ, Rasûlü'ne bunun daha evlâ olup olmadığına hakkında ayetler indirmedi. Dolayısıyla diğer savaşlarda esir alınmasında hükmen hiçbir engel yoktu ve evlâ olan da bu idi. Çünkü Bedir savaşı, kafirlerle yapılan ilk savaştı. Onları korkutmak gerekirdi.
-Ölen münafıklar üzerine cenaze namazı kılma meselesine gelince:
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onların üzerine cenaze namazı kılıyordu. Münafık Abdullah b. Ubey ölünce Ömer Radıyallahu Anh, ölen münafıklar üzerine Rasûl'ün namaz kılmasına itiraz etti.
İbn-i Ömer Radiyallahu Anh anlatıyor: Abdullah İbn-i Ubey İbn-i Selul öldüğü zaman oğlu Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in huzur-i âlilerine çıkıp, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini talep etti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem talebi kabul edip verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını kıldırıvermesini talep etti. Rasulullah Aleyhissalatu Vesselam bu talebi de kabul etti ve namaz kıldırmak üzere kalktı. Ancak, Hz. Ömer Radiyallahu Anh, kalkarak Rasulullah Aleyhissalatu vesselam'ın elbisesinden tuttu ve; "Ey Allah'ın Rasulü, Rabbin seni, ona namaz kılmaktan men etmişken, sen nasıl ona namaz kılarsın?" diye müdahale etti. Rasulullah Aleyhissalatu Vesselam: "Allah beni muhayyer bırakmıştır. Zira; استغفر لهم أو لا تستغفر لهم إن تستغفر لهم سبعين مرة فلن يغفر الله لهم "Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme, birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları bağışlamayacaktır." (Tevbe, 80) buyurmaktadır. Ben yetmişten de fazla bağışlama talebinde bulunacağım" dedi. Hz. Ömer Radiyallahu Anh: "Ama, o münafıktır!" dedi.