yeliz
Kayıtlı Kullanıcı
Ramazan'da açlık bizi doyuruyor.
Sabır bizi coşturuyor.
Fırından çıkan sıcak pidelerin buğusu kavrulmuş susam kokusuna karışıyor.
Hangi mevsimde olursak olalım marulun, kıvırcık salatanın, bir deste maydanozun
yeşilinden fışkıran dirilik ve ferahlık içimize yayılıyor. Dedeler ceplerinde
şekerlemeler ile torunlarını kucaklıyorlar.
Akşamın pembe lacivert tülü büyük bir sukûnet ile insanların, bütün dünyanın üzerine
iniyor.
Melekler saf saf iniyor.
Cennet kapıları açılıyor.
Rahmet ve merhamet ve bereket her yandan kuşatıyor bizi.
İnsanlar birbirlerine sevgi ile bakıyorlar. Zenginler zenginliklerinden soyunuyor,
yoksulların yoksulluğu kayboluyor. Kalbimizin paslı kilidi açılıyor. Bize selâm
veren bir kişiyi kardeş biliyoruz. Kimse sesini sertleştirmiyor. Yüzlerde nur,
gönüllerde karşı konulmaz bir incelik, bir rikkat.
Açlık bizi doyuruyor. En çok kıymet verdiğimiz şeyleri başkaları ile paylaşmaktan
sonsuz bir haz duyuyoruz. Bize yük olan her unsur, her tasa, her ihtiras tasını
tarağını toplayıp savuşuyor. Kapımız ve soframız açık. Derdimiz ve sevincimizi
söylemekten hoşnutuz.
Sabır bizi coşturuyor. Kalbin ırmakları dolu dizgin. Merhamet sağanak gibi
boşalıyor. Hizmetten, hürmetten, ibadetten yeryüzünde oluşumuzun derinliklerinden,
sebeplerden ve sonuçlardan geçiyoruz. Bir imtihan içinden yüz akı ile çıkıyoruz.
İçimizde kurulun kürsü bizi hesaba çekiyor. Ağlıyor ve tövbe ediyoruz. Tövbe suları
sonsuz çağlayanların şırıltısını, aydınlığını, engin ufukların parıltısını taşıyıp
duruyor işte. Bu taşı bu yoldan niçin kaldırmadım ben, bu çiçeğe bu hafta niçin su
vermedin ben, şu çocuğun yanağına bir öpücük niçin kondurmadın ben, komşumun
kapısını bir kez olsun çalmadım mı ben, alnımı secdeye bir kez olsun koymadım mı
ben?
Derken ben.
Benlikten sıyrılıyor.
Benlikten sıyrılırken, çiçek açmış badem dalının, kelebek kanadının, su sesinini ve
yıldız parıltısının , dostun ve akrabanın, ayak bastığımız toprağın, buğdayın ve
zencefilin, yani akşam ezanı ile yeryüzüne yağmur gibi dökülen varoluşun sırlarını
fark ediyor.
Bizi bu menzile eriştiren kılavuza binlerce teşekkür.
Bize bu basireti bağışlayan güce sonsuz secde.
Bu sırada çocuk sıcak pidenin buğusuna sarılmış olarak güülümsüyor. Baba işinden
dönüyor, eve yaklaştıkça göğsünde bir genişlik. Anne yeşil salatının üzerine birkaç
zeytin bırakıyor. Paydos.
Ses kesiliyor. Rüzgâr duruyor. Güneş dağların ardına çekiliyor. Kuzeyde bir yıldız
göz kırpıyor. Nefesimizi tutuyoruz. Kuşlar kanatlarını kapatıyorlar. Çekiç örsün
kenarında bekliyor. Dalgalar diniyor.
Sukût... Sükût...
Ve ağızları misk gibi kokanlar ve o gün insanlara gülden ağır bir söz söylememiş
olanlar ve o gün almayı değil hep vermeyi düşünenler ve o gün "sabredenlere
hesapsız ecirler verilecektir" müjdesi ile müjdelenmiş olanlar meleklerle birlikte
iftar sofrasına oturyorlar.
Allahım, şükürler olsun oruçluyuz.
Sabır bizi coşturuyor.
Fırından çıkan sıcak pidelerin buğusu kavrulmuş susam kokusuna karışıyor.
Hangi mevsimde olursak olalım marulun, kıvırcık salatanın, bir deste maydanozun
yeşilinden fışkıran dirilik ve ferahlık içimize yayılıyor. Dedeler ceplerinde
şekerlemeler ile torunlarını kucaklıyorlar.
Akşamın pembe lacivert tülü büyük bir sukûnet ile insanların, bütün dünyanın üzerine
iniyor.
Melekler saf saf iniyor.
Cennet kapıları açılıyor.
Rahmet ve merhamet ve bereket her yandan kuşatıyor bizi.
İnsanlar birbirlerine sevgi ile bakıyorlar. Zenginler zenginliklerinden soyunuyor,
yoksulların yoksulluğu kayboluyor. Kalbimizin paslı kilidi açılıyor. Bize selâm
veren bir kişiyi kardeş biliyoruz. Kimse sesini sertleştirmiyor. Yüzlerde nur,
gönüllerde karşı konulmaz bir incelik, bir rikkat.
Açlık bizi doyuruyor. En çok kıymet verdiğimiz şeyleri başkaları ile paylaşmaktan
sonsuz bir haz duyuyoruz. Bize yük olan her unsur, her tasa, her ihtiras tasını
tarağını toplayıp savuşuyor. Kapımız ve soframız açık. Derdimiz ve sevincimizi
söylemekten hoşnutuz.
Sabır bizi coşturuyor. Kalbin ırmakları dolu dizgin. Merhamet sağanak gibi
boşalıyor. Hizmetten, hürmetten, ibadetten yeryüzünde oluşumuzun derinliklerinden,
sebeplerden ve sonuçlardan geçiyoruz. Bir imtihan içinden yüz akı ile çıkıyoruz.
İçimizde kurulun kürsü bizi hesaba çekiyor. Ağlıyor ve tövbe ediyoruz. Tövbe suları
sonsuz çağlayanların şırıltısını, aydınlığını, engin ufukların parıltısını taşıyıp
duruyor işte. Bu taşı bu yoldan niçin kaldırmadım ben, bu çiçeğe bu hafta niçin su
vermedin ben, şu çocuğun yanağına bir öpücük niçin kondurmadın ben, komşumun
kapısını bir kez olsun çalmadım mı ben, alnımı secdeye bir kez olsun koymadım mı
ben?
Derken ben.
Benlikten sıyrılıyor.
Benlikten sıyrılırken, çiçek açmış badem dalının, kelebek kanadının, su sesinini ve
yıldız parıltısının , dostun ve akrabanın, ayak bastığımız toprağın, buğdayın ve
zencefilin, yani akşam ezanı ile yeryüzüne yağmur gibi dökülen varoluşun sırlarını
fark ediyor.
Bizi bu menzile eriştiren kılavuza binlerce teşekkür.
Bize bu basireti bağışlayan güce sonsuz secde.
Bu sırada çocuk sıcak pidenin buğusuna sarılmış olarak güülümsüyor. Baba işinden
dönüyor, eve yaklaştıkça göğsünde bir genişlik. Anne yeşil salatının üzerine birkaç
zeytin bırakıyor. Paydos.
Ses kesiliyor. Rüzgâr duruyor. Güneş dağların ardına çekiliyor. Kuzeyde bir yıldız
göz kırpıyor. Nefesimizi tutuyoruz. Kuşlar kanatlarını kapatıyorlar. Çekiç örsün
kenarında bekliyor. Dalgalar diniyor.
Sukût... Sükût...
Ve ağızları misk gibi kokanlar ve o gün insanlara gülden ağır bir söz söylememiş
olanlar ve o gün almayı değil hep vermeyi düşünenler ve o gün "sabredenlere
hesapsız ecirler verilecektir" müjdesi ile müjdelenmiş olanlar meleklerle birlikte
iftar sofrasına oturyorlar.
Allahım, şükürler olsun oruçluyuz.