gurbetten
Kayıtlı Kullanıcı
Rahip Bahîra nın müşahede ve tesbiti
Busra panayırına yakın küçük bir manastırda o sıra bir râhip yaşıyordu: Bahîra.1 Bu râhip, Hıristiyanların o zaman hatırı sayılır bir âlimi idi. Çünkü, manastırda bir kitap vardı ki, orada ibâdete kapanan her râhip, o kitaptan okuyarak Hıristiyanların en bilgili kimsesi olurdu. O güne kadar gelmiş geçmiş bütün râhipler de o kitaptan istifade etmişlerdi.2
Kureyş in ticaret kafilesi, her sene olduğu gibi bu sene de râhibin bu manastırına yakın bir yerde konakladı. Gariptir ki, daha önceki senelerde oraya gelen Kureyş kervanının hiçbiriyle ilgilenmeyen, konuşmayan Bahîra, bu sefer kafileye beklenmedik bir sürpriz ile yakın alâka gösterdi, hatta kendileri için bir ziyafet tertipledi.
Bu ilgi, bu ziyafet nedendi? Kafiledekileri düşündüren soru bu idi.
Bilgin Râhip, kafilede o âna kadar rastlamadığı bazı garipliklere şâhid olmuştu. Manastırda, Kureyş kafilesini seyrederken, bir bulutun Efendiler Efendisini gölgelediğini görmüştü. Kafile gelip bir ağacın altına konunca, aynı bulutun ağacı da gölgelediğini; ağacın dallarının ise, nur çocuğun üstüne âdeta eğilip gölge ettiğini müşâhede etmişti.
Bu garipliği gören râhib Bahîra onları yemeğe çağırmak istedi. Mekkelilere şu haberi gönderdi:
Ey Kureyşliler! Size yemek hazırladım, Bu ziyafetime, büyüğünüz, küçüğünüz, hürünüz, köleniz dahil hepinizin gelmesini istiyorum.
Bahîra´nın bu garip tavrı yemeğe gelen Kureyşli tüccarların dikkatinden kaçmadı. Sebebini merak ettiler ve sordular:
Ey Bahîra! Vallahi, bugün sende bam başka bir hal var. Biz sana her gelişimizde uğrarız. Şimdiye kadar bize böyle birşey yaptığın vâki değil. Sendeki bu hal nedir
Bahîra, sırrını açıklamadı ve şu cevapla yetindi:
Evet, gerçekten doğru söylediniz, ama ne de olsa sizler misafirimsiniz. Bunun için sizi misafir etmek, yemek yedirmek istedim. Buyurun yiyiniz!
Dâvete icabet edildi ve sofraya oturuldu. Ancak, kafileden sofrada bir tek kişi eksikti: Bahîra nın aradığı Kâinatın Efendisi. Nur Çocuk yaş itibariyle en küçükleri olduğundan kafilenin eşyalarını beklemekle vazifeli olarak ağacın altında oturuyordu.
Bahîra, bütün dikkati ile sofradakileri süzmekle meşguldü. Ancak, aradığı nurlu sîmâ yoktu aralarında. Sordu:
İçinizde yemeğe gelmeyen, geride kalan kimse var mı
Cevap verdiler:
Hayır, ey Bahîra, senin dâvetine icabet edip gelmeyen kimse yok. Sadece bir çocuk var. Eşyalarımızı beklemek üzere bırakılmış bir çocuk.
Mukaddes kitapları dikkatle incelemiş olan ve onlardan son peygamberin özellik ve alâmetlerini öğrenmiş bulunan Bahîra, onun da gelmesini ısrarla istedi.
Kureyşli tüccarlar Bahîra nın bu ısrarlı isteğini reddetmediler ve Kâinatın Efendisi Nur Çocuğu da alıp getirdiler. Efendiler Efendisi sofrada yemek yemekle meşgul iken, Bahîra nın gözleri bütün dikkat ve hayretleriyle onun üzerinde dolaşıyordu. Her halini, her hareketini dikkatli bakışlarla süzmekteydi.
Bahîra, aradığını bulmuştu. Maksadına erişmişti. Zira, bütün dikkatiyle süzmekte olduğu Nur Çocuğun her hali ve her hareketi yanındaki kitapta yazılı sıfatlara tıpa tıp uyuyordu.
Yemek yendi ve sofradakiler dağılırken Bahîra, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin kulağına eğildi ve Bak delikanlı, Lât ve Uzza hakkı için sana soracağım şeylere cevap ver.
Nur gözlerde bir rahatsızlık, bir nefret belirtisi. Lât ve Uzza adına benden bir şey isteme. Vallahi onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem.
Bahîra, önceki teklifinden vazgeçti. O halde Allah hakkı için, sana soracaklarıma cevap ver.
Peygamber Efendimiz, İstediğini sor buyurdu.
Sorduğu her soruya aldığı cevap Bahîra yı hayretler içinde bırakıyordu. Çünkü onun son peygamber hakkında bildiklerine aynen uyuyordu. Son olarak Kâinatın Efendisinin sırtına baktı ve Peygamberlik Mührünü gördü.
Artık Bahîra da, şeksiz şüphesiz kesin kanaat hasıl olmuştu: Bu genç, beklenen Son Peygamberdi.
Rahib Bahîra ile Ebû Tâlip başbaşa
Rahib Bahîra, bu teşhisinden sonra, Efendimizin amcası Ebû Tâlib in yanına vardı. Aralarında şu konuşma geçti:
Bu çocuk senin neyin olur
Oğlumdur.
Hayır, o senin oğlun değil. Bu çocuğun babasının hayatta olmaması lâzım.
Evet, doğru söyledin, o benim öz oğlum değil, yeğenimdir.
Peki, babasına ne oldu
Annesi bu çocuğa hamile iken vefat etti.
Evet, doğru konuştun.
Artık her şey ap açık ve kesindi.
Sonunda, Peygamberimizin amcasına şu tavsiyede bulunarak hakperestliğini gösterdi:
Yeğenini hemen memleketine geri götür. Onu hasetçi Yahudilerden koru. Vallahi, Yahudiler çocuğu görüp de, benim fark ettiklerimi onlar da fark ederlerse ona kötülükte bulunurlar. Çünkü, senin bu yeğenin ileride büyük şân ve nâm kazanacaktır. Durma, onu hemen geri götür.
Bu tavsiye üzerine Ebû Tâlip, mallarını orada satarak aziz yeğeni ile Mekke�ye geri döndü.
Rahib Bahîra gibi, bir çok Hıristiyan ve Yahudî âlimi, Resûl-i Ekrem Efendimizin sıfatlarını kitaplarında görmüşler ve Evet, kitaplarımızda Muhammed-i Arabî nin (a.s.m.) sıfatları yazılıdır diyerek, doğru bir itirafta bulunmuşlardır. Bu itirafa rağmen, yine de birçoğu İslâmın şerefiyle şereflenmekten mahrum kalmışlardır.
Bu eşsiz bahtiyarlığa erenler arasında ise şunları sayabiliriz: Abdullah bin Selâm, Vehb bin Münebbih, Ebû Yâsir, Şamûl, Esid ve Sa-lebe bin Sâye, İbni Bünyamin, Muhayrık, Kâbü-l-Ahbâr, Dağatır, İbni Nafûr ve Carûd.3
Kur-an-ı Kerim, ehl-i kitabın bu hakperest âlimlerinden şu âyetiyle bahseder:
Îmân edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak sen, elbette Yahudîleri ve Allah´a ortak koşanları bulacaksın. Îmân edenlere muhabbette en yakın kimseler olarak da, elbette Biz Hıristiyanlarız diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde ilim sahibi keşişler ve kendilerini ibadete vermiş râhipler vardır; onlar büyüklük de taslamazlar.
Peygambere indirileni dinledikleri zaman, âşina oldukları hakikatlerden duygulanarak gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar, Ey Rabbimiz, îmân ettik derler. Sen de bizi, hakka şâhitlik eden mü�minlerle beraber yaz derler.
* * *
Busra panayırına yakın küçük bir manastırda o sıra bir râhip yaşıyordu: Bahîra.1 Bu râhip, Hıristiyanların o zaman hatırı sayılır bir âlimi idi. Çünkü, manastırda bir kitap vardı ki, orada ibâdete kapanan her râhip, o kitaptan okuyarak Hıristiyanların en bilgili kimsesi olurdu. O güne kadar gelmiş geçmiş bütün râhipler de o kitaptan istifade etmişlerdi.2
Kureyş in ticaret kafilesi, her sene olduğu gibi bu sene de râhibin bu manastırına yakın bir yerde konakladı. Gariptir ki, daha önceki senelerde oraya gelen Kureyş kervanının hiçbiriyle ilgilenmeyen, konuşmayan Bahîra, bu sefer kafileye beklenmedik bir sürpriz ile yakın alâka gösterdi, hatta kendileri için bir ziyafet tertipledi.
Bu ilgi, bu ziyafet nedendi? Kafiledekileri düşündüren soru bu idi.
Bilgin Râhip, kafilede o âna kadar rastlamadığı bazı garipliklere şâhid olmuştu. Manastırda, Kureyş kafilesini seyrederken, bir bulutun Efendiler Efendisini gölgelediğini görmüştü. Kafile gelip bir ağacın altına konunca, aynı bulutun ağacı da gölgelediğini; ağacın dallarının ise, nur çocuğun üstüne âdeta eğilip gölge ettiğini müşâhede etmişti.
Bu garipliği gören râhib Bahîra onları yemeğe çağırmak istedi. Mekkelilere şu haberi gönderdi:
Ey Kureyşliler! Size yemek hazırladım, Bu ziyafetime, büyüğünüz, küçüğünüz, hürünüz, köleniz dahil hepinizin gelmesini istiyorum.
Bahîra´nın bu garip tavrı yemeğe gelen Kureyşli tüccarların dikkatinden kaçmadı. Sebebini merak ettiler ve sordular:
Ey Bahîra! Vallahi, bugün sende bam başka bir hal var. Biz sana her gelişimizde uğrarız. Şimdiye kadar bize böyle birşey yaptığın vâki değil. Sendeki bu hal nedir
Bahîra, sırrını açıklamadı ve şu cevapla yetindi:
Evet, gerçekten doğru söylediniz, ama ne de olsa sizler misafirimsiniz. Bunun için sizi misafir etmek, yemek yedirmek istedim. Buyurun yiyiniz!
Dâvete icabet edildi ve sofraya oturuldu. Ancak, kafileden sofrada bir tek kişi eksikti: Bahîra nın aradığı Kâinatın Efendisi. Nur Çocuk yaş itibariyle en küçükleri olduğundan kafilenin eşyalarını beklemekle vazifeli olarak ağacın altında oturuyordu.
Bahîra, bütün dikkati ile sofradakileri süzmekle meşguldü. Ancak, aradığı nurlu sîmâ yoktu aralarında. Sordu:
İçinizde yemeğe gelmeyen, geride kalan kimse var mı
Cevap verdiler:
Hayır, ey Bahîra, senin dâvetine icabet edip gelmeyen kimse yok. Sadece bir çocuk var. Eşyalarımızı beklemek üzere bırakılmış bir çocuk.
Mukaddes kitapları dikkatle incelemiş olan ve onlardan son peygamberin özellik ve alâmetlerini öğrenmiş bulunan Bahîra, onun da gelmesini ısrarla istedi.
Kureyşli tüccarlar Bahîra nın bu ısrarlı isteğini reddetmediler ve Kâinatın Efendisi Nur Çocuğu da alıp getirdiler. Efendiler Efendisi sofrada yemek yemekle meşgul iken, Bahîra nın gözleri bütün dikkat ve hayretleriyle onun üzerinde dolaşıyordu. Her halini, her hareketini dikkatli bakışlarla süzmekteydi.
Bahîra, aradığını bulmuştu. Maksadına erişmişti. Zira, bütün dikkatiyle süzmekte olduğu Nur Çocuğun her hali ve her hareketi yanındaki kitapta yazılı sıfatlara tıpa tıp uyuyordu.
Yemek yendi ve sofradakiler dağılırken Bahîra, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin kulağına eğildi ve Bak delikanlı, Lât ve Uzza hakkı için sana soracağım şeylere cevap ver.
Nur gözlerde bir rahatsızlık, bir nefret belirtisi. Lât ve Uzza adına benden bir şey isteme. Vallahi onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem.
Bahîra, önceki teklifinden vazgeçti. O halde Allah hakkı için, sana soracaklarıma cevap ver.
Peygamber Efendimiz, İstediğini sor buyurdu.
Sorduğu her soruya aldığı cevap Bahîra yı hayretler içinde bırakıyordu. Çünkü onun son peygamber hakkında bildiklerine aynen uyuyordu. Son olarak Kâinatın Efendisinin sırtına baktı ve Peygamberlik Mührünü gördü.
Artık Bahîra da, şeksiz şüphesiz kesin kanaat hasıl olmuştu: Bu genç, beklenen Son Peygamberdi.
Rahib Bahîra ile Ebû Tâlip başbaşa
Rahib Bahîra, bu teşhisinden sonra, Efendimizin amcası Ebû Tâlib in yanına vardı. Aralarında şu konuşma geçti:
Bu çocuk senin neyin olur
Oğlumdur.
Hayır, o senin oğlun değil. Bu çocuğun babasının hayatta olmaması lâzım.
Evet, doğru söyledin, o benim öz oğlum değil, yeğenimdir.
Peki, babasına ne oldu
Annesi bu çocuğa hamile iken vefat etti.
Evet, doğru konuştun.
Artık her şey ap açık ve kesindi.
Sonunda, Peygamberimizin amcasına şu tavsiyede bulunarak hakperestliğini gösterdi:
Yeğenini hemen memleketine geri götür. Onu hasetçi Yahudilerden koru. Vallahi, Yahudiler çocuğu görüp de, benim fark ettiklerimi onlar da fark ederlerse ona kötülükte bulunurlar. Çünkü, senin bu yeğenin ileride büyük şân ve nâm kazanacaktır. Durma, onu hemen geri götür.
Bu tavsiye üzerine Ebû Tâlip, mallarını orada satarak aziz yeğeni ile Mekke�ye geri döndü.
Rahib Bahîra gibi, bir çok Hıristiyan ve Yahudî âlimi, Resûl-i Ekrem Efendimizin sıfatlarını kitaplarında görmüşler ve Evet, kitaplarımızda Muhammed-i Arabî nin (a.s.m.) sıfatları yazılıdır diyerek, doğru bir itirafta bulunmuşlardır. Bu itirafa rağmen, yine de birçoğu İslâmın şerefiyle şereflenmekten mahrum kalmışlardır.
Bu eşsiz bahtiyarlığa erenler arasında ise şunları sayabiliriz: Abdullah bin Selâm, Vehb bin Münebbih, Ebû Yâsir, Şamûl, Esid ve Sa-lebe bin Sâye, İbni Bünyamin, Muhayrık, Kâbü-l-Ahbâr, Dağatır, İbni Nafûr ve Carûd.3
Kur-an-ı Kerim, ehl-i kitabın bu hakperest âlimlerinden şu âyetiyle bahseder:
Îmân edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak sen, elbette Yahudîleri ve Allah´a ortak koşanları bulacaksın. Îmân edenlere muhabbette en yakın kimseler olarak da, elbette Biz Hıristiyanlarız diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde ilim sahibi keşişler ve kendilerini ibadete vermiş râhipler vardır; onlar büyüklük de taslamazlar.
Peygambere indirileni dinledikleri zaman, âşina oldukları hakikatlerden duygulanarak gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar, Ey Rabbimiz, îmân ettik derler. Sen de bizi, hakka şâhitlik eden mü�minlerle beraber yaz derler.
* * *