Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Rabıta Meselesinin Tahkiki (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Biz burada rabıta meselesini üç noktada inceleyeceğiz
1-Ortaya çıkmasındaki gaye ve maksad.
2-Şer’i hükmü.
3-Onu kabul edenlere göre şartları.

1- Rabıtanın gayesi:

Rabıtayı ortaya koyan ve onu müridlerin terbiyesinde bir vesile olarak düşünen son devir mutasavvıfların amaçladıkları hususları şu şekilde sıralayabiliriz;

a)Şeyhin muhabbeti doğrudur. Müridin kalbine yerlestirmek,Ta ki bu onun emirlerini yerine getirme, nasihatlarına ve vasiyetlerine bağlanma, işaretlerine boyun eğme, verdiği vazifeleri ve zikirleri önemseme, ve buna devam etmek için vesile ve araç olsun. Böylece mürid için, fazilet ve kemalât basamaklarında yükselme ve sağlam bir şekilde eğitimine devam etme yolu açılacaktır.

b)Daha önceki söylediklerimizden anlaşılmıştır ki Rabıta; Allah dostu olan bazı insanlarla hayali bir beraberlikten baska bir şey değildir. Burada insan kendini Peygamber (s.a.v.) Efendimizin varisi olan hekim bir terbiyecinin beraberliğinde tahayyül ediyor. Şüphe yoktur ki böyle bir tahayyül –özellikle muhabbet ve doğrudur şeklinde olduğu zaman- hayal edilen kişinin ahlakı ile ahlaklanma ve onun vasıflarını kazanma noktasında gerçek beraberliğin verdiği faydaya yakın bir fayda vermektedir. İyi olsun veya kötü olsun herhangi bir şeyi tahayyül etmek –özellikle sevgi (iştiyak) seklinde olduğu zaman- insanın içinde öyle bir tesir yapar ve iz bırakır ki; bu o işi bilfiil yapmanın ve gerçekleştirmenin tesirine yakın derecededir. Aklı basında olan herkes bu gerçeği kabul ettiği gibi vicdanen de hissetmektedir.

c) Tasavvuf erbabınca tartışma kabul etmeyen bir gerçek şudur ki; tarikatlerin vazifelerinin ana maksadı ve nihai hedefi huzuru daim (Allah taalayı hatırdan çıkarmama) melekesini, onun murakebesini kazandırmak ve kalbi sadece Allah’a yönelterek onu masivadan çevirmektir ki buna “Yaddest” ismini vermişler ve bunu elde etmek için rabıtayı bir araç olarak koymuşlar. Burada kalbi başka şeylerden alıkoyarak belli bir şeye yöneltmek, yöneldiği yere bağımlı hale getirmek ve bu noktada onu alıştırmak söz konusudur.Yani talebe şeyh hakkında böyle bir alaka ve teveccühe sahip olduktan sonra ondan vazgeçerek gönlünü Allah’a yöneltecek, O’na
bağlanır ve şeyh dahil her şeyi kalbinden söküp atacak.Sufiler, huzur (Allah’la hemhal olma) ve nisbetı bu yolla elde etmek, kalbi direk olarak Allah’a yöneltmekten daha kolay olduğunu iddia etmişlerdır. Çünkü kul ile Allah arasına tecanüs/benzerlik
ve münasebet mevcut değildir. Ancak mürid ile seyh arasında benzerlik kuvvetlidir.Sufiler buna şu örneği veriyorlar:bir çok düşmanı olan insan hepsi ile başa çıkamadığı için onlardan birisine kendisini sevdirir ve onu diğer düşmanlara musallat eder, onları yok ettiği zaman geride sadece bir düşman kalır ki onu da yenmek kolay
hale gelecektir.

2- Rabıtanın Şer’î Hükmü:

Rabıta hakkında konuşan sufiler ve taraftarları,kitap ve sünnetten direk olarak ona delalet edecek ve meşruiyetini ifade edecek özel
bir delil bulmak için uğraşıp durmuşlardır. Oysa bu, gereksiz ve sonuçsuz bir çaba olmuştur.Zira yukarıdaki söylediklerimizden anlaşıldığı üzere; rabıta, son devir sufiler tarafından Şer-î şerifin mendup gördüğü ve emrettiği bir takım güzel maksatlara araç olarak ortaya çıkmış ve beğenilmiştir. Sufiler rabıtayı, Ser’in direk
olarak talep ettiği, veya bizatihi bir ibadet olduğu için ortaya koymamışlar ki kitaptan veya Sünnetten özel bir delile ihtiyacı olsun. Zira iyi maksatları gerçekleştirmek için ortaya konulan araç durumundaki hususlar, tecrübeye dayanan veya vicdani/hissi
olarak elde edilen gerçeklerdir ve oldukları noktada Şeriattan özel bir delil gerektirmezler.Şâri tarafından yasaklanmamış olmaları yeterli olmaktadır. Kitaptan ve sünnetten özel bir delili olmadığı halde Sufilerin terbiye için ortaya koydukları her konu için aynı şey söylenebilir. Çünkü bunlar, seyr-u sulukta ilerleme, merhale kat
etme noktasında tecrübe yolu ile ve vicdani olarak mürid için faydası mülahaza edilmiş hususlardır. Bu nedenle sufiler, terbiye için bunları önem derecesine göre ûsul veya âdâb olarak kararlastırmış ve onlara teşvikte bulunmuşlardır.Rabıta için Müslim, Tevbe : 12,13 no’lu hadisler delil olur.Bu değerlendirmeden anlaşıldığı özere; rabıta hakkında, kitap ve sünnette özel bir delil yoktur. Ancak bir takım güzel gayelere araç olarak konulmuştur. Araç olan şeylerin de gayelerin hükmünü aldığı kabullenmiş bir kaidedir. Dolayısıyla Rabıta, vesilesi olduğu şeyin hükmünü almaktadır. Keza sufilerin vesile olarak ortaya koydukları diğer hususlar da sanıldığı gibi “bid’at”ların kapsamına girmedikleri anlaşılmıştır. Zira “bid’at” Şeriattan özel bir delili bulunmadığı halde
ibadet olarak yapılan ve bizzat amaçlanan bir iştir.” Oysa bu hususlar aşırılıktan uzak olduğu sürece Rasulullah (s.a.v.)’in “ Kim güzel bir çığır açarsa onun ecrini ve onunla amel edenlerin ecrini alır ve onların sevabında da hiçbir şey eksilmez” seklindeki sözü ile teşvik ettiği sünnet-i hasene kapsamına dahildir.Rasulullah (s.a.v.) “Kim dinde olmayan bir şeyi ortaya koyarsa o merduttur”
“her bidat dalalettir” (Buhari-Müslim) buyurarak bidatlar konusunda ikazda bulunduğu gibi Şeriatın mendup gördüğü, teşvikte bulunduğu ve emrettiği maksatlara vesile ve araç olan güzel adetleri de teşvik etmişlerdir. Böylece yukarıda geçen “bid’at hadisleri”, ibadet olarak yapılan, başka bir şeye vesile olarak değil de haddi zatında matlup olan ve Ser’i özel bir delile dayanmayan hususlarla yorumlanırken, güzel adetleri teşvik eden yukarıdaki hadisler de Şeriatın terğibte
bulunduğu ve emrettiği maksatlara araç olarak çıkarılan ve yine Şeriatın mahzurlu olarak görmediği hususlarla açıklanmaktadır ki birbirine zıt gibi görünen bu iki hadis bu yolla birleştirilmektedir.

Rabıta’nın küfr ve şirk olduğunu iddia edenlerin sözleri ise gelişi güzel söylenmiş, sorumsuzca, cahilce ve değersiz sözlerdir. Zira bu sözü söyleyen,şirkin tanımını, ne olduğunu ve rabıtanın hakikatini bilseydi böyle bir sözü ağzına alamazdı. Çünkü şirk daha önce Dehlevi’nin sözlerinde geçtiği gibi “mutlak bir iradeye dayanan ve “kün fe yekün”ile ifade edilen, “kainatta mutlak bir tasarruf veya
zati ilim gibi Allah’a has olan sıfatları başkasına nisbet etmektir”.Rabıta ise yukarıda tarif ettiğimiz gibi öyle bir şeyi içermemektedir. Evet tazimi/saygıyı içerir fakat her tazim şirk değildir. Zira Şeriatın emrettiği tazimler de vardır. Allah’ın şiarlarını tazim etmek, ebebeyni tazim etmek, ilim ve fazilet erbabını
tazim etmek gibi...Rabıtanın tarifinde geçen tazim de bu kısımdandır.

Bazı tazimler vardır ki haddi aştığı ve aşırılığa kaçtığı için yasaklanmış, fakat şirk derecesine varmamıştır. Bazı tazimler de şirktir ki bu, Allah’a has olan bir sıfatı başkasına nisbet etmek şeklinde olur.

3-Rabıtanın Şartları: Rabıtayı kabul eden sufiler, rabıtanın ancak iki şartla müride menfaat verdiği konusunda ittifak etmişlerdir:

Birincisi, rabıtası yapılan şeyhin fena ehlinden yani huzuru daim ve murakabe i daim ehlinden olması gerekir. Veya Dehlevî’nin dediği gibi “sürekli yaddest te” olması gerekir. Bu vasıfta ve seviyede olmayan kisinin rabıtası fayda vermez.

İkincisi, rabıtası yapılan kisinin hayatta olması gerekir. Hayatta olmayan kişilerin rabıtası fayda vermez; aksi takdirde insanlar, Peygamber Efendimiz(sav)’in rabıtası ile yetineceklerdi.

Burada ben, müridleri terbiye etmekle uğraşarak kendilerinin huzuru daimiye sahib olmadıklarını, buna muhtaç olduklarını, hatta fersah fersah ondan uzak olduklarını bilen -ki günümüzde çok nadir kimseler hariç tasavvuf adı ile ortada bulunanların hali hep budur-ve bununla beraber müridleri rabıta yapmakla emreden
hatta bunun üzerinde ehemmiyetle duran ve bundan asla vazgeçme niyetinde olmayan kişilere, onların dilleri ile konuşarak su soruyu yöneltiyorum. Siz hangi delile dayanarak bu zavallıların rabıta yapmalarını emrediyorsunuz? Onlara kimin rabıtasını yaptırıyorsunuz? Şeyhlerinizin rabıtasını mı yaptırıyorsunuz? Oysa onlar ölmüşlerdir. Yoksa kendi rabıtanızı mı yaptırıyorsunuz? Oysa siz de ölü sayılıyorsunuz. Zira aleyhisselatü ve’s-selam: “Allah’ı zikreden ile zikretmeyenin durumu, ölü ile dirinin durumu gibidir” buyuruyor.(Buhari-Müslim)

Evet günümüzde tarikatlar, bir çok cemaatte görüldüğü gibi bir takım ayinlerden ve âdetlerden ibaret haline gelerek araç durumumdaki bir çok hususu amaç haline gelmiş, hatta bir çok yerde insanın yazamayacağı bir çok yanlış şeyi ihtiva etmiştir.

Büyük terbiyeci, usta ve hikmet sahibi Hocamız,Şeyh muhammed el-Arebkendî derslerinde bu hususu belirterek şöyle diyordu: “bugün, tarıkatların bir çoğu, aslında vesile ve araç olan bir takım vazifeler ve zikirlerden ibaret kalmışlardır ve bu araçlar amaçlara dönüşmüşlerdir. Tasavvufun gerçeği ve gayesi ise dünyayı,
alışılmısları, şehvetleri ve gevşeklikleri bırakıp; insan için, övgünün ve yermenin bir olması ve daimi huzurun ve murakabenin elde edilmesidir. Bu ise günümüzde gayet nadir hale gelmiş ve kibrit’i-ahmer gibi olmuştur.

Muhammed Salih Ekinci (Tasavvuf Anlayışı Islahat Çalışmaları / Müceddid Şah Veliyullah Dehlevi eserinden)
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,142
Tepki puanı
7,440
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Yunus Emre şöyle der:

“Şeriat, tarikat yoldur varana,
Hakîkat, marifet andan içeru.”

Şeriat, tarîkat ve hakîkat,
İslâmi ilimlerle meşgul olanların sıkça karşılaştıkları kavramlardır. Şeriat, yol anlamındadır. Tarikat da benzeri bir anlam taşır. Şeriat daha umumi, tarikat ise ona nisbetle daha hususidir. Hakîkat ise, işin gerçeğidir.

İmam-ı Rabbani şöyle der:

“Dilin yalan söylememesi şeriattır. Kalpten yalan hâtırasını uzaklaştırmak, eğer zorlanarak olursa tarikat, eğer zorlanmaksızın olursa hakikattir.” [Serhendi, Ahmed Faruk (İmâm-ı Rabbânî) Mektubatu’r- Rabbânî
 

Nur_u Secde

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eki 2007
Mesajlar
5,181
Tepki puanı
3,524
Puanları
163
Yaş
46
kişi sevdiğine dönüşür mesnevi ve kişi sevdiğiyle beraberdir hadis-i şerif sözlerinin karşılığı gibidir. rabıta olması için muhabbet şarttır. muhabbet ve sevgi olmadan rabıta söz konusu olamaz...
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,142
Tepki puanı
7,440
Puanları
163
Yaş
52
Konum
Alanya
Rabıta, “bağ, münasebet ilgi, alâka, bağlılık, mensub olmak...” gibi anlamlara gelir. Kendi şahsiyetinden sıyrılıp, söz gelimi şeyhin veya Resulullah’ın şahsiyetiyle bütünleşme, bir bağ kurma şeklinde uygulanır.

Malum olduğu üzere, seven sevdiğini hayal eder. Onu kendine yakın hisseder. Hatta rüyalarında bile onunla olur. Onunla aynîleşmek ister. Usta-çırak, hoca-öğrenci münasebetleri de rabıtayla alakalıdır. Çırak ustasının hareketlerini, öğrenci hocasının söylediklerini hatırlamaya, sanki tekrar o ana dönmeye gayret eder.

İşte, bir müridin mürşidini hatırlaması da böyle bir rabıtadır. Bu rabıta, mürşidin suretine değil, o vücudda sergilenen İslamî özellikleredir. Daha doğrusu, öyle olmalıdır.(1) Böyle bir rabıta, mürşitteki kemâl vasıflarının müride yansımasına sebebiyet verecektir. Buna, “fena-fişşeyh” denir. Fakat mürid orada kalmamalı, “fena-firrasul” ve “fena-fillah” makamlarına yükselmeye gayret etmelidir. Yani, şeyhinde fâni olan bir mürid, ondaki güzel özellikleri kazanıp, ondan Peygamber'de fâni olmaya yönelmeli, daha sonra da Allah’ta fâni olmalıdır.(2)

Bu fena (fani olma) hâlleri zevkî birer mesele olmakla birlikte, herkes için şu manada uygulanabilir: Bir insan kendi reyini, fikrini bırakıp hocasının, üstadının yahut şeyhinin iradesini kendi iradesine tercih ederse, bu zatlarda fani olmuş olur. Aynı şekilde, bütün işlerini, hâllerini ve sözlerini Allah Resulünün sünnet çizgisine göre ayarlarsa Peygamberimiz'de fani olmuş olur. Allah’ın emir ve yasaklar manzumesini çok iyi kavrayıp, hayatının bütün safhalarının buna göre yönlendirdiği taktirde de fena-fillah makamından bir pay elde etmiş olur.
Bu halde HAKİKAT olur 🤲
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt