Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Rabıta ibadetmidir ? şirkmidir (1 Kullanıcı)

mucahid_tr

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 May 2009
Mesajlar
47
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
58
RABITA İBADETMİDİR ? ŞİRKMİDİR? , BİDATMİDİR?
Râbıtanın bizzat maksud olan bir ibadet yolu olduğunu hiçbir sûfî iddia etmemiştir.
Sûfilere göre Râbıta, ibadete vesile olması yönüyle ibâ¬dettir. Yukarıdaki hadislerden ve âlimlerimizin onlar istikametindeki izahlarındanda anlaşıldığı gibi aslında iba¬det olmaya mübahlar iyi maksat ve niyetlerle ibadet olur. İmâm Birgivi, Hamevî ve Akkirmânî öyle dediler. Hâfız Aynî, şeyhi Hâfız Irâkî’den maksadlara göre bazı mübahların güzel olacağını kabullenerek nakletmiştir.
Şöyle bir iddiâ sahibi, ibadetin ne demek olduğunu da bilmiyor demektir. Çünkü Allah (Celle Celalühü)’nün emri ve rızası istikametinde yapılacak her iş tarlada çalış¬mak, hanımıyla cinsi ilişkide bulunmak [1]bile olsa geniş manada ibadettir. İbadetlerin namaz ve oruç gibi bir kısmı vardır ki, manası ve muhtevâsı yanında zamanı ve şekli de ta’yin ve tesbit edilmiştir. Çalışmak, bir kısım zikirler ve insanlara hüsn-ü muâmele gibi bazılarının şekli, zamanı ve teferruatı her yönüyle gösterilmemiştir. Bir kısım ibadet¬lerde vardır ki, bunların zamanı şekli ve sûreti kısmen belli edildiği gibi kısmen de belli edilmemiştir. Duâ etmek yalva¬rıp yakarmak gibi.
Râbıtanın hakkında hiçbir kimse yasaklık delili getireme¬diğine ve her hangi bir zararını gösteremediğine göre, Râbıta en azında mübahtır. Mübahlarda güzel maksat¬larla ibadet oluyordu. Öyleyse, iyi maksatlarla yapı¬lan ve iyi amellere sebep olma ve ibadete vesile ol¬ması yönüyle ibadettir. Maksut olan bir ibadet değildir.

[1] Müslim, zekat: 52, Ebû Dâvûd, Tetavvû 12, Edep:160, Ahmet İbn Hanbel: 5/167,168


.
Canım elinde olan Allah (Celle Celalühü) yemin ede¬rim ki şâyet siz yanınızdaki şey (hal) üzere ve zikirde de¬vamlı olsanız, elbette melekler sizinle yataklarınızda ve yolları¬nızda musafahalaşırlardı. [1]
Devamlı olarak Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanındaki şey (hâl) üzere olmak ve zikirde ol¬mak… İlim erbabı insaflı her kişi kabul ve teslim eder ki, Râbıta bu seviyeyi yakalamanın ve bu nimeti elde etme¬nin çabasından başka bir şey değildir. Hadiste geçen, vez’zikri’deki vav ile atfedilen, atf-ı tefsiri’dir. [2] Öyleyse ma’nâ, “yanımdaki hâl, yani zikir üzere devamlı olsanız” şeklinde olur. O halde onunla beraber olmak ve o hal üzre olmak bir zikirdir.
Şu halde kâmil bir veli ile hissen veya hayalen bera¬ber olmak zikirdir. Böyle bir beraberliği temin edecek olan Râbıta da zikrin sebebi veya mukaddimesi olmakla mecâ¬zen zikirdir.
(Bu bir hadis kudsidir): Allah (Celle Celalühü) şöyle buyu¬ruyor:
“Zira kullarımdan velilerim, yarattıklarımdan seçkin dostlarım o kimselerdir ki, benim zikredilmeme (be¬nim hatırlanıp akla getirilmeme) onlar zikredilir (hatırlanıp akla ge¬lirler), onların zikredilmesi (hatırlanıp akla getiril¬mesi) ile de, ben zikredilirim (hatırlanıp akla gelirim).”[3] .................................................. ..............
Zikir Ne Demektir? Zikir, zikrâ, zükretü, unutmanın zıddı¬dır. Yani unutmamak hatırda tutmak demektir.
Râbıta neydi? Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i veliyi veya ölümü hatıra getirmek hayal etmek. Hayal etmek, hayalen o’na bakmak, cisim olan şeylerde hatırlamanın kemâli, en üst mertebesi… Yani zikir…
Zikir sebebi veya zikir sebebiyle olduğu için sebebi¬yet yahut müsebbebiyet alâkasıyla mecâzen zikirdir. Veya zikirden ayrılmayan bir şey olduğu için zikrin mukaddi¬mesi yahut zikrin neticesi bir şey olmakla, Bir görüşe göre yine mecazen zikirdir. Bunu kimden öğrendik? Allah (Celle Celalühü)’den ve Rasûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den......................................... .....

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………… [1] Müslim, Hanzala İbnü Rubeyyi el’Useydiyyi (r.anh.)den Mişkât ve Hâşiye-i Mişkât: 198, Kadim-i Kütübhâne, Karaçi- Pakistan.

[2] Aynı yer

[3]Ahmed İbn-i Hanbel, (12/226 H:15486) Taberânî, el-Kebir (Mecmau’z Zevâid:1/89) el-Evsat, Mecmau’z- Zevâid (1/58) Kenzül-Ummal 1/42 H:101 Kezâ Hakim-i Tirmizi Nevâdiru’l-Usul, Amr İbn-i Cemuh (r.anh’de) Hey şüpheniz olmasın ki, kullarımdan dostlarım yarattıklarımdan da sevdiklerim lafsıyla) Kenzu’l-Ummal: 1/440 H:1902


....................................RABITA......ŞİRKMİ................... ....................................
.................................................. ...............................Rabıta ve yapılış şeklerinden biri olan bir mürşidin anlından kendi anlına bir ışık veya nur geldiğini düşünmenin şirk olduğunu iddia edenler ellerinde şirk olduğuna dair bir ayet veye hadis hatta uydurmada dahi olsa bir hadis varmı ......yok ...yok... yok .selefiler ve vahhabiler buna şöyle cevap veriyolar olmayan bir şeye neden delil getirelim diye cevap veriyolar ....bizde derizki ... .biz..size bir insanı düşünmek ve hatırlamak ile ilgili sahih zayıf delilleri sunduk fakat ...bir mürşidin anlından kendi anlına bir ışık veya nur geldiğine dair .. tecrübe ve işaret yolu ile oluşan deliller var .somut bir delilimizin olmadığını söyledik.. ...... yanlızca Alaha ait olan vasıfları bir mürşidede var demeden ve Allaha yapılması gereken sevgi , korku , ibadet , dua , saygı, umutu , bir mürşide yapmadan mürşidi Allaha hiç bir şeyde ortak koşmadan ve Alahın helal dediğne bir mürşidin haram demesini kabul etmeden ...bir müslüman yukarıdaki yaptığı gibi bir mürşidin anlından kendi anlına bir ışık geldiğini düşünse böyle bir şey yok ise o kişi olsa olsa görüşünde yanılmış olur ......ama siz bu harekete delil getirmeden ......ŞİRK ....derseniz yapana ....KAFİR ..derseniz o müslümanda kafir deyilse ise o söz size döner siz kafir olursunuz ...yani işiniz cooook sakat iyi bir iş yapım derken şeytanın oynuna gelmiş olursunuz ………sizin elinizde..düşünmenin şirk olduğuna dair bir ayet veye hadis hatta uydurmada olsa bir hadis varmı ......yok ...yok... bizim elimizde düşünmek hatırlamak ile ilgili deliller var ......................……………………………………………………………………………………………………………………………………………… Râbıta bir iki âyetten yola çıkılıpta oluşan bir şey değil¬dir. Râbıta bir çok âyet, hadis, sahâbe ve tabiinin söz ve hareketlerinden alınan işâretlerin toparlanıp bir şekle sokulmasından râbıta oluşmuştur. Yalnızca bir âyetin ve hadisin manasına bakarak bu râbıtayı ifâde ediyor demek elbette doğru olmaz.
Hiç kimse bugünkü şekliyle yapılan râbıtanın bire bir Âyette, hadiste, sahâbede olduğunu iddia etmemiş¬tir. Yok, eğer işâreti, delaleti veya iktizası kıyas yolu ile vasıtalı olarak Râbıtayı gösteren âyet ve mevcuttur………………… …………………….Imare İbn Huzeyme İbn Sabit (Radiyallahu Anh)şöyle anlatıyor: Babam Huzeyme bir kere rüyasında sanki Resûlüllah’ın(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) alnı üzerine secde ettiğini görmüş, bunu Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e anlatmıştı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ruh ruha kavuşur.” buyurmak sûretiyle mübarek başını eğerek ona rüyada gördüğü gibi yapma¬sını emretti. Babam da arka tarafından Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in alnı üzerine secde yaptı.[1 ..]İbn Ebî Şeybe, Musannef, İman: 18, 7/243. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, no: 21923, 21937, 21943, 21944, 8/201. Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Tabir: 5, no: 7631, 4/384.

………………………………………………………………………………….......... Hz. Hasan (ra)ın Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) i çok iyi tarif eden dayısı (Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’in Hz. Hatice (r.anha)’dan üvey oğlu olan) Hint İbn Ebî Hâle’ye:
“Bana Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in vasıfla¬rını anlat ki; onu hayalimde canlandırayım”[1] diye¬rek, efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şemailini ve özellikle¬rini öğrenmek istemesi konumuz açısından ol¬dukça önemlidir. Buradaki maksat onu hayalinde canlandır¬masından başka bir şey değildir.............................................................................................................................Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu: Sizin ha¬yırlılarınız görülmesi size Allah (Celle Celalühü)’ı hatırla¬tan, konuşması ilminize bereket katan ve ameli ahirete rağbetinizi artıran kimselerdir.[2]
………………[1]… İbnu’l-Esir, Üsdü’l-Gâbe No: 5404, 4/619, Tirmizî, eş-Şemâilü’l-Muhammediyye, 1/26, Beyhakî Delâilü’n-Nübüvve, 1/285………..[2] Ebû Yala Müsned IV 326 h.No.2437
…………………………………………………………………………………………………………………………………….Allah’ın kullarının en hayırlıları o kimselerdir ki, görül¬düklerinde Allah (Celle Celalühü) zikredilir.[1]
Size en hayırlılarınızı haber vereyim mi? Hayırlıları¬nız o kimselerdir ki, görüldüklerinde Allah (Celle Celalühü) zikredi¬lir.[2]
............Sizin en hayırlınız, görülmesi Allah (Celle Celalühü) zik¬retti¬ren (hatırlatan akla getiren) kimsedir.[3]
..................Velilerim o kimselerdir ki, görüldüklerinde Allah (Celle Celalühü) zikredilir.[4]
........................Enes (Radiyallahu Anh)’tan rivâyet edilen bir hadis-i şe¬rifte, Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmak¬tadır:
عن انس رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "افضلكم الذين اذا رؤوا ذكر الله تعالى لرؤيتهم"
“En faziletli kimseleriniz o kimselerdir ki, onların görül¬me¬lerinden dolayı Allah (Celle Celalühü) hatırlanır.” [5]
Şu son dört hadisin isnadlarında zayıflık bulunsa bile toplamları itibariyle en azından Hasen li Gayrihi olur¬lar. Kaldı ki; aynı manadaki ilk iki hadis zaten hasen idiler. Dolayısıyla bir müşkil kalmamış oluyor.
Şurası akıllı ve insaflı herkesçe bilinebilecek bir şey¬dir ki, bir veliyi kafa gözüyle görmek, kişiye Allah’ı hatırlatı¬yorsa, gönül gözüyle yani hayali olarak görmesi de Allah (Celle Celalühü) zikrettirir. Hatta kafa gözüyle görememe¬sini bununla telafi eder. Öyleyse şu yedi hadis, Râbıtanın zikre se¬bep ve vasıta olmasıyla, dolayısıyla bir zikir olduğunu göstermektedir.
.....................................Ali’ye ( radıyallahu anhu’ya) bakmak ibadettir.[6]
Bu hadis, sahih, hatta bazı âlimlerin mütevâtir tarifle¬rine uyan mütevâtir bir hadistir. Hâkim bu hadisi İmran b. Husayn’den rivâyet ettikten sonra, bu Buhârî ve Müslim şartlarına göre isnâdı sahih bir hadistir. Abdullah İbn-i Mesud’an rivâyet edilen şahidleri de sahihtirler demiş¬tir...........................................................................................................................................................................................................................KAYNAK ..............SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
...

[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned (H:17921) Abdurrahman b. Ğanem (r.anh)’dan Hadisin isnadı, Heysemî (6/93) ve Münzirî’ye 3/499 göre hasendir. Müsnedi Ahmed dip notu: 14/31, (Dârul-Hadis Kahire)

[2] Ahmed İbn-i Hanbel, İbn Mâce (H:4119, Dârul-Marife), Esma Binti Yezid (r.anha’dan) Müsned Darul-Hadis Kahire) H:27471, İsnadı Hasendir. Müsned-i Ahmed, 18/598.

[3] (Hâkim-i Tirmizi, İbnAmr (r.anhüma’dan), Kenzül- Ummal:1/419, H:1787

[4] (Hâkim-i Tirmizi, İbn Abbas (r.anh’den), Aynı yer H:1783

[5] (Hâkim-i Tirmizi, Enes (r.anh’den) Aynı yer H:1784

[6] Hâkim , el- Müstedrek, sahihtir: 3/141
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………
 

osmn45

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Eki 2009
Mesajlar
6
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Rabıta

Rabıta

Şirk işleyene kafir denilmez,MÜŞRİK denilir.Kafirden daha tehlikelidir.Çünki senden görünür fakat senden degildir,yaniTEVHİD ekarşıdır.ALLAHA Rabıta TEVHİD dir mürşide rabıta şirktir.
 

Gülfidan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Nis 2008
Mesajlar
679
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Mürşidi rabıta edip ondan birşeyler istemek doğru değil.

Böyle iş mi olur.

Allah dururken aciz kuldan birşey mi istenir.

Rabıta yapanlar arasında fark ettiğim bir mesele de

Allah tan istenecek şeylerin Şeyhten istenmesidir.

Neymiş

Şeyh Allaha daha yakınmış ondan dolayı araya şeyhin hatrını koymak gerekmiş.


Oysaki

Allah için huzuruna gelen kulu Bir nebi veya bir köle olmasının farkı yoktur.

Allah ikisine de adaletlidir.

Direktman Allahtan istemek lazım. Ne isteyeceksen

Araya birini koymaya gerek yok.

Şirk olabilir bu Rabıta dedikleri şey.

Eğer şirk olarak yapılıyorsa...
 

muhsin iyi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2011
Mesajlar
132
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
yazan Musin Iyi
Herhalde yazim sitenize renk katacaktir. Selamlar...

Rabıta bağ demektir. İki şeyi birbirine bağlamak. Tasavvufta müridin şeyhi hayal etmesi ondaki feyze, nura, nisbete müşteri olmasıdır. Rabıtanın pek çok şekli vardır. En güçlüsü telebbüsü rabıtadır. Bu rabıtada mürid kendisini şeyh farz eder, onun şeklini vücuduna sokar. Artık kendisi değil, şeyh vardır. Ama sofiler rabıtada genellikle şeyhlerini karşılarında yüksek bir tahta oturmuş surette canlandırırlar.

Gerçekten rabıta için açık bir nas olmadığı gibi peygamber döneminde böyle bir uygulama da yoktu. Zaten ehli tasavvuf da rabıtanın bir ibadet biçimi olmadığını, bir sevgi tezahürü ve manevi ilerlemede bir teknik olduğunu belirtmektedirler. Tevillerle yeni bir ibadet tesis etmek dine bidat koymaktır. Zaten ehli tasavvuf, özellikle Nakşibendiler bu konuda çok hassastırlar.

Peki rabıta bir ibadet biçimi değilse ve bir sevgi ve maneviyatta gelişme tekniği ise tasavvufta buna niçin ihtiyaç duyulmuştur? Rabıtanın temel işlevi nedir? Öncelikle şunu belirteyim din demek tasavvuf demek değildir. Bir Müslüman dinin emir ve yasaklarını yerine getirerek de cennete girebilir. Tasavvufun gayesi Cibril hadisinde iman, İslam sorularından sonra gelen ihsan sorusuna cevap teşkil etmektedir. Vakıa suresinde de 'ileri geçenler' olarak adlandırılan taifeye şümuldür. Ne yazık ki bu surede bu taife ümmet-i Muhammed’de geçmiş ümmetlere göre daha az olacağı da vurgulanmaktadır. Allah'ın tasavvufun sırrının akıl ve şeriata uymadığını da Kehf suresinde Hz. Hızır ve Hz. Musa kıssaları ile bu ümmete ders verdiğini de unutmayalım. Gerçi mürşitler şeriatı da her zaman birinci plana aldıklarını, şeriatsız tarikat olmayacağını da vurgulamışlardır.

Gelelim sorularımızın cevaplarına. Ben peygambere sahabeler kadar muhabbet duyabilir miyim? Kesinlikle duyamam. Muhabbet görmekle olur. Bir tebessüm, bir bakış muhabbeti gerçekleştirir. Bir nurlu yüz insanı candan vurur. Bir güzel sohbet yüreklere işler. Maalesef bizler bundan mahrumuz. Sahabeler ise bunu yaşıyorlardı. Yani onların her saniyesi O Zatla rabıtalı geçiyordu. Hatta hadisi şeriften peygamberimizden ve peygamberlerden sonra ümmetin en hayırlısı olan Hz Ebubekir kaza-i hacetinde bile Rasullahı düşündüğünü ve bundan bizar olarak Rasullaha geldiğini onun da bunu doğal karşıladığını anlıyoruz. Sevgi hayal doğurur. İşte rabıta bu hayaldir. Mürşidinii hayal etmektir. Peki mürşidini hayal etmek ne doğurur? Sevgi doğurur. Mürşit silsilesi ile Hz Rasullahın vekilidir. Silsilesi sağlamsa tabii. Her şeyde olduğu gibi bunların da sahteleri olduğunu unutmayalım. Peki gerçek bir mürşidi kamili hayal etmek sofiye ne kazandırır. Fenafişşeyh makamını verir. Bu uzun yılları alabilir. Ama fanafişşeyhlik de onu fenafillaha götürür. Rabıtasız hiç bir kimse fenafillah olamaz. Üyevsiler bile Allahın rahmeti ile Hz. Hızır Aleyhisselamın veya ahrete teşrif etmiş bir velinin şeyhliğinde fenafillaha ulaşabilmişlerdir. Çünkü şeytanlar nefsin mülhime sınırında beklerler. Oradan yukarıya ancak rabıta nurları ile çıkılabilir. Başka bir yol mümkün değildir. Allah'ta fenaya ve bekaya ulaşmış bir mürşidi rabıta yaptığımız zaman elde ettiğimiz kazanç çok büyüktür. İlim, hikmet ve bilhassa nur mürşitten rabıta yapanın üzerine adeta yağar. Kalp gözü açık olanlar bunu görebilirler. Mürşit sağlam silsilesi ile bunu Sadatlardan, Rasulullahtan ve Allahtan alır. Yani bir hiyerarşi var. Rabıta olmasa mülhime nefs sıfatına ulaşmış kişi şeytanların oyuncağı olur, delirir. Tövbe etmiş tarikata yeni girmiş kişi rabıtayı bilemez, kıymetini de anlamaz. Zamanı boşa geçirmek olarak telakki eder. Çünkü bir yarar gördüğüne kani olmaz. Ama durum böyle değildir. Biz de bu basamaklardan geçtik. Tasavvuf kitaplarından rabıtanın zikirden daha eftal olduğunu okuyunca taaccüp etmiştik. Hatta karşı geldik. İnanmadık. Ama zamanla kalp gözümüz açılınca işin hakikatine bizzat şahit olduk. Meğer sadatlar doğru söylemiş, rabıtasız zikir maksata ulaştırmaz, ama zikirsiz rabıta maksada ulaştırırmış. Tasavvufu bir kelime ile tanımlamak gerekirse rabıtadır. Rabıta nefse çok ağır gelir. Nefis rabıtayı ölmekle eş görür. Gerçekte de öyledir. Rabıta ile nefis daha doğrusu emmare, levvema, mulhime nefisler ölür. Nefis mutmainne makamına ancak bir Allah dostunun gölgesi ile yani rabıta ile çıkabilir. Zor, çok zor nefsin rabıtayı kabul etmesi. Ben bile bu yolda pek çok sorunla karşılaşıyorum. Ama ilaç acı da olsa çok yararlı. Bunu anladım. İnşallah bu yazımız insanların gönüllerinde rabıtaya teşvik olur.Namazda dünyevi şeyleri hayal edeceğimize kalbimizi şöyle bir rabıtaya bağlarsak ihsan makamına doğru yol alabiliriz. Namazı kılan ben değilim mürşidimdir. O Kabe-yi şerifede namaz kılıyor. Bakın bakalım namaz ne kadar tatlı olacak. Aksi halde namaz dünyevi, şeytani hayallerle geçmektedir. Namazda kalbe nefse sahip çıkmak çok zordur.

2

Geçmişime baktığımda bir zamanlar benim de rabıtayı inkar ettiğimi hatırladım. O zamanlar Seyyid Kutup, Mevdüdi, Ali Şeriati gibi İslam büyüklerinin eserlerini okuyordum. Daha sonra Risale-i Nurları okudum. O zamanlar tasavvuf, hususiyle rabıta beni çok itiyordu. Şeriatın ayaklar altında olduğu bir ortamda bir kenara çekilip şeyhin suretiyle meşgul olma bana çok komik ve acınacak bir durum olarak görünüyordu.

Ama yıllar geçti. Bazı acayip garaip olaylar oldu. Kendisini ve mekanını daha önce görmediğim bir şeyhi mekanıyla birlikte rüyada çok açık bir şekilde gördüm. Bir yıl kadar sonra da bir tesadüfle o şeyhi ve mekanını tanıdım. Tövbe ve zikir aldım. Rabıta dersleri ise bana zor geldiği için pek önem vermedim. Önceleri istemeye istemeye yapmaya başladım. Hem çok kısa tutuyordum hem de pek sevmiyordum. Ama okuduğum kitaplardan rabıtanın önemini bildiğim için istemeden de olsa yapmaya çalışıyordum.

Belki nefsimin bir kusuru, ama bazı işlerde çok işime yaradı. Biraz inatçıyımdır. Rabıta da öyle oldu. Sebat ettim. Bunda bir sır vardır, diyordum. Nefsime ağır geldiğine göre şeytan da bu rabıtadan pek hoşlanmıyordur, diye düşünürdüm. Halbuki zikir derslerimi hiç kaçırmıyordum. Her gün yapıyordum. Zikirden müthiş zevk alıyordum. Ama rabıta bana zamanı boşa geçirmek olarak görünüyordu. Vesveseye giriyordum. Rabıtaya çok kısa bir zaman ayırıyordum. Ama onu hiç terk etmedim. Mutlaka her gün kısa da olsa yapmaya çalıştım. Sonra kalp gözümüz sadatların himmetiyle açıldı. Gözlerimizi kapattığımızda nurları müşahade etmeye başladık. Nurlar değişik renktedirler. Kırmızı, sarı, yeşil, siyah ve bu renklerin karışımı değişik tonlar da vardır. Bu nurlar insanın kalp, ruh, sır, hafi, ahfa gibi letaif noktalarında çıkar. Letaifler çalışmaya başladığında neyin nereden çıktığını anlamazsınız bile. Nurlar birbirine girer, akıl almaz bir hızla dönmeye başlarlar. Manzara gerçekten harikadır. Hayranlıkla seyredersiniz. Akıl almaz bir olaydır. Tabii konumuz rabıta. Zikirde bu nurlar sanki insandan neş'et eder gibidir. Yani bildiğimiz de odur. Letaifler çalışır ve nur üretirler. Zikrin feyzi olarak. Ama rabıtada başka türlü olmakta. Gene letaifler çalışır, ama asıl nur, feyz, nisbet yani nur dışında başka şeyler hayal edilen mürşidden sana gelmeye başlar. Bir de nispet kokusu. Bu öyle bir kokudur ki, dünyada böyle bir kokunun eşi benzeri yoktur. Aklınız başınızdan gider. O koku için hayatınızı bile feda edebilirsiniz. Rabıtanızın gücüne göre koku artar veya eksilir ama bazen burnunuzun direğini kırarcasına gelir. Allahım al canımı, yeter bu dünya çöplüğünde bunaldığım, diye düşünürsünüz. Yani bu koku için canınızı vermek istersiniz. Rabıta sırasında mürşitten gelen feyz, nisbet ve nur ise sanki bir nisan yağmurunda güneşin altında serinlemek için ıslanmak gibidir. Yani rabıtanın başı nefse çok ağır gelir ama sonundaki nimetleri çok büyüktür. Biz gerçi sonda değiliz ama gördüklerimiz bile aklımızı almaya kafidir. Bunun sonu nasıl onu hayal edemiyorum. Tabii bunlara takılmak tasavvufta hoş görülmez, şeyh de daima önemli olanın Allah rızası olduğunu bu tür hediyelere aldanmamayı nasihat eder.

Allahın üzerine yemin ediyorum ki, bu söylediğim nimetleri kafamdan atmadım, hepsi de bize nasip oldu. Ama şunu da itiraf edeyim ki, eğer şeyhi ve mekanını onu tanımadan önce rüyamda görmeseydim ben ne tasavvufa girerdim ne de bir şeyhe rabıta yapardım. Çünkü herkes gibi ben de nefsimi seven bir insanım. Daha önce okuduğum ve etkisi altında kaldığım İslam büyüklerinin adlarını söyledim. Rabıta nefsi şeyhin nefsinde yok etmedir. Buna tabii ki insan fıtri olarak karşı koyar. Ben de senelerce buna karşı koydum. Hem de nasıl. Anlatsam ayrı bir konu olur. Ben de acaip bir şekilde karşı koydum. Hala nefsimde belli bir derecede de var. Ama rabıtanın yararlarını gördükçe bu günden güne azalıyor. Rabıta nefisle savaşmaktır. Emmare, levvame, mülhime nefisleri öldürüp yerine mutmainne nefsi ikame etmedir. Biz daha mutmainne nefse ulaşmadık. Nefsin mülhime sıfatında takılıp kaldık. Dualarınızın bereketi ile inşallah Allah bundan yukarılarını da bize nasip eyler. Ne bileyim.

Nefsin mülhime sıfatında Allah ezeli düşmanımız şeytanla bizi karşı karşıya getirmektedir. Biliyor musunuz sizi bu sırada sadece telebbüsü rabıta şeytandan kurtarıyor. Onu yakıyor. Sizden uzaklaşmasını sağlıyor. Sureler, ayetler şeytana biraz zarar veriyor, ama onları uzaklaştıramıyor.

Hz Yusuf’a da görünen burhan Hz. Yakup. Ben buna aynel yakin inanıyorum. Hz. Yusuf rabıta ile kurtuldu. Yoksa az da olsa meylettiği kadından onu hiç bir şey kurtaramazdı. Ama tabii şeriat yine ölçümüz. Çünkü zina insanı manevi terakkiden alıkor. Zaten şeytan zinanın bu özelliğini bildiği için ümmeti Muhammedi bununla esiri etmiş. TABİİ ZİNANIN ÇEŞİTLERİ İLE. Özellikle göz, hayal zinası… Ne var hayalinde canlandırdığın kadınlar kadar da Allah dostlarını canlandırsan…. Bak buna rabıta derler. Rabıta şirktir. İşte bak nefis nasıl şeytanla işbirliğinde.

Tasavvufta bunların anlatılması yasaktır. Çünkü sırdırlar. Hiç bir kitapta açıkça bu anlattıklarım söylenmez. Çünkü söyleyeni mesuliyet altına sokar. Onda gurura, kibire neden olabileceği gibi insanların da aleyhlerinde dedikodu yapmalarına, ondan çekinmelerine neden olur. Onun için bu tür sohbetleri duyamazsınız. Biz internet sayesinde bu tehlikelerden korunduğumuz için yazdık. Allah bir kusurumuz varsa affetsin.

Şeyhler şeytanla, nefisle savaşarak o makama seçilmişlerdir. Silsileye Rasullahın onayıyla alınmışlardır. Zincirin halkaları gibidirler. İşte rabıta yapan kişi de böyle bir halkaya girmeye namzettir. Biz daha halkaya giremedik. Onca sırrı aynel yakin gördük, ama halkaya girebilecek olgunluğa erişemedik. Dualarınızla inşallah nasip olur. Amin.

Rabıtayı akılla mantıkla kabul edemezsiniz. Çünkü akıl nefse bağlıdır. Nefis ise başka bir insanı veli de şeyh de olsa kendisinden üstün olarak kabul etmez. Ama Allahtan yardım isterseniz ve nasuh tövbe ile tövbe edip bir kamil şeyhi size nasip etmesi konusunda dua ederseniz ve bu duanızda ısrarcı olursanız -ki bazı duaların kabulü seneler sonra olur- tarikat nasip olduktan sonra rabıta insana nasip olur. Yoksa bu inci, katır boncuğu değildir. Kolay kolay ele geçmez. Ağla, ağla, ağla…. çok ağla belki o zaman nasip olur. Biz de günahlarımıza çok ağladık da Allah o rüyayı ve tarikatı nasip etti. Yoksa kimse kimsenin sözüyle gerçek manada bir yola girmez. Belki etkilenip girer, ama nefsi şeytanın igvasıyla etkilenip hep şüphe içinde kalır. Tarikattan nasibi o kadar çok olmaz. Şeyhte, tasavvufta kusur görmeye başlar. Layıkıyla şeyhe teslim olamaz. Hz Hızır karşısında nefsi Hz Musa gibi homurdanır durur.

Allah dostları da seni Rasulullaha götürür. Rüyada değil, uyanık vaziyette. Öldür bakalım rabıtayla nefsini neler olacak neler. Sen Allah için, Allah dostları için nefsini öldürürsen Allah da fazlı ikramıyla seni diriltir. Burası yiğitlik meydanıdır. Şeyh o yiğit kişidir işte. Tabii silsilesi varsa ve sağlamsa. O da nefsini şeyhinde öldürmüş, sonra Rasullahta daha sonra da Allah’ta.

Sahte şeyhler Türkiyede çok, dikkat edin. Onlar gerçi sizleri yanlış yola götürmezler ama tarikat yolunda onlardan bir nur, feyz, nisbet alamazsınız. Ama çok çok sevap kazanırsınız. Ben o tür şeyhleri rabıta yaptığımda aynı çürük ceviz gibi içlerini boş gördüm. Nur, nisbet, feyzin gramı yoktur. Onlara da hep hayret ediyorum. Tasavvuf hakkında çok şey biliyorlar ama kendilerinin hakiki şeyh olduklarını nasıl anlamıyorlar. Bir de sitelerine girdim ki rabıtanın faziletinden bahsediyorlar. Asıl buna şaşıyorum. Rabıta onlar için zindan olsa gerek. Bütün müritlerini de karanlıkta bırakıyorlar.

Kolay mı rabıta nimeti. Doğru şeyhi bulmak bir mesele. Bir de nefsi fani kılma. Nefsini şeyhin nefsinde yok etme. Bunlar dağ gibi problemler. Aşana aşk olsun. Bu herkese nasip olan bir nimet değildir. Sohbetimi başka rabıta sitelerine de koyan ve koyacak arkadaşlardan Allah razı olsun. Dualarınızla. Allah rabıta nimetini herkese nasip etsin. Ümmeti Muhammedi şeytanlardan, nefsin şerrinden kurtarsın.

3

Şimdi de rabıtanın nasıl yapıldığına, sofinin bu konuda karşılaştığı problemlere ve sıkıntılara biraz değinmek istiyorum.

Bilin ki, fakir bir kimse ile kimse uğraşmaz. Evini kilitlemese de içeriye hırsız girmez. Hırsızın gözü zenginin evindedir. Zengin evini kırk kilitle muhafaza etse de hırsızlar yine de girecek bir delik bulmaktalar. Bunun gibi rabıta da zenginin evindeki değerli eşyalar gibidir. Şeytanın tüm derdi bu evdeki rabıta nimetini çalmaktır. Rabıta onu adeta çıldırdır. Öyle bir vesvese fırtınası estirir ki, gönül kulağı açık olanlar bile buna çok şaşırırlar.

İnsanın gönül kulağı açık olsa bile şeytanlar nefis damarıyla da çaktırmadan vesveselerine devam ederler. Hiçbir zaman umutlarını yitirmezler. Çünkü bir insan ömrünün her saniyesi ile Allah’ı zikretse bile fenafişşeyh ve onun tabi neticesi fenafillah (yani veli) olamaz, ama zikre o kadar yüklenmeden rabıta yolu ile bu makamlara ulaşabilir. Bunu ben değil sadatlar, başta Gavsı Hizani olmak üzere tüm sadatlar dile getirmiştir. Şeytanlar bunu bildiği için rabıtada müthiş vesvese verirler.

Aslında rabıtasını doğru dürüst yapan kişi Allah’ın izni ile vesveseye de düşmez. Şeytanın bizimle uğraşması hep rabıtadaki ihmallerimiz neticesidir. Mübarekler diyor ki, zikrin nuru aysa rabıtanın nuru güneş gibidir.

Rabıta ile nefis dize gelmektedir. Zulumatları uçup manevi alemdeki şeyhin nefsine benzemeye başlamaktadır. Manevi alemdeki şeyhin nefsi ise en az mutmainne makamındadır. Çünkü velilik bu makamla başlar. Tabii her veli şeyh olamaz. Şeyh kişi ise mutlaka velidir, şeyh olabilmesi için ayrıca sadatlardan ve Hz Rasulluhtan silsile ile icazet alırlar. İşte böyle bir şeyh bulunmaz bir incidir. Rabıtası ile müritleri nura, feyze, nisbete gark ederler. Nasıl güneş baharda ekilen tarlaları, bahçedeki ağaçları sıcaklığı, enerjisi, aydınlığı ile ürün verecek bir biçimde olgunlaştırırsa gerçek bir mürşit de böyledir. Müridün nefsini emmare, levvame, mülhime basamaklarından yukarı doğru çeker, mutmaine basamağına ulaştırıp Allahın dostu kılar. Ama bu işlem sabır ister, hepsinden önemlisi nefis ve şeytanla mücadele ister.

Şeytanın yardımcısı nefstir. Nefs hiç rabıtayı sevmez. Çünkü nefsin temel arzusu baş olma sevdasıdır. Rabıta bunu kırdığı için insanların büyük çoğunluğu tasavvufa değil ama rabıtaya karşıdırlar.

Rabıta yaparken nefis ve şeytan şu vesveseleri çok verir. Bak sen şeyhini gözünde canlandıramıyorsun. Kaşı olmadı, gözü böyle değildi, simasını değiştirdin, sakalını dedene benzettin, sen bu rabıtayı yapamayacaksın bırak bari, rabıta zamanı boşa harcamaktır, ne nur ne feyz ne nisbet üzerine geliyor, rabıta yapacağına şu önemli işine bak, rabıta ile şeyh kendisini insanlardan büyük görmekte, rabıta Allah ile arana kul sokmaktır… vb. Bütün bunlar rabıta karşısında kuduran şeytanın ve nefsin hezeyanlarıdır.

Öncelikle şunu söyleyeyim ki, rabıta için şeyhinizi gözünüzün önünde canlandırmanıza gerek yoktur. Sadece şeyhinizin karşınızda veya yanınızda olduğunu varsayın. Yani siz şeyhin huzurundasınız. Bu yeter de artar bile. Ama muhabbetin aşırılığında istemeseniz bile şeyh gözünüzün önünde canlanır. Tabii insanın her günü aynı olmaz. Bazen muhabbet düşebilir, böyle zamanda onun varlığının karşınızda ve yanınızda olduğunu varsaymanız da rabıtanın nimetlerine ulaşmada yeter. Şeyhin bir kaşı, bir burnu, bir sakalı bile rabıta için yeterlidir. Hatta size ilginç gelecek, değil şeyhin fiziki portresi mekanında olduğunu düşünmeniz bile rabıtadaki nimetleri oluk oluk üzerinize yağdıracaktır. Bunları biz deneyimlerimizle bildiğimiz gibi sadatlar da böyle söylemişlerdir.

Rabıtanın nimetlerine kavuşmak istiyorsak sadece akşam namazından sonra yapılan suri rabıta ile yetinmemeliyiz. Bu konuda hırslı olmalıyız. Akşam namazından sonraki rabıta derstir. Yapılmazsa olmaz. Adabına uygun olarak yapmaya çalışalım. Çok bereketlidir.

Bir de manevi rabıta vardır. Buna maiyyet rabıtası da denir. Bu her yaptığımız işte, her an rabıtalı olmaktır. Bu rabıtada şeyhini sakın sureten canlandırmaya çalışma, zira nefis bıkar, sen de yorulursun, terk edersin, bir daha da dönüp manevi rabıtaya bakmazsın. Zorlanırsın. Hem şeyhi sureten canlandırmakla onun senin yanında olduğunu varsayma ile yapılan rabıtaların kazançları arasında o kadar büyük bir fark yoktur. Peygamberimiz s.a.s amellerin az da olsa devamlı olanının daha hayırlı olduğunu söylemiştir. Nefsin de dilini anlamak gerekir. Onun da bazı işlerde hakkı vardır. Manevi rabıtada şeyhi gözünün önünde canlandırmayacaksın ama şeyhin daima senin yanında olduğunu farz edeceksin. Bu nefis için fazla enerjiye mal olmayacağı için sana zamanla bir meleke kazandıracaktır. Tabii nefis sahibini dinlemeyen eşekler gibi bazen bu işten kaçacaktır. Ama sen aklına gelir gelmez manevi rabıtaya devam edeceksin. Bir de göreceksin ki, zamanla bu iş sana meleke olmuş, artık istemesen de manevi rabıtaya geçmektesin. Şunu söyleyeyim ki, manevi rabıtayı alışkanlık haline getiren aynı silahlı bir kişidir. Ona yanlış yapanlar sadatlardan tokat yemeye, güzellik yapanlar da yardım almaya başlarlar. Allah hepimize manevi rabıtayı nasip eylesin. Amin.

İşte tasavvufta makam kazanmak isteyenler bu manevi rabıtayı ihmal etmemelidir. Hem işini yapıyorsun, hem dinleniyorsun, hem sohbet ediyorsun, hem yürüyorsun, hem yemek yapıyorsun, hem dinleniyorsun… hem de şeyhim benim yanındadır düşüncesi ile zamanın manevi anlamda kazanca dönüşüyor. Tek sorun bunu yaşamına sokup alışkanlık ve meleke haline getirmek. Biraz üzerinde durursan nefsin de buna alışır. Sigara gibi zararlı bir alışkanlığı nasıl bırakmada nefis zorlanıyorsa bu manevi rabıtaya da nefis bir alıştı mı, hele ilerleyen zamanda bir de tadını almaya başladı mı istese de bırakamaz. Çünkü nefis alışkanlıkların tutsağıdır. Bu konuda iradesi zayıftır. Başlangıçta onu ikna ettikten sonra biraz zorlamak gerekir.

Bu rabıta hayatının içine girdi mi şeytan da sana pek bulaşamaz, yani vesveseye pek düşmezsin. Biz bunu ihmal ettiğimiz için bu konuda çok sıkıntılar yaşadık. Kel olduktan sonra ilaç az fayda eder. Yani bilgisayar virüs kaptı mı temizlemek zaman alıyor, ama koruyucu oldu mu anında müdahale ediyor. Bu manevi rabıta vesveseye düşmekten Allahın izni ile müridi korur. Şeytanlar pek yaklaşamazlar böyle bir kişiye.

Şeyhin simasını bir vesikalık fotoğraf gibi kalbinin üzerinde taşıma da sadatlarca övülmüş bir manevi rabıta türüdür. Ama bunda da şeyhi zihnen canlandırma yerine simasının suretini orada, yani kalbin üzerinde varsayma düşüncesi hakim olmalıdır. Şeyhi kalbin üzerinde canlandırarak rabıta yapmak suretiyle nefsi bu konuda çok zorlamamak gerekir. Zira manevi rabıtanın bereketi olan her yerde sürekli olmasının nedeni şeyhi zihnen canlandırmama kolaylığındandır. Allah hepimize nasip etsin. Amin.

Üçüncü önemli rabıta çeşidi telebbüsü rabıtadır. Bu rabıta kendini yok farz edip şeyhi üzerine giydirmektir. Telebbüsü demek zaten elbise demektir. Yani şeyhi bir elbise gibi üzerine giymektir. Bu rabıtayı uyurken yaparsanız şeytandan ve bütün afetlerden emin olusunuz. Yemek yerken yaparsanız yediğiniz yemeğin hafifliğini hissedersiniz. Bütün o yedikleriniz adeta nura dönüşür. Ben yemek yerken şöyle bir düşünceyle bunu alışkanlık haline getirdim. Dedim ki nefsime, öğünde kaç lokma yiyorsun, ne var ki telebbüsü rabıta ile yiyip de her lokmada Allah’a şükür ve hamd kılsan. Beş dakika dişini sık. Sayılı lokmalar var. Nefsim bu konuda halen benimle oyun oynamakta, ama bazen on ikiden vurduğum oluyor, ama bu az oluyor. Zira nefis yemek yerken aynı köpekler gibi davranıyor. Nasıl bir kemiği ağzına alan köpek yanına yaklaşana hırlarsa nefis de telebbüsü rabıtada huysuzlanıyor, onu ihmal etmek istiyor. Allah her birimize yemeklerde telebbüsü rabıtayı nasip etsin. Amin.

Tabii ibadetleri yaparken özellikle vird ve zikri çekerken hayaline hem kendini şeyhin mekanına atmalısın hem de telebbüsü rabıta yaparak çift rabıtayla malı götürmelisin. Zikir de ayrı bir kazanç olacak tabii.

Halidi Bağdadi Hazretleri müridlerine namazlarını telebbüsü rabıta ile kılmalarını emir buyurmuşlardır. Zira bu çeşit rabıta namazda huzuru, yani Allah karşısında olma duygusunu daha güzel gerçekleştirir, ama sadatlar diğer rabıta türlerini namazda hoş görmemişler, hatta bundan müridlerini sakındırmışlardır. Namazda şirke düşecekleri konusunda uyarmışlardır. Diğer rabıta türleri derken yani özellikle suri rabıta kastediliyor bundan, yani mürşidini karşına alıp canlandırma, namazda kendiliğinden olursa tabii bunda müridin bir kusuru yoktur. Ama elinden geldiğince engellemeye çalışmalıdır mürit bu durumu. Bazı şeyhler, mürşidin arakasında namaz kılıyorum, imamın mürşidimdir, manevi rabıtası ile namaz kılmayı tavsiye etmişlerdir.

Haa aklıma gelmişken rabıta şirktir diyenler, cemaatle namazda neden Allah ile kendi aralarına imamı koyuyorlar, cemaatle namazda imam bizim adımıza kıyamda iken sureleri okur, Allaha arz eder, biz Allah karşısında huzur duygusuyla bekleriz, bu namazdan da ferdi kılınan namaza göre 27 derece yani çarpma işlemi ile sevap alırız. Allah akıl fikir versin, ömrünün yarısını belki de tamamını Allah’a adamış bu insanlara insan laf atma cüretini nereden buluyor? Başka değil nefsin baş olma, gurur, kibir damarı Allahın evliya kullarına bağlanmayı, onlara gönülden sevmeyi engelliyor. Tabii bu damarı tahrik eden şeytanı da unutmamak lazım. Peygamberlere de insanlar aynı nefis damarı ile karşı çıkmışlardır. Tabii biz de aynı nefis damarı ile zamanında mübarekleri inkar etmiştik. Öyle sohbetler yaptık ki kalbimizin mühürlenmemesine Allah’a sonsuz şükr, hamd u sena ediyoruz. Allah af etsin. Amin.

Kitaplara baktığınızda sadatlar o kadar çok değişik rabıta türleri anlatmışlar ki… Bunlara ben hayali rabıta diyorum. Mesala şeyhini deniz farz edeceksin kendini de o deryaya karışmış bir damla. Başka bir tanesinde şeyhini çadır olarak düşüneceksin kendini de o çadırın içinde göreceksin. Şeyhini başındaki kavuk olarak hayal edeceksin… Bütün bu rabıta türlerinin ortak paydasında şeyhin vücudu ortadan kalkıyor , yerine başka nesneler konuluyor, bu nesnelerle mürit kendisini ilişkilendirerek nur, feyz ve nisbete gark oluyor. Bu rabıta türleri zor gibi görünse de aslında çok kolaydır, biraz da bereketlidir. Nefsin de az da olsa hoşuna gider. Fantezi gibi. Ara sıra yapmakta fayda vardır. Nefse aynı yemeği verirseniz bıkar ve homurdanır. Biraz değişiklik onun iştahını artırır.

Mürit günlük hayatında bu rabıtaları arabanın vitesleri gibi kullanmalıdır. Birinden nefsi bıkınca diğerine geçmelidir. Daha doğrusu günlük yaşamın şartlarına göre, kolaylık ve zorluk açısından birini bıraktığında diğerine yönelmelidir. Hayatı, günlük yaşamı baştan sona rabıtalı olmalıdır. Dediğim gibi bu bir incidir katır boncuğu değildir. Rabıtanın kıymetini bilelim.

Dualarınızla. Allah kusurlarımızı bağışlasın, sadatların da himmetini nasib eylesin. Selamun aleyküm.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Dualarınızla. Allah kusurlarımızı bağışlasın, sadatların da himmetini nasib eylesin. Selamun aleyküm.
VeAleyküm Selam Verahmetullahi Veberakatühü...
Allahcc,bereketlendirsin inşaALLAH...
Allahcc,cümle Ümmet-i Muhammedi yakine erdirsin...
Şeytanın ve nefsin şerrinden halas eylesin...
Sevdiği kullarıyla bir ve beraber eylesin..
Allahcc,yolundaki bu güzel tecrübenizi numune eylesin cümle İslama...
Rabbimize emanetsiniz...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...
 

14kartal14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Ağu 2011
Mesajlar
9
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Web Sitesi
www.facebook.com
RABITA bir çeşit sevdiğini hatırlamaktır,Bu Mürşid-i Kamil olursa faydası daha çoktur...geniş bilgi için Eskişehir-Sivrihisar Buhara Köyü diye internetten araştırın...
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
Tasavvuf deryasında yüzebilenlere ne mutlu............
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
[h=2]Kur'an ve Sünnet'in emrettiği rabita[/h]
Bazıları tasavvufta tarif ve tavsiye edilen rabıtayı tenkit etmekteler. Kimi bu tenkidin şiddetini artırıp rabıtaya şirk diyecek kadar ileri gitmektedir. Acaba birisine göre ibadet, diğerine göre felaket olan bu rabıta nedir?

Tasavvufta rabıta, terbiyenin temeli ve en büyük zikir sebebi görülürken, onu şirk gören kimse hangi delil ve mantıkla bu sonuca varabiliyor?

Gerçekten şirke götüren bir rabıta çeşidi mevcut mudur?
Rabıtanın Kur’an ve Sünnet’te bir örneği, benzeri, delili ve tarifi var mıdır? İnsan terbiyesi için rabıtanın gereği nedir? Bütün bunlar, cevap arayan sorulardır.


Aslında çözüm kolaydır. Aramızda bir ihtilaf varsa, yapılacak iş hakeme gitmektir. Din işlerinde hakem Kur’an ve Sünnet’tir. Biz de önce Kur’an ve Sünnet’e bakacağız. Onlarda rabıtanın nasıl ele alındığını inceleyeceğiz.

“Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)

Bu kelimeler kullanıldıkları yere göre, bir şeyin üzerinde sabit durmak, kendini hapsetmek, başkasından kesilip bir şeye tam yönelmek gibi manalar da taşımaktadır. (Razî, Tefsir-i Kebir; Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an; İbnu Kesir, Tefsir.)

Kur’an ve Sünnet’te anlatılan rabıta çeşitleri de, bu manaların birini veya birkaçını içermektedir.

KUR'AN'DA RABITA GEÇİYOR MU?

Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)

Bu ayetteki “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir: Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize girmesine yol vermeyin. Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin. (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsir.)

Yüce Allah’ın her müminden istediği rabıta, kalbini Yüce Allah’a bağlamaktır. Her işte O’nun rızasını gözetmektir. Bütün yaptıklarında helal ve haram sınırına dikkat etmektir. Kalp kâbesini günah kirlerinden temizlemektir. Oraya Allah’ın sevmediği şeyleri sokmamak için gönlü kontrol altında tutmaktır. Kısaca, Yüce Allah’ın düşman olduğu şeyleri gönülden çıkarmak ve kötülüklerin esaretinden kurtulmuş, hür bir müslüman olmaktır.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına ayette anlatılan ribat ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Zor ve sıkıntılı zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl ribat budur, işte asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)

Bu hadisten ribatın iki türlü manasının olduğunu anlıyoruz. Birisi manevi, diğeri maddi sınırları kontrol altında tutmaktır. Korunacak manevi sınırlar ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise düşmanın saldırı noktalarıdır.

Kalbin Yüce Allah ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir. Zahiri düşmanları takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mümin için vazgeçilmez birer vazifedir. Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır.

TEFEKKÜR YA DA VARLIKLARI RABITA

Kur’an ve Sünnet’te emredilen bir diğer rabıta şekli tefekkürdür. Tefekkür etmek, fikretmek, düşünmek aynı şeydir. Hepsi kalple yapılan bir ameldir.

Düşünmek akıllı olmanın gereğidir. İnsanın en başta gelen özelliği düşünmektir. Tefekkür, boş ve gelişi güzel bir düşünce değildir; gizli bir ilim yoludur. Tefekkür kalp aynasında varlıkların iç yüzünü görmektir. Bilinene bakıp gizli olanı fark etmektir. Görünene bakıp görünmeyene ulaşmaktır. Delile bakıp hedefe varmaktır. Tefekkür, sanata bakıp sanatkârı tanımaktır. Kalp gözüyle Yüce Yaratıcı’nın varlıklarda gizlediği ilmini, kudretini, rahmetini ve hikmetini görüp, O’na hayran olmaktır. Bunun sonu O’nu sevmek, zikretmek, yüceltmek ve O’na teslim olup huzura ermektir. Kur’an’da bu sonuç tefekkür, tezekkür, teemmül, tedebbür, ibret, basiret, marifet ve muhabbete bağlanmıştır.

Tefekkürü tarif ettik. Tezekkür, unutulan bir şeyi hatırlamak, unutmamak ve devamlı tekrar ederek onu kalpte tutmaktır. Teemmül, bir şeyi devamlı ve çok yönlü düşünerek içinde saklı olan manayı ortaya çıkarmaktır. Tedebbür, bir şeyi derinlemesine düşünmek ve arkasındaki gizli manayı çözmektir. İbret, bir şeyde verilmek istenen mesajı almaktır. Basiret, işin iç yüzünü görmektir. Marifet, bir şeyi asli haliyle olduğu gibi tanımaktır. Muhabbet, bir şeyi sevmek ve onunla huzur bulmaktır.

Görüldüğü gibi, bütün bunlar bir irade, yöneliş, gayret, iman ve sabır istemektedir.

'MÜRŞİD YERİNE ALLAH'I DÜŞÜN' SÖZÜ DOĞRU MU?

Yüce Allah’ın zatı hariç, her şey düşünülebilir. Yüce Allah’ın zatı hiçbir şeye benzemediği için onu düşünmek mümkün değildir. Rasuiullah s.a.v. Efendimiz, bu konuda şu ölçüyü önümüze koymuştur:

“Allah Tealâ’nın zatını tefekkür etmeyin/düşünmeyin. O’nun nimetlerini ve yarattığı varlıkları düşünün. Çünkü siz Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Evsat; Beyhakî, Şuabu’l-İman; Elbanî, Sahiha.)

Alimlerimiz bu hadisten hareketle şu temel kaideyi tespit etmişlerdir: “Her ne ki hayal edilir, o Allah değildir.” (Şa’ranî, el-Yevakıt). Yüce Allah’ın dışındaki her varlık düşünülebilir ve nasıl olduğu hayal edilebilir. Fakat Allah nasıl acaba diye düşünülmez, düşünülemez.

Bu hadis, niçin bir mürşidi düşünüyorsunuz da Allah’ı düşünmüyorsunuz, diyenlere cevap vermektedir. Kâmil mürşid, bir varlıktır, kuldur, edep ve takva sahibi salih bir insandır. Allah’ın dostu, halifesi, şahidi, delili ve davetçisidir. Onu düşünmek, hayal etmek, kalpte canlandırmak, gönülde şekillendirmek, rabıta yapmak mümkündür, fakat bu durum Yüce Allah’ın zatı için mümkün değildir.

AYETLER, İBRETLER

Yüce Allah, Kur’an’da bütün varlıklara, yerlere, göklere, dağlara, denizlere, aya, güneşe, yıldızlara, geceye, gündüze, yağmura, rüzgara, insana, bitkilere, hayvanlara, tarihte olan olaylara “ayet”, “delil” ve “ibret” ismini veriyor ve onların yaratılmasına, seyrine, sevk ve idaresine, hareket ve sonuçlarına ibretle bakmamızı, onların üzerinde derin derin düşünmemizi emrediyor. Bir sivrisineğin halini, arının yaptığı balı, örümceğin ördüğü ağı misal vererek, akıl sahiplerinin ibret almasını istiyor. Cennet, Cehennem, Sırat, Mizan ve diğer ahiret hallerini safha safha anlatarak, hepsi üzerinde düşünülmesini bekliyor.

Kısaca önümüze iki türlü ayet konmuştur. Birisi Kur’an ayetleri, diğeri kainat ayetleridir. Yüce Allah, bütünüyle Kur’an ayetlerini düşünüp öğüt almamız ve Allah’ın tek ilâh olduğunu anlamamız için indirdiğini haber veriyor. (Nisa, 82; Yusuf, 2; İbrahim, 52 v.d.)

Aynı şekilde yerler, gökler ve içindekilerin de aynı hedef için yaratıldığını bildiriyor ve onlardaki bu ilmi insanların okumasını, içindeki mesajı almasını istiyor. (Bakara, 164; Âl-i İmran, 190-191; Yunus, 101 v.d.)

Bu ayetler bize sadece kainatta olanı biteni haber vermek, onların isimlerini öğretmek ve arada bir kendilerini konu etmek için anlatılmıyor. Bunların tek hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a bağlamaktır. Çünkü disiplinli düşünmek, bir halden diğerine geçmek içindir. Tefekkürle kalp dirilir, hali değişir, sıfatı güzelleşir. Bu dirilik ve güzellik diğer lâtifelere yansır. Kalp gibi ruh, sır, hafi, ahfa, vicdan, akıl ve şuur da ayet ve delilleri tefekkürün sonucu oluşan ilim ve feyzden nasiplenir. Sonuç güzel ahlâktır.

Tefekkürle cehaletten ilme, dünya hırsından zühde, kibirden tevazuya, benlikten edebe, nefretten sevgiye, korkudan emniyete, vesveseden zikre, boş işlerden ibadete, fani dostlardan ebedi sevgiliye yöneliş ve geçiş sağlanır. İşte buna seyr u sulûk, yani Allah’a gitmek denir. Bu hedefe giderken her şey bir vesileden ibarettir. Tefekkür de en güzel vesiledir. Bunun için, “uyanık kalple bir saat tefekkür yapmak, gaflet içinde bir sene ibadet yapmaktan hayırlıdır” denmiştir. (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Gazalî, İhya)

Kur’an’da, ayetlerden ibret almak ve sonuç çıkarmak için samimi iman, uyanık kalp, güzel yöneliş, takva, temiz akıl ve sabır gerekli görülmüştür. İman etmeyen ve aklı midesine, kulağı para sesine, gözü cüzdanına bağlı yaşayan kimseler, bu halleriyle kör, sağır, dilsiz, hissiz ve kıymetsiz birer varlık olarak tanıtılmıştır.

Görüldüğü gibi tefekkür lazımdır. Tefekkürün hedefi şirkten kurtulmak, tevhide ve şükre ulaşmaktır. Bu şekilde tefekkür etmek, ibret almak, kendini kontrol etmek ve amellerini muhasebeye çekmek her müminin günlük amelleri arasında yerini almalıdır. Hadiste, aklı başında olan her müminin, gününün bir kısmını bu tefekkür için ayırması gerektiği belirtilmiştir. (İbnu Hıbban, Sahih; Ebu Nuaym, Hilye)

MUHABBET RABITASI

Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan birisi de muhabbet rabıtasıdır. Muhabbet rabıtası kalbi Allah’ın sevdiği şeylere bağlamak ve onları Allah için sevmektir. Bu sevilecek kimselerin başında Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz gelmektedir. Yüce Allah onu sevginin imamı, delili ve rehberi yapmıştır. (Âl-i İmran, 31; A’raf, 157-15
cool.gif
O’na uymadan Allah’ı seviyorum demek yalandır.


Rasulullah s.a.v. Efendimiz, kendisi için her müminden şu derece bir sevgi ve kalp bağı istemektedir: “Sizden biriniz beni kendi nefsinden, ailesinden, çocuklarından, anne babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe, tam iman etmiş olmaz, gerçek imanın tadını tadamaz.” (Buharî, Müslim, İbnu Mace, Ahmed)

Ayrıca her müminden Ashab-ı Kiram’ı, alimleri, salihleri ve mümin kardeşlerini sevmesi, onları hayırla anması, kalbinde onlara yer vermesi, dualarına katması, onlarla ilgilenmesi istenmektedir. “Birbirinizi sevmedikçe mümin olamazsınız” hadisi, bu sevgiyi anlatmaya yeterlidir. Yüce Allah’ın: “Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur.” (Hud, 113) uyarısını her kalp sahibi dikkate almalıdır. “Ey iman edenler Allah’tan korkun ve benim sadık kullarımla beraber olun.” (Tevbe, 119) ayeti, kalbin kimlere yönelmesi ve bağlanması gerektiğini göstermektedir.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ÖLÜM RABITASI

Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan biri de ölüm rabıtasıdır. Kur’an’da insanı dehşete düşürecek, hayrete sevkedecek ölüm halleri, kıyamet sahneleri ve ahiret manzaraları anlatılmaktadır. Bunlarla kalp dünyadan çekilip ebedi ahiret yurduna yöneltilmek istenmektedir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Abdullah b. Ömer’e: “Kendini ölmüş ve kabre girmiş say.” (Tirmizî, Ahmed) buyurarak ölüm rabıtasını tavsiye etmiştir. Bu rabıta ile insanın dünyanın boş sevgi ve zevklerinden çekilip ebedi ahiret güzelliklerine yöneleceğini, gafletin gidip kalbin dirileceğini ve günahlardan temizleneceğini haber vermiştir. (Tirmizî, Nesaî, Münavî, Beyhakî)

Allah dostları tefekküre büyük önem vermişlerdir. İnsanın terbiyesi, konuşması kadar susmasından da anlaşılır. Ancak, boş konuşma ve kötü düşünce kınandığı gibi, içinde güzel düşünce ve tefekkür olmayan suskunluk da kınanmıştır.

Velilerden Fudayl b. İyaz rh.a. der ki: “Tefekkür bir aynadır. Sana iyiliklerini ve kötülüklerini gösterir. Onda kalbinin halini görürsün.”

Alimlerden Abdullah b. Mübarek rh.a., velilerden Sehl b. Ali k.s.’yi derin bir tefekküre dalmış halde gördü. Onun ahiret hallerini düşündüğünü anladı ve “Nereye kadar ulaştın?” diye sordu. O da, “Sırat köprüsüne kadar.” cevabını verdi.

Bişr b. Haris rh.a., tefekkürle elde edilecek sonucu şöyle özetler: “Eğer insanlar Yüce Allah’ın büyüklüğünü anlayabilselerdi, ona isyan etmezlerdi.”

RABITANIN SONUCU

Tasavvuf büyüklerinin tarif ve tatbik ettiği rabıta da yukarıda anlatılan tefekkür çeşitlerinden birisidir. Rabıta, görülmesi Yüce Allah’ı hatırlatan kâmil bir veliyi gönül aynasında seyretmek ve üzerinde zuhur eden ilâhi tecellileri görüp, Yüce Allah’ı zikretmekten ibarettir.

Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce Allah’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır. Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir. Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir.

Kısaca rabıta, Allah’ın yeryüzündeki şahidine bakarakallahı tanımaktır.İşte tefekkürün özüde budur
 

bemre

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2011
Mesajlar
2
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ ۚ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَىٰ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ

İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz. ( Zümer -3 )
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
tek soru ; Peygamber as ve ashap ra. bu gün yapılan şekliyle rabıta yapmış mıdır?
Tek cevap; HAYIR.
sonuç ; rabıta bidattır.bidat nedir! sapıklık!

Bu nereden bize geldi? Budizmin yogasını abdest aldırıp islamileştirdiler.
İlk defa kim yaptı veya getirdi ; nakşiler dahil kimse bilmiyor.

Niçin bunu dine soktular?

iki sebep olabilir:
1. Peygamberden zatu envat isteyen sahabe gibi iyi niyetle fakat yanlış amelle
""""Ebu Vakid el Leysi radiyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Huneyn’e çıkmıştık. Biz küfürden yeni uzaklaşmıştık. Müşriklere ait bir sidre ağacı vardı. Onun altında ibadet niyeti ile oturur ve ona silahlarını asarlardı. Ona zatu envat denirdi. Biz de bir sidre ağacının yanından geçtik. Dedik ki:

"Ey Allah’ın Rasulü! Bize, onların zatu envatı gibi bir zatu envat tayin et!"

Bunun üzerine Nebi aleyhisselam:

"Allah’u Ekber! Nefsim elinde olana yemin olsun ki, israil oğullarının dediği gibi dediniz:

"Onlar Musa aleyhisselam’ya dediler ki: "Onların sahip olduğu ilah gibi bize de bir ilah yap!"

Musa aleyhisselam onlara dedi ki:

"Muhakkak ki sizler cahil bir kavimsiniz."

(Sonra Rasulullah şöyle dedi): "Muhakkak ki sizler, sizden öncekilerin gitmiş olduğu yola gidiyorsunuz."

2.Kötü niyetle dini tahrif için

bize düşen dini Allaha has kılmak,zatü envat aramak değil.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt