Reyhani_konyevi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Mar 2012
- Mesajlar
- 834
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 33
15. FASIL: MÜSLÜMANLARIN TEHLİL ve TEKBİR GETİRMELERİYLE DÜŞMAN EVLERİNİN SARSILMASI
Rum Kralı Herakl’ın Sarayının Sarsılması
- Ben ve başka bir kişi Rum kralı Herakl’e gönderildik. Onu İslâm’a davet edecektik. Yola çıktık ve Şam’a vardık. O zaman Herakl adına Şam’ı, Ğassan oğulları idare ediyordu. Cebele b. Eyhem el-Ğassani’nin konağına inerek görüşmek için izin istedik. Cebele yanımıza bir elçi gönderdi.
“Biz elçi ile konuşmayız. Ancak krala gönderildik. Eğer izin verirse kendisiyle görüşürüz. Aksi takdirde elçi ile konuşamayız” dedik. Elçi ona gitti, bu haberi iletince bize içeri girmek için izin verdi.
“Konuşunuz” dedi. Hişam b. As konuştu, onu İslâm dinine davet etti. Sırtında siyah elbiseler vardır. Hişam bu elbiselerin ne olduğunu sordu. Ben bu elbiseleri sizi Şam’dan çıkarıncaya kadar çıkarmamak üzere yemin ederek giydim” dedi. Ben
“Allah’a yemin ederim ki, senin konağını bile elinden alacağız. Hatta Allah izin verirse büyük kralın mülkünü de elinden alacağız. Peygamberimiz bunu bize haber verdi” dedim. O
“Siz bu mülkü alacak kimseler değilsiniz. Onlar gündüzü oruç, geceyi ibadetle geçiren bir topluluktur. Sizin orucunuz nasıldır?” diye sordu. Biz ona orucumuzdan haber verince yüzü simsiyah kesilerek
“Gidiniz!” dedi ve bizimle beraber bir elçiyi de krala gönderdi. Biz çıktık kralın bulunduğu şehre yaklaştığımızda bizimle beraber bulunan elçi
“Sizin bu hayvanlarınız kralın şehrine giremez. İsterseniz size buradan atlar, katırlar temin edelim” dedi. Biz de
“Allah’a yemin ederiz ki, biz ancak bu hayvanların sırtında oraya gireriz” dedik. Bu haberi krala gönderdiler. Kral aynı bineklerimizin sırtında şehre girmemize izin verdi. Kılıçlarımız boynumuzda olduğu halde şehre girdik, onun konağına geldik. Konağın tam kapısında indik. O bize bakıyordu. Biz
“Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber” demeye başladık. Allah bilir ki, konak sanki şiddetli bir rüzgara maruz kalmış bir hurma dalı gibi sallandı. Bunun üzerine bize haber göndererek
“Dininizin gereklerini yüksek sesle yerine getirerek bizi rahatsız etmeye hakkınız yoktur” dedi ve bize yanına girmek için izin verdi. İçeri girdik, baktık ki bir yatak üzerinde oturuyor. Yanında Rumlardan harb uzmanları vardı. Odasındaki her şey kırmızıydı. Biz ona yaklaştığımızda gülerek
“Bize aranızdaki usûle göre selâm verseydiniz ne olurdu?” dedi. Yanında duran ve çok güzel Arapça konuşan adamına
“Bizim selâmımız size uygun değildir. Sizin selâmınız da bize uygun değildir” dedik.
“Peki, sizin aranızdaki selâm nedir?” dedi.
“Selâmımız esselâmü aleyke’dir” diye cevap verdik.
“Peki, siz kralınıza nasıl selâm veriyorsunuz?” dedi.
“Aynı şekilde” dedik.
“Sizin sözlerinizin en büyüğü hangisidir?” dedi.
“Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber’dir” dedik. Biz bunu söylerken -Allah biliyor- saray o kadar sallandı ki kral başını kaldırıp tavana baktı ve
“Söylediklerinizden sarayım sallandı, bu sözü evlerinizde söylediğinizde evleriniz de sallanır mı?” dedi.
“Hayır, biz bunu ilk defa burada gördük” dedik.
“Keşke bunları söyleyince her şey başınıza yıkılsaydı da sizden kurtulsaydık. Hiç şüphe yok ki, toprağımın yarısı elimden çıkacak” dedi. Sonra bize bir çok soru sordu. Biz de cevap verdik. Sonunda
“Namaz ve orucunuz nasıldır?” dedi. Ona da cevap verdikten sonra
“Kalkın” dedi ve bize güzel bir oda ile bol yemek hazırlanmasını emretti. İlk gece orada kaldıktan sonra bir adam göndererek bizi çağırttı. Yanına vardığımızda önceki sorduklarını tekrar sordu. Biz de aynı şekilde cevaplandırdık. Sonra emretti, dört köşeli, altın yaldızlı büyük bir kutu getirdiler. Kutunun içinde küçük gözler vardı. Her gözün kilidi ve kapısı bulunuyordu. O gözlerden birini açarak, siyah renkli, ipekli bir bohça çıkardı. Bohçayı açınca içinden kırmızı bir resim çıktı. Gözleri büyük, kalçaları kalın, boynu hiç görmediğim kadar uzun bir adam resmiydi. Gür sakallı ve Allah’ın yarattıklarının en güzeli denecek kadar güzel, saçında iki örgü bulunan bu adamın resmini bize göstererek
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Adem’dir” dedi. İnsanların en sık saçlısıydı. Sonra başka bir gözü açtı, oradan da siyah renkli bir ipekli çıkardı. Üstünde beyaz bir resim vardı. Saçı koyu burçak renginde, gözleri kırmızı, başı büyükçe ve sakalı güzeldi. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Nuh’dur” dedi. Sonra başka bir gözden, siyah bir ipekli parçasının içinden, başka bir resim daha çıkardı. O da beyaz renkli, gözleri güzel, alnı geniş, yüzü uzunca, sakalı beyaz ve gülümseyen bir adamın resmiydi.
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. İbrahim’dir” dedi. Başka bir gözü daha açtı. Oradan da beyaz bir resim çıkardı. Allah’a yemin ederim ki, aynen Hz. Peygamber’e benziyordu. Bize
“Peki, bunu tanıyor musunuz?” dedi. Ağlayarak
“Evet, bu Allah’ın peygamber’i Hz. Muhammed’dir” dedik. Yanılmıyorsam ayağa kalkıp oturdu ve
“Evet, vallahi odur” dedi. “Sen onu görmüş gibi tanıyorsun” dedik. Biraz baktıktan sonra
“Aslında bu resim en son gözde bulunuyordu. Fakat sizi denemek için sırasını bozdum. Ne diyeceğinizi merak ettim” dedi. Bir başka gözü daha açtı ve içinden siyah bir ipekli daha çıkardı. Ondan da, kıvırcık saçlı, esmer, gözleri çukur, keskin bakışlı, asık suratlı dişleri sık ve üstüste gelmiş, öfkeli gibi dudakları kalkık bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik. “Bu Hz. Musa’dır” dedi. Bunun yanında bir resim daha vardı. Saçı yağlı, alnı geniş, gözlerinde hafif şaşılık bulunan bir adamın resmiydi. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu İmran oğlu Harun’dur“ dedi. Başka bir gözü daha açtı. Beyaz renkli bir ipekli çıkardı. Bunun içinden de, esmer, uzuna yakın orta boylu ve dargınmış gibi duran bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Lût’tur” dedi. Bir gözü daha açarak beyaz bir ipekli çıkardı. Bundan da, beyaz renkli, gül yanaklı, burnunun ortası yüksek ve güzel yüzlü bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. İshak’tır” dedi. Bir gözü daha açarak yine beyaz bir ipekli çıkardı. Ondan da Hz. İshak’a benzer bir resim çıktı. Ancak bunun dudağında siyah bir ben vardı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Yakub’dur” dedi. Bir göz daha açtı, beyaz bir ipekli daha çıkardı. Onun içinden de beyaz, güzel gözlü, burnunun ortası yüksek, biçimi güzel, yüzü nurlu, yüzünde huşû ve Allah korkusu görülen, rengi hafif kırmızı bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu peygamberlerinizin atası Hz. İsmail’dir” dedi. Bir göz daha açtı. Oradan da beyaz bir ipekli çıkardı. İçinden Hz. Adem’e benzeyen bir resim vardı. Resimdeki adamın yüzü güneş gibi parlıyordu. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Yusuf’tur” dedi. Bir başka göz daha açtı, oradan da yine beyaz bir ipekli çıkardı. İçinden de, kırmızı yüzlü, ince bacaklı, gözleri küçük, karnı büyük, orta boylu ve boynunda kılıç asılı bir adam resmi çıkardı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Davud’dur” dedi. Başka bir gözden yine beyaz bir ipekli çıkardı, onda da, kolları kalın, bacakları uzun ve ata binmiş bir adam resmi vardı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Davud’un oğlu Hz. Süleyman’dır” dedi. Bir başka göz daha açarak siyah bir ipekli çıkardı. Ondan da, geniş, beyaz, simsiyah sakallı, gür saçlı, güzel gözlü, nur yüzlü bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Meryem’in oğlu Hz. İsa’dır” dedi. Biz
“Bu resimleri nereden buldunuz‘? Bunlar asıllarının aynısıdır. Çünkü biz peygamberimizi gördük. Onun resmi aynen kendi gibidir” dedik. O da, bize
“Hz. Adem, soyundan gelecek bütün peygamberleri kendisine göstermesi için rabbine niyazda bulunmuş. Allah da ona bütün peygamberlerin resmini indirmişti. Bu resimler, Hz. Adem’in batı tarafındaki hazinesindeyken, Zülkarneyn orayı ele geçirdiğinde resimleri alarak Danyal’a vermişti” dedi. Sonra da Allah’a yemin ederim ki, saltanatımı terkedip sizin en kötünüze, ölünceye kadar kölelik yapmaya razıyım” dedi. Sonra bize büyük ikramlarda bulunup hürmet ve sevgiyle bizi uğurladı. Biz, Ebubekir’in yanına döndüğümüzde, olanları anlattık. Ebubekir ağlayarak
“Doğrudur. Bir düşkün bile Allah hakkında hayır dilerse ona hayır verir. Allah’ın rasûlü bize, hristiyan ve yahudilerin kitablarında kendisinin vasıflarının bulunduğunu bize söylemedi mi?” dedi.[1]
________________________________________
[1] Tefsir-i İbn Kesir, II/251; Kenz, V/322; Bidaye, VI/64; Heysemi, VIII/234; Ebu Nuaym, Delâil, s. 9 (Hakim b. As el-Emevi’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 4/325-328.
-----------
ACABA BU RESİMLER İSTANBUL TOPKAPI SARAYINDA OLABİLİR Mİ? büyük ihtimal vatikan'dadır.
Rum Kralı Herakl’ın Sarayının Sarsılması
- Ben ve başka bir kişi Rum kralı Herakl’e gönderildik. Onu İslâm’a davet edecektik. Yola çıktık ve Şam’a vardık. O zaman Herakl adına Şam’ı, Ğassan oğulları idare ediyordu. Cebele b. Eyhem el-Ğassani’nin konağına inerek görüşmek için izin istedik. Cebele yanımıza bir elçi gönderdi.
“Biz elçi ile konuşmayız. Ancak krala gönderildik. Eğer izin verirse kendisiyle görüşürüz. Aksi takdirde elçi ile konuşamayız” dedik. Elçi ona gitti, bu haberi iletince bize içeri girmek için izin verdi.
“Konuşunuz” dedi. Hişam b. As konuştu, onu İslâm dinine davet etti. Sırtında siyah elbiseler vardır. Hişam bu elbiselerin ne olduğunu sordu. Ben bu elbiseleri sizi Şam’dan çıkarıncaya kadar çıkarmamak üzere yemin ederek giydim” dedi. Ben
“Allah’a yemin ederim ki, senin konağını bile elinden alacağız. Hatta Allah izin verirse büyük kralın mülkünü de elinden alacağız. Peygamberimiz bunu bize haber verdi” dedim. O
“Siz bu mülkü alacak kimseler değilsiniz. Onlar gündüzü oruç, geceyi ibadetle geçiren bir topluluktur. Sizin orucunuz nasıldır?” diye sordu. Biz ona orucumuzdan haber verince yüzü simsiyah kesilerek
“Gidiniz!” dedi ve bizimle beraber bir elçiyi de krala gönderdi. Biz çıktık kralın bulunduğu şehre yaklaştığımızda bizimle beraber bulunan elçi
“Sizin bu hayvanlarınız kralın şehrine giremez. İsterseniz size buradan atlar, katırlar temin edelim” dedi. Biz de
“Allah’a yemin ederiz ki, biz ancak bu hayvanların sırtında oraya gireriz” dedik. Bu haberi krala gönderdiler. Kral aynı bineklerimizin sırtında şehre girmemize izin verdi. Kılıçlarımız boynumuzda olduğu halde şehre girdik, onun konağına geldik. Konağın tam kapısında indik. O bize bakıyordu. Biz
“Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber” demeye başladık. Allah bilir ki, konak sanki şiddetli bir rüzgara maruz kalmış bir hurma dalı gibi sallandı. Bunun üzerine bize haber göndererek
“Dininizin gereklerini yüksek sesle yerine getirerek bizi rahatsız etmeye hakkınız yoktur” dedi ve bize yanına girmek için izin verdi. İçeri girdik, baktık ki bir yatak üzerinde oturuyor. Yanında Rumlardan harb uzmanları vardı. Odasındaki her şey kırmızıydı. Biz ona yaklaştığımızda gülerek
“Bize aranızdaki usûle göre selâm verseydiniz ne olurdu?” dedi. Yanında duran ve çok güzel Arapça konuşan adamına
“Bizim selâmımız size uygun değildir. Sizin selâmınız da bize uygun değildir” dedik.
“Peki, sizin aranızdaki selâm nedir?” dedi.
“Selâmımız esselâmü aleyke’dir” diye cevap verdik.
“Peki, siz kralınıza nasıl selâm veriyorsunuz?” dedi.
“Aynı şekilde” dedik.
“Sizin sözlerinizin en büyüğü hangisidir?” dedi.
“Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber’dir” dedik. Biz bunu söylerken -Allah biliyor- saray o kadar sallandı ki kral başını kaldırıp tavana baktı ve
“Söylediklerinizden sarayım sallandı, bu sözü evlerinizde söylediğinizde evleriniz de sallanır mı?” dedi.
“Hayır, biz bunu ilk defa burada gördük” dedik.
“Keşke bunları söyleyince her şey başınıza yıkılsaydı da sizden kurtulsaydık. Hiç şüphe yok ki, toprağımın yarısı elimden çıkacak” dedi. Sonra bize bir çok soru sordu. Biz de cevap verdik. Sonunda
“Namaz ve orucunuz nasıldır?” dedi. Ona da cevap verdikten sonra
“Kalkın” dedi ve bize güzel bir oda ile bol yemek hazırlanmasını emretti. İlk gece orada kaldıktan sonra bir adam göndererek bizi çağırttı. Yanına vardığımızda önceki sorduklarını tekrar sordu. Biz de aynı şekilde cevaplandırdık. Sonra emretti, dört köşeli, altın yaldızlı büyük bir kutu getirdiler. Kutunun içinde küçük gözler vardı. Her gözün kilidi ve kapısı bulunuyordu. O gözlerden birini açarak, siyah renkli, ipekli bir bohça çıkardı. Bohçayı açınca içinden kırmızı bir resim çıktı. Gözleri büyük, kalçaları kalın, boynu hiç görmediğim kadar uzun bir adam resmiydi. Gür sakallı ve Allah’ın yarattıklarının en güzeli denecek kadar güzel, saçında iki örgü bulunan bu adamın resmini bize göstererek
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Adem’dir” dedi. İnsanların en sık saçlısıydı. Sonra başka bir gözü açtı, oradan da siyah renkli bir ipekli çıkardı. Üstünde beyaz bir resim vardı. Saçı koyu burçak renginde, gözleri kırmızı, başı büyükçe ve sakalı güzeldi. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Nuh’dur” dedi. Sonra başka bir gözden, siyah bir ipekli parçasının içinden, başka bir resim daha çıkardı. O da beyaz renkli, gözleri güzel, alnı geniş, yüzü uzunca, sakalı beyaz ve gülümseyen bir adamın resmiydi.
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. İbrahim’dir” dedi. Başka bir gözü daha açtı. Oradan da beyaz bir resim çıkardı. Allah’a yemin ederim ki, aynen Hz. Peygamber’e benziyordu. Bize
“Peki, bunu tanıyor musunuz?” dedi. Ağlayarak
“Evet, bu Allah’ın peygamber’i Hz. Muhammed’dir” dedik. Yanılmıyorsam ayağa kalkıp oturdu ve
“Evet, vallahi odur” dedi. “Sen onu görmüş gibi tanıyorsun” dedik. Biraz baktıktan sonra
“Aslında bu resim en son gözde bulunuyordu. Fakat sizi denemek için sırasını bozdum. Ne diyeceğinizi merak ettim” dedi. Bir başka gözü daha açtı ve içinden siyah bir ipekli daha çıkardı. Ondan da, kıvırcık saçlı, esmer, gözleri çukur, keskin bakışlı, asık suratlı dişleri sık ve üstüste gelmiş, öfkeli gibi dudakları kalkık bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik. “Bu Hz. Musa’dır” dedi. Bunun yanında bir resim daha vardı. Saçı yağlı, alnı geniş, gözlerinde hafif şaşılık bulunan bir adamın resmiydi. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu İmran oğlu Harun’dur“ dedi. Başka bir gözü daha açtı. Beyaz renkli bir ipekli çıkardı. Bunun içinden de, esmer, uzuna yakın orta boylu ve dargınmış gibi duran bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Lût’tur” dedi. Bir gözü daha açarak beyaz bir ipekli çıkardı. Bundan da, beyaz renkli, gül yanaklı, burnunun ortası yüksek ve güzel yüzlü bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. İshak’tır” dedi. Bir gözü daha açarak yine beyaz bir ipekli çıkardı. Ondan da Hz. İshak’a benzer bir resim çıktı. Ancak bunun dudağında siyah bir ben vardı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Yakub’dur” dedi. Bir göz daha açtı, beyaz bir ipekli daha çıkardı. Onun içinden de beyaz, güzel gözlü, burnunun ortası yüksek, biçimi güzel, yüzü nurlu, yüzünde huşû ve Allah korkusu görülen, rengi hafif kırmızı bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu peygamberlerinizin atası Hz. İsmail’dir” dedi. Bir göz daha açtı. Oradan da beyaz bir ipekli çıkardı. İçinden Hz. Adem’e benzeyen bir resim vardı. Resimdeki adamın yüzü güneş gibi parlıyordu. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Yusuf’tur” dedi. Bir başka göz daha açtı, oradan da yine beyaz bir ipekli çıkardı. İçinden de, kırmızı yüzlü, ince bacaklı, gözleri küçük, karnı büyük, orta boylu ve boynunda kılıç asılı bir adam resmi çıkardı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Davud’dur” dedi. Başka bir gözden yine beyaz bir ipekli çıkardı, onda da, kolları kalın, bacakları uzun ve ata binmiş bir adam resmi vardı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Davud’un oğlu Hz. Süleyman’dır” dedi. Bir başka göz daha açarak siyah bir ipekli çıkardı. Ondan da, geniş, beyaz, simsiyah sakallı, gür saçlı, güzel gözlü, nur yüzlü bir adam resmi çıktı. Bize
“Bunu tanıyor musunuz?” dedi.
“Hayır” dedik.
“Bu Hz. Meryem’in oğlu Hz. İsa’dır” dedi. Biz
“Bu resimleri nereden buldunuz‘? Bunlar asıllarının aynısıdır. Çünkü biz peygamberimizi gördük. Onun resmi aynen kendi gibidir” dedik. O da, bize
“Hz. Adem, soyundan gelecek bütün peygamberleri kendisine göstermesi için rabbine niyazda bulunmuş. Allah da ona bütün peygamberlerin resmini indirmişti. Bu resimler, Hz. Adem’in batı tarafındaki hazinesindeyken, Zülkarneyn orayı ele geçirdiğinde resimleri alarak Danyal’a vermişti” dedi. Sonra da Allah’a yemin ederim ki, saltanatımı terkedip sizin en kötünüze, ölünceye kadar kölelik yapmaya razıyım” dedi. Sonra bize büyük ikramlarda bulunup hürmet ve sevgiyle bizi uğurladı. Biz, Ebubekir’in yanına döndüğümüzde, olanları anlattık. Ebubekir ağlayarak
“Doğrudur. Bir düşkün bile Allah hakkında hayır dilerse ona hayır verir. Allah’ın rasûlü bize, hristiyan ve yahudilerin kitablarında kendisinin vasıflarının bulunduğunu bize söylemedi mi?” dedi.[1]
________________________________________
[1] Tefsir-i İbn Kesir, II/251; Kenz, V/322; Bidaye, VI/64; Heysemi, VIII/234; Ebu Nuaym, Delâil, s. 9 (Hakim b. As el-Emevi’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 4/325-328.
-----------
ACABA BU RESİMLER İSTANBUL TOPKAPI SARAYINDA OLABİLİR Mİ? büyük ihtimal vatikan'dadır.