Cennetten pencere
Be*hâ*ed*dîn-i Bu*hâ*rî kud*di*se sir*ruh, ve*fat edin*ce, bü*yük bir ce*ma*at*le kı*lın*dı na*ma*zı. Ve def*ne*dil*di mü*bâ*rek kab*ri*ne.
Bir ta*le*be*si tel*kin ver*di.
Ab*dül*kâ*dir adın*da*ki bir ta*le*be*si, gör*dü*ğü bir vak’ayı şöy*le an*la*tı*yor:
Mü*bâ*rek ho*ca*mı*zı def*ne*din*ce ka*bir*de*ki hâ*li*ni me*rak et*tim.
Ve te*vec*cüh ey*le*dim nûr*lu kab*ri*ne.
Rab*bim kal*dır*dı gö*züm*den per*de*yi.
Vâ*kıf ol*dum ka*bir ah*vâ*li*ne.
Şöy*le ki;
Kab*ri*ne bir pen*ce*re açıl*dı “Cen*net”ten.
Çok gü*zel “iki hû*ri” içe*ri gir*di*ler.
Ön*ce se*lâm ve*rip;
- Efen*dim biz, ni*ce za*man*dır si*zi bek*li*yor*duk. Al*la*hü teâ*lâ biz*le*ri sırf si*zin için ya*rat*tı, de*di*ler.
Ve ek*le*di*ler:
- Siz bun*dan son*ra fe*nâ ve çir*kin hiç*bir şey gör*me*ye*cek*si*niz.
Ho*cam hû*ri*le*ri din*le*di.
Fa*kat hiç il*ti*fat et*me*di on*la*ra.
Hat*tâ göz ucuy*la bi*le bak*ma*dı.
- Bi*ze ni*çin bak*mı*yor*su*nuz? de*di*ler.
Ce*vâ*ben;
- Rab*bi*min dî*dâ*rı*nı gör*me*dik*çe On*dan baş*ka hiç*bir şe*yi gör*me*me*ye ah*det*tim, bu*yur*du.
Ve ek*le*di:
- Be*ni se*ven*le*re şe*fa*at et*me*dik*çe de hiç kim*se ile meş*gûl ol*ma*ya*ca*ğım.
PEY*GAM*BER*LİK VA*Zİ*FE*Sİ
Bu zat, bir gün bâ*zı genç*le*re “Emr-i mâ*ruf”un öne*mi*ni an*la*tı*yor*du ki, bir ara;
- Bir in*sa*nın kur*tu*lu*şu*na se*bep ol*mak, Pey*gam*ber*lik gö*re*vi yap*mak*tır, bu*yur*du.
Şa*şır*dı*lar:
- Pey*gam*ber*lik gö*re*vi mi efen*dim?
- Evet. Bü*tün Pey*gam*ber*le*rin bir tek va*zî*fe*le*ri var*dı ki, o da, in*san*la*rı gaf*let*ten uyan*dır*mak ve Al*la*hın bir*li*ği*ni her*ke*se teb*lîğ et*mek*ti, bu*yur*du.
Ve ek*le*di:
- Emr-i mâ*ruf da bu*nun için ya*pı*lır iş*te
Be*hâ*ed*dîn-i Bu*hâ*rî kud*di*se sir*ruh, ve*fat edin*ce, bü*yük bir ce*ma*at*le kı*lın*dı na*ma*zı. Ve def*ne*dil*di mü*bâ*rek kab*ri*ne.
Bir ta*le*be*si tel*kin ver*di.
Ab*dül*kâ*dir adın*da*ki bir ta*le*be*si, gör*dü*ğü bir vak’ayı şöy*le an*la*tı*yor:
Mü*bâ*rek ho*ca*mı*zı def*ne*din*ce ka*bir*de*ki hâ*li*ni me*rak et*tim.
Ve te*vec*cüh ey*le*dim nûr*lu kab*ri*ne.
Rab*bim kal*dır*dı gö*züm*den per*de*yi.
Vâ*kıf ol*dum ka*bir ah*vâ*li*ne.
Şöy*le ki;
Kab*ri*ne bir pen*ce*re açıl*dı “Cen*net”ten.
Çok gü*zel “iki hû*ri” içe*ri gir*di*ler.
Ön*ce se*lâm ve*rip;
- Efen*dim biz, ni*ce za*man*dır si*zi bek*li*yor*duk. Al*la*hü teâ*lâ biz*le*ri sırf si*zin için ya*rat*tı, de*di*ler.
Ve ek*le*di*ler:
- Siz bun*dan son*ra fe*nâ ve çir*kin hiç*bir şey gör*me*ye*cek*si*niz.
Ho*cam hû*ri*le*ri din*le*di.
Fa*kat hiç il*ti*fat et*me*di on*la*ra.
Hat*tâ göz ucuy*la bi*le bak*ma*dı.
- Bi*ze ni*çin bak*mı*yor*su*nuz? de*di*ler.
Ce*vâ*ben;
- Rab*bi*min dî*dâ*rı*nı gör*me*dik*çe On*dan baş*ka hiç*bir şe*yi gör*me*me*ye ah*det*tim, bu*yur*du.
Ve ek*le*di:
- Be*ni se*ven*le*re şe*fa*at et*me*dik*çe de hiç kim*se ile meş*gûl ol*ma*ya*ca*ğım.
PEY*GAM*BER*LİK VA*Zİ*FE*Sİ
Bu zat, bir gün bâ*zı genç*le*re “Emr-i mâ*ruf”un öne*mi*ni an*la*tı*yor*du ki, bir ara;
- Bir in*sa*nın kur*tu*lu*şu*na se*bep ol*mak, Pey*gam*ber*lik gö*re*vi yap*mak*tır, bu*yur*du.
Şa*şır*dı*lar:
- Pey*gam*ber*lik gö*re*vi mi efen*dim?
- Evet. Bü*tün Pey*gam*ber*le*rin bir tek va*zî*fe*le*ri var*dı ki, o da, in*san*la*rı gaf*let*ten uyan*dır*mak ve Al*la*hın bir*li*ği*ni her*ke*se teb*lîğ et*mek*ti, bu*yur*du.
Ve ek*le*di:
- Emr-i mâ*ruf da bu*nun için ya*pı*lır iş*te