Büyük Doğu– İBDA - Fıkıh
Sadeddiin Ustaosmanoğlu
Üstad, günahın mânâsı bâbında şöyle der; zamanımızda günah ameli olmaktan çok, itikadidir.
Günahın itikadi bakımdan zuhurunun ön planda olmasının sebebi nedir? Ameli olarak birçok iş ve ibadetin semersiz kalmasından anlaşılıyor ki, hadiselere yansıyan fikir- şuur, olması gereken mevki ve makama yükselememiştir.
İş ve ibadetin, yani amele taalluk eden meselelerin semeresiz kalmasındaki sebep, zaman ve mekân hususiyetlerine nisbetlerinin uygun olmamasıdır. Bu sebeptendir ki “En küçük çaplarda bile doğru siyaset” yapma emrine mutabakatımız zaif kalıyor ve tasarrufsuz mücadelenin kazançsız sonuçlarına dücar kalıyoruz... Uzun yıllardır bu bahtsızlık gölge gibi peşimizde...
Meseleyi anlaşılır hâle getirmeye çalışalım. Ve kestirmeden bir yol izahı olarak şu misâli naklederim; İsrail’in eski Başbakanlarından biri CNN’deki röportajında spikere soruyor; “Arapların (Müslümanlar) demokrasiye karşı teklif edecekleri neleri var?”...
Bu sorunun cevabıdır ki, İslâm âleminin îtikadî günah batağından kurtulmasına sebep olacaktır... Uç bir misalle mevzuyu açarak zamanın akışı içinde yaşanmış yüzlerce, binlerce misâli hatırlamaya çalışalım... Uç mîsâl şu: Harici taifesinin namaz kılmaktan alınları nasır bağlardı ama Hazret-i Ali Kerremellahu Veche onların küfürde olduklarına hükümle öldürülmelerinin gerekliliğine inanır ve onları öldürürdü...
Evet! Secde sebebiyle alınları nasır tutan amel gayretkeşleri ve onların küfrüne hüküm çıkaran Sıhhatli itikat sahibi Hazret-i Ali Radıyallahu Anh.
Şimdi burada, “îtikat” kelimesinden anlaşılması gerekenin ne olduğu üzerinde duralım. İlk etapta aklımıza gelen “Ehl-i Sünnet İtikadı”dır; bu mecburen olması gereken... Asıl mesele bundan sonra başlıyor ki, eksikliği geniş kitleler tarafından çoğunlukla farkedilemez. Ancak; kendini kalabalıklar önünde yürümeye aday görenlerin mutlaka farketmeleri, bilmeleri gerekli olandır.
Bu gereklilik, İslam âleminin iki asırlık yıkım dönemi boyunca hakkiyle yerine getirilmediğindendir ki, İsrail Başbakanı’nın bahsi geçen sorusuna muhatap olmamıza sebep olmuştur.
Palavradan demokrasi şirinliği içinde görünerek zevahiri kurtarmaya çalışanlara söyleyeceğimiz bir şey yok. Zira onlar ince (!) taktiklerle yürüdükleri yollarda, hiçbir zaman, demokrasinin Hıristiyan ruhbanlarının pençesinden kurtulmak isteyenlerin bin bir çileyle buldukları ve “kötünün iyisi” diye tarif ettikleri rejim olduğunu bilmezler. Yahudi Başbakan’ın sorusuna verecekleri cevapları da olmadığından, kör gibi el yordamıyla hakikati bulma teşebbüsüne girerler. Sonra da, bin bir teville meseleyi cilâlarlar.
İtikadi günaha sebep olan eksiklik nedir?
Önce şunu söyleyelim; demokrasi kökünün iyisi, İslam, iyi, doğru ve güzel’in yolu. Beş duyunun yetersizliği, çaresizliği karşısında, insanlığa rahmet olarak sunulmuş İlahî kelâm ve ona nisbetle Peygamberî tavır... Bu tavrın gerekliliği olan “zamanın hakkını vermek” fiilidir ki, itikadî günaha sebep olan eksikliği giderir. Nasıl?
İmam-ı Gazali Hazretleri fıkhı tarif ederken şöyle buyuruyor: “Fıkıh anlayış demektir, lian bahsi, icare bahsi, nikâh bahsini bilmek fıkıh değildir.” Bu sözlerini, Allah’ın Resulüyle mukâlemede bulunup ayrılan kişilerin lian, icare, nikâh gibi bahisler açmamış olmalarına rağmen, Allah Resulünün onların fıkıhçı olduklarını söylemelerine nisbet ederek söylüyor İmam-ı Gazali Hazretleri. Kısaca, fıkıh anlayış demektir.
Bu anlayışın Kur’an’a nisbetle kurulamamış olduğu her dönemde günahlar ameli değil itikadîdir. Zira, hariciler misalinden yola çıkarak her dönemde günahın itikada taalluk eden vechesini görebiliriz... Görebiliriz derken, tabiî olarak şunu kasdetmiş oluyoruz; bunları bizim idrakimize yansıtacak fıkhî anlayış oluşmuşsa şayet görebiliriz.
Bu anlayış yoksa “curcunaya tempo tutmak”ta amelî bir değerdir(!)... Yâni “çok şey yapılır ama, gerekli olan yapılmadığından bir şey yapılmış sayılmaz.” Bunu da anlatamazsanız, posteki saymak daha hayırlı(!) âmel zaviyesindendir.
İdrakimize yansıması gereken fıkhî anlayış’ın ne olduğuna bakalım:
«¦ Sizin “Büyük Doğu İdeali” diye 40 yıldır güttüğünüz bir davâ var... Bu davayı kısaca özleştirir misiniz?
¦Şevkle... “Büyük Doğu ideali” tek zerresini feda etmeksizin islâma yol açmanın sistemidir. Ve bu sistem “Metbu”, yani tâbi olunan bir nizam değil, tâbi olan, kendi özüyle hiçbir istiklâli olmayan; herşeyi, bu cihanda ne varsa hepsini İslâm da bulan, toplayan, gösteren, ve asrın meselelerine tatbik eden bir dünya görüşü... Bu bakımdan İslâma köleliğine rağmen, “Metbu”luk iddiasındaki hiçbir sistemle kıyaslanmaya razı olmayacak bir ideolocya manzumesi... O kadar yeni ve üstün... “Yeni”nin ezel kadar eski olması ve zamanı ezelden ebede kadar kuşatması, birleştirmesi ölçüsüyle yeni ve üstün... İslâmı kör nefislerinde donduranlar, çürütenler ve kokutanlara karşı en büyük darbe; hafakanlar içinde bunalan Batı âlemine karşı da en keskin neşter... » (1)
Evet! ‘Fıkıh anlayış demektir’in iddiacısı ve ispatçısı mevkiinde bulunan Üstad böyle diyor.
Zaman akıp gittiğine göre!? Ne yapmalı?
Tabiî ki, yürüyen Büyük Doğu’yu temin etmeli. Yürüyen Büyük Doğu= İbda.
Herkesin anlayacağı lisanla şu cümleyi nakledelim: “Necip Fazıl’ı anlamak için Salih Mirzabeyoğlu’nu anlamak gerek”... Meselenin Allamelik boyutunda sunîlik yaşamamak için, “Yürüyen”in, sürekli yenilenen fıkıh olduğu hakikatinin anlaşılması luzumludur. Bu luzumun anlaşılmaması gereğindendir ki, demokrasiye karşı teklif edeceğiniz neyiniz var, sorusuna muhatap oluyor cevap veremiyoruz.
Yine bu luzumun anlaşılmaması sebebinden, amelî planda yapıp ettiklerimiz fazlada olsa gerekli faydayı sağlamıyor, itikadi – fıkhî eksikliğimizinin giderilmesi gerektiği şuuruna ulaşabilmemizi temin etmiyor.
Fıkıh anlayış demektir; öyleyse fıkıh; zaman ve makânda eşya ve hadiselere tasarruf gücüne vâkıf Büyük Doğu- İbda demektir. Ve, bu fıkhın temine çalıştığı; Batı tefekkürünü İslâm Tasavvufu karşısında hesaba çekme ameliyesidir.
Bu ameliyenin yavan yansımalarına da dikkat boynumuzun borcudur. Zîra, İslâm Tasavvufuna feraset nazarıyla bakılmadan vede amelî plânda hakkı verilerek yaşanmadan fıkhın kanallarına girmeye çalışmak hikemiyatı felsefeyle karıştırmamıza sebep olur ki, şeriatın kışrında takılıp kalanların işledikleri vahim hatalara karşı tenkitlerimiz kelimelerden ibaret kalmaya mahkum olur. “Bildiklerini yapana Allah bilmediklerini de öğretir” hikmetinden hareketle, bilinenlerin hakkını ince idrak zaviyesinden amel’e yansıtarak vermeliyiz ki, “akıl zoru” yolundan gidip mânâyı kaçıranlardan olmayalım.
“Zikirden başka herşey can çekişmekten ibarettir” diyor Marifetnamede Salih Mirzabeyoğlu... Zikrin mahiyeti konusunda tevile girişmeye gerek yok. İlk anlaşılanın “Lâ İlahe İllellah” olduğu bilenlerce malum ve bunun ısrarla tekrarı sonucu kalpte yer etmesi sonrasındadır ki, tevil hakkına kavuşmuş oluruz. Zikrin kalpte yer etmesinden sonradır ki, tevilin en genişine kadar yollar açılır ve gideni felsefî değil hikemî istikamette dâim kılar.
Bunun zıddıdır ki; İslâm Tasavvufu karşısında Batı tefekkürünü hesaba çekme yükümlülüğünde olanlar, bilmeksizin İslâm Tasavvufunu, Felsefe boyutuna indirir ki, “bulamamacasına arama” bahtsızlığına dûcar kalırlar.
Zâhir ve Bâtın nisbetini dengelemiş olarak fıkha (İslama Muhatap Anlayış) muhatap olanlardır ki, zamanımızın tehlikesi olan “itikadi günah”lardan kendilerini kurtarabilirler. Aksi; “Allah herkese tesellisini ayrı ayrı vermiştir” hikmetince, ya sadece zâhir’in ışığı zannedilen karanlığa, ya da bâtının ışığı zannedilen karanlığa aldanıp mahkum olmaktır.
«¦ Dünya müslümanlarına ve özellikle gençliğe mesajınız?
¦”Bunu aynen yazın! Altını çizin! Bu mesaj benim” ideolocya örgüsü” isimli kitabımda özleştirilmiştir. İslâm alemi, şeriattan zerre feda etmeksizin, onu yeni zaman ve mekâna tatbik edecek mütefekkire muhtaçtır. Yoksa, kaba softa ham yobaz tipi ile cahil ve nasipsiz reformacıya ümit bağlanacak olursa, İslâm aleminin hali şu anda nasılsa işte öyle olur!..»
1-Konuşmalar Sf.128. Necip Fazıl Kısakürek
2-Konuşmalar Sf.296. Necip Fazıl Kısakürek
furkan dergisi