Abdulgaffar AZİZ
Pakistan, varlığını hedef alan büyük tehditler ve meydan okumalarla karşı karşıya. Düşmanlarının çoğunluğu ve bazı ahmak dostları hem kendilerine hem başkalarına verecekleri zararı düşünmeden Pakistan’a zarar verme peşinde koşuyorlar.
Pakistan-Afganistan sınırı -2430 km uzunluğundadır ve kuzey sınır eyaletleriyle Belucistan eyaletini kapsar- önemli değişimlerin yaşandığı sıcak bir saha olarak kabul edilmektedir.
Sınır eyaletlerinde, aralarındaki büyük farklılıklara ve farklı ilaçlara muhtaç olmalarına rağmen tamamı Pakistan Taliban’ı olarak bilinen silahlı gruplar ortaya çıkmıştır.
Belucistan’da ise 70’lerin başında doğu Pakistan’da -şimdiki Bangladeş- revaçta olan partizanlık düzeyinde ayrılıkçı eğilimler gündemdedir.
Sınır Eyaletleri ve Pakistan Taliban’ı
Afganistan’a düzenlenen Amerikan saldırısından bu yana, bu eyaletler özellikle de Afgan sınırına paralel olan hat “teröristlere” destek vermek ve Taliban ile el-Kaide liderlerine yataklık etmekle suçlandı.
O zamandan bu yana Amerikan uçakları -özellikle pilotsuz uçaklar- “bulunmaz hedefler” olarak söylenen yerlere saldırılarda bulunuyor. Bu saldırılarda ölenlerin sayısı 15 bini aşmış durumda. Bu uçaklar taş üstüne taş koymayıp, bütün okulları ve düğün ya da ölüm merasimlerini “bulunmaz hedefler” bahanesiyle bombaladı.
Bu bölgelerde yaşayanlar kendilerini, dayanacak kimsesi sığınacak bir yeri olmayan yetim gibi hissettiler. Daha da kötüsü Pakistan ordusu teröristleri takip etme ve cezalandırmada Amerikan güçlerine katıldı. Çünkü Pervez Müşerref Washington’la yardımlaşma anlaşması imzalamış ve terörizmle savaşta onun birinci müttefiki olmuştu.
Bu arka plandan hareketle Amerikan güçleriyle, onun müttefiki Pakistan ordusu ve kendilerine muhalif herkesle savaşmak için bölge halkından silahlı gruplar oluştu.
Burada kuzey sınır bölgesinin iki kısma ayrıldığını belirtmekte yarar var: Kuzey sınır bölgesi hükümetine bağlı bölgeler ve FATA bölgeleri. (Federally Administrated Tribal Area) Yani doğrudan merkezi hükümet tarafından yönetilen ve eyalet kanunlarının geçerli olmadığı aşiretler bölgesi.
Aşiretler bölgesi 7 idari birimden oluşuyor: Kuzey-güney Veziristan, Bacur, Hayber, Kurram, Muhmand ve Orakzai. Bu bölgelerde yaşayanlar da dünyadaki diğer aşiretle gibi karar bağımsızlığı, direnme gücü, aşiretinden olanlara arka çıkma, düşmandan intikam alma (bu intikam nesiller boyu sürebilir) geleneğine sahip.
Silah erkeğin süsü aynı zamanda da aşiretler arasında caydırıcı denge aracı olarak kabul görmekte. Bu aşiretlerin silahlı adamları 1947 yılında Keşmir eyaletinin üçte birini özgürlüğüne kavuşturan savaşçı öncülerdi. Bu aşiretlerin sınır bölgelerindeki varlığı sayesinde Pakistan buralarda silahlı güçler bulundurma ihtiyacı duymadı. Aşiretler Sovyetlerin Afganistan’da bulunduğu zamanlarda bile emniyet kapakçığı görevi görüyorlardı.
Bütün bu tarihi arka plan, Pervez Müşerref ve onun hükümetinin Amerikan güçlerine karşı verilen savaşta aşiretlerin yanında yer almasını sağlamadı. Bir bütün olmamalarına rağmen Pakistan Taliban’ı olarak adlandırılacakları zamana kadar yerel liderlikler ve farklı adlar altında farklı gruplar ortaya çıktı.
Burada bu gruplardan öne çıkanları ve eğilimlerini zikretmekte yarar var:
1-Aslında iki büyük aşiretin bulunduğu (Mahsud ve Vezir aşiretleri. Bu iki aşiret arasında tarihi rekabetler bulunmaktadır) güney Veziristan’dan Beytullah Mahsud grubu.
2-Molla Nezir grubu. Molla Nezir Veziristan’da Vezir aşiretine bağlı bir Taliban lideridir ve faaliyetlerinin çoğunu Beytullah Mahsud’un aksine Pakistan güçleriyle çatışmaksızın Afganistan’daki Amerikan güçlerine karşı düzenlemektedir. Mahsud, emniyet güçlerine karşı da operasyon düzenlemekte ve bu operasyonların Amerikan saldırıları duruncaya kadar Pakistan Afganistan düzeyinde devam edeceğini ifade etmektedir.
3-Bacur bölgesinde Molla Nezir gibi Amerikan saldırılarına karşı savunma yapmayı istediğini söyleyen Molla Fakir grubu.
4-Svat bölgesinde Molla Sufi Muhammed’in damadı Molla Fadlullah grubu. Molla Fadlullah’ın temel isteği bölgede hükümetin doğrudan nüfuzunu azaltacak şeriatın uygulanması. Bu da Amerikalılarla ittifak kurma politikalarının kendiliğinden sonlanması anlamına geliyor.
5-Sufi Muhammed grubu. Muhammed’in ad, ilk olarak 90’larda seçim ilkesini reddetmesi ve şeriatın uygulanmasını istemesiyle duyuldu. Cemaat-i İslami’nin bölgedeki nüfuzunu azaltmak için kullanılmasının iyi olacağını düşünen bazı hükümet kanalları tarafından destek gördü.
Benazir Butto hükümeti onunla 1994’te şeriat mahkemeleri kurma anlaşması imzaladı. Fakat bu anlaşma uygulanmadı. Mesele Navaz Şerif’in hükümet başkanı olduğu 1998 yılında tekrar gündeme getirildi. Şerif mahkemelerin kurulması anlaşmasını imzaladı fakat anlaşma ancak geçici bir süre uygulandı.
11 Eylül olaylarından sonra Sufi Muhammed Taliban güçlerine bölgeden 20 bin savaşçıyla destek verdi ve azımsanamayacak sayıda silahlı askerle fiilen Afgan topraklarına girdi.
Sufi Muhammed Taliban hükümetinin düşmesinden sonra Pakistan’a döndü ve yakalandı. Serbest bırakılmadı ya da daha doğrusu birkaç ay önce grubu ortaya çıkana kadar hapisten çıkmak istemedi.
Muhammed, hükümet ile Fadlullah grubu arasında daha sonra sebeplerini kısaca özetleyeceğimiz son nefesini veren “şerit mahkemeleri oluşturulması” anlaşmasının imzalanması için aracılık yaptı.
6-Hayber bölgesinde temel yapısı Beriluye ile Deoband medreseleri arasındaki anlaşmazlıklar olan bir grup. (Bu iki medrese İmam Ebu Hanife’nin takipçileridir. Beriluye Sufiliğe daha yakındır ve evliyaları kutsar. Taliban ise Deoband’a bağlıdır)
7-Hangu bölgesinde mezhep yapısına sahip (Şii, Sünni) silahlı gruplar.
8-Kaçırma, banka soyma ve okul yıkma gibi suçlara karışan çeteleri de içinde barındıran silahlı gruplar. Bunların çoğu dışardan ya da hükümet ve muhalifleriyle olan hesaplarını kapatmak isteyenler tarafından destekleniyor. Bu yüzden bölgedeki en tehlikeli silahlı unsurlar olarak kabul ediliyorlar. Bu unsurların bazısı farklı gruplara katılmış bulunuyor.
Bu, sınır eyaletlerindeki silahlı güçlere ait kabataslak bir harita. Göründüğü gibi bunlar farklı meyilleri, istekleri ve bağlılıkları olan ama Pakistan Taliban’ı olarak anılan gruplar. Bütün operasyonlar hatta Amerikan güçleri ya da Pakistan Afganistan sınırı boyunca onlarca büro ve temsilcilik açan Hindistan istihbaratı tarafından düzenlenenler bile bunların üzerine yıkılıyor.
Bu bağlamda değinebileceğimiz en bariz örnek yaklaşık iki ay önce Cuma namazı esnasında yüzlerce sivilin ölümüne sebep olan Camrud mescidinin bombalanması olayıdır ve bu olay Taliban’a yüklenmiştir. O vakit silahlı liderler bu olayla ilişkileri olmadığını bildirdiler ve bölge halkı, o esnada aynı bölgede pilotsuz uçakların sesini duyduklarını söylediler.
Bir Araya Gelme Planları ve Anlaşmaların Geleceği
Bu silahlı gruplar arasındaki ortak noktalara bakarsak şunları görürüz:
1-Komşu ülkeler tarafından desteklenenler hariç grupların hepsi ayrılıkçı eğilimlere pirim vermeyen ulusal unsurlardır. Bu, ulusalcılığın güçlenmesine ve en nihayetinde bütün bu grupların vatanın yüksek çıkarlarını savunma operasyonlarına katılmalarına yardımcı olabilir.
2-Bütün bu gruplar, Amerikan’ın Afganistan işgalini ve Pakistan hükümetinin Amerikan diktelerine boyun eğmesini reddetmektedir.
3-Hepsi silahlı ve inatçı unsurlardır. Onlara karşı silah kullanılması ancak şiddete ve kan dökülmesine sebep olur. Bu da aşiretler arasında kin ve intikam duygusunu doğurur.
Bu üç verinin değerlendirilmesiyle bölgedeki şiddet dalgasının önünü alacak sağlam zemini oluşturmak mümkündür. Herkes bu konuda çok sayıda girişimde bulunulduğun, büyük Afgan şurası Loya Jirga adına onlarca müzakere turu düzenlendiğini biliyor.
Bu müzakerelerden bazısı hükümetle silahlı gruplar arasında anlaşmayla sonuçlandı. Fakat işin garip tarafı anlaşmaların tümü uygulamaya geçmeden önce Amerikan idaresi tarafından eleştirildi ve Amerikan güçleri ya da kimliği bilinmeyen unsurlar tarafından anlaşmanın bentleri daha tamamlanmadan ya da uygulamaya geçmeden önce bölgeye silahlı saldırılar düzenlenince de rafa kaldırıldı.
Bazı durumlarda da taraflardan biri uygulamayı geciktirdi. O esnada bölge yeni bir kanlı çarpışma dalgasını alevlendiren askeri gelişmelere tanık oldu. Bu turların sonuncusu Svat’taydı. Güvenliğin çökmesi görüşme turlarının yapılmasına sebep oldu. Sufi Muhammed müzakerelerde aracı olacağını bildirdi. Daha sonra bir anlaşma imzalandı ve bu (sadece şeriat mahkemelerinin kurulmasından ibaret olmasına rağmen) “Svat Şeriatı Uygulama Anlaşması” olarak adlandırıldı. Bölgeye yeniden istikrar ve güven ortamı hakim oldu… Ama Amerikan idaresi medyanın borusunu öttürdü… Sonra yaptığı resmi açıklama yağmuruyla, anlaşmayı silahı güçlere boyun eğme ve Pakistan hükümetinin başkente çok yaklaşmış olan bu kişiler üzerindeki hakimiyetini kaybetme ve Pakistan Talibanı’nın hakimiyetinin Pakistan ve onun nükleer silahı üzerinde gerçek bir tehlike oluşturması şeklinde tanımladı.
Daha sonra Zerdari hükümeti ve bölgesel hükümetin şeriat mahkemelerinin kurulması ve yargıçların Taliban’la istişare edilerek tayin edilmesiyle ilgili son maddesini uygulamadığını gördük. O esnada bazı silahlı unsurlar Svat’a yakın bölgelere doğru ilerlediler. Bu durum, Pakistan ordusuyla Taliban arasında şiddetli çarpışmaların yaşanmasına sebep oldu. Diğer bir ifadeyle Svat anlaşması tarihe karıştı… Bölge Taliban’la ordu arasında çatışmalara tanık oldu. Bu çatışmalarda Sufi Muhammed’in oğullarından biri de öldürüldü.
Bütün bunlar Başkan Zerdari’nin Afgan ikizi Hamid Karzai ile Washington’a yaptığı ilk ziyaret esnasında gerçekleşti. Obama yönetimi Pakistan Talibanı’na karşı düzenlenen operasyonları memnuniyetle karşıladı ve anlaşmanın ilgasından duyduğu rahatlamayı ifade etti.
İşte burada şu önemli soruyu soruyoruz: Amerikan güçlerinin bölgeye gelişinden itibaren Pakistan’ı şiddet ve karşı şiddet dalgasına sokan bu girdap kimin işine yarıyor? Bölgede yaşayan yüz binlerce kişi (yaklaşık 800 bin) ülkelerinde göçmen konumuna düştüler. İki taraf da binlerce kayıp verdi. Ve aslında bunların hepsi Pakistanlı.
Belucistan Ayaklanması
Sınır bölgelerinde peş peşe bu üzücü olaylar meydana gelirken Belucistan bölgesi de ayaklanma dalgasına tanık oluyor. Silahlı ulusal partiler Pakistan’dan ayrılma ve bağımsızlık sloganları atıyorlar. Bu partilerin Kabil ve Belucistan’ın bazı bölgelerindeki liderleri açıkça hürriyetlerini kazanmak için Hindistan ve Washington’daki arkadaşlarından yardım aldıklarını söylüyorlar.
Hint gazeteleri “hasat vaktinin geldiği” düşüncesini işleyen onlarca makale ve Hint düşünürleriyle yapılmış röportaj yayınladı. Amerikan gazeteleri bu gibi yazıları övdü ve sadece Belucistan’ın ayrılmasıyla yetinmeyip mezhep temelli devletçikler ve Körfez bölgesinden yeni bir ırkçılığın oluşmasını sağlayacak Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesinin gerekliliğini vurguladı.
Bu tehlikeli durum ve Belucistan’daki patlamaya hazır aşiretler, hem kapsamlı iyi bir çalışmayı hem de acil bir bölgesel birlik stratejisinin çizilmesini gerekli kılıyor.
* Pakistanlı yazar Abdulgaffar Aziz'in 09.05.2009 tarihinde el-Cezire'de yayınlanan bu analiz, www.İsraHaber.com için tercüme edilmiştir.
Pakistan, varlığını hedef alan büyük tehditler ve meydan okumalarla karşı karşıya. Düşmanlarının çoğunluğu ve bazı ahmak dostları hem kendilerine hem başkalarına verecekleri zararı düşünmeden Pakistan’a zarar verme peşinde koşuyorlar.
Pakistan-Afganistan sınırı -2430 km uzunluğundadır ve kuzey sınır eyaletleriyle Belucistan eyaletini kapsar- önemli değişimlerin yaşandığı sıcak bir saha olarak kabul edilmektedir.
Sınır eyaletlerinde, aralarındaki büyük farklılıklara ve farklı ilaçlara muhtaç olmalarına rağmen tamamı Pakistan Taliban’ı olarak bilinen silahlı gruplar ortaya çıkmıştır.
Belucistan’da ise 70’lerin başında doğu Pakistan’da -şimdiki Bangladeş- revaçta olan partizanlık düzeyinde ayrılıkçı eğilimler gündemdedir.
Sınır Eyaletleri ve Pakistan Taliban’ı
Afganistan’a düzenlenen Amerikan saldırısından bu yana, bu eyaletler özellikle de Afgan sınırına paralel olan hat “teröristlere” destek vermek ve Taliban ile el-Kaide liderlerine yataklık etmekle suçlandı.
O zamandan bu yana Amerikan uçakları -özellikle pilotsuz uçaklar- “bulunmaz hedefler” olarak söylenen yerlere saldırılarda bulunuyor. Bu saldırılarda ölenlerin sayısı 15 bini aşmış durumda. Bu uçaklar taş üstüne taş koymayıp, bütün okulları ve düğün ya da ölüm merasimlerini “bulunmaz hedefler” bahanesiyle bombaladı.
Bu bölgelerde yaşayanlar kendilerini, dayanacak kimsesi sığınacak bir yeri olmayan yetim gibi hissettiler. Daha da kötüsü Pakistan ordusu teröristleri takip etme ve cezalandırmada Amerikan güçlerine katıldı. Çünkü Pervez Müşerref Washington’la yardımlaşma anlaşması imzalamış ve terörizmle savaşta onun birinci müttefiki olmuştu.
Bu arka plandan hareketle Amerikan güçleriyle, onun müttefiki Pakistan ordusu ve kendilerine muhalif herkesle savaşmak için bölge halkından silahlı gruplar oluştu.
Burada kuzey sınır bölgesinin iki kısma ayrıldığını belirtmekte yarar var: Kuzey sınır bölgesi hükümetine bağlı bölgeler ve FATA bölgeleri. (Federally Administrated Tribal Area) Yani doğrudan merkezi hükümet tarafından yönetilen ve eyalet kanunlarının geçerli olmadığı aşiretler bölgesi.
Aşiretler bölgesi 7 idari birimden oluşuyor: Kuzey-güney Veziristan, Bacur, Hayber, Kurram, Muhmand ve Orakzai. Bu bölgelerde yaşayanlar da dünyadaki diğer aşiretle gibi karar bağımsızlığı, direnme gücü, aşiretinden olanlara arka çıkma, düşmandan intikam alma (bu intikam nesiller boyu sürebilir) geleneğine sahip.
Silah erkeğin süsü aynı zamanda da aşiretler arasında caydırıcı denge aracı olarak kabul görmekte. Bu aşiretlerin silahlı adamları 1947 yılında Keşmir eyaletinin üçte birini özgürlüğüne kavuşturan savaşçı öncülerdi. Bu aşiretlerin sınır bölgelerindeki varlığı sayesinde Pakistan buralarda silahlı güçler bulundurma ihtiyacı duymadı. Aşiretler Sovyetlerin Afganistan’da bulunduğu zamanlarda bile emniyet kapakçığı görevi görüyorlardı.
Bütün bu tarihi arka plan, Pervez Müşerref ve onun hükümetinin Amerikan güçlerine karşı verilen savaşta aşiretlerin yanında yer almasını sağlamadı. Bir bütün olmamalarına rağmen Pakistan Taliban’ı olarak adlandırılacakları zamana kadar yerel liderlikler ve farklı adlar altında farklı gruplar ortaya çıktı.
Burada bu gruplardan öne çıkanları ve eğilimlerini zikretmekte yarar var:
1-Aslında iki büyük aşiretin bulunduğu (Mahsud ve Vezir aşiretleri. Bu iki aşiret arasında tarihi rekabetler bulunmaktadır) güney Veziristan’dan Beytullah Mahsud grubu.
2-Molla Nezir grubu. Molla Nezir Veziristan’da Vezir aşiretine bağlı bir Taliban lideridir ve faaliyetlerinin çoğunu Beytullah Mahsud’un aksine Pakistan güçleriyle çatışmaksızın Afganistan’daki Amerikan güçlerine karşı düzenlemektedir. Mahsud, emniyet güçlerine karşı da operasyon düzenlemekte ve bu operasyonların Amerikan saldırıları duruncaya kadar Pakistan Afganistan düzeyinde devam edeceğini ifade etmektedir.
3-Bacur bölgesinde Molla Nezir gibi Amerikan saldırılarına karşı savunma yapmayı istediğini söyleyen Molla Fakir grubu.
4-Svat bölgesinde Molla Sufi Muhammed’in damadı Molla Fadlullah grubu. Molla Fadlullah’ın temel isteği bölgede hükümetin doğrudan nüfuzunu azaltacak şeriatın uygulanması. Bu da Amerikalılarla ittifak kurma politikalarının kendiliğinden sonlanması anlamına geliyor.
5-Sufi Muhammed grubu. Muhammed’in ad, ilk olarak 90’larda seçim ilkesini reddetmesi ve şeriatın uygulanmasını istemesiyle duyuldu. Cemaat-i İslami’nin bölgedeki nüfuzunu azaltmak için kullanılmasının iyi olacağını düşünen bazı hükümet kanalları tarafından destek gördü.
Benazir Butto hükümeti onunla 1994’te şeriat mahkemeleri kurma anlaşması imzaladı. Fakat bu anlaşma uygulanmadı. Mesele Navaz Şerif’in hükümet başkanı olduğu 1998 yılında tekrar gündeme getirildi. Şerif mahkemelerin kurulması anlaşmasını imzaladı fakat anlaşma ancak geçici bir süre uygulandı.
11 Eylül olaylarından sonra Sufi Muhammed Taliban güçlerine bölgeden 20 bin savaşçıyla destek verdi ve azımsanamayacak sayıda silahlı askerle fiilen Afgan topraklarına girdi.
Sufi Muhammed Taliban hükümetinin düşmesinden sonra Pakistan’a döndü ve yakalandı. Serbest bırakılmadı ya da daha doğrusu birkaç ay önce grubu ortaya çıkana kadar hapisten çıkmak istemedi.
Muhammed, hükümet ile Fadlullah grubu arasında daha sonra sebeplerini kısaca özetleyeceğimiz son nefesini veren “şerit mahkemeleri oluşturulması” anlaşmasının imzalanması için aracılık yaptı.
6-Hayber bölgesinde temel yapısı Beriluye ile Deoband medreseleri arasındaki anlaşmazlıklar olan bir grup. (Bu iki medrese İmam Ebu Hanife’nin takipçileridir. Beriluye Sufiliğe daha yakındır ve evliyaları kutsar. Taliban ise Deoband’a bağlıdır)
7-Hangu bölgesinde mezhep yapısına sahip (Şii, Sünni) silahlı gruplar.
8-Kaçırma, banka soyma ve okul yıkma gibi suçlara karışan çeteleri de içinde barındıran silahlı gruplar. Bunların çoğu dışardan ya da hükümet ve muhalifleriyle olan hesaplarını kapatmak isteyenler tarafından destekleniyor. Bu yüzden bölgedeki en tehlikeli silahlı unsurlar olarak kabul ediliyorlar. Bu unsurların bazısı farklı gruplara katılmış bulunuyor.
Bu, sınır eyaletlerindeki silahlı güçlere ait kabataslak bir harita. Göründüğü gibi bunlar farklı meyilleri, istekleri ve bağlılıkları olan ama Pakistan Taliban’ı olarak anılan gruplar. Bütün operasyonlar hatta Amerikan güçleri ya da Pakistan Afganistan sınırı boyunca onlarca büro ve temsilcilik açan Hindistan istihbaratı tarafından düzenlenenler bile bunların üzerine yıkılıyor.
Bu bağlamda değinebileceğimiz en bariz örnek yaklaşık iki ay önce Cuma namazı esnasında yüzlerce sivilin ölümüne sebep olan Camrud mescidinin bombalanması olayıdır ve bu olay Taliban’a yüklenmiştir. O vakit silahlı liderler bu olayla ilişkileri olmadığını bildirdiler ve bölge halkı, o esnada aynı bölgede pilotsuz uçakların sesini duyduklarını söylediler.
Bir Araya Gelme Planları ve Anlaşmaların Geleceği
Bu silahlı gruplar arasındaki ortak noktalara bakarsak şunları görürüz:
1-Komşu ülkeler tarafından desteklenenler hariç grupların hepsi ayrılıkçı eğilimlere pirim vermeyen ulusal unsurlardır. Bu, ulusalcılığın güçlenmesine ve en nihayetinde bütün bu grupların vatanın yüksek çıkarlarını savunma operasyonlarına katılmalarına yardımcı olabilir.
2-Bütün bu gruplar, Amerikan’ın Afganistan işgalini ve Pakistan hükümetinin Amerikan diktelerine boyun eğmesini reddetmektedir.
3-Hepsi silahlı ve inatçı unsurlardır. Onlara karşı silah kullanılması ancak şiddete ve kan dökülmesine sebep olur. Bu da aşiretler arasında kin ve intikam duygusunu doğurur.
Bu üç verinin değerlendirilmesiyle bölgedeki şiddet dalgasının önünü alacak sağlam zemini oluşturmak mümkündür. Herkes bu konuda çok sayıda girişimde bulunulduğun, büyük Afgan şurası Loya Jirga adına onlarca müzakere turu düzenlendiğini biliyor.
Bu müzakerelerden bazısı hükümetle silahlı gruplar arasında anlaşmayla sonuçlandı. Fakat işin garip tarafı anlaşmaların tümü uygulamaya geçmeden önce Amerikan idaresi tarafından eleştirildi ve Amerikan güçleri ya da kimliği bilinmeyen unsurlar tarafından anlaşmanın bentleri daha tamamlanmadan ya da uygulamaya geçmeden önce bölgeye silahlı saldırılar düzenlenince de rafa kaldırıldı.
Bazı durumlarda da taraflardan biri uygulamayı geciktirdi. O esnada bölge yeni bir kanlı çarpışma dalgasını alevlendiren askeri gelişmelere tanık oldu. Bu turların sonuncusu Svat’taydı. Güvenliğin çökmesi görüşme turlarının yapılmasına sebep oldu. Sufi Muhammed müzakerelerde aracı olacağını bildirdi. Daha sonra bir anlaşma imzalandı ve bu (sadece şeriat mahkemelerinin kurulmasından ibaret olmasına rağmen) “Svat Şeriatı Uygulama Anlaşması” olarak adlandırıldı. Bölgeye yeniden istikrar ve güven ortamı hakim oldu… Ama Amerikan idaresi medyanın borusunu öttürdü… Sonra yaptığı resmi açıklama yağmuruyla, anlaşmayı silahı güçlere boyun eğme ve Pakistan hükümetinin başkente çok yaklaşmış olan bu kişiler üzerindeki hakimiyetini kaybetme ve Pakistan Talibanı’nın hakimiyetinin Pakistan ve onun nükleer silahı üzerinde gerçek bir tehlike oluşturması şeklinde tanımladı.
Daha sonra Zerdari hükümeti ve bölgesel hükümetin şeriat mahkemelerinin kurulması ve yargıçların Taliban’la istişare edilerek tayin edilmesiyle ilgili son maddesini uygulamadığını gördük. O esnada bazı silahlı unsurlar Svat’a yakın bölgelere doğru ilerlediler. Bu durum, Pakistan ordusuyla Taliban arasında şiddetli çarpışmaların yaşanmasına sebep oldu. Diğer bir ifadeyle Svat anlaşması tarihe karıştı… Bölge Taliban’la ordu arasında çatışmalara tanık oldu. Bu çatışmalarda Sufi Muhammed’in oğullarından biri de öldürüldü.
Bütün bunlar Başkan Zerdari’nin Afgan ikizi Hamid Karzai ile Washington’a yaptığı ilk ziyaret esnasında gerçekleşti. Obama yönetimi Pakistan Talibanı’na karşı düzenlenen operasyonları memnuniyetle karşıladı ve anlaşmanın ilgasından duyduğu rahatlamayı ifade etti.
İşte burada şu önemli soruyu soruyoruz: Amerikan güçlerinin bölgeye gelişinden itibaren Pakistan’ı şiddet ve karşı şiddet dalgasına sokan bu girdap kimin işine yarıyor? Bölgede yaşayan yüz binlerce kişi (yaklaşık 800 bin) ülkelerinde göçmen konumuna düştüler. İki taraf da binlerce kayıp verdi. Ve aslında bunların hepsi Pakistanlı.
Belucistan Ayaklanması
Sınır bölgelerinde peş peşe bu üzücü olaylar meydana gelirken Belucistan bölgesi de ayaklanma dalgasına tanık oluyor. Silahlı ulusal partiler Pakistan’dan ayrılma ve bağımsızlık sloganları atıyorlar. Bu partilerin Kabil ve Belucistan’ın bazı bölgelerindeki liderleri açıkça hürriyetlerini kazanmak için Hindistan ve Washington’daki arkadaşlarından yardım aldıklarını söylüyorlar.
Hint gazeteleri “hasat vaktinin geldiği” düşüncesini işleyen onlarca makale ve Hint düşünürleriyle yapılmış röportaj yayınladı. Amerikan gazeteleri bu gibi yazıları övdü ve sadece Belucistan’ın ayrılmasıyla yetinmeyip mezhep temelli devletçikler ve Körfez bölgesinden yeni bir ırkçılığın oluşmasını sağlayacak Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesinin gerekliliğini vurguladı.
Bu tehlikeli durum ve Belucistan’daki patlamaya hazır aşiretler, hem kapsamlı iyi bir çalışmayı hem de acil bir bölgesel birlik stratejisinin çizilmesini gerekli kılıyor.
* Pakistanlı yazar Abdulgaffar Aziz'in 09.05.2009 tarihinde el-Cezire'de yayınlanan bu analiz, www.İsraHaber.com için tercüme edilmiştir.