ÖZÜR DİLERİZ EFENDİM ÖZÜR Kİ HEM NE ÖZÜR
Bir kutup esintisi vurdu ruhuma, içinde siyah mermiler taşıyan ve canımızı orta yerinden yakan. Bir ateş sardı her yanımızı sonra. Alev alev bir yangın oldu. Kundaklanıp ateşe verilen bir samanlığa döndük. Aşağılanmışlık içinde alevlere tutulmak ne acı böyle. Ne acı En Sevgilinin çığlık çığlığa böyle içimizde yanışı.
Efendim,
Seni koruma nöbetinde gaflet uykularındayken biz, gördük ki al kanlar içinde kalmışsın S en. Biz sıradanların ihanete tahammülü olmaz bilinir. İhanete tahammülü olanın adı Sensin, bizse sıradanlarız. Hayatın sırrını dilimize doladık ancak kalbimize atamadık. Şimdi gözyaşı dökmeye hakkımız yok, gözyaşlarımız hükümsüz bizim. Yerimizde oturarak hep şikayet etme hakkımızı kullandık.
İşte o oturan bendim
Şimdi gözyaşlarım dökülür
Özür dileriz Efendim
Özür ki hem ne özür.
İstavroz darbelerle Seni çarmıha gererken bir sefil kalem. Ahu zâr eyledik biz sevenlerin cümle âlem. Oysa, hoyrat bir bestekârın uçurum kenarına sürüklediği, ses makamındadır ağlayışlarımız. Ve ne atalet ki, gecenin zifiri karanlığında düşeceğimiz uçurum diplerini düzlük görmekteyiz hâlâ. Belki bizi kurtaracak sebep, içimizde yanacak ateşin ağıt makamında Gayretullah’a dokunması olacaktır. Bir kalp ülkesinin nasıl tarümar olduğuna şahit oluyoruz bugün. Gülistanın nasıl hoyrat filler tarafından tarumar edildiğini görüyoruz. Muhabbet ülkesinin yollarının haramilerin kesmesine fırsat verdik. En önemlisi, haramileri muhabbet ülkesine götüremedik.
Bütün bunlara sebep bendim
Şimdi kalemlerden küfür dökülür
Özür dileriz Efendim
Özür ki hem ne özür.
Herşeye rağmen, karanlıklar içinde kara bir kalemin, kara mürekkebiyle Gül’ü resmetmesi ne mümkün Efendim. Sen, uğruna Kainatın yaratıldığı bir Nûr iken, karanlık bir âlemden karanlık bir vicdanın seni tasavvur etmesi ne mümkün. Bu çirkinlik deminde akşam iniyor ufuklara. Bütün âlem ihtizaza gelmiş. Gökler yere inmek, yer infilak etmek istercesine infial içinde. Gül kokulu devir mahzun. Gülün rengi karanlıklara tutulmuş...
Ve biz aciz sevenlerin; nûrunla bütün dünyayı aydınlatamadığımız için, karanlıklar içinde kalanlar Seni kara yerde sanıp, kara yere karmaya çalıştılar.
Seni anlatamayan bendim,
İçimi hicran bürür
Özür dilerm Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Kendi kanına hilâli, hilâle Seni resmetmişken atalarımız. Surlara adını yazıp, şehirlere rengini vermişken, renk renk dokumuşlarken Seni Anadolu kilimine, gül renkli şiirlerde bülbül makamında okunmuşken Sen, biz rengine, her şeyine halel getirdik Efendim. Ne aşkın, ne ölümün, ne hayatın izzetini taşıyabildik ashabın gibi. Layıkıyla bülbülün olup dalında rengine serenat eyleyemedik.
Ve biz aciz sevenlerin, avez ünleyişlerimizle konduğumuz dalına taşlar atılmasına sebep olduk.
Solmaz iken yapraklarım
Şimdi sararıp da dökülür
Özür dilerim Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Sen o kadar yakınımızdayken ve biz Seni yakınımızda hissediyorken güya, Sen bir gülün açımı kadar gerçekken rüzgarda kokun varken ve yeşeren dal Senin rengince duruyorken çiçeğe hâlâ, dilimizde de olsa; rengine dâir tasavvurlarımız, kokuna dair sezgilerimiz, sözüne dair sözümüz varken dalını duman, bahçeni şivan bürüdü. Oysa güle olan tavrı biraz da bahçivanın duruşu belirlermiş. Biz gülistanının bahçivanlığına soyunmuşlar, ‘bin gül bahçesini sele verip, yüzün gibi bir gül açtırama(mışı)z’ ve Gül’ün ne olduğunu gösterememişiz ki hâlâ Gül’ü yanlış resmedenler var. Belli ki gülistanında besmelesiz ayak izlerimiz, duasız nefeslerimiz, secdesiz alınlarımızla gezinmişiz.
Dikenlerini gözyaşlarımızla sulamamışız belli ki. ‘başımızı taştan taşa vurarak’ ayağına akmamışız belli ki.
Şimdi gülsüz bir dikenim
Dalımı sarmaşık bürür
Özür dilerim Efendim!
Özür ki hem ne özür.
İnsanlık kendi karanlığında yatağını kaybetmiş ırmaklar gibi yolunu arıyor, Senin ışığına öylesine muhtaç ki. Yalnızca yarasalar çığlık çığlığa şen şakrak bugün. Senin ışığında insanlığın acıları bile güzeldi. Karanlıklardan ışığa ne küfürler edilmekte bugün oysa. Kaba ve hoyrat sesler küfür makamında kulaklarımızı tırmalayıp, kalbimize zehirli bir ok gibi saplanırken horlanmışlığımızın çaresiz ağıtlarına tutuluyor, eşrefi mahlukatın kalelerini bir bir esfeli safiline kaptırdığımızı farkediyoruz. Güzelliklere ayarlanan insanlığın akordunun nice bozulduğuna şahit oluyoruz. Dilimize kelimeler hüzün makamında seyirtmesine rağmen, ‘ya bizimde akordumuz bozulmuşsa’ diye gönül tellerimize mızrabımızla dokunmaya korkuyoruz. Sevgiliye iftira edilmesi karşısında oysa, ağıt makamında gözyaşı dökemiyorsak zaten akordumuz bozulmuş demek.
Oysa biz berrak sulardık Gülün ayaklarının dibine ‘başını taştan taşa vurarak’ akan. Gönlümüz Gül türküleri besteler, dilimiz en güzel nağmesiyle Gül türküleri söylerdi. Gül ki; ruhumuza yansıyan bir kokuydu; yerde hayatımızın rengi, gökte ışıyan yıldızımızdı. Aşkımızın katmer katmer Gül’üydü.
Bu renk bu koku kaybolmadı elbet. Ne çare ki biz; rengini, ışığını kaybetmiş söylegenler olduk sade. Bize nûrunu göster Efendim. Göster ki insana sevgi nasıl olurmuş öğrenelim yeniden. Göster ki güzellik neymiş, insanlık neymiş öğrenelim. Göster ki ağlayalım, hem ağlamak nasıl olurmuş görsün gözlerimiz. Göster ki sevinelim, hem sevinmek nasıl olurmuş hissetsin gönlümüz. Biz Senin en gözyaşını ne de gönlünü sunabildik insanlığa. Oysa ki insanlık, senin gözyaşına ve gönlünün güzelliklerine o kadar muhtaç ki.
Kalemlerin ucundan böyle küfür damlaması nedendir ki. Efendim biz Seni kalemlere yanlış yazdırdık, yanlış çizdirdik.
Karanlığı biraz da ben kuşandım
Karanlık ki şimdi her yanı bürür
Özür dileriz Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Gülün dalına hoyrat sesli kargalar konunca anladık bülbüllerin Gül’ün, Gül’ün de bülbüllerin hayatından çıkıp gittiğini. Oysa nicedir Gül dalında öten bülbüller olduğumuzu sanıyorduk biz. ‘’Karanlık gecede, kara çul üzerinde yürüyen kara karıncanın’’ Gül’e zarar vermiş olduğunu, kara karıncanın karanlık dünyasında Gül resmi yapmasıyla öğrendik.
Harflerin içini en fazla acıtan yalnızlığı ifade etmeleri ve bir de hüznü. ‘’Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır’’mış. Gülün yokluğu âlemlerin yalnızlığı gönüllerin hüznüdür. Işığını yakıp, âlemin yalnızlığına, gönüllerin hüznüne aydınlık sunamadık belli ki. Seni kara kalemle çizenler de bilmeliydi oysa Gül’ün kırmızı olduğunu. Ve dahi nice bilmeyenler var öyle.
Haniya bize iki ışık emanet etmiştin; biri Kur’an biri Sen’din hani?
Rengini unutan en evvel bendim
Gözlerim Seni şimdi görür
Özür dileriz Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Karanlığa küfretmek faydasız, düşman bellemek çare değil elbet. Bizim düşmanımız en evvel; cehaletimiz, fakirliğimiz, tefrikamızdır.
Her aşk bulunduğu kalbin rengini alırmış. Bizim kalbimiz Gül desenli değil oysa. Cahil kaldık Gül’ün rengini bilemedik. Haniya yüzyıllar boyu Gül’e serenat eyleyen bülbüller idik? Her ruh, içinde bulunduğu tene, hayalini kurduğu çiçeğin kokusunu taşırmış. Haniya tenlerimizin, terimizin Gül kokması? Gözlerimizde nice sevgililerin hayali gezinir bugün. Haniya En Sevgili’ydi Gül? Sonsuzluğu kuşanmak için çıkmıştık yola. Fani metaların esiri olduk oysa. Haniya kainat o Gül için yaratılmıştı? Haniya Gül’ü bilmek, kainatın sırlarını bilmekti? Nedendir bu cehlimiz öyleyse? Nedendir birbiri ardınca yenilgilerimiz? Kündeler üstünde kündeler yiyişimiz medeniyet minderinde nedendir?. Biz bilseydik Gül’ün rengini, kokusunu cümle âleme bildirseydik, bu denli küstahlaşır mıydı hiç küfür?
Cahil kalan bendim
Ondan küstahlaştı küfür
Özür diliyoruz Efendim
Özür ki hem ne özür.
Mağrur beyler marabaların sevdiğini sever mi hiç? Beylere kin gütmek nafile bugün. Fakirliğimizdir bir de has düşmanımız. Kâinatın Şah’ının sevdasına soyunmuşken biz bugün, şeytanın gölgesinde yaşayanlar beyliğini ilan etmişken, neden aşağılarda kaldığımızı sorgulamamız gerek. ‘Keşke daha çok çalışsaydık’ ürpertisi yürümeli içimize. Hep birlikte ürperip, silkinip sıyrılmalıyız fakirliğimizden. Nadide bir Gül’ün sevdalısı böyle perişan mı olmalıydı?
Oysa en çok ben perişanım
Her yanımızdan fakirlik dökülür
Özür dileriz Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Ne kadar ayrıyız, ne kadar ayrıntılar kuşanmışız bugün. Oysa binlerce ‘’Bir’’imiz var, binlerce kez biriz. Sana hakaret edildiğinde bile böyle, binlerce farklı ağıt yükselir aramızdan. Ağıtlarımız bile farklı makamdayken, neye ağlamamız gerektiği ortadayken böyle, ağlamayı hak ediyoruz belki. Gül’e bakıp, yeni ve ortak bestelere ihtiyacımız var bugün.
Kendimiz için dilendiğimiz özürleri hak ediyor muyuz oysa, asıl özür dilenmesi gereken Sen, özür dilemesi gereken de bizken böyle.
Tefrikaya tutulan bendim
Şimdi gözlerimden yaş dökülür
Özür dileriz Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Arif Akpınar.
_________________
__________________
Ey Ademoglu!!!!
Rizkin sana hergün muntazaman geliyor ve sen üzülüyorsun..
hergün ömründen biraz eksiliyor sen seviniyorsun....
sana kafi gelen hersey verilmistir, oysa sen seni azdiracak seyi istiyorsun.....
NE AZA KANAAT EDIYOR.......
NEDE COKLA DOYUYORSUN.....
Bir kutup esintisi vurdu ruhuma, içinde siyah mermiler taşıyan ve canımızı orta yerinden yakan. Bir ateş sardı her yanımızı sonra. Alev alev bir yangın oldu. Kundaklanıp ateşe verilen bir samanlığa döndük. Aşağılanmışlık içinde alevlere tutulmak ne acı böyle. Ne acı En Sevgilinin çığlık çığlığa böyle içimizde yanışı.
Efendim,
Seni koruma nöbetinde gaflet uykularındayken biz, gördük ki al kanlar içinde kalmışsın S en. Biz sıradanların ihanete tahammülü olmaz bilinir. İhanete tahammülü olanın adı Sensin, bizse sıradanlarız. Hayatın sırrını dilimize doladık ancak kalbimize atamadık. Şimdi gözyaşı dökmeye hakkımız yok, gözyaşlarımız hükümsüz bizim. Yerimizde oturarak hep şikayet etme hakkımızı kullandık.
İşte o oturan bendim
Şimdi gözyaşlarım dökülür
Özür dileriz Efendim
Özür ki hem ne özür.
İstavroz darbelerle Seni çarmıha gererken bir sefil kalem. Ahu zâr eyledik biz sevenlerin cümle âlem. Oysa, hoyrat bir bestekârın uçurum kenarına sürüklediği, ses makamındadır ağlayışlarımız. Ve ne atalet ki, gecenin zifiri karanlığında düşeceğimiz uçurum diplerini düzlük görmekteyiz hâlâ. Belki bizi kurtaracak sebep, içimizde yanacak ateşin ağıt makamında Gayretullah’a dokunması olacaktır. Bir kalp ülkesinin nasıl tarümar olduğuna şahit oluyoruz bugün. Gülistanın nasıl hoyrat filler tarafından tarumar edildiğini görüyoruz. Muhabbet ülkesinin yollarının haramilerin kesmesine fırsat verdik. En önemlisi, haramileri muhabbet ülkesine götüremedik.
Bütün bunlara sebep bendim
Şimdi kalemlerden küfür dökülür
Özür dileriz Efendim
Özür ki hem ne özür.
Herşeye rağmen, karanlıklar içinde kara bir kalemin, kara mürekkebiyle Gül’ü resmetmesi ne mümkün Efendim. Sen, uğruna Kainatın yaratıldığı bir Nûr iken, karanlık bir âlemden karanlık bir vicdanın seni tasavvur etmesi ne mümkün. Bu çirkinlik deminde akşam iniyor ufuklara. Bütün âlem ihtizaza gelmiş. Gökler yere inmek, yer infilak etmek istercesine infial içinde. Gül kokulu devir mahzun. Gülün rengi karanlıklara tutulmuş...
Ve biz aciz sevenlerin; nûrunla bütün dünyayı aydınlatamadığımız için, karanlıklar içinde kalanlar Seni kara yerde sanıp, kara yere karmaya çalıştılar.
Seni anlatamayan bendim,
İçimi hicran bürür
Özür dilerm Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Kendi kanına hilâli, hilâle Seni resmetmişken atalarımız. Surlara adını yazıp, şehirlere rengini vermişken, renk renk dokumuşlarken Seni Anadolu kilimine, gül renkli şiirlerde bülbül makamında okunmuşken Sen, biz rengine, her şeyine halel getirdik Efendim. Ne aşkın, ne ölümün, ne hayatın izzetini taşıyabildik ashabın gibi. Layıkıyla bülbülün olup dalında rengine serenat eyleyemedik.
Ve biz aciz sevenlerin, avez ünleyişlerimizle konduğumuz dalına taşlar atılmasına sebep olduk.
Solmaz iken yapraklarım
Şimdi sararıp da dökülür
Özür dilerim Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Sen o kadar yakınımızdayken ve biz Seni yakınımızda hissediyorken güya, Sen bir gülün açımı kadar gerçekken rüzgarda kokun varken ve yeşeren dal Senin rengince duruyorken çiçeğe hâlâ, dilimizde de olsa; rengine dâir tasavvurlarımız, kokuna dair sezgilerimiz, sözüne dair sözümüz varken dalını duman, bahçeni şivan bürüdü. Oysa güle olan tavrı biraz da bahçivanın duruşu belirlermiş. Biz gülistanının bahçivanlığına soyunmuşlar, ‘bin gül bahçesini sele verip, yüzün gibi bir gül açtırama(mışı)z’ ve Gül’ün ne olduğunu gösterememişiz ki hâlâ Gül’ü yanlış resmedenler var. Belli ki gülistanında besmelesiz ayak izlerimiz, duasız nefeslerimiz, secdesiz alınlarımızla gezinmişiz.
Dikenlerini gözyaşlarımızla sulamamışız belli ki. ‘başımızı taştan taşa vurarak’ ayağına akmamışız belli ki.
Şimdi gülsüz bir dikenim
Dalımı sarmaşık bürür
Özür dilerim Efendim!
Özür ki hem ne özür.
İnsanlık kendi karanlığında yatağını kaybetmiş ırmaklar gibi yolunu arıyor, Senin ışığına öylesine muhtaç ki. Yalnızca yarasalar çığlık çığlığa şen şakrak bugün. Senin ışığında insanlığın acıları bile güzeldi. Karanlıklardan ışığa ne küfürler edilmekte bugün oysa. Kaba ve hoyrat sesler küfür makamında kulaklarımızı tırmalayıp, kalbimize zehirli bir ok gibi saplanırken horlanmışlığımızın çaresiz ağıtlarına tutuluyor, eşrefi mahlukatın kalelerini bir bir esfeli safiline kaptırdığımızı farkediyoruz. Güzelliklere ayarlanan insanlığın akordunun nice bozulduğuna şahit oluyoruz. Dilimize kelimeler hüzün makamında seyirtmesine rağmen, ‘ya bizimde akordumuz bozulmuşsa’ diye gönül tellerimize mızrabımızla dokunmaya korkuyoruz. Sevgiliye iftira edilmesi karşısında oysa, ağıt makamında gözyaşı dökemiyorsak zaten akordumuz bozulmuş demek.
Oysa biz berrak sulardık Gülün ayaklarının dibine ‘başını taştan taşa vurarak’ akan. Gönlümüz Gül türküleri besteler, dilimiz en güzel nağmesiyle Gül türküleri söylerdi. Gül ki; ruhumuza yansıyan bir kokuydu; yerde hayatımızın rengi, gökte ışıyan yıldızımızdı. Aşkımızın katmer katmer Gül’üydü.
Bu renk bu koku kaybolmadı elbet. Ne çare ki biz; rengini, ışığını kaybetmiş söylegenler olduk sade. Bize nûrunu göster Efendim. Göster ki insana sevgi nasıl olurmuş öğrenelim yeniden. Göster ki güzellik neymiş, insanlık neymiş öğrenelim. Göster ki ağlayalım, hem ağlamak nasıl olurmuş görsün gözlerimiz. Göster ki sevinelim, hem sevinmek nasıl olurmuş hissetsin gönlümüz. Biz Senin en gözyaşını ne de gönlünü sunabildik insanlığa. Oysa ki insanlık, senin gözyaşına ve gönlünün güzelliklerine o kadar muhtaç ki.
Kalemlerin ucundan böyle küfür damlaması nedendir ki. Efendim biz Seni kalemlere yanlış yazdırdık, yanlış çizdirdik.
Karanlığı biraz da ben kuşandım
Karanlık ki şimdi her yanı bürür
Özür dileriz Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Gülün dalına hoyrat sesli kargalar konunca anladık bülbüllerin Gül’ün, Gül’ün de bülbüllerin hayatından çıkıp gittiğini. Oysa nicedir Gül dalında öten bülbüller olduğumuzu sanıyorduk biz. ‘’Karanlık gecede, kara çul üzerinde yürüyen kara karıncanın’’ Gül’e zarar vermiş olduğunu, kara karıncanın karanlık dünyasında Gül resmi yapmasıyla öğrendik.
Harflerin içini en fazla acıtan yalnızlığı ifade etmeleri ve bir de hüznü. ‘’Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır’’mış. Gülün yokluğu âlemlerin yalnızlığı gönüllerin hüznüdür. Işığını yakıp, âlemin yalnızlığına, gönüllerin hüznüne aydınlık sunamadık belli ki. Seni kara kalemle çizenler de bilmeliydi oysa Gül’ün kırmızı olduğunu. Ve dahi nice bilmeyenler var öyle.
Haniya bize iki ışık emanet etmiştin; biri Kur’an biri Sen’din hani?
Rengini unutan en evvel bendim
Gözlerim Seni şimdi görür
Özür dileriz Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Karanlığa küfretmek faydasız, düşman bellemek çare değil elbet. Bizim düşmanımız en evvel; cehaletimiz, fakirliğimiz, tefrikamızdır.
Her aşk bulunduğu kalbin rengini alırmış. Bizim kalbimiz Gül desenli değil oysa. Cahil kaldık Gül’ün rengini bilemedik. Haniya yüzyıllar boyu Gül’e serenat eyleyen bülbüller idik? Her ruh, içinde bulunduğu tene, hayalini kurduğu çiçeğin kokusunu taşırmış. Haniya tenlerimizin, terimizin Gül kokması? Gözlerimizde nice sevgililerin hayali gezinir bugün. Haniya En Sevgili’ydi Gül? Sonsuzluğu kuşanmak için çıkmıştık yola. Fani metaların esiri olduk oysa. Haniya kainat o Gül için yaratılmıştı? Haniya Gül’ü bilmek, kainatın sırlarını bilmekti? Nedendir bu cehlimiz öyleyse? Nedendir birbiri ardınca yenilgilerimiz? Kündeler üstünde kündeler yiyişimiz medeniyet minderinde nedendir?. Biz bilseydik Gül’ün rengini, kokusunu cümle âleme bildirseydik, bu denli küstahlaşır mıydı hiç küfür?
Cahil kalan bendim
Ondan küstahlaştı küfür
Özür diliyoruz Efendim
Özür ki hem ne özür.
Mağrur beyler marabaların sevdiğini sever mi hiç? Beylere kin gütmek nafile bugün. Fakirliğimizdir bir de has düşmanımız. Kâinatın Şah’ının sevdasına soyunmuşken biz bugün, şeytanın gölgesinde yaşayanlar beyliğini ilan etmişken, neden aşağılarda kaldığımızı sorgulamamız gerek. ‘Keşke daha çok çalışsaydık’ ürpertisi yürümeli içimize. Hep birlikte ürperip, silkinip sıyrılmalıyız fakirliğimizden. Nadide bir Gül’ün sevdalısı böyle perişan mı olmalıydı?
Oysa en çok ben perişanım
Her yanımızdan fakirlik dökülür
Özür dileriz Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Ne kadar ayrıyız, ne kadar ayrıntılar kuşanmışız bugün. Oysa binlerce ‘’Bir’’imiz var, binlerce kez biriz. Sana hakaret edildiğinde bile böyle, binlerce farklı ağıt yükselir aramızdan. Ağıtlarımız bile farklı makamdayken, neye ağlamamız gerektiği ortadayken böyle, ağlamayı hak ediyoruz belki. Gül’e bakıp, yeni ve ortak bestelere ihtiyacımız var bugün.
Kendimiz için dilendiğimiz özürleri hak ediyor muyuz oysa, asıl özür dilenmesi gereken Sen, özür dilemesi gereken de bizken böyle.
Tefrikaya tutulan bendim
Şimdi gözlerimden yaş dökülür
Özür dileriz Efendim!
Özür ki hem ne özür.
Arif Akpınar.
_________________
__________________
Ey Ademoglu!!!!
Rizkin sana hergün muntazaman geliyor ve sen üzülüyorsun..
hergün ömründen biraz eksiliyor sen seviniyorsun....
sana kafi gelen hersey verilmistir, oysa sen seni azdiracak seyi istiyorsun.....
NE AZA KANAAT EDIYOR.......
NEDE COKLA DOYUYORSUN.....