GÜLMEK HAKKIMIZ MI ?
Birkaç asırlık sert rüzgârlar, korkunç fırtınalar maddî manevî bütün tarihî değerlerimizi kasıp kavurduktan sonra; en önemlisi inanç, iman ve imandaki heyecanımızı da alıp götürmüştür O karanlık dönemde kararlılık gösterip kış ortasında baharın güzelliklerini vicdanında duyan, gören, ızdırap duyup hasret çeken Zât, "Ben kışta geldim, siz bahar-âsâ bir mevsimde geleceksiniz!" muştusuyla, Yüce Mevlâ,nın sonsuz nimetlerine boğduğu, lütuf ve ihsanlarıyla yüzümüzü güldürdüğü günümüze işaret buyurmuştu.
Çoraklaşan gönül toprağımıza atmış olduğu iman tohumları; kışın bütün şiddetine rağmen yeşermiş, meyve vermiş, bir bahar güzelliği içinde insanlığın yüzünü güldürmeye başlamıştır... Artık bu ümit nesiller zalimlerin ses ve soluğunu kesmeye, mazlumun dinmeyen gözyaşlarını silmeye çalışıyordu... Toplumun garantisi çiçeği burnunda bu gençler, gençlik baharını yaşamalarına rağmen bedenî arzularını aşmış, kendi olarak varlığını koruyabilmişti. Karanlık güçlerin bütün engellemelerine rağmen!
Ağır şartlar karşısında vatan ve milletini canı kadar aziz tutan kudsîler ve hasbîler kadrosu; hayatlarını istihkâr ederek, bataklıkları gül bahçeleriyle süsleyip, bülbüllerin ötmesine zemin hazırlamışlardı.
Ne var ki, binbir ihtimam ve zorluklarla yetiştirilmeye çalışılan genç nesillerden, yarasalar rahatsız olmuştu. Bu karanlık ruhlar gülleri de bülbülleri de ortadan kaldırmayı kendilerine gaye edindiler... Tahripkâr davranışlar ve yakıp yıkmalarla ortalığı velveleye verip hedeflerine ulaşmaya çalıştılar ama, inşaallah; yakın bir gelecekte onların düşmanlık duyguları, sevgi ve samimîyet gördüğü kudsîleri tanıdıkça bahar esintilerine dönüşecektir.
Evet onlar, küfür ve dalâletlerinin gereği, zehirlemekten zevk alan yılan ve akrep gibi bu tahripkâr cür'eti göstereceklerdir. Keşke gücümüz yetse, onların dünyalarına talip olmadığımızı, göz dikmediğimizi, yaptığımız, yapmak için çırpındığımız bütün gayretlerin kâinatın sahibi, Allah'ın (c.c) emri olduğu için yaptığımızı bir anlatabilsek...
Onların hâli gerçekten acınacak bir tablodur. Her an ölümle karşı karşıya bulundukları fani dünya için kendilerine hayat veren, hayatlarının devamı adına rızıklar yaratan Allah'a baş kaldırıyor, en büyük kötülüğü kendilerine yapıyor, geçici dünya zevkleri için ahiretlerini feda ediyorlar.
Ancak asıl önemli olan, karşılığında Cennet ve Cemalullah vadedilen bizlerin durumu? Sonsuz mutluluk va'di karşısında biz neler yapıyoruz? Dizimizin, dişimizin sancıması karşısında çare için koştuğumuz, doktor, ilâç aradığımız ve bunun için rahatımızı terk ettiğimiz kadar; mahşerde yakamızı tutacak, uyuşturucu ve şehvet tuzağında kaybettiğimiz gençlerimiz; iman, ahlâk ve bir de ekonomik zaaf ve buhran içinde kıvranan perişan milletimiz; küfrün, dalâletin kıskacı altında inleyen, zulmün paletleri altında ezilen insanlığın kurtarılması adına aynı ızdırabı, aynı heyecanı duyarak hizmet edebiliyor, gece gündüz koşabiliyor muyuz?
Düne göre bugün neredeyiz?, Yarınki plân ve hedefimiz nedir? Yeryüzünde Allah'ın (C.C) şahitleri olarak kalp ibremiz hep O'nu (C.C) gösteriyor mu?
Ağlayan-inleyen insanımız karşısında, gülme hakkımız olmadığına göre; insanlığın gülmesi, ahiretini kurtarması adına gayretlerimiz ne ölçüde? Ve biz hissemize düşen mes'uliyetimizin hakkını verebiliyor muyuz?
Yoksa nefsim başta olmak üzere hizmet ediyoruz mülâhazasıyla bütün güzelliklere sahip çıkıyor, kanserden daha tehlikeli gıybet, garaz ve kin gibi silâhlarla hep başkasını mı vuruyoruz?
Ağacın dallarının yukarılara doğru uzanmasıyla beraber kökü de toprağın derinliklerine doğru iner. Ağacın hayatı köke bağlıdır. Kök ne kadar sağlamsa yukarısı da o ölçüde canlı ve hayattardır.
Kalbin kulağını, kaynaklarımız olan Kur'ân ve Sünnet'e, iman ve Kur'ân hakikatlarına dayamaz, oradan beslenmez isek, kalbin derinliklerine doğru iman kök salmaz. Dolayısıyla da kendisini besleyemeyenlerin başkalarına da yararı olamaz.
Hasılı unutulmamalıdır ki, Allah ve Rasulullah'ın adını yayma dert ve ızdırabını vicdanında duyanlar, hayırlı bir nesil bırakma gayreti içinde olmazlarsa kendi enkazları altında kalma tehlikesiyle yüz yüze kalabilirler.
Birkaç asırlık sert rüzgârlar, korkunç fırtınalar maddî manevî bütün tarihî değerlerimizi kasıp kavurduktan sonra; en önemlisi inanç, iman ve imandaki heyecanımızı da alıp götürmüştür O karanlık dönemde kararlılık gösterip kış ortasında baharın güzelliklerini vicdanında duyan, gören, ızdırap duyup hasret çeken Zât, "Ben kışta geldim, siz bahar-âsâ bir mevsimde geleceksiniz!" muştusuyla, Yüce Mevlâ,nın sonsuz nimetlerine boğduğu, lütuf ve ihsanlarıyla yüzümüzü güldürdüğü günümüze işaret buyurmuştu.
Çoraklaşan gönül toprağımıza atmış olduğu iman tohumları; kışın bütün şiddetine rağmen yeşermiş, meyve vermiş, bir bahar güzelliği içinde insanlığın yüzünü güldürmeye başlamıştır... Artık bu ümit nesiller zalimlerin ses ve soluğunu kesmeye, mazlumun dinmeyen gözyaşlarını silmeye çalışıyordu... Toplumun garantisi çiçeği burnunda bu gençler, gençlik baharını yaşamalarına rağmen bedenî arzularını aşmış, kendi olarak varlığını koruyabilmişti. Karanlık güçlerin bütün engellemelerine rağmen!
Ağır şartlar karşısında vatan ve milletini canı kadar aziz tutan kudsîler ve hasbîler kadrosu; hayatlarını istihkâr ederek, bataklıkları gül bahçeleriyle süsleyip, bülbüllerin ötmesine zemin hazırlamışlardı.
Ne var ki, binbir ihtimam ve zorluklarla yetiştirilmeye çalışılan genç nesillerden, yarasalar rahatsız olmuştu. Bu karanlık ruhlar gülleri de bülbülleri de ortadan kaldırmayı kendilerine gaye edindiler... Tahripkâr davranışlar ve yakıp yıkmalarla ortalığı velveleye verip hedeflerine ulaşmaya çalıştılar ama, inşaallah; yakın bir gelecekte onların düşmanlık duyguları, sevgi ve samimîyet gördüğü kudsîleri tanıdıkça bahar esintilerine dönüşecektir.
Evet onlar, küfür ve dalâletlerinin gereği, zehirlemekten zevk alan yılan ve akrep gibi bu tahripkâr cür'eti göstereceklerdir. Keşke gücümüz yetse, onların dünyalarına talip olmadığımızı, göz dikmediğimizi, yaptığımız, yapmak için çırpındığımız bütün gayretlerin kâinatın sahibi, Allah'ın (c.c) emri olduğu için yaptığımızı bir anlatabilsek...
Onların hâli gerçekten acınacak bir tablodur. Her an ölümle karşı karşıya bulundukları fani dünya için kendilerine hayat veren, hayatlarının devamı adına rızıklar yaratan Allah'a baş kaldırıyor, en büyük kötülüğü kendilerine yapıyor, geçici dünya zevkleri için ahiretlerini feda ediyorlar.
Ancak asıl önemli olan, karşılığında Cennet ve Cemalullah vadedilen bizlerin durumu? Sonsuz mutluluk va'di karşısında biz neler yapıyoruz? Dizimizin, dişimizin sancıması karşısında çare için koştuğumuz, doktor, ilâç aradığımız ve bunun için rahatımızı terk ettiğimiz kadar; mahşerde yakamızı tutacak, uyuşturucu ve şehvet tuzağında kaybettiğimiz gençlerimiz; iman, ahlâk ve bir de ekonomik zaaf ve buhran içinde kıvranan perişan milletimiz; küfrün, dalâletin kıskacı altında inleyen, zulmün paletleri altında ezilen insanlığın kurtarılması adına aynı ızdırabı, aynı heyecanı duyarak hizmet edebiliyor, gece gündüz koşabiliyor muyuz?
Düne göre bugün neredeyiz?, Yarınki plân ve hedefimiz nedir? Yeryüzünde Allah'ın (C.C) şahitleri olarak kalp ibremiz hep O'nu (C.C) gösteriyor mu?
Ağlayan-inleyen insanımız karşısında, gülme hakkımız olmadığına göre; insanlığın gülmesi, ahiretini kurtarması adına gayretlerimiz ne ölçüde? Ve biz hissemize düşen mes'uliyetimizin hakkını verebiliyor muyuz?
Yoksa nefsim başta olmak üzere hizmet ediyoruz mülâhazasıyla bütün güzelliklere sahip çıkıyor, kanserden daha tehlikeli gıybet, garaz ve kin gibi silâhlarla hep başkasını mı vuruyoruz?
Ağacın dallarının yukarılara doğru uzanmasıyla beraber kökü de toprağın derinliklerine doğru iner. Ağacın hayatı köke bağlıdır. Kök ne kadar sağlamsa yukarısı da o ölçüde canlı ve hayattardır.
Kalbin kulağını, kaynaklarımız olan Kur'ân ve Sünnet'e, iman ve Kur'ân hakikatlarına dayamaz, oradan beslenmez isek, kalbin derinliklerine doğru iman kök salmaz. Dolayısıyla da kendisini besleyemeyenlerin başkalarına da yararı olamaz.
Hasılı unutulmamalıdır ki, Allah ve Rasulullah'ın adını yayma dert ve ızdırabını vicdanında duyanlar, hayırlı bir nesil bırakma gayreti içinde olmazlarsa kendi enkazları altında kalma tehlikesiyle yüz yüze kalabilirler.