BULENT TUNALI
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,307
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 52
- Konum
- BURSA-m.k.paşa
- Web Sitesi
- www.bilsankimya.com
Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bütün âlemlere rahmet olarak gönderdi.
Öyle bir rahmet ki, her varlık O’nun hürmetine yaratıldı ve O’na olan muhabbeti nisbetinde Hak katında kıymet buldu.
Öyle bir rahmet ki, şefkat ve merhameti bütün insanlığı, hattâ bütün mahlûkâtı kuşattı.
Öyle bir rahmet ki, bütün dimağlara ve gönüllere ebedî bir âb-ı hayat mesâbesinde ilim, irfan, hikmet ve aşk menbaı olarak Cenâb-ı Hak tarafından en müstesnâ vasıflarla sonsuz bir feyz ü bereket kaynağı olaRak ihsan buyruldu.
Öyle bir rahmet ki, O’nunla sonsuz hidâyet rehberi Kur’ân ikrâm edildi.
Öyle bir rahmet ki, Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın en sevgilisi, habîbi, mîrac bahşettiği Rasûlü oldu.
Öyle bir rahmet ki, o olmasa bütün âlemler ıssız çöllere dönerdi.
Öyle bir rahmet ki, yaratılışın başlangıcı O’nun nûru ile vücûd buldu. Kürre-i arzda zuhûr eden bütün peygamberler, O’nun nûrunun feyz ve berekâtını taşımışlardır.
Öyle bir rahmet ki, nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akistir. Âlemde bir çiçek açılmaz ki, O’nun nûrundan olmasın! Zîrâ O olmasaydı, hiçbir şey vücûd bulmazdı. O ki, solmayan, aksine gün geçtikçe tazelik ve tarâveti daha da artan serâpâ nurdan ibâret bir gonca-i ilâhî...
Öyle bir rahmet ki, O’nun değerini ve kadrini bizzat Allâh Teâlâ anlatıyor. Hem de O’na salât ederek…
Hak Teâlâ’nın Rasûlü’ne salât ederek O’nun kadr ü kıymetini bildirmesi, her türlü medh ü senânın üstündedir. Zîrâ Cenâb-ı Hak, O’na salât ü selâmda bizzat kendi yüce zâtını misâl gösteriyor ve bütün meleklerine de O Güzeller Güzeli’ne, Kâinât’ın Fahr-i Ebedîsi’ne salavât getirttiğini beyan buyuruyor. Ardından bütün mü’minlere aynı şekilde O’na salât ü selâm getirmeyi bilhassa emrediyor. Çünkü Cenâb-ı Hak, bizleri 124 bin küsur peygamber arasından böyle bir peygambere meccânen ümmet olma nîmetiyle müşerref kılmıştır.
Bizlere olan bu ilâhî lutuf, bir müstesnâlık ifade ettiği kadar, bahşedilen şerefin büyüklüğü nisbetinde, bizim için bir şükür borcu ve vefâ hukûkunu da beraberinde getirmektedir. Yani Peygamberler Sultânı’na ümmet olma mertebesi, hem rütbelerin en büyüğü, hem de mes’ûliyetlerin en ağırı demektir. Öyle ki Allâh Teâlâ, O’na itaati kendisine itaat, O’na isyanı kendisine isyan olarak beyan buyurmaktadır.
Bu itibarla her mü’minin O’na karşı en mühim şükür ve vefâ hukûku, O’nu her şeyden, hattâ canından daha çok sevmekle başlamalıdır. Bu çerçevede ismi her anıldığında O’na cân ü gönülden salât ü selâm getirmek, O’nun örnek şahsiyetinden feyz alarak bir Peygamber âşığı olarak yaşamak, bizler için bir mü’min karakteri, şahsiyeti, hayat düstûru, feyiz ve rûhâniyet kaynağı olmalıdır. Zîrâ bu dünyada O’nun âlemleri kuşatan rahmet ve şefkatine, âhirette de şefaat-i uzmâsına muhtacız.
O hâlde bize düşen; hâlimizde, kâlimizde ve bütün davranışlarımızda O’nunla beraberliği yaşamaktır. Çünkü kişi sevdiği ile beraberdir ve sevdiğini örnek alır. Âlemlerin varlık sebebi olan “muhabbetteki sır”lardan biri de; sevenin, sevilenin hâliyle hâllenmesidir. Bizler ne kadar sünnet-i seniyyeye aşk ve muhabbet ile bağlı isek, O’nu o kadar seviyoruz ve rûhumuzda hissediyoruz demektir. O’nu ne kadar tanıyor ve hatırlıyorsak, o kadar yönümüz ve maksadımız O demektir. Bu itibarla özellikle O’nun yücelik ve fazîlet dolu örnek şahsiyetindeki husûsiyetleri bilmek, O’na tâbî olmak ve O’nun yüce ahlâkına bürünerek O’nu satırlardan ziyâde kalben tanıyabilmek, idealimiz olmalıdır.
O Allâh Rasûlü ki, insanlardan ders görmedi, O’nu Rabbi terbiye etti ve ne güzel terbiye etti ki, ahlâkın en yücesini O’nda tecellî ettirdi. Bütün bir beşeriyete gayb âleminin tercümânı ve Hak mektebinin hocası olarak gönderildi. O’ndaki güzellikler ciltlerce kitap hacmine sığmayacak kadar çok ve sayısızdır. O’nun emsâlsiz örnek şahsiyetindeki fazîlet nümûnelerinden ancak birkaçı şöyledir:
Ümmetine Düşkünlükte Allâh Rasûlü (s.a.v.):
O’nun ümmetine olan şefkat ve merhameti, bir annenin yavrusuna olan düşkünlüğünden daha ziyâde idi. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
O’nun ümmeti için yapmış olduğu merhamet ve şefkat dolu sayısız duâlarından biri şöyledir:
Birgün Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Allâh’ım, ümmetimi koru, ümmetime merhamet et!” diye yalvararak ağladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
“–Ey Cebrâil! -Rabbin herşeyi daha iyi bilir ama- gidip Muhammed’e niçin ağladığını sor.” buyurdu.
Cebrâil -aleyhisselâm- geldi. Rasûlullâh Efendimiz ona, ümmeti için duyduğu endişe sebebiyle ağladığını bildirdi. (Hazret-i Cebrâil’in dönüp durumu haber vermesi üzerine) Allâh Teâlâ:
“–Ey Cebrâil! Muhammed’e git ve O’na: «Ümmetin husûsunda Sen’i râzı edeceğiz ve Sen’i asla üzmeyeceğiz.» müjdemizi ulaştır.” buyurdu. (Müslim, Îmân, 346)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Allâh Teâlâ Hazretleri (şu âyetle) ümmetim için bana iki emân indirdi:
«1. Sen aralarında olduğun müddetçe Allâh onlara (umûmî bir) azap indirmeyecektir.
2. Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allâh onlara azap etmeyecektir. (el-Enfâl 33)»
Ben aralarından ayrıldığımda, (Allâh’ın azâbını önleyecek ikinci emân olan) istiğfârı kıyâmete kadar ümmetimin yanında bırakıyorum.” (Tirmizî, Tefsîr, 8/3082)
Unutmamak gerekir ki, bir mü’min, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbetini dâimâ gönlünde taşırsa, umulur ki Cenâb-ı Hak onu cehenneminden âzâd eder, Rasûlü’ne muhabbetle dolu o gönlü ateşe atmaz.
Ziikrettiğimiz bu misaller, Allâh Rasûlü’nün ümmetine olan engin şefkat, merhamet ve düşkünlüğünü yansıtan sayısız misallerden sadece birkaçıdır. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz’in ümmetine duyduğu şefkate mukâbil, bizim ne kadar O’nun izinden giderek sünnetini feyz ile îfâ edebildiğimizi ve O’na olan muhabbetimizi iç âlemimizde dâimâ mîzân etmek durumundayız.
Öyle bir rahmet ki, her varlık O’nun hürmetine yaratıldı ve O’na olan muhabbeti nisbetinde Hak katında kıymet buldu.
Öyle bir rahmet ki, şefkat ve merhameti bütün insanlığı, hattâ bütün mahlûkâtı kuşattı.
Öyle bir rahmet ki, bütün dimağlara ve gönüllere ebedî bir âb-ı hayat mesâbesinde ilim, irfan, hikmet ve aşk menbaı olarak Cenâb-ı Hak tarafından en müstesnâ vasıflarla sonsuz bir feyz ü bereket kaynağı olaRak ihsan buyruldu.
Öyle bir rahmet ki, O’nunla sonsuz hidâyet rehberi Kur’ân ikrâm edildi.
Öyle bir rahmet ki, Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın en sevgilisi, habîbi, mîrac bahşettiği Rasûlü oldu.
Öyle bir rahmet ki, o olmasa bütün âlemler ıssız çöllere dönerdi.
Öyle bir rahmet ki, yaratılışın başlangıcı O’nun nûru ile vücûd buldu. Kürre-i arzda zuhûr eden bütün peygamberler, O’nun nûrunun feyz ve berekâtını taşımışlardır.
Öyle bir rahmet ki, nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akistir. Âlemde bir çiçek açılmaz ki, O’nun nûrundan olmasın! Zîrâ O olmasaydı, hiçbir şey vücûd bulmazdı. O ki, solmayan, aksine gün geçtikçe tazelik ve tarâveti daha da artan serâpâ nurdan ibâret bir gonca-i ilâhî...
Öyle bir rahmet ki, O’nun değerini ve kadrini bizzat Allâh Teâlâ anlatıyor. Hem de O’na salât ederek…
Hak Teâlâ’nın Rasûlü’ne salât ederek O’nun kadr ü kıymetini bildirmesi, her türlü medh ü senânın üstündedir. Zîrâ Cenâb-ı Hak, O’na salât ü selâmda bizzat kendi yüce zâtını misâl gösteriyor ve bütün meleklerine de O Güzeller Güzeli’ne, Kâinât’ın Fahr-i Ebedîsi’ne salavât getirttiğini beyan buyuruyor. Ardından bütün mü’minlere aynı şekilde O’na salât ü selâm getirmeyi bilhassa emrediyor. Çünkü Cenâb-ı Hak, bizleri 124 bin küsur peygamber arasından böyle bir peygambere meccânen ümmet olma nîmetiyle müşerref kılmıştır.
Bizlere olan bu ilâhî lutuf, bir müstesnâlık ifade ettiği kadar, bahşedilen şerefin büyüklüğü nisbetinde, bizim için bir şükür borcu ve vefâ hukûkunu da beraberinde getirmektedir. Yani Peygamberler Sultânı’na ümmet olma mertebesi, hem rütbelerin en büyüğü, hem de mes’ûliyetlerin en ağırı demektir. Öyle ki Allâh Teâlâ, O’na itaati kendisine itaat, O’na isyanı kendisine isyan olarak beyan buyurmaktadır.
Bu itibarla her mü’minin O’na karşı en mühim şükür ve vefâ hukûku, O’nu her şeyden, hattâ canından daha çok sevmekle başlamalıdır. Bu çerçevede ismi her anıldığında O’na cân ü gönülden salât ü selâm getirmek, O’nun örnek şahsiyetinden feyz alarak bir Peygamber âşığı olarak yaşamak, bizler için bir mü’min karakteri, şahsiyeti, hayat düstûru, feyiz ve rûhâniyet kaynağı olmalıdır. Zîrâ bu dünyada O’nun âlemleri kuşatan rahmet ve şefkatine, âhirette de şefaat-i uzmâsına muhtacız.
O hâlde bize düşen; hâlimizde, kâlimizde ve bütün davranışlarımızda O’nunla beraberliği yaşamaktır. Çünkü kişi sevdiği ile beraberdir ve sevdiğini örnek alır. Âlemlerin varlık sebebi olan “muhabbetteki sır”lardan biri de; sevenin, sevilenin hâliyle hâllenmesidir. Bizler ne kadar sünnet-i seniyyeye aşk ve muhabbet ile bağlı isek, O’nu o kadar seviyoruz ve rûhumuzda hissediyoruz demektir. O’nu ne kadar tanıyor ve hatırlıyorsak, o kadar yönümüz ve maksadımız O demektir. Bu itibarla özellikle O’nun yücelik ve fazîlet dolu örnek şahsiyetindeki husûsiyetleri bilmek, O’na tâbî olmak ve O’nun yüce ahlâkına bürünerek O’nu satırlardan ziyâde kalben tanıyabilmek, idealimiz olmalıdır.
O Allâh Rasûlü ki, insanlardan ders görmedi, O’nu Rabbi terbiye etti ve ne güzel terbiye etti ki, ahlâkın en yücesini O’nda tecellî ettirdi. Bütün bir beşeriyete gayb âleminin tercümânı ve Hak mektebinin hocası olarak gönderildi. O’ndaki güzellikler ciltlerce kitap hacmine sığmayacak kadar çok ve sayısızdır. O’nun emsâlsiz örnek şahsiyetindeki fazîlet nümûnelerinden ancak birkaçı şöyledir:
Ümmetine Düşkünlükte Allâh Rasûlü (s.a.v.):
O’nun ümmetine olan şefkat ve merhameti, bir annenin yavrusuna olan düşkünlüğünden daha ziyâde idi. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
O’nun ümmeti için yapmış olduğu merhamet ve şefkat dolu sayısız duâlarından biri şöyledir:
Birgün Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Allâh’ım, ümmetimi koru, ümmetime merhamet et!” diye yalvararak ağladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
“–Ey Cebrâil! -Rabbin herşeyi daha iyi bilir ama- gidip Muhammed’e niçin ağladığını sor.” buyurdu.
Cebrâil -aleyhisselâm- geldi. Rasûlullâh Efendimiz ona, ümmeti için duyduğu endişe sebebiyle ağladığını bildirdi. (Hazret-i Cebrâil’in dönüp durumu haber vermesi üzerine) Allâh Teâlâ:
“–Ey Cebrâil! Muhammed’e git ve O’na: «Ümmetin husûsunda Sen’i râzı edeceğiz ve Sen’i asla üzmeyeceğiz.» müjdemizi ulaştır.” buyurdu. (Müslim, Îmân, 346)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Allâh Teâlâ Hazretleri (şu âyetle) ümmetim için bana iki emân indirdi:
«1. Sen aralarında olduğun müddetçe Allâh onlara (umûmî bir) azap indirmeyecektir.
2. Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allâh onlara azap etmeyecektir. (el-Enfâl 33)»
Ben aralarından ayrıldığımda, (Allâh’ın azâbını önleyecek ikinci emân olan) istiğfârı kıyâmete kadar ümmetimin yanında bırakıyorum.” (Tirmizî, Tefsîr, 8/3082)
Unutmamak gerekir ki, bir mü’min, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbetini dâimâ gönlünde taşırsa, umulur ki Cenâb-ı Hak onu cehenneminden âzâd eder, Rasûlü’ne muhabbetle dolu o gönlü ateşe atmaz.
Ziikrettiğimiz bu misaller, Allâh Rasûlü’nün ümmetine olan engin şefkat, merhamet ve düşkünlüğünü yansıtan sayısız misallerden sadece birkaçıdır. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz’in ümmetine duyduğu şefkate mukâbil, bizim ne kadar O’nun izinden giderek sünnetini feyz ile îfâ edebildiğimizi ve O’na olan muhabbetimizi iç âlemimizde dâimâ mîzân etmek durumundayız.