Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

osmanlı padişahları neden hiç haçça gitmedi? (1 Kullanıcı)

alitaha

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Ocak 2008
Mesajlar
3
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Osmanlı padişahları da bizler gibi birer insandılar. Birçok üstün hizmetlerinin yanında, bir kısım şahıslarını, bir kısmı da umumu ilgilendiren birtakım hata ve kusurları olmuştur. Fakat hizmetleri bütün bir İslâm âlemini, Müslümanları ilgilendirdiğinden o kadar büyüktür ki, hata olarak görülen bazı haleri bunun yanında çok mühim bir yer işgal etmez.Bu umumi bir bakış açısından sonra meseleye gelelim: Hac ibadetini, namaz oruç gibi diğer bazı ibadetlerden ayıran birtakım şartları vardır. Mâlî imkân, yol emniyeti, hürriyet, sıhhî durum gibi hususlar bunlardan önemli olanlarıdır. Bunlarla birlikte, diğer bir şart da, üzerine hac farz olan kimse, bu vazifeyi rahatlıkla yapabilecek yeterli bir vakte sahip olmalıdır. Ömer Nasuhi merhum bu şartı şöyle ifade eder:Hac vazifesini meşakkatsiz bir sûrette gidip îfa edebilmeye kâfi bir vakit bulunmalıdır. Binâenaleyh, bir kimse hac farîzası için sâir şartları tamamen hâiz olduğu tarihten itibaren bu vazifeyi îfaya müsait bir vakit bulamadan vefat etse, bu farîza ile mükellef olmuş olmaz.

Çoğu hayatları fetih hareketlerinde ve cihad meydanlarında geçen Osmanlı sultanlarının bu dinî vazifelerini yapacak yeterli zamanı ve vakti bulmaları pek mümkün değildi. Bir kere İkinci Selim e kadar gelen on bir padişahın hemen hemen hepsinin hayatı cihad meydanında geçmişti.O devirlerin nakil vasıtaları ve ulaşım imkânları da hesaba katılırsa mesele biraz daha aydınlanmış olacaktır. Çünkü o zamanlar İstanbul dan kalkıp Hicaz a ulaşmak için en azından üç dört aylık bir zamana ihtiyaç vardı. Bununla beraber bir padişahın tek başına veya birkaç kişiyle yolculuğa çıkması da mümkün değildi. Sefere çıkılacağı veya bir tarafa azimet edileceği zaman üç beş ay öncesinden hazırlıklar yapılırdı.Bir padişahın o zaman zarfında aylar sürecek bir sefere çıkarken ordusunun mutlak sûrette beraberinde bulunması gerekirdi. Ordunun sadece savaş maksadıyla yola çıkabileceği de unutulmamalıdır.Diğer taraftan, sadece padişahın şahsî bir hac farîzasını eda etmesi maksadıyla koca bir Osmanlı ordusunu beraberinde götürmesi, maddi-mânevî birçok mahzurları doğururdu.Hac mevsiminin kış aylarına geldiği ve senelerce devam ettiği de düşünülürse, bunun ne kadar imkânsız olduğu kendiliğinden anlaşılır.Meselenin diğer bir ciheti de, mânevî hayattan yapılan şahsî bir fedakârlık olarak düşünülebilir. Şöyle ki:Hac ibadetinin her ne kadar umumi ve geniş pekçok hikmet ve faydaları varsa da, Müslümanın bizzat ferd olarak kendisine farzdır. Bunun için ferd birtakım makul maslahatları düşünerek manevî mesuliyetin getireceği yükleri kabul ederse, hac gibi bir ibadette yaptığı bir eksiklik sadece şahsına ait bir kusur olarak kalır.
İşte padişahlar kendi şahsî rahat ve huzurlarından çok, koca bir İslâm âleminin, bütün Müslümanların emniyet ve selâmetini ön plâna alıyorlardı. Kendi maddi-mânevî hayatlarını Müslümanların rahatı uğruna feda ediyorlardı. Burada şüphesiz, şahsî mükellefiyetleri bakımından birtakım eksiklikleri olacaktı. Bunun mesuliyetini de zaten peşinen kabullenmiş oluyorlardı.Buna bağlı olarak meselenin siyasi ve idarî cihetine baktığımız zaman farklı bir manzara ortaya çıkmaktadır. Osmanlı idaresi merkezî bir yapıya sahipti. Millet padişahı hep başında görmek isterdi.Çünkü padişahın başında bulunduğu bulunmadığı seferlerin ekserisi hezimetle neticelenmişti.Osmanlı idaresinde her ne kadar vezir, vüzera, divan ve daha bir kısım idarî makamlar bulunsa da, her şey padişaha bağlı, son söz padişaha aitti. Yavuz Sultan Selim den sonra halifelik de derühte edilince, padişah sadece Osmanlı tebeasının değil, yeryüzünde bulunan bütün Müslümanların manevî reisi durumundaydı.Halkta padişaha bağlılık o kadar mühim bir yer işgal ediyordu ki, henüz çocuk denecek yaşta bulunsa dahi, tahtta bir padişahın bulunmasına alışmıştı. I. Ahmed, II. Osman ve IV. Murad çocuk yaşta tahta oturmuş padişahlardı. Buna rağmen halk onları padişah olarak tanımış, bağlılık göstermişlerdir. Padişahın uzun bir müddet savaşların dışında başta bulunmayışı dahilî karışıklık ve huzursuzluklara sebep olurdu. Hatta Genç Osman iyi bir niyet taşıyarak hacca gitmek giçin İstanbul dan yola çıktığı halde, daha İstanbul-Maltepe ye varmadan çeşitli dedi-kodular çıkarılarak huzursuzluklar başgöstermiş, sonunda padişah bu teşebbüsünden vaz geçmiştir.Bu ve bunlara benzer haklı gerekçe ve engelleyici sebepler olmasaydı, Resulullah ın (a.s.m.) müjdesine mazhar olan bir Fatih Sultan Mehmed in, oğlu Veli Bayezıd ın ve İslâm birliği için hayatını cihad meydanlarında geçiren Yavuz Sultan Selim in hac farîzasını ihmal etmesine bir mânâ veremeyecektik.Ayrıca Yavuz devrinde Osmanlı sınırları içine giren Mekke ve Medine, Cumhuriyet devrine kadar devamlı gözbebeği gibi korunmuş, imar faaliyetleri sürdürülmüştür. Sadece Sultan Abdülhamid bu mukaddes topraklara verdiği ehemmiyetten dolayıdır ki, Bağdat tan Medine ye kadar demiryolunu ağını kurmuştur.Bu kadar Kâbe ve Resulullah âşıkı olan ve kuvvetli bir dinî tahsil ve terbiye görmüş bulunan Osmanlı padişahları, fırsat ve imkân bulsalardı, hacca gitmezler miydi?
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt