Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

onu gül ü MUHAMMEDİ anlatalımmı burda? (1 Kullanıcı)

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Dünyada hiç kimsenin hayatı Hz. Muhammed (sav)’in hayatı kadar detaylı bir şekilde kayda geçirilmemiştir. İslam kültüründe “siyer” geleneği olarak klasikleşen Hz. Muhammed (sav) biyografisi, doğumundan vefatına dek İslam Tarihi’nin olduğu kadar dünya tarihinin de dönüm noktalarını belirleyen müstesna bir yaşam ihtiva etmektedir. Asırlardır farklı kültürel formlarla biçimlenen İslam toplumunun varlığını doğrudan etkileyen bu sürecin net olarak anlaşılması, O’nun evrensel mesajının öz haliyle bugüne aktarılmasında temel noktalardan birisidir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)’in beşerî ve nebevî hususiyetleri, bir yandan yaşadığı çağın şartları dikkate alınarak değerlendirilmeli, diğer yandan da bu tarihselliği aşan mesajı en doğru şekliyle anlaşılmaya çalışılmalıdır. O’nun yaşamında bütün hayat şart ve şekillerine göre İslam çerçevesinde örnek alınabilecek ahenkli bir çeşitlilik, zenginlik, seyyaliyet ve pratiklik bulunmaktadır. Onun hayatı, örnek ahlâkın, güzel âdetlerin, asil ve mutedil duyguların ve üstün meziyetlerin hâkim olduğu bir hayattır.
 

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
dogumu

dogumu

Doğumu
Hz. Peygamber Arap yarımadasının batısındaki Hicaz bölgesinde yer alan Mekke şehrinde dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bunun sebebi o sırada Araplar arasında belirli bir takvimin kullanılmamasıdır. Genel kabul gören kanaate göre Fil Vak‘ası’ndan 50-55 gün sonra Rebîülevvel ayında Pazartesi günü dünyaya gelmiştir. Farklı hesaplamalara göre Hz. Peygamber’in doğum tarihi 20 Nisan (9 Rebîülevvel) 571 veya 17 Haziran (12 Rebîülevvel) 569 Pazartesi şeklinde belirlenmektedir. Bu tarihlerden birincisi Mısırlı astronomi âlimi Muhmut Paşa el-Felekî’ye (ö. 1302/1885), ikincisi ise çağımızın meşhur İslâm âlimi Muhammed Hamidullah’a (ö. 2002) aittir.

Hz. Muhammed (sav)’in babası, Kureyş’in Benî Hâşim kolundan Abdullah b. Abdülmuttalib, annesi ise Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna mensup Vehb b. Abdümenâf’ın kızı Âmine’dir. Hz. Peygamber onların evliliklerinden dünyaya gelen tek çocuklarıdır.

Hz. Peygamber’in babası Abdullah akranları arasında çok beğenilen yakışıklı bir gençti. Yüzünde diğer gençlerde bulunmayan bir güzellik ve parlaklık vardı. Bunun Hz. Peygamber’e ait “nübüvvet nûru” (peygamberlik nuru, Nûr-i Muhammedî) olduğu kabul edilir. Rivâyete göre Abdullah’ın babası (Hz. Peygamber’in dedesi) Abdülmuttalib Zemzem Kuyusu’nu yeniden ortaya çıkarıp onardığı sırada Kureyş’in bazı ileri gelenleri onu alaya alıp küçük düşürmek istemişlerdi. O sırada Hâris’ten başka oğlu olmayan Abdülmuttalib onlara karşı savunmasız bir durumda olduğundan on oğlu olursa birini kurban edeceğine dair adakta bulunmuştu. Bir süre sonra duâsı gerçekleşip on oğlu dünyaya geldiğinde gördüğü bir rüyada kendisine adağı hatırlatılmış, o da oğullarından hangisini kurban edeceğini belirlemek için kuraya başvurmuştu. Kura o sırada en küçük oğlu olan Abdullah’a çıkınca onu kurban etmeye karar vermiş, ancak buna başta kızları olmak üzere pek çok kimse karşı çıkmıştı. Adağını yerine getirebilmek için bir çözüm arayan Abdülmuttalib kendisine yapılan bir tavsiye doğrultusunda Abdullah ile o günkü örfe göre diyet olarak kabul edilen on deve arasında kura çektirmiş, fakat kura yine Abdullah’a çıkmıştı. Abdülmuttalib deve sayısını onar onar artırarak kuraya devam etmiş, sayı yüze ulaşınca kuranın develere çıkması üzerine 100 deve kurban etmişti. Böylece çok sevdiği oğlu Abdullah’ı da kurtarmıştı. Bundan dolayı Hz. Peygamber, hem babası Abdullah’ın hem de büyük atası Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmâil’in kurban edilmekten kurtulmuş olduğunu kastederek, “Ben iki kurbanlığın oğluyum” demiştir.

Abdullah gençlik çağına ulaştığında kendisine gelen birçok evlilik teklifini kabul etmemiş, nihayet babasının teşebbüsüyle Vehb’in kızı Âmine ile evlenmiştir. Abdullah’ın bu sırada on sekiz yaşında olduğu anlaşılmaktadır. Abdullah ticaret için gittiği Suriye’den dönerken Yesrib’e (Medine) uğramış ve orada babasının dayıları olan Adî b. Neccâr oğullarını ziyaret etmişti. Ancak bu sırada hastalanıp akrabalarının yanında bir ay kadar hasta yattıktan sonra vefat etmiş ve Medine’de defnedilmiştir. Abdülmuttalib Abdullah’ın hastalığını haber alınca büyük oğlu Hâris’i Yesrib’e göndermiş, ancak Hâris şehre ulaşmadan kardeşi vefat etmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber yetim olarak dünyaya gelmiştir. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu oğlunun peygamberliğine yetişemeyen Abdullah’ın âhirette azap görmeyip kurtuluşa ereceği kanaatindedir.


Hz. Peygamber’in annesi Âmine Kureyş kızları arasında iyi bir yere sahipti. Babası Vehb de Zühre oğullarının ileri gelenlerinden biriydi. Abdülmuttalib, oğlu Abdullah’ı yanına alarak Âmine’yi babasından veya diğer bir rivâyete göre amcası Vüheyb’den istemiş, olumlu cevap verilmesi üzerine evlilikleri gerçekleşmiştir. Zamanın âdetleri doğrultusunda evliliğin ilk üç günü Âmine’nin evinde geçmiştir. Bu evlilikten sonra Abdullah’ın alnındaki peygamberlik nûrunun Âmine’ye intikal ettiği kabul edilir. İslâm kaynaklarında Hz. Muhammed (sav)’in ana rahmine intikalinden doğumuna kadar geçen zaman içinde bazı olağanüstü olayların meydana geldiğine dair rivayetler yer almaktadır. Rivâyete göre Âmine Hz. Peygamber’e hamile olduğu sırada bir rüya görmüş, rüyada kendisine önemli bir kişiye hamile olduğuna işaret edilerek doğacak çocuğa Muhammed veya Ahmed adını vermesi söylenmiştir. Âmine’nin doğum sancısı çekmediği de bu rivâyetler arasındadır. Yine meşhur rivâyete göre Hz. Peygamber sünnetli olarak doğmuştu. Ayrıca melekler tarafından yıkanmış ve sırtına peygamberlik mührü vurulmuştu. Dede Abdülmuttalib torununun dünyaya geldiği müjdesini alınca onun şerefine bir ziyafet vermiş, ziyafette ona Muhammed adını koymuş, Allah’ın ve insanların onu hayırla anması için bu ismi verdiğini söylemiştir.
 

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
hadi sizde yazın bişeyler onu anlatalım,onu konuşalım:H
 

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
onun için söyliycek bir sözü olan yokmu:(
 

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Çocukluğu ve Gençliği

Çocukluğu ve Gençliği

Çocukluğu ve Gençliği
Hz. Muhammed (sav) doğumunun ardından bir süre annesi Âmine’nin yanında kalmış, daha sonra âdet olduğu üzere süt annesine verilmiştir. Çocukların süt annesine verilmesinde temel sebep çocukların şehir yerine daha sağlıklı olan çöl havasında büyümelerini sağlamak, ayrıca konuşma çağında fasih Arapça öğrenmelerine imkân vermekti. Hz. Peygamber de bu geleneğe uyularak Hevâzin kabilesinin Sa‘d b. Bekir koluna mensup Halîme bint Ebû Züeyb’e verildi. Halîme, sütanneliği yaparak geçimini sağlayan diğer bedevî kadınlarla ve kocası ile birlikte bir kıtlık yılında Mekke’ye gitmiş, ancak genellikle tercih edildiği üzere zengin bir aile çocuğu bulamamıştı. Hz. Muhammed (sav)’in yetim olduğunu öğrenince de onu almakta tereddüt göstermiş, bununla birlikte Mekke’den boş dönmemek için sütanneliği yapmak üzere yanında götürmeye razı olmuştu. Hz. Muhammed (sav) iki yıl sonra sütannesi Halîme tarafından Mekke’ye getirilmiş, ancak Âmine, çöl havasının çocuğuna yaradığını gördüğü, bazı rivayetlere göre ise o sıralarda Mekke’de veba salgını bulunduğu için onun bir müddet daha Halîme’nin yanında kalmasını istemişti. Hz. Muhammed (sav) dört veya beş yaşına kadar sütannesinin yanında kaldıktan sonra Mekke’ye getirilerek annesine teslim edildi. Hz. Peygamber’in sütbabası Hâris b. Abdüluzza, sütkardeşleri de Abdullah, Üneyse ve Şeymâ idi. Rivâyete göre Halîme ve Hâris, Muhammed (sav)’i yanlarına aldıktan sonra bolluk ve berekete kavuştular; deve ve koyunları eskisinden çok daha fazla süt vermeye başladı. Ayrıca sütannesinin yanında bulunduğu dönemde “şakk-ı sadr” adı verilen hadisenin vukû bulduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Buna göre iki melek gelip Hz. Muhammed (sav)’in göğsünü yarmış, kalbini çıkararak kötülüklerden arındırmış, semâvî bir suyla yıkadıktan sonra yerine yerleştirmiştir. Bu olaydan haberdar olan Halîme ve Hâris’in baştan beri birçok olağanüstü yönüne şahid oldukları Hz. Muhammed (sav) hakkında, olup biteni izah edememekten kaynaklanan bir endişe yaşadıkları ve çocuğu ailesine iade etmenin daha doğru olacağını düşünmeye başladıkları nakledilmektedir.

Hz. Peygamber altı yaşına geldiğinde annesi Âmine O'nu da câriyesi Ümmü Eymen’le birlikte yanına alarak Yesrib’e (Medine) götürdü. Burada hem Abdullah’ın mezarını hem de Abdülmuttalib’in annesi dolayısıyla ailenin dayıları sayılan Benî Neccâr mensuplarını ziyaret ettiler. Âmine, Yesrib’de bir ay kadar kaldıktan sonra Mekke’ye dönerken Medine’ye yaklaşık 190 km. mesafede bulunan Ebvâ’da hastalandı ve genç yaşta vefat etti. Âmine’nin ölümünden önce küçük yavrusuna bakarak şöyle söylediği anlatılır: “Her yaşayan ölür. Her yeni eskir. Her çok azalır. Her büyük yok olur. Şüphesiz ben de öleceğim, ama devamlı anılacağım. Çünkü dünyaya oğlumu hayırlı bir gelecek olarak bırakıyorum”. Annesinin ölümüyle öksüz kalan Hz. Peygamber Ümmü Eymen tarafından Mekke’ye getirilip dedesi Abdülmuttalib’e teslim edildi. Hz. Peygamber daha sonra hicretin altıncı yılında (milâdî 628) Ebvâ’ya uğrayıp annesinin mezarını ziyaret etmiştir. Kabri eliyle düzelten, Hz. Peygamber bu arada annesinin şefkat ve merhametini hatırlayarak göz yaşı dökmüştür. Onun bu tutumundan etkilenen sahabîler de göz yaşlarını tutamayıp onunla birlikte ağlamışlardır.

Abdülmuttalib, çok sevdiği ve genç yaşta kaybettiği oğlu Abdullah’ın değerli hâtırası olan Muhammed (sav)’e büyük özen gösteriyordu. Sofraya onunla birlikte oturup yemek yiyor; onu zaman zaman Kâbe duvarının gölgesindeki minderine oturtuyor; Dârünnedve’deki toplantılara başkanlık ederken yanına alıyor; bütün davranışlarıyla ona baba şefkatı ve sevgisinin eksikliğini hissettirmemeye çalışıyordu. Yaşı seksenin üzerinde olan Abdülmuttalib o sırada sekiz yaşındaki torunu Muhammed (sav)’in bakım ve himayesini amcası Ebû Tâlib’e verdikten kısa bir süre sonra vefat etti. Ebû Tâlib Hz. Peygamber’in babası Abdullah’ın anne-baba bir kardeşi idi. Ebû Tâlib, yeğenini çocuklarından fazla sevdi, onun uğurlu olduğuna inandı ve iyi yetişmesi için gayret sarfetti. Çıktığı bazı seyahatlerde onu da yanına alırdı. Nitekim Hz. Muhammed (sav)’in dokuz (veya on iki) yaşında bulunduğu sırada amcası ticaret amacıyla Suriye’ye gitmeye karar verdiğinde o da amcasıyla birlikte gitmek istedi. Yeğeninin bu konudaki ısrarını gören Ebû Tâlib onu da yanına aldı. Kervan Suriye topraklarındaki Busrâ’da konakladı. Burada bir manastırda yaşayan Bahîra adlı rahip kafileyi yemeğe davet etti. Bahîra Ebû Tâlib’e, Muhammed (sav)’in İncil’de gönderileceği vaad edilen peygamber olduğunu söyledikten sonra başına gelebilecek bazı tehlikelere dikkat çekmiş ve onu iyi korumasını tavsiye etmiştir. Ebû Tâlib bunun üzerine seyahatını yarıda kesip Mekke’ye dönmüştür.

Hz. Muhammed (sav)’in on yaşlarında iken kalabalık bir aileye sahip bulunan amcası Ebû Tâlib’e yardımcı olmak amacıyla bir süre çobanlık yaptığı bilinmektedir. Peygamberliği döneminde o, bu hatırasına atıfla “Hiçbir peygamber yoktur ki, koyun gütmüş olmasın” buyurmuştur. Etrafında bulunan sahabîlerin “Siz de mi koyun güttünüz yâ Rasûlallah?” şeklindeki sorusu üzerine “Evet. Ben de Mekkeliler’in koyunlarını güttüm” cevabını vermiştir.

Ebû Tâlib’in hanımı Fâtıma bint Esed Muhammed (sav)’e kendi çocuklarından daha fazla ilgi gösterdi. Hz. Peygamber de büyüdüğünde yengesinin iyiliklerini hiçbir zaman unutmadı. Onu Medine’deki evinde ziyaret eder, zaman zaman orada öğle uykusuna yatardı. Yengesi vefat ettiğinde çok üzülmüş, gömleğini ona kefen yapmış, cenaze namazını da kendisi kıldırmıştır. Ölümünden duyduğu üzüntüyü etrafındakilere anlatırken şöyle diyerek vefa duygusunu göstermiştir: “Ben onun himayesine muhtaç öksüz bir çocuktum. O kendi çocukları aç olduğu halde beni doyururdu. Kendi çocuklarını bırakır benim saçlarımı tarardı. O benim annem gibiydi”. Ebû Tâlib, peygamberliğinden sonra da yeğeninin yanında yer aldı ve onun İslâm’ı kabul etmesi için yaptığı ısrarlı tekliflerini cevapsız bırakmakla birlikte kendisini korumak için elinden geleni yapmaya çalıştı.

Câhiliye döneminde Arap kabileleri arasında çeşitli sebeplerle sık sık savaşların çıktığı bilinmektedir. Öyle ki, kan dökmenin yasak olduğu haram aylarda (zilkade, zilhicce, muharrem, receb) bile savaşların yapıldığı olurdu. Haram aylarda cereyan ettiği için bu savaşlara Ficâr savaşı adı verilirdi. Hz. Peygamber de gençliğinde böyle bir savaşa katılmak durumunda kalmıştı. Onun müttefik Kureyş-Kinâne ve Kays-Aylân kabileleri arasında çıkan şiddetli savaşa amcalarıyla birlikte katıldığı, ancak fiilen savaşmayıp amcalarına ait eşyaları koruduğu, ayrıca gelen okları da kalkanla karşılayıp toplamak suretiyle amcalarına verdiği bu konudaki farklı rivayetler içinde tercih edilen bir görüştür. Bu sırada yaşının on dört, on beş, on yedi veya yirmi olduğu zikredilmektedir.

 

Kaan Erdem

Yönetici
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
11,197
Tepki puanı
230
Puanları
63
selamünaleyküm kardeşim.

ne lafım ne sözüm hiç bir dünya kelamı benim için
Hz. Muhammed (sav) anlatmaya yetmez.
bu günahkar ve kirlenmiş azalarımla.ALLAH cc yar ve yardımcımız olsun.

selam ve dua ile kalın güzel bir paylaşım oldu.hayırlı.
 

meltem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 May 2006
Mesajlar
1,782
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
43
Web Sitesi
sonsuznurr.blogcu.com
yemek yiyişi...

yemek yiyişi...

Var olanı reddetmezdi, bulunmayanı araştırmazdı. Önüne hoş yiyeceklerden ne konursa konsun yerdi. Ancak tiksindiği bir şey olursa kendisi yemez, başkalarınada haram kılmazdı. Hiç bir zaman yemeğe kusur bulmamıştır. İŞtahı olursa yer olmazsa yemezdi. Nitekim alılşık olmadığı için keler yememişti. Ama ümmetinin yemesini de haram kılmadı. Hatta sofrasında gözü önünde keler yediler. Helva be bal yedi: bunları severdi. Deve, koyun ve tauk eti, toy kuşu eti, yaban eşeği eti, tavşan eti, deniz hayvanları yedi, kebap yedi. Yaş ve kuru hurma yedi, hem halis gemde su ile karışık süt içti. Kavut (un çorbası) içti. Balı suyla karıştırıp şerbet yapıp içti. Hurma şırası içti. Hazire - süt ile undan yapılan çorba- içti. Hıyarı yaş hurma ile yedi. Kuru hurmayı ekmekle yedi. Ekmeği sirke ile yedi. Serid -etli yemek- yedi. Eritilmiş iç yağı yedi... Lezzetli ve has olanı geri çevirmezdi, onu elde etmek için de çabalamazdı.

Hazır bulduğunu yemek O'nun tutumu idi. Şayet yemek bulamazsa sabrederdi. Hatta açlıktan karnına taş bağladığı olurdu. Hilal görünür, hilal görünür, hilal görünür (yani aylar geçerdi) de evinde ateş yandığı olmazdı. Çoğunlukla yemeği yere serdiği meşin bir sofra üzerinde kordu. Üç parmağıyla yemek yer, yemeği bitirince parmaklarını yalardı. Bu tutum yemek yiyenlerin yapabilecekleri en mükemmel tutumdur. Çünkü kibirli kimse bir yek parmağı ile yer, açgözlü ve hırslı bir kimse ise beş parmağı ile yer, avucuyla da ağzına basar. Dayanarak yemek yemezdi. Yemeğin başlangıcında besmele çeker, sonunda hamdederdi. Yemeği bitince şu duayı okurdu; " Ey Rabbimiz, Hoş, mübarek kifayet olunmamış, talebinden vazgeçilmemiş ve müstağni kalınamayan bir hamd ile sana çokca hamdederiz." (Buhari 70/54). Suyu çoğunlukla oturarak içer hatta ayakta içmekten menederdi.


ALLAH RAZI OLSUN GÜLAĞACI KARDEŞİM....
 

meltem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 May 2006
Mesajlar
1,782
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
43
Web Sitesi
sonsuznurr.blogcu.com
Uyuması ve uyanışı

Uyuması ve uyanışı

Kimi zaman yatakta, kimi zaman post üzerinde, kimi zaman hasır üzerinde, kimi zaman yerde, kimi zaman zinetlerle bezenmiş divan üzerinde ve kimi zamanda siyah kilim üzerinde uyurdu. Yatağı tabaklanmış deri olup dolgu maddesi lif idi. Bir kıl keçesi (yahut abası) vardı, onu ikiye katlar üzerinde uyurdu. Uyumak için yattığında;" Senin adınla, Allah'ım dirilirim, ölürüm." (Buhari 80/7, 80/8, 80/16 97/13) derdi. Avuçlarını birleştirir içlerine üfler İhlas, Felak ve Nâs sürelerini okur, sonra bedeninin ön kısımlarından başı ve yüzünden başlamak üzere avuçlarını vücudunun sürebildiği yerlerine sürerdi. Bu üç kere yapardı." (Buhari 11/107) Yatağına girdiğinde şöyle dua ederdi; " Göklerin ve yerin Rabbi, yüce arşın Rabbi, bizim ve herşeyin Rabbi, daneyi, çekirdeği filizlendiren, Tevrat'ı, incili ve Furkan (Kur'an)'ı indiren Allah'ım Perçeminden yakaladığın her şerli varlığın şerrinden Sana sığınırım. İlk Sensin, Senden önce hiçbirşey yoktur. Son Sensin, Senden sonrada hiçbirşey yoktur. Varlığın aşikardır. Senden daha aşikar hiç birşey şey yoktur. Senin mahiyetin gizlidir. Senden daha gizli yoktur. Bizim borcumuzu öde, fakirlikten bizi zenginleştir." (Muslim 2713).

Geceleyin uykusundan uyandığı zaman şu duayı okurdu: " Senden başka tanrı yoktur. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Allah'ım günahımı bağışlamanı diler, merhametini isterim. Allah'ım ilmimi arttır. Beni doğru yola iletmişken kalbimi eğriltme, Katından bana rahmet bağışla. Şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın." Ebu Davud 506. Uykudan uyanınca :" Bizi öldükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun. Kıyamet'te O'nun huzurunda haşrolunacağız." (BUhari 80/7, 80/8, 80/16, 97/13) sonra dişlerini misvaklar ve zaman zaman Al-i İmran süresinin son on ayetini okurdu. Gecenin evvelinde uyur ahirinde kalkardı. Müslümanların işleriyle uğraştığı zamanlarda gecenin evelini uykusuz geçirirdi. Gözleri uyur kalbi uyumazdı. Uyuduğu vakit kendisi uyanıncaya kadar başkaları O'nu uyandırmazdı. Gece (yolculukta) istirahate çekildiği zaman sağ yanı üzerine yatardı. Sabaha yakın istirahate çekildiği zaman ise elinin parmak uçlarından dirseğe olan kısmını diker, başını avucuna koyardı. Onun uykusu en mutedil ve olabilecek en faydalı uyku idi..
 

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
konuya katkılarınızdan dolayı teşekkürler ,ALLAH sizlerden razı olsun
rabbim ona layık ümmet olmayı bizlere nasip etsin inşaALLAH
 

nevin2007

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2008
Mesajlar
326
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
60
Bulundugu Mecliste Ayricalikli Bir Yere Oturmazdi.sabahlari Evinden çikarken şöyle Derdi.ilahi,dogru Yoldan Sapmaktan Ve Saptirilmaktan,kanmaktan Ve Kandirilmaktan,haksizlik Etmekten Ve Haksizliga Maruz Kalmaktan,saygisizlik Etmekten Ve Saygisizliga Uğramaktan Sana Siginirm./siradan Değildi ,siradan Insanlar Gibi Yaşadi./
 

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
rabbim onun yolundan yürümeyi bizlere nasip etsin katkından dolayı teşekkür ederim rabbim onu anmanın ecrini sizlere kat ve kat versin kardeşim
 

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
........................:(.............
 

gülagacı

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
3 Nis 2008
Mesajlar
137
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Onun hayatı, örnek ahlâkın, güzel âdetlerin, asil ve mutedil duyguların ve üstün meziyetlerin hâkim olduğu bir hayattır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt