aliye_aliye
Altın Üye
- Katılım
- 25 Eki 2006
- Mesajlar
- 16,828
- Tepki puanı
- 4
- Puanları
- 38
- Konum
- ~* پایتخت آن بهشت *~
- Web Sitesi
- www.fizikist.com
İNSAN ARDINDA BİRŞEYLER BIRAKARAK gitmeye çalışıyor. Bir taraftan gidici olduğunu kabullenmek, bir taraftan kalıcı birşeyler bırakmak telaşı ve çelişkisi yiyip kavuruyor insanı. Elbette her insanın bu gökkubbe altında kendine mahsus bir izi olacaktır. Hiçbir insanoğluna silik, savruk biçimde geçmek yakışmıyor şu çöl misali dünyadan.
Lâkin, insanın dünya çölü üzerinde bir iz bırakma arzusu sırf dünyevî payandalara dayanınca, dayanılmaz bir zavallılık ve komiklik üşüşüyor zihnime. Dünyevîlikle mâlul insan, kendisini Rabbine nisbet etmekten uzaklarda, kıymetini ve endamını yine gelip geçici şeylerde arıyor. Ardısıra bıraktıkları da dünya toprağının ardına geçmedikçe, hayatı bir kum fırtınasının savrukluğu ve perişanlığı içinde eriyiveriyor; bir biçime bile bürümeden kayıp gidiyor. Dünyayı sırf dünyadan ibaret bilenleri kutuplardan tropiklere hediye olarak buzdan yapılmış takılar götüren zavallının haline benzetesim geliyor. Dünyanın oyalaması içinde bir biçim ve değere sahip gözüken şeyler, berzahın sıcacık gerçekliğine dokununca eriyiveriyor; hiçe düşüyorlar öylece.
İnsanın değeri, elde ettikleri ile değil, istedikleri ile ölçülmeli değil midir? Büyük sonuçlara erişenlerin bununla övünme hakkı olmadığı gibi, sebepleri iyi hazırladığı halde sonuca erişme nasibi olmayanların da yerinmesi gerekmez. Ancak, büyük şeyi istemiş olmakla kıymetini işin başında belirler insan. Büyük şeyi elde etmek ise, sonuç olduğu için, ne insanın elindedir, ne de elinde kalır. O halde, yeter ki büyük şeyler isteyin ama usulüne uygun, âdâbına münasip olarak endamınız başından belirlenir. Sonuca erişmeniz sizi daha da büyütmeyeceği gibi, erişememeniz de sizi küçültmeyecektir. Siz her hâlükârda büyük isteyen birisiniz ve bu da size yeter.
Bir kere davranışlarımıza sonuçlara göre yön vermeye kalkınca, gizliden gizliye kendimizi âlemlerin Rabbi yerine koyuyor, neyin olması neyin olmaması gerektiğine karar veren bir Kadîr-i Mutlak’ın rolüne soyunuyoruz. Kendi hevesimizi kâinata mühendis eyliyoruz. Tevekkülün sebeplere harfiyen riayetten sonra tevfiki Müsebbibü’l-Esbab’a bırakma teslimiyeti, yerini hem sebeplere hem sonuçlara hükmetme telaşına bırakıyor. Geriye kendisini sebeplerin kör ve sağır çarkları arasında büyütmeye çalışan, asla dolduramayacağı bir rolün yapmacıklığı altında ezilen zelil firavuncuk müsveddesi insanlar kalıyor.
Oysa iman insanı Rabbine nisbet eder; yaptıklarına değil. Mü’min insanın yaptıkları, dünya ölçeğinde büyük de görünse, küçük de görünse, Rabbine nisbetle her zaman büyük ve önemlidir. Böylece mü’min, kalbini sebep ve sonuçların dar cenderesinden çıkarıp, her an niyetinin büyüklüğüne göre kıymet alan bir ebedî misafir konumuna yerleşir. İşbitiriciliğine göre değil, niyetine göre kıymet ve endam kazanır mü’min. İşlerinin meşruluğunu ve güzelliğini ulaşacağı hedefe hapsetmez, hedefe giden yolun her adımında, başvurduğu her vesilede güzel bir niyet giyinmeye çalışır. Güzelliği her ânına taşır. Dürüstlüğünü erteleme ihtiyacı hissetmez.
Sonuçlar insan için hiç erişemeyeceği yarınlar gibidir. Sonucu elde etmede eli kısadır, kudreti yoktur; yani sonuçların ölüsüdür insan. Sebepler ise, insanın içinde yaşadığı bugüne benzer. Bugün elinde hazırdır, bugüne erişmiştir. Bugünü ebedî renklerini aldığı bir başlangıç eyleyebilir kendine. Bugünün içinde ve eline verilmiş sebepler arasında hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar. Sonucu istemekte, sebeplere başvurarak hayra niyetlenmekte faildir, ‘işbitirici’dir. Hep başlangıçlarda yaşar insan ve sonuçlar erişemeyeceği günler gibi uzağındadır. Öyleyse kıymetini başlamaklarda aramalı insan. Başlamaktan ötesi yok nasılsa...
Hâsılı, insan ardında bıraktıkları ile değil, önünde niyetlendikleri ile beka bulur.
Senai Demirci