Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Ölümü Göre Göre Yaşamak
Selim Gündüzalp
O GÜN kurban bayramının arefesiydi. Başta rahmetli babam, babaannem, amcam ve deprem şehidi yeğenim.. hatırladığım en eski dönemden bugüne kadar geçen bütün sevdiklerimi ziyaret etmek, kucaklamak için kimilerine göre şehrin en güzel, kimilerine göre de hiç istenmeyen mekânındaydım. Emirdağ Kabristanı’nda.
Küçük yeğenim Burak’la beraber mezarların arasında dolaşırken dilimde dua gibi bir söz dolanmaya başladı. “Ölümü bile bile yaşamak. Göz göre göre ölümü yaşamak.” Ama gözün önünde incecik bir perde var. Ona ne diyorlar? Kimileri gaflet, kimileri kalın perde. Ama şu bir gerçek ki o göz bir türlü kabri, kendi ebediyet yurdu olarak, kendisinin de misafir olacağı bir mekan olarak görmüyordu. İnsan gideceği yeri, adresi bilemeyince nasıl bir şaşkınlık yaşıyorsa, “Nereye gidiyorsun?” sorusuna bulunduğu yerde cevap bulamazsa dünya ötesi için de bu soru aynı şaşkınlığı yaratıyordu ruhumun derinliklerinde. Nereye gidiyoruz, yolculuğumuz nereye? Kabristan bu önemli sorunun cevabıydı.
Kabir yoluyla ahirete yolcuyuz. Toprağın altında kimler yatıyor. Nice canlar telef olmuş. Bu sevdiğimiz isimler birer birer buradan gitmişler. Hiç yanıbaşımızdan ayrılmayan o can dostlar şimdi ayağımızın altındaki toprağın altındalar. Dayanılası bir vaziyet değil bu. Ama Rabbim, ruhumuza bir sonsuzluk duygusu verdiği için Hz Peygamberimizin getirdiği nurun saçtığı aydınlık ve ışık bu karanlığı aydınlatıyordu. Sevgili Peygamberime sonsuz salavatlar olsun. Rabbime hamdüsenalar olsun. Peygamberimin getirdiği nur ile hayatın ötesi yani kabir; karanlık bir mekan olmaktan, kurtuluyor. Ne mutlu! Gözümün önündeki bu perdeyi sıyırıp duyguların inceldiği şu anlarda kabristanları ziyaretle ölümün hayatımıza kattığı güzelliği bir kez daha yakalayabiliyoruz.
Ölüler bizden bir Fatiha beklemiyor. Kapanan gözlerinin açılmasını değil bizim kapalı gözlerimizin açılmasını bekliyorlar. Uyanmamızı istiyorlar bizden. Belki kendilerinin düştüğü yanlışlara hiç düşmememizi, eğer düşersek de tövbeyi unutmamızı, Rabbimizin bu sonsuz rahmetine sığınıp af ve bağışlanma dilememizi bekliyorlar bizden. Sevgili Peygamberimiz de “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok anınız” diye bu gerçeği bize asırlar ötesinden söylememiş mi? Güveneceğimiz hiçbir şey yok. Elimizdeki sermaye de bizim değil Rabbimizin. Giden geri gelmiyor, geride kalan da burada durmuyor. Hepimiz kabir ve berzah yoluyla sonsuza doğru bir yolculuğa çıkarılıyoruz. Hiç kimse yolculuğunu kendi eliyle başlatmadığı gibi kendi iradesiyle de bitiremiyor.
Misafiriz bu dünyada, Rabbimizin misafiri. Hayat O’nun, ölüm de O’nun. Ölümü ne kadar çok anarsak ölümsüzlüğe o kadar çok yakın duruyor dünyamız. Ölüm ötesi için ne yapılması gerekiyorsa şimdiden hazırlıklı olmaya doğru ruhumda bir şevk, bir ümit, bir gayret beliriyor içimde. Evet bir telaş, bir panik, bir heyecan, bir korku da yok değil içimizde ama Rahman ve Rahim olan Rabbimizin terazinin öbür kefesine koyduğu ümit duygusu diğer taraftaki bütün ağırlıkları siliyor, içimizi hafifletiyor. Gel de sevme bu Allah’ı, gel de sevme O’nun yarattığı hayatı ve ölümü gel de sevme…
Gel de sevme onun Peygamberini, o Peygamberin getirdiği kitabı, o Kitabın hayatımıza kattığı ışığı, nuru gel de sevme. Gel de sevme beş vakit namazda birbirini görmeden, birbirinin dünyalarına, ruhlarına dualar edenleri. Gel de sevme birbirini tanımadıkları halde ve hiç bilmedikleri halde birbiri için hayır dua edenleri. Hayatın bütün güzelliği faniliğinde olsa gerek. Gel de sevme, bizleri fani olarak yaratan ama kendisi baki olan Allah’ı gel de sevme.
Çok sevdiğim Veysel Karani’nin duası ile bitirmek istiyorum yazımı.:
“Yâ İlâhenâ! Rabbimiz Sensin. Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden Sensin.
Hem Sensin Hâlık. Çünkü biz mahlûkuz, yapılıyoruz.
Hem Rezzak Sensin. Çünkü biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin.
Hem Sensin Mâlik. Çünkü biz memlûküz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek Mâlikimiz Sensin.
Hem Sen Azizsin, izzet ve azamet sahibisin. Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek Senin izzetinin aynasıyız.
Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak. Çünkü biz fakiriz; fakrımızın eline yetişmediği bir gınâ veriliyor. Demek Ganî Sensin, veren Sensin.
Hem Sen Hayy-ı Bâkîsin. Çünkü biz ölüyoruz; ölmemizde ve dirilmemizde bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz.
Hem Sen Bâkîsin. Çünkü biz, fenâ ve zevâlimizde, Senin devam ve bekanı görüyoruz.
Hem cevap veren, atiyye veren Sensin. Çünkü biz, umum mevcudat, kalî ve hâlî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz, niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerine geliyor, maksudlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren Sensin.”
SEVİNÇ MELEĞİ
Peygamber Aleyhisselam buyuruyor ki:
Bir kimse bir mümini sevindirince, Allah verdiği bu sevinç sebebiyle onun için bir melek yaratır. O kişi kabrine vardığında, o sevinç meleği gelir ve ona:
“Beni tanıyor musun?” der.
O kişi :
“Sen kimsin?” diye sorar.
Sevinç meleği:
“Ben filanca kişiye filanca vakitte verdiğin sevinçten yaratılan meleğim. Bugün kabrin yalnızlığında senin dostun olacağım ve sorgu meleklerine vereceğin cevapta sana telkinde ve yardımda bulunacağım. Kıyamet günü göreceğin dereceleri sana seyrettireceğim. Senin için Rabbinin yanında şefaatçilik yapacağım ve sana cennetteki yerini göstereceğim” der.
Selim Gündüzalp
O GÜN kurban bayramının arefesiydi. Başta rahmetli babam, babaannem, amcam ve deprem şehidi yeğenim.. hatırladığım en eski dönemden bugüne kadar geçen bütün sevdiklerimi ziyaret etmek, kucaklamak için kimilerine göre şehrin en güzel, kimilerine göre de hiç istenmeyen mekânındaydım. Emirdağ Kabristanı’nda.
Küçük yeğenim Burak’la beraber mezarların arasında dolaşırken dilimde dua gibi bir söz dolanmaya başladı. “Ölümü bile bile yaşamak. Göz göre göre ölümü yaşamak.” Ama gözün önünde incecik bir perde var. Ona ne diyorlar? Kimileri gaflet, kimileri kalın perde. Ama şu bir gerçek ki o göz bir türlü kabri, kendi ebediyet yurdu olarak, kendisinin de misafir olacağı bir mekan olarak görmüyordu. İnsan gideceği yeri, adresi bilemeyince nasıl bir şaşkınlık yaşıyorsa, “Nereye gidiyorsun?” sorusuna bulunduğu yerde cevap bulamazsa dünya ötesi için de bu soru aynı şaşkınlığı yaratıyordu ruhumun derinliklerinde. Nereye gidiyoruz, yolculuğumuz nereye? Kabristan bu önemli sorunun cevabıydı.
Kabir yoluyla ahirete yolcuyuz. Toprağın altında kimler yatıyor. Nice canlar telef olmuş. Bu sevdiğimiz isimler birer birer buradan gitmişler. Hiç yanıbaşımızdan ayrılmayan o can dostlar şimdi ayağımızın altındaki toprağın altındalar. Dayanılası bir vaziyet değil bu. Ama Rabbim, ruhumuza bir sonsuzluk duygusu verdiği için Hz Peygamberimizin getirdiği nurun saçtığı aydınlık ve ışık bu karanlığı aydınlatıyordu. Sevgili Peygamberime sonsuz salavatlar olsun. Rabbime hamdüsenalar olsun. Peygamberimin getirdiği nur ile hayatın ötesi yani kabir; karanlık bir mekan olmaktan, kurtuluyor. Ne mutlu! Gözümün önündeki bu perdeyi sıyırıp duyguların inceldiği şu anlarda kabristanları ziyaretle ölümün hayatımıza kattığı güzelliği bir kez daha yakalayabiliyoruz.
Ölüler bizden bir Fatiha beklemiyor. Kapanan gözlerinin açılmasını değil bizim kapalı gözlerimizin açılmasını bekliyorlar. Uyanmamızı istiyorlar bizden. Belki kendilerinin düştüğü yanlışlara hiç düşmememizi, eğer düşersek de tövbeyi unutmamızı, Rabbimizin bu sonsuz rahmetine sığınıp af ve bağışlanma dilememizi bekliyorlar bizden. Sevgili Peygamberimiz de “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok anınız” diye bu gerçeği bize asırlar ötesinden söylememiş mi? Güveneceğimiz hiçbir şey yok. Elimizdeki sermaye de bizim değil Rabbimizin. Giden geri gelmiyor, geride kalan da burada durmuyor. Hepimiz kabir ve berzah yoluyla sonsuza doğru bir yolculuğa çıkarılıyoruz. Hiç kimse yolculuğunu kendi eliyle başlatmadığı gibi kendi iradesiyle de bitiremiyor.
Misafiriz bu dünyada, Rabbimizin misafiri. Hayat O’nun, ölüm de O’nun. Ölümü ne kadar çok anarsak ölümsüzlüğe o kadar çok yakın duruyor dünyamız. Ölüm ötesi için ne yapılması gerekiyorsa şimdiden hazırlıklı olmaya doğru ruhumda bir şevk, bir ümit, bir gayret beliriyor içimde. Evet bir telaş, bir panik, bir heyecan, bir korku da yok değil içimizde ama Rahman ve Rahim olan Rabbimizin terazinin öbür kefesine koyduğu ümit duygusu diğer taraftaki bütün ağırlıkları siliyor, içimizi hafifletiyor. Gel de sevme bu Allah’ı, gel de sevme O’nun yarattığı hayatı ve ölümü gel de sevme…
Gel de sevme onun Peygamberini, o Peygamberin getirdiği kitabı, o Kitabın hayatımıza kattığı ışığı, nuru gel de sevme. Gel de sevme beş vakit namazda birbirini görmeden, birbirinin dünyalarına, ruhlarına dualar edenleri. Gel de sevme birbirini tanımadıkları halde ve hiç bilmedikleri halde birbiri için hayır dua edenleri. Hayatın bütün güzelliği faniliğinde olsa gerek. Gel de sevme, bizleri fani olarak yaratan ama kendisi baki olan Allah’ı gel de sevme.
Çok sevdiğim Veysel Karani’nin duası ile bitirmek istiyorum yazımı.:
“Yâ İlâhenâ! Rabbimiz Sensin. Çünkü biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âciziz. Demek bizi terbiye eden Sensin.
Hem Sensin Hâlık. Çünkü biz mahlûkuz, yapılıyoruz.
Hem Rezzak Sensin. Çünkü biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin.
Hem Sensin Mâlik. Çünkü biz memlûküz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek Mâlikimiz Sensin.
Hem Sen Azizsin, izzet ve azamet sahibisin. Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek Senin izzetinin aynasıyız.
Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak. Çünkü biz fakiriz; fakrımızın eline yetişmediği bir gınâ veriliyor. Demek Ganî Sensin, veren Sensin.
Hem Sen Hayy-ı Bâkîsin. Çünkü biz ölüyoruz; ölmemizde ve dirilmemizde bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz.
Hem Sen Bâkîsin. Çünkü biz, fenâ ve zevâlimizde, Senin devam ve bekanı görüyoruz.
Hem cevap veren, atiyye veren Sensin. Çünkü biz, umum mevcudat, kalî ve hâlî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz, niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerine geliyor, maksudlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren Sensin.”
SEVİNÇ MELEĞİ
Peygamber Aleyhisselam buyuruyor ki:
Bir kimse bir mümini sevindirince, Allah verdiği bu sevinç sebebiyle onun için bir melek yaratır. O kişi kabrine vardığında, o sevinç meleği gelir ve ona:
“Beni tanıyor musun?” der.
O kişi :
“Sen kimsin?” diye sorar.
Sevinç meleği:
“Ben filanca kişiye filanca vakitte verdiğin sevinçten yaratılan meleğim. Bugün kabrin yalnızlığında senin dostun olacağım ve sorgu meleklerine vereceğin cevapta sana telkinde ve yardımda bulunacağım. Kıyamet günü göreceğin dereceleri sana seyrettireceğim. Senin için Rabbinin yanında şefaatçilik yapacağım ve sana cennetteki yerini göstereceğim” der.