Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
İnsanlarin büyük çoğunluğu ahiretin varlığından haberdar olduğu halde, düşünmeyerek bu gerçekten kaçmaya çalışır. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise söz konusu insanların dünya hayatının geçici olduğuna gereği gibi inanmamış olmalarıdır. Dünyaya olan bağlılıkları nedeniyle, buradaki yaşamı sanki hiç son bulmayacakmış gibi değerlendirirler. Ayette "... Öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi..." (Enbiya Suresi, 44) ifadesiyle belirtildiği gibi, ölümün varlığına inanmak istemez ve dolayısıyla da ahireti hiç akıllarına getirmezler.
Kuran'ın "Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayi) seviyorsunuz. Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz." (Kıyamet Suresi, 20-21) ayetleriyle Allah (cc), bu tavrın yanlışlığını insanlara hatırlatmıştır. Oysa, "Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi" (Ankebut Suresi, 64) ayeti, dünya hayatının "tutkulu bir oyalanmadan" ibaret olduğunu ve asıl hayatın ahiret olduğunu bildirmektedir.
Dünya hayatına kapılarak ahireti unutan bir insan ayette “.. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır.” (Hac Suresi, 11) sözleriyle bildirildiği gibi, hem dünyada hem de ahirette büyük bir hüsrana ugrar. Kendisine Rabbimiz'in rızasını ve ahireti amaç edinen bir insan ise, Kuran’da müjdelendiği üzere hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayat yaşayacaktır (Nahl Suresi, 97). Bu nedenle insan, dünya hayatını Allah (cc)’in bildirdiği şekilde değerlendirmeli, yaşamının her anında asıl olan sonsuz hayatını geçireceği ahireti düşünerek hareket etmelidir.
Dünya hayatının bir gün mutlaka sona ereceğini, her insanın mutlaka er ya da geç ölüm gerçeğiyle karşılaşacağını ve ahirete gideceğini düşünerek yaşayan bir insanın ahlakında ve tavırlarında çok önemli degişiklikler olur. Öncelikle ölümü ve ahireti düşünen bir insanın, dünya hayatına bakış açısı tamamen değişir. Allah (cc)’ın kendisi için takdir ettiği kaderden tümüyle razı olur.
Kendisine verilen nimetlerin Rabbimiz'in bir lütfu olduğunu bilerek, bunlardan sevinç duyar ve Allah (cc)’a şükreder. Karşışatığı sıkıntı, zorluk ya da eksikliklerde ise yine Allah (cc)’in, kendisi için yarattığı hayır ve hikmetler olduğunu bilir ve bunlara karşı da teslimiyet ve güzel ahlak gösterir. Allah (cc)’ın daima iman eden kullarının velisi, dostu, destekçisi ve yardımcısı olduğunu bildiği için, ümitsizlik, karamsarlık ya da üzüntüye kapılma gibi tavır bozukluklarından tamamen uzaklaşır. Allah (cc)’ın kendisi için yarattığı nimet ve güzellikleri görüp takdir edebildiği, daima ümitvar ve tevekküllü bir ahlak içerisinde yasadığı için, hayatına gerçek mutluluk, neşe ve huzur hakim olur.
Allah (cc)’tan saygıyla korkup sakındığı için insanların kendisine yöneltebilecekleri her türlü kötü ahlak ya da davranış bozukluklarına karşı daima güzel ahlakla karşılık verebilir. Karşılığı yalnızca Allah (cc)’tan beklediği ve kendisine Allah (cc)’in rızasını hedeflediği için, dünyaya yönelik hiçbir hesap yapmaksızın, karşılık beklemeksizin iyilik ve güzellikte bulunabilir. Ölümün her an gerçekleşebileceğini bildiği için, boş işlerden tümüyle yüz çevirir; her anını Rabbimiz'in razı olacağı umulan şekilde geçirmeye çalışır.
Ölümün ve ahiretin yakınlığını düşünmek, kişiyi tembellikten uzaklaştırır; hem fiziksel hem de manevi açıdan çok güçlü ve şevkli olmasını sağlar. Böyle bir insan, ne kadar çok güzellikte bulunursa bulunsun bunlari yeterli görmez. Allah (cc)'in "... sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır." (Kehf Suresi, 46) ayetiyle bildirdiği gibi, sürekli bir çabanın, Allah (cc)'in rahmetini kazanmaya daha yakın olduğunu bilerek ömrünün sonuna kadar salih davranişlarda bulunmaya devam eder.
Unutmamak gerekir ki, insanın dünya hayatındaki ömrü bir gün mutlaka sona erecektir. Ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. İnsanın dünya hayatından ahirete geçmesi yalnızca bir an meselesidir. İnsan belki de, hayatının hiç beklemediği bir anında ölümle karşılaşacak ve o andan sonra artık istese de bu gerçekleri düşünecek bir imkan bulamayacaktır. Bu ise ona tarifi mümkün olmayan bir pişmanlık yaşatacaktır. Bu nedenle insanın yapması gereken, dünya hayatının geçiciliğini görerek ahirete yönelmek olmalıdır. Büyük İslam alimi İmam Gazali bu gerçeği eserlerinde şöyle hatırlatmaktadır:
"Nice nefes alanlar vardır, aldıkları son nefesi geri vermeden ansızın ölüm onları yakalamıştır. Öyleyse gerçekte senin sahip olduğun sadece bir nefesten ibarettir; ne bir gün ve ne de bir saat! Bir nefesi bile geçirmeden Allah'a itaate ve tevbeye yönel. Belki de ikinci bir nefese erişemeden ölüm seni yakalar!..." (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, s. 118)
Kuran'ın "Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayi) seviyorsunuz. Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz." (Kıyamet Suresi, 20-21) ayetleriyle Allah (cc), bu tavrın yanlışlığını insanlara hatırlatmıştır. Oysa, "Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi" (Ankebut Suresi, 64) ayeti, dünya hayatının "tutkulu bir oyalanmadan" ibaret olduğunu ve asıl hayatın ahiret olduğunu bildirmektedir.
Dünya hayatına kapılarak ahireti unutan bir insan ayette “.. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır.” (Hac Suresi, 11) sözleriyle bildirildiği gibi, hem dünyada hem de ahirette büyük bir hüsrana ugrar. Kendisine Rabbimiz'in rızasını ve ahireti amaç edinen bir insan ise, Kuran’da müjdelendiği üzere hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayat yaşayacaktır (Nahl Suresi, 97). Bu nedenle insan, dünya hayatını Allah (cc)’in bildirdiği şekilde değerlendirmeli, yaşamının her anında asıl olan sonsuz hayatını geçireceği ahireti düşünerek hareket etmelidir.
Dünya hayatının bir gün mutlaka sona ereceğini, her insanın mutlaka er ya da geç ölüm gerçeğiyle karşılaşacağını ve ahirete gideceğini düşünerek yaşayan bir insanın ahlakında ve tavırlarında çok önemli degişiklikler olur. Öncelikle ölümü ve ahireti düşünen bir insanın, dünya hayatına bakış açısı tamamen değişir. Allah (cc)’ın kendisi için takdir ettiği kaderden tümüyle razı olur.
Kendisine verilen nimetlerin Rabbimiz'in bir lütfu olduğunu bilerek, bunlardan sevinç duyar ve Allah (cc)’a şükreder. Karşışatığı sıkıntı, zorluk ya da eksikliklerde ise yine Allah (cc)’in, kendisi için yarattığı hayır ve hikmetler olduğunu bilir ve bunlara karşı da teslimiyet ve güzel ahlak gösterir. Allah (cc)’ın daima iman eden kullarının velisi, dostu, destekçisi ve yardımcısı olduğunu bildiği için, ümitsizlik, karamsarlık ya da üzüntüye kapılma gibi tavır bozukluklarından tamamen uzaklaşır. Allah (cc)’ın kendisi için yarattığı nimet ve güzellikleri görüp takdir edebildiği, daima ümitvar ve tevekküllü bir ahlak içerisinde yasadığı için, hayatına gerçek mutluluk, neşe ve huzur hakim olur.
Allah (cc)’tan saygıyla korkup sakındığı için insanların kendisine yöneltebilecekleri her türlü kötü ahlak ya da davranış bozukluklarına karşı daima güzel ahlakla karşılık verebilir. Karşılığı yalnızca Allah (cc)’tan beklediği ve kendisine Allah (cc)’in rızasını hedeflediği için, dünyaya yönelik hiçbir hesap yapmaksızın, karşılık beklemeksizin iyilik ve güzellikte bulunabilir. Ölümün her an gerçekleşebileceğini bildiği için, boş işlerden tümüyle yüz çevirir; her anını Rabbimiz'in razı olacağı umulan şekilde geçirmeye çalışır.
Ölümün ve ahiretin yakınlığını düşünmek, kişiyi tembellikten uzaklaştırır; hem fiziksel hem de manevi açıdan çok güçlü ve şevkli olmasını sağlar. Böyle bir insan, ne kadar çok güzellikte bulunursa bulunsun bunlari yeterli görmez. Allah (cc)'in "... sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır." (Kehf Suresi, 46) ayetiyle bildirdiği gibi, sürekli bir çabanın, Allah (cc)'in rahmetini kazanmaya daha yakın olduğunu bilerek ömrünün sonuna kadar salih davranişlarda bulunmaya devam eder.
Unutmamak gerekir ki, insanın dünya hayatındaki ömrü bir gün mutlaka sona erecektir. Ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. İnsanın dünya hayatından ahirete geçmesi yalnızca bir an meselesidir. İnsan belki de, hayatının hiç beklemediği bir anında ölümle karşılaşacak ve o andan sonra artık istese de bu gerçekleri düşünecek bir imkan bulamayacaktır. Bu ise ona tarifi mümkün olmayan bir pişmanlık yaşatacaktır. Bu nedenle insanın yapması gereken, dünya hayatının geçiciliğini görerek ahirete yönelmek olmalıdır. Büyük İslam alimi İmam Gazali bu gerçeği eserlerinde şöyle hatırlatmaktadır:
"Nice nefes alanlar vardır, aldıkları son nefesi geri vermeden ansızın ölüm onları yakalamıştır. Öyleyse gerçekte senin sahip olduğun sadece bir nefesten ibarettir; ne bir gün ve ne de bir saat! Bir nefesi bile geçirmeden Allah'a itaate ve tevbeye yönel. Belki de ikinci bir nefese erişemeden ölüm seni yakalar!..." (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, s. 118)