Ölüm geliyorum der
Ve bir gün ölüm gelip dikiliverir karşımıza. Şaşırır ve endişeyle sorarız: Neden haber vermedin ki!
Sadi, Gülistan ında anlatır. Bir adam yıkılan evinin karşısına geçmiş bir yandan ağlıyor, diğer yandan da, Ah evim! Çökmeden evvel bana haber verseydin de ben de bir tedbir alsaydım. diye dövünüyormuş.
Birden o harabeden bir ses yükselmiş: Be adam!.. Ben yıllardır sana, çatlayan duvarlarım ve dökülen sıvalarımla çöküşümü haber veriyordum. Fakat sen her seferinde elinde bir avuç çamurla geliyor ve o çatlakları örterek verdiğim haberi adeta ağzıma tıkıyordun.
Bizim hayat apartmanımız da süratle tahrip olmakta ve binamızdan her gecen gün bir taş daha düşmektedir.
Ve çok insaflıdır ölüm… Gelmeden önce nice elçiler gönderir de, biz bir türlü dönüp bakmayız o elçilerin bembeyaz ikazlarına.
Kaç keşif kolu yollamaktadır ölüm hayat topraklarımıza; lakin biz Hastalıktır, geçer diyerek ehemmiyet vermeyiz. Gün be gün tükenip gittiğimizi görmeyiz. Ömür, bitmeyecek bir hazine gibi görünür gözümüze; her şeyin bir sona mahkum olduğuna inanmak istemeyiz. Zannederiz ki ancak böyle mutlu olunabilir ve saadet denilen Anka kuşu böyle bir vehmin semasında kanat çırpabilir.
Aldanırız; ama kabul edemeyiz bunu bir türlü...
Ve bir gün ölüm gelip dikiliverir karşımıza.
Şaşırır ve endişeyle sorarız: “Neden haber vermedin ki!”
_________________
Ve bir gün ölüm gelip dikiliverir karşımıza. Şaşırır ve endişeyle sorarız: Neden haber vermedin ki!
Sadi, Gülistan ında anlatır. Bir adam yıkılan evinin karşısına geçmiş bir yandan ağlıyor, diğer yandan da, Ah evim! Çökmeden evvel bana haber verseydin de ben de bir tedbir alsaydım. diye dövünüyormuş.
Birden o harabeden bir ses yükselmiş: Be adam!.. Ben yıllardır sana, çatlayan duvarlarım ve dökülen sıvalarımla çöküşümü haber veriyordum. Fakat sen her seferinde elinde bir avuç çamurla geliyor ve o çatlakları örterek verdiğim haberi adeta ağzıma tıkıyordun.
Bizim hayat apartmanımız da süratle tahrip olmakta ve binamızdan her gecen gün bir taş daha düşmektedir.
Ve çok insaflıdır ölüm… Gelmeden önce nice elçiler gönderir de, biz bir türlü dönüp bakmayız o elçilerin bembeyaz ikazlarına.
Kaç keşif kolu yollamaktadır ölüm hayat topraklarımıza; lakin biz Hastalıktır, geçer diyerek ehemmiyet vermeyiz. Gün be gün tükenip gittiğimizi görmeyiz. Ömür, bitmeyecek bir hazine gibi görünür gözümüze; her şeyin bir sona mahkum olduğuna inanmak istemeyiz. Zannederiz ki ancak böyle mutlu olunabilir ve saadet denilen Anka kuşu böyle bir vehmin semasında kanat çırpabilir.
Aldanırız; ama kabul edemeyiz bunu bir türlü...
Ve bir gün ölüm gelip dikiliverir karşımıza.
Şaşırır ve endişeyle sorarız: “Neden haber vermedin ki!”
_________________